“İnkârcılar
dediler ki: ‘Kur’ân ona tek bir defâda, toplu olarak indirilmeli değil miydi?’.
Biz onunla kâlbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (âyet-âyet indirdik)
ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’ okuduk” (Furkân 32).
Kur’ân’ın sıra tertibini Allah yapmıştır. Tabî ki
tek-tek âyetlerin hangi sırayla indiğini bilemiyoruz ancak, sûrelerin hangi
sırayla indiğini büyük ölçüde biliyoruz. Bir-kaç tâne nüzûl-sırası örneği
vardır ve aralarındaki farklar “büyük farklar” değildir. En azından Mekkî ve
Medenî âyetler çok büyük oranda bellidir. Yâni Mekke benzeri bir ortamda ne
yapılacağı ve nasıl bir tavır takınılacağı, Medîne benzeri bir ortamda ne
yapılacağı ve nasıl bir tavır takınılacağı anlaşılabiliyor. Resmî-sıra,
herkesin alışık olduğu sıradır fakat bu sıraya göre okunan Kur’ân’ın idrâk edilmesinde
bâzı zorluklar vardır. Bir arkadaşıma, “Kur’ân’ı her-gün düzenli olarak okumasını”
tavsiye ettikten ve o da resmî-sıradan okumaya başladığında, âyetler kendisine
çok ağır gelmiş ve; “din savaşa çok mu önen veriyor?” ve; “Kur’ân yahudilerle
neden bu kadar çok uğraşıyor” (Bakara Sûresi) diye sormuştu. Demek ki Kur’ân
resmî-sıradan okunması için bir ön-bilgi gerekiyor. Nüzûl-sırası ise kişiyi
eğitiyor. Yâni hem bilgi hem de bilinç veriyor. Kur’ân nüzûl-sırasına göre
okunduğunda Kur’ân’ın savaşa bakışı da, yahudilerle neden bu kadar çok
uğraştığı da çok daha iyi idrâk edilir.
Aslında Kur’ân, yaygın olarak bilindiği gibi Hz.
Osman zamânında değil, bizzat Peygamberimiz zamânında, hem de bir kağıt yada
parşömen üzerine yazılarak bir kitap olarak düzenlenmiştir. Bunu Kur’ân’dan
anlıyoruz:
“Hayır;
çünkü o (Kur’ân), bir öğüttür” (Abese
11). “O (Kur’ân), ‘şerefli-üstün’
sâhifelerdedir. Yüksek tutulan tertemiz sayfalarda. Katiplerin ellerindeki”
(Abese 13-15).
Kur’ân sâdece kendi çağına değil, tüm zamanlara
seslendiği için bize de hitâp eder ve bu iki zaman arasında bir çelişki de
olmaz bu nedenle. Bu ‘şerefli-üstün’
sâhifelerde” âyetini biz şu-anda nasıl ki “sayfalardan müteşekkil bir Kur’ân”
olarak anlıyorsak, o zaman için de aynı-şekilde anlamamız gerekir. Yâni Peygamberimiz
zamânında da Kur’ân, vahiyler indikçe sayfalanıyordu. Vahiyler inzâl oldukça
yazılıyordu sayfalara. “O zaman kağıt yoktu” söylemi anakronik bir söylem
olarak târihle çelişir. Zîrâ o târihte kâğıt kullanılmaktadır. Meselâ yahudilerin
kitabı Tevrat, sayfalar hâlinde düzenlenmiş bir kitap şeklinde idi. Gelen
vahiyleri bizzat Hz. Muhammed kaydetmiş yada kaydettirmiş olması gerekir: “Bundan önce sen hiç kitap okuyan
değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, bâtılda olanlar
kuşkuya kapılırlardı” (Ankebût 48). Bu âyetten; “fakat artık okuyor ve
yazıyorsun” anlamı çıkar. Peygamberimizin yazdığı yada yazımını denetlediği şey
tabî ki de Kur’ân’dı.
Kur’ân’daki; “Sana okutacağız sen de unutmayacaksın”
(A’lâ 6) âyeti, “onu kâlbine nakşedeceğimiz için unutmayacaksın” anlamının
yanında; “onu sayfalar hâlindeki kitaba kaydedeceğimiz için unutmayacaksın”
anlamına da gelebilir?.
“Gerçek şu
ki, Kur’ân’ı senin üzerine ‘safhalar hâlinde bir indirme tarzıyla (tenzil)’
indiren biziz, biz” (İnsan 23).
Bu âyetler, Kur’ân’ın nüzûl-sırasına göre
indirildiğinin delîlidir. O hâlde neden nüzûl-sırasına göre tertip edilip
resmîleştirilmemiş ve o şekilde okunmuyor?. Herhâlde âyetlerin iniş sırasındaki
netsizlikten dolayı.
Resmî-sıraya göre de Kur’ân okunabilir tabî ki ama Kur’ân’ı
okumaya ilk-kez başlayan biri için nüzûl-sırası daha yararlı olur. Çünkü nüzûl-sırası
şeklindeki tertipte, Kur’ân okunduğu gibi, aynı-zamanda Peygamberin ve
sahabenin hayâtı ve ahlâkı da okunmuş olur. Hz. Âişe, kendisine
“Peygamberimizin ahlâkı nasıldı” diye soran kişiye; “siz hiç Kur’ân okumuyor
musunuz?, o’nun ahlâkı Kur’ân’dı” demiştir. Peygamberimiz ve sahabenin
mücâhede-mücâdele süreci daha net görülür nüzûl-tertibine göre Kur’ân okuması
yapıldığında. Nüzûl-sırası İslâm’i Hareket Metodu’dur aynı-zamanda. “Güzel
örneklik” olan Peygamber ve sahabenin, âyetlere nasıl tepki verdiği, âyetleri
nasıl idrâk ettiği ve de nasıl hayâta döndürdüğünün örneği çok daha net olarak
görülebilir nüzûl sırasına göre yapılan okumalarda. Bu örnek tâkip edilerek
benzer bir süreç yaşanabilir. O nedenle nüzûl-sırasına göre bir okuma yapmak,
bir çeşit; “sünnete göre Kur’ân okumak” anlamına gelir. Sünnete göre Kur’ân
okumak, “sünnete göre yaşamak” anlamına da gelecektir.
Resmî-sıra da aynı Kur’ân’dır ve o şekilde okumaktan
da dersler çıkarılabilir fakat ilk başlayanlar için ve de herkes için Kur’ân’ı nüzûl-sırasına
göre okumak çok farklıdır ve Kur’ân’ı nüzûl-sırasına göre okuyanlar bu farkı çok
net görebilirler. Çünkü o sıra “risâlet târihidir” aynı-zamanda. Nüzûl-tertibi,
Kur’ân’ın hayâta nasıl dönüştüğünün örneğidir. Nüzûl-tertibinde âyetlerin hangi
nedenle geldiğini, o âyetlere göre nasıl hükümler verildiğini ve âyetler
indiğinde ne yapıldığı, nüzûl-sırası “hayatla birlikte bir okuma” olduğundan dolayı,
süreç çok daha net olarak görülür ve Kur’ân sâdece “bilgi” olmaktan çıkarak bir
“bilince” de dönüşür. Çünkü Kur’ân sâdece zihinlerin bir nesnesi değil, hayâtın
öznesidir. Hayat-kitabıdır ve yaşayan canlı bir kitaptır Kur’ân. Onu hayatla
birlikte okumak gerçek bir idrâk kazandırır ki bu, nüzûl-sırasına göre okuma
yapıldığında hemen fark-edilir.
Kur’ân’ın fâsıla-fâsıla indirilmiş olması, Peygamberimiz
zamânında Kur’ân’ı hayatta yaşamak içindi. Kur’ân’ı yâni Allah’ın sözünü
hayatta hâkim kılmak içindi. Kur’ân hayâta inmiştir çünkü. Hayatta yaşanması
için inmiştir. Hayâtı düzenlemiştir ve hayâta hâkim olmuştur o dönemde. Kur’ân’ı
sindire-sindire okumak ve idrâk etmek, hayâtın tam da ortasında olabilir en
ideâl şekilde. 1.400 yıl önce öyle olmuştu. Kur’ân hayâtın tam da orta yerinde
okunmuştu. Zâten Mekke müşrikleri, Kur’ân’ın hayâtın ortasında okunmasından
rahatsız olmuşlardı da saldırmaya başlamışlardı Peygamberimize ve sahabeye.
Yoksa kapalı kapılar ardında okunan Kur’ân’dan rahatsız olmuyorlardı ki!.
Hayâta yansıtılmayan Kur’ân’dan rahatsız değillerdi. Aynen şimdi olduğu gibi. Kur’ân
dört duvar arasında okununca hiç-kimse rahatsız olmuyor. Fakat hayâtın tam
ortasında okununca kıyâmetleri koparıyorlar. Çünkü Kur’ân’ın hayâtın tam
ortasında okunması demek, onu hayâta hâkim kılmak demektir. O hâlde İslâm’î
Hareket Metodu, Kur’ân’ı hayâtın tam orta yerinde, kendimize yeni iniyormuş
gibi okuyup uygulamak şeklindedir.
Peygamberimiz ve sahabe; bir eleştiri, îtirâz ve isyânı,
parça-parça yâni nüzûl-sırasına göre inen Kur’ân’a göre ortaya koymuşlar, bir
bilgi ve bilince bu yolla ermişler, sıkı bir îmâna sâhip olduktan sonra da, hicret
edip devleti kurmuşlar ve İslâm medeniyetini başlatabilmişleridir. Öyleyse bu
süreci yeniden başlatmanın ve yaşamanın kısa-yolu, Kur’ân’ı nüzûl-sırasına göre
hayâtın tam ortasında uygulaya-uygulaya okumaktır. Yeniden îman-hicret-devlet
ve medeniyeti kurmak bu süreçle hem daha kolay hem de daha güçlü olacaktır.
“Andolsun,
sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için
Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır” (Ahzâb 21).
Bu örneklik nüzûl-sırasına göre hem daha
net görülür hem de -bir örneklik- bulunduğundan dolayı daha kolay olacaktır. Bu
örnekliğe baka-baka benzer bir süreçte, daha kolay bir yol alabiliriz.
Kur’ân nüzûl-sırasına göre okunduğunda
kâlpler çok daha kolay sağlamlaşıp pekişebilir. Zâten ancak böyle bir kâlple
sarsılmadan yol alınabilir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder