“Müjde,
dünyâ-hayâtında ve âhirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur.
İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Yûnus 64).
Kur’ân bir anayasa kitabıdır ve ana-konular dışındaki
“teferruat” cinsinden olan konular için yapılan kânun ve kurallar da bu anayasaya
göre yapılmalıdır. Ancak önemsiz ve kişilerin özel durumlarına göre bâzı örfî-insâni
olan farklı uygulamalar da yapılabilir ki Kur’ân bunun da örneğini vermiştir.
Özellikle kadın-erkek, karı-koca, iş-ortaklığı gibi konularda, karşılıklı rızâya
dayanan ama yine Kur’ân’a aykırı olmayacak uygulamalar için izin verilmiştir. Meselâ
çocuğun sütten kesilmesi, çocuğu süt-anneye emzirtmek, mehrin -anlaşma
yapıldıktan sonra bile- oranının değiştirilmesi vb. gibi.
Zaman bir “belirleyici”
değildir. Çünkü zamânı da Allah yaratmıştır ve bu nedenle zamânın bir hükmü
olamaz. “Yaratıcı” varken yaratılmışa göre bir düzenleme yapmak ne kadar da
ahmakçadır. Zâten yapıldığında yanlış bir uygulama olacağından, yakın-uzak
vâdede mutlakâ olumsuz bir durum ortaya çıkar.
Mecelle’nin otuz dokuzuncu maddesinde: “Ezmânın
tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” yâni; “zaman değişmesi ile
hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz” denilerek, zamân özne, ahkâm ise nesne
durumuna düşürülmüştür. Bu söz “Mecelle’nin ayıbı”dır.
İslâm’da “yasama”yı insanlar yapamaz. İnsanlar sâdece,
Kur’ân anayasasına uygun olan ve aykırı olmayan bir “yargılama” ve yine anayasaya
tam uygun olan “yürütme” yapabilirler. İnsanların görevi, bir anayasa olan “Kur’ân’ı
hayatta uygulamak”tır çünkü.
İslâm’da, yukarıda saydığımız; emzirme ve mehir gibi
konularda “karşılıklı rızâya dayanan” bâzı işlerde uzlaşma yapılmasına izin
verilse de, kamusal alanda ve çok önemli olan ticâret gibi konularda, -karşılıklı
rızâ ile de olsa- bir işin yapılmasına izin verilmez:
“Siz ey
îmâna ermiş olanlar!. Birbirinizin mallarını haksız yollarla -karşılıklı
rızâya dayanan ticâret yoluyla da olsa- hebâ etmeyin (yemeyin) ve
birbirinizi mahvetmeyin; zîrâ Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır” (Nîsâ 29).
Zamânın değişmesiyle Allah’ın sâdece ahkâmında değil,
hiç-bir yasasında değişme olmaz. Zîrâ Allah’ın sünnetinde (sünnetullah) değişme
olmaz:
“(Bu,) daha
önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın
sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın” (Ahzâb 62).
Yine, Allah’ın yaratışında da bir değişme yoktur:
“Öyleyse
sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına
çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir
değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu
bilmezler” (Rûm 30).
Eğer zamânın değişmesiyle ahkâm yâni hükümler de
değişecekse, o hâlde zaman “özne”, hükümlerin-ahkâmın bulunduğu Kur’ân “nesne”
olmuş olur. İyi de Kur’ân; bırakın zamâna uymayı, zamânı değiştirmeye ve belirlemeye
gelmiş olan bir kitaptır. Kur’ân sâdece “gönüllerin inşâsı” için değil, kendi
zamânındaki hayâtın ve her çağdaki hayâtın değiştiricisi ve belirleyicisi olmak
için gönderilmiştir. Aksi-hâlde “târihsel bir kitap” olurdu. Hâlbuki Kur’ân ne
sâdece târihseldir ne de sâdece modernisttir. Hayâtın her zamânında, her alanında,
her yerinde ve her koşulda hayâta hâkim kılınmak için gönderilmiş olan apaçık bir
kitaptır Kur’ân. Bu nedenle âyetleri sağlamlaştırılmıştır ve hükümleri de kesindir:
“Elif, Lâm,
Râ. (Bu,) âyetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet-sâhibi ve her-şeyden
haberdar olan (Allah) tarafından ‘birer-birer (bölüm-bölüm) açıklanmış’ bir
Kitap’tır” (Hûd 1).
Kitabın bir-kısmı muhkem yâni kesin, diğer kısmı ise,
mutlak-anlamını sâdece Allah’ın bileceği ve mü’milerin ise bunu onaylayacağı
bir kitaptır. O hâlde kitabın yâni ahkâmın hangi bölümünü zamâna göre
değiştireceksiniz?:
“Sana
Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım âyetler
muhkem’dir; diğerleri ise müteşâbihtir. Kâlplerinde bir kayma olanlar, fitne
çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşâbih olanına
uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler
ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl-sâhiplerinden
başkası öğüt alıp-düşünmez” (Âl-i İmran
7).
“Allah,
müteşâbih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi.
Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra
onların derileri ve kâlpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu,
Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidâyete erdirir. Allah kimi
saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur” (Zümer 23).
Müteşâbih âyetler zâten âyetin de dediği gibi “sözün
en güzeli”dirler. Onu sonsuz yorumların nesnesi hâline getirerek değiştirip güzelliğini
bozmak yanlıştır. Âyetin dediği gibi, “onu sonsuz yorumların nesnesi yapmak,
kâlplerinde bir kayma olanların bir fitne çıkarmak için ve olmadık yorumlarını
yapmak için” ilgilendikleri âyetlerdir.
Kur’ân-bütünlüğüne aykırı olmayan kıyaslar
yapılabilir ve bir sonuca ulaşılabilir belki, fakat zaman ne kadar
değişirse-değişsin Kur’ân’a-ahkâma aykırı bir hüküm çıkarılamaz. İsterse konuyla
ilgili hadisler de getirilsin, yine de fark etmez. Kur’ân’la açıkça çelişen “hadis”
denen sözler, “uydurulmuş zırvalıklar”dan başka bir şey değildir. Bizim
dayanağımız bu tarzdaki uydurma hadisler değil, Kur’ân ve Kur’ân’ın uygulama
tarzı olan sünnettir ve sünneti anlatmak için söylenen hadislerdir. Meselâ
Kur’ân; “fâiz alanlar-verenler, kendilerine Allah ve Peygamber tarafından
açılmış bir savaşın olduğunu bilsinler” diyerek bir ültimatom verdiği hâlde; birileri
de çıkıp; “fâiz Dünyâ’nın bir gerçeğidir” diyemez. Fâizin Dünyâ’nın belli bir
zamânındaki gerçeği olması, fâizin şeytan-işi bir pislik olduğu gerçeğini
değiştirmez.
Kırmızı ışıkta bekleme süresi yada kırmızı ışıkta
geçme cezâsı gibi, İslâm’ın ana hükümlerine aykırı olmayan kurallar, yada hoşa
giden yiyecekler, içecekler, giyecekler ve diğer kişisel beğenilerin konusu olan
uygulamalar, “değişmeyen hükümler”in yâni ahkâmın alanına girmez tabî ki. Yine;
aykırı olmayan kişisel beğeniler ile ilgili dayatmalar da yapılamaz. Meselâ
kişiye, “ille de şu renkten giyin” yada, “Peygamber kabak yerdi, hadi sen de ye”
denemez. (Zâten Peygamberimizin yediği “kabak” değil “acur” imiş. Zîrâ bâzı rivâyetlere
göre Arabistan’da kabak yetişmiyormuş).
Peygamberimizin; “bir kurban-bayramı sonrası herkesin
etlerini üç gün içinde dağıtmasını istemesi” rivâyeti vardır. Herkes de onu
dinleyip etlerini dağıtmışlardır. Zîrâ bir kıtlık ve açlık durumu vardır. Fakat
Peygamberimiz ertesi sene yine kurban-bayramında misâfir olduğu bir evde et
istemiş ama ev-sâhibi; “onu dağıttık, sen geçen sene öyle söylemiştin” deyince
Peygamberimiz; “ben geçen sene kıtlık durumundan dolayı öyle söylemiştim, şimdi
öyle bir durum yok ki” demiştir. Yâni kurban kesmek emri ve ibâdeti değişmez
ama etin dağıtım-şekli değişebilir. Fakat bu, ahkâmın değişmesi demek değildir,
“uygulamanın değişmesi” demektir sâdece. Bir yıl önceki uygulamanın geçici bir
uygulama olduğunu anlarız buradan.
O hâlde; zamânın değişmesiyle ahkâm değişmez ve
değişmesi de mümkün değildir. Tam tersine; ahkâm, zamânı değiştirir. Ahkâm
yada biz, “zamâna göre” değil, zaman “ahkâma ve o ahkâma uyanlara göre”
değişmelidir. “Zaman size umuyorsa siz zamâna uyun” şeklinde “hadis” diye söylenen
söz, modernlerin yada kâlbi bir-türlü İslâm’â ısınamayanların uydurduğu bir
zırvadır.
Namaz her zaman aynı namazdır. Oruç, zekât, hac vd. de
hep aynı olduğu gibi, ahkâm âyetleri ve diğer âyetler de hep aynı âyetlerdir ve
kıyâmete kadar da değişmeden aynı kalacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder