20 Ekim 2016 Perşembe

Kibir


“Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34).

Kibir; “Kendini büyük görme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme” (TDK) demektir.

Müstekbirlerin (kibirlilerin) pîri “şeytan”dır. Tüm kibirliler kibirliliğini şeytandan mülhemle ve örnekle yaparlar. Şeytan müstekbirlere, aynen kendisi gibi kibre kapılmalarını telkin eder. Zîrâ Allah’a karşı gelmenin ve isyân etmenin en ileri şekli, kibir-sâhibi olmaktır. İblis’i “şeytan” yapan, Allah’ın “secde et” emrine, kibrinden dolayı karşı çıkmasıydı. Dikkat edilirse, belki binlerce yıl ibâdet hâlinde olan İblis, Allah’ın “Âdem’e secde et” şeklindeki tek bir emrine kibrinden dolayı uymayınca “şeytan” olmuş ve makâmından kovulmuştur. İblis’i şeytan yapıp onu ebedî cehennemlik bir kâfir yapan şey, “tek bir emre itaat etmeyişi” idi yâni. Allah’ın tek bir emrine bile itaat etmemek, kişiyi kibirli bir kâfir yapabiliyor demek ki.

Şeytan Allah’a düşmanlık yapamaz. Böyle bir gücü yoktur çünkü. Kendisini “şeytan” yapan neden olan “Âdem’e secde etmeyişi” idi. Bu yüzden Âdem’e-insana düşmandır o. Çünkü onu İblis iken şeytan yapan neden insandır. Bu nedenle insana “diriliş günü”ne kadar düşmandır. Öyleyse insanı yoldan çıkarmalıdır ki ondan intikâmını alsın. Bunun en kısa ve etkili yolu ise, insana kibir telkini yapmaktır. Onu müstekbirleştirmektir. Zâten ilk başta Hz. Âdem’i de “kibir” ile kandırmıştı:

“Derken şeytan, Âdem’in kafasını karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem, sana ebedilik ağacını (mülk-ü lâ yeblâ), yâni yok olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü göstereyim mi?” (Tâ-hâ 120).

Hz. Âdem, yok olmayacak bir duruma gelme kibrine kanarak şeytana uymuştu. Yok olmayacak olan tek varlığın Allah olduğunu unutuvermişti çünkü. Bu âyet şeytan ve insan arasında el-an devâm ede-gelen bir konuşmadır. Şeytan’ın bu vaâdine kapılan-kapılana.

 “(Allah) dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’. (Allah:) Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin” (A’raf 12-13)

İşte âyetlerde de gördüğümüz gibi, şeytan müstekbirlerin pîri ve efendisidir. Çünkü kibirlenmişti ve demişti ki: “Ben ondan üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın”. Demek istiyor ki, ateş topraktan üstündür. İyi de neye göre?. Ateşin topraktan üstün olduğunu gösteren sâik (sebep) nedir?. Ateş topraktan neden üstün olsun ki?. Ateşin üstüne toprağı attın mı ateş-mateş kalmaz, söner gider. Yada ateş toprağı yakarak yok edebilir belki. Biri diğerinden üstün falan değildir bu nedenle.

Kibir en çok mülkiyette kendini gösterir. Zâten fakir olan kişi mü’minse ve eğer başka özellikleri yoksa niye kibirlensin ki?. Mehmet Durmuş:

“İnsanın topraktan yaratılmasına Kur’ân neden durmadan dikkat çeker acaba?. Bâzen de onun, bir damla sudan yaratılmışlığına değinir. Neden?. Çünkü insana, ‘sakın ola böbürlenme’ demektedir. Yürüyüşünde mütevâzi olmasını istemektedir. Çünkü dağlar insandan daha büyük, yeryüzü de ondan daha sağlamdır. Kısacası, insanın haddini bilmesi gerekmektedir. İşte bu, kişilik inşâsıdır. Topraktan/çamurdan yaratıldığını hiç aklından çıkartmayan insan, ‘küçük dağları ben yarattım’ havasında olamaz. Din, nerede bir muhtâç varsa, onu malımıza ortak etmektedir. Bu ortaklığın adına da tezkiye (zekât) demektedir. Malına fakirlerin ortak olduğunu bilen bir mü’min herhâlde müstekbirleşemez, tefâhur ve tekâsür peşinde olamaz” der.

Kibir sâhipleri uyarılara aldırmazlar. Çünkü kibirleri onları bundan engeller:

“Ona: ‘Allah’tan kork’ denildiğinde, büyüklük gurûru (kibir) onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o” (Bakara 206).

“Sonra bunların ardından Firavun’a ve onun önde gelen çevresine Mûsâ’yı ve Hârûn’u âyetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkâr bir kavimdi” (Yûnus 75).

Kibirlilerin gözünü ancak bir parça toprak doyurur, yâni ölümle birlikte kibirlerinden eser kalmaz. Fakat öldükten sonra da kurtulamaz ve cehenneme doğru yol alırlar. Kibirlilerin sonu cehennemdir. Zâten ancak cehennem onları yola getirir:

“Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuz olarak kalacaklardır” (A’raf 36).

“Öyleyse içinde ebedî kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür” (Nâhl 29).

Kibir, îmânın önündeki en büyük engeldir, kişiyi îmandan alıkoyar. Kibirliler kibirlerinden dolayı bir-türlü îman edemezler:

“Şüphesiz âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (yada deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezâlandırırız” (A’raf 40).

“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri âyetlerimden engelleyeceğim. Onlar her âyeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil olmaları dolayısıyladır” (A’raf 146).

Müstekbirler sıkıştıklarında hemen tehdide başlarlar. Zîrâ îmânın önünde duracak güçleri yoktur:

“Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: ‘Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte îman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veyâ mutlakâ bizim dînimize geri döneceksiniz’. (Şuayb:) ‘Biz istemesek de mi?’ dedi” (A’raf 88).

İlginçtir ki bâzen, büyük abdestlerini bile tutamayanlar, gözünün önünü görmeyenler bile kibirlenirler de kibirlenirler. Belki kibir, gerçek bir üstünlüğe sâhip ol(a)madıklarındadır. Zîrâ gerçekten üstün olanlar îmanlı-takvâlı mü’minlerdir:

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).

“Ey insanlar!, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

Üstünlüğün takvâda olduğunu bilen mü’minler kibirli olmaktan korktukları için zinhar kibirli ol(a)mazlar ve kibirden sakınırlar. Bu bağlamda ibâdet etmekten gocunmazlar. Zâten üstün bir bilgiye ve güce sâhip olan melekler bile kibirli değillerdir:

“Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibâdet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler” (A’raf 206).

“Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sâhibi) melekler, Allah’a kul olmaktan kesinlikle kaçınmazlar. Kim O’na ibâdet etmekten kaçınırsa ve büyüklenirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzûrunda toplayacaktır. Ama îman edenler ve sâlih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara kendi fazlından ekleyecektir de. Kaçınanlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır” (Nîsâ 172-173).

Müstekbirler âhirete de inanamazlar. Çünkü Dünyâ’da zâten “üstün(!)” olduklarını düşünürler. Bu nedenle âhirette daha ne kadar üstün olabileceklerdir ki!. Oysa cennet, insanların eşit olduğu için birbirlerine üstünlük taslamalarının gereksiz ve anlamsız olduğu yerdir. Bu nedenle âhiret düşüncesinden nefret ederler:

“Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Âhirete inanmayanların kâlpleri ise inkârcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır” (Nâhl 22).

Yahudileri “yahudi” yapan şey kibirleridir. Zannederler ki, kendileri Allah’ın biricik halkıdır, seçilmiş kavimdirler, bu nedenle “kibirli olma hakları” vardır. Hâlbuki Tevrat’ta buldukları bu söz, “tahrif olmuş olan Tevrat”ın uydurma sözüdür yada onların üstünlükleri, Hz. Mûsâ ve Hârûn’un zamânında, Firavun’a yâni bir müstekbire karşı olan üstünlüktür ki bu üstünlük, kibirden arınmış bir üstünlüktür. O zamanda yaşayan kibirsiz müslüman İsrâiloğulları, diğer toplumlara karşı üstündüler ama bu tüm zamanlar için geçerli değildir:

“Ey İsrâiloğulları, size bağışladığım nîmetimi ve sizi (bir dönem) âlemlere gerçekten üstün kıldığımı hatırlayın” (Bakara 122).

“Kitapta İsrâiloğullarına şu hükmü verdik: ‘Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defâ bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir azgınlıkla kibirlenip yükseleceksiniz” (İsrâ 4).

Kibirliler müşriktirler, zîrâ tevhidi idrâk edemezler. Zâten işlerine de gelmez:

“Çünkü onlara: ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ denildiği zaman, büyüklük taslarlardı” (Sâffât 35).

Kibirliler çok kıskançtırlar. Peygamberimiz’in peygamberliğini kıskanmışlardı. Çünkü kendilerini ondan çok üstün görüyorlardı:

“Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı?. Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır” (Kamer 25).

“Ve dediler ki: Bu Kur’ân, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?” (Zuhrûf 31).

Hz. Lokman, oğluna tevâzu sâhibi bir mü’min kişilik olmanın yolunu öğretirken şöyle der:

“Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).

“Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tânesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından yada göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah lâtif olandır, (her-şeyden) haberdardır. Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, mârufu emret, münkerden sakındır ve sana isâbet eden (musîbetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 16-19).

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin” (İsrâ 37).

En büyük kibir, Allah’sız yaşamaktır. Allah’sız yaşamak, “Allah’ı hesâba katmadan” (lâik) yaşamak” demektir. Kibir, “kul”luğu kabûl edememekten doğar. Allah’a teslim olamayan, nefsine (kendisine) teslim olarak kibirlileşir, müstekbir olur.

Peygamberimiz de; “Kibir, hakkı inkâr ve insanları tahkîr etmektir” (Müslim, Îman, 147) der.

“Allah’a yalan uyduranların kıyâmet günü yüzlerinin simsiyah kesildiğini görürsün. Kibirlenenler için cehennemde bir yer yok mudur (sanıyorsun)?” (Zümer 60).

“Müstekbirlere karşı kibir sadakadır” denir. Tüm müstekbirler kibirlerini, Allah’tan rôl çalarak yaparlar ki, bu bir “ilahlık taslama” şeklidir.

Tek Mütekebbir olan Allah’tır. Kibriyâ sâhibidir O.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder