“Ve işte
böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine
adâlet örneği ve hakkın şâhitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit
olsun” (Bakara 143).
Uygarlık ve Medeniyet kelimelerinin aynı anlama
geldiği söylenir. Hâlbuki aralarında çok fark vardır ve hattâ birbirlerinden
farklı şeylerdir. Bu fark özetle; “dînî olan” ve “dînî olmayan” şeklindedir.
Uygarlıkta uygarlığın “dînî” olması şart değildir. Uygar bir toplumda
bilim-sanâyi-teknoloji-mîmâri-müzik-kültür-sanat vs. görece gelişmiş ve belirli
bir düzeye gelmiş olabilir. Fakat uygarlıkta bunlar hak/din-merkezli değildir.
Bu nitelikler ya bâtıl ve şirk-merkezlidir yada din ile hiç alâkası olmayan,
insan-merkezli, ilâhi olana değil de insana ve akla dayanan niteliklerdir. Fakat
sünnetullah gereğince ilâhi olana dayanmayan her-şey, yakın-uzak vâdede mutlaka
zarar vermeye ve zulmetmeye başlayacağı için mutlakâ yıkılır gider. Bu nedenle
de insanlığa “gerçek bir yarar” sunamaz. Medeniyet ise, adından anlaşıldığı
gibi, “dînî olan” demektir. “Medenî”, “dînî olan Dünyâ” anlamındadır.
Medenî; Hayat-tarzı, bilgi-seviyesi bakımından yüksek
durumda bulunan, şehir veya kasabada oturan, şehirli, kibar, edepli, terbiyeli,
fâziletli, göçebe veyâ vahşî olmayan, yerleşik, Medîne şehrine âit olan” anlamlarına
gelir fakat bu özelikler, mutlakâ “din” ile ilgilidir. Yâni dînî olan bir
şehirde yaşamaktır medenîlik. Dînî olmayan yerleşim yeri şehir değil, kenttir. Zâten
Medîne, “dinli-dînî şehir” anlamındadır. Uygarlıkta şehir değil kent vardır. Uygarlığın
yerleşim yerlerine “kent”; medeniyetin yerleşim yerlerine “şehir” (Medîne) denir.
Mekke bir uygarlık-merkeziyken, Medîne bir medeniyet-merkezidir. Daha sonra
Mekke de “Medîne” olmuştur. Medenî olanın kültürlü-terbiyeli-edepli olması,
vahşî değil görgülü olması, dînî olduğundan dolayıdır. Uygar olanlar ise, dînî
olmadıklarından vicdan ve merhâmetlerini kaybetmişlerdir ve bu nedenle de
çoluk-çocuk dinlemeden barbarlaşabilmektedirler. Medeniyet, “bir sınırı, bir kırmızı
çizgisi olmak” anlamındayken; uygarlık, bir “sınırsızlık ve kendini tutmama”
ile şekillenir.
Doğu “medeniyet”, batı “uygarlık” üretmiştir târih
boyunca. Medeniyeti yâni dînî olanı “Doğu” üretmiştir. Zîrâ peygamberler sürekli
olarak doğudan çıkmıştır. Bu nedenle medeniyet de doğudan yükselmiştir.
Işık-Güneş doğudan yükselir zâten. Medeniyet dinden kopunca yâni bozulunca
dolayısı ile uygarlığa düşünce-dönüşünce bozulur. Uygarlık, medeniyetin kanserleşmiş
ve bozulmuş şeklidir. Nasıl ki tevhid de bozulunca şirke döner.
Uygarlığa doğru gidildikçe din tahrip olur. Fakat bu
medeniyet, yâni din-duygusu halka-ümmete yerleştiği için, yeniden dirileceği ve
medeniyeti kuracağı güne kadar alttan-alta akmaya da devâm eder. Uygarlığın
görünümü ulusallık, medeniyetin görünümü ümmettir. Zîrâ uygarlık parçalayıcı
iken, medeniyet toplayıcı-birleştirici, tevhid edicidir.
Modern zamanlardaki uygarlık bir Greko-Romen
uygarlığıdır. Dolayısı ile söylendiği gibi ilerici değil, kaynağını çok
gerilerden aldığından gericidir.
Uygarlık zihne dönük ve zihin-merkezli iken,
medeniyet kâlbe dönüktür ve kâlp-merkezlidir. Bir toplumun uygarlığında aşırı
bir gelişmenin hızla ortaya çıkması zararlıdır. Ribot: “Zihin fazla bir
gelişmeye uğrayınca öz-yapısını bozar. Bireyde zihin ne ise toplumda da kültür
odur. Bundan dolayı zihnin fazla gelişmesi bireysel öz-yapıyı bozduğu gibi,
uygarlığın fazla gelişmesi de ulusal kültürü bozar. Ulusal kültürü bozulmuş
uluslara yozlaşmış uluslar denir” der. Medeniyet zihne değil kâlbe
dayandığından ve kâlp zihin gibi sınırlı olmadığı için kâlbi gelişme ne kadar
artarsa iyilik-güzellik de o oranda yayılır ve ayyuka çıkar.
Uygarlık “maddîyata dönük ilim” geliştirirken ve mânâyı
yok sayarken, medeniyet madde ve mânâyı birlikte geliştirir. Müslümanlar
medeniyetlerini, din-merkezli uygulamadan vazgeçtikleri zaman kaybetmişlerdir.
Madde ve mânâyı ayırmaya başladıkları zaman medeniyetleri de çökmeye başlamış,
medeniyetini kaybedince de gerçek gücünü de kaybetmiş ve zamanla medeniyetten
vazgeçip uygarlığa düşmüştür-dönüşmüştür. Zâten müslümanların hâl-i pür
melâlinin nedeni de budur. Medeniyetin göstergelerinden olan kitap, modern zamanlarda
müslümanların ellerine nerdeyse hiç almadıkları bir şey hâline gelmiştir.
Hâlbuki bir-zamanlar tüm Avrupa’daki kitapların sayısı, İslâm ümmetinin sâdece
bir şehrinde bulunan bir kütüphânedeki kitapların sayısından bile azdı. Pek
işimdi nasıl?. Ramazan Kurtoğlu şunları söyler:
“2011 yılı îtibâriyle Türkiye’deki üniversiteler ve kütüphânelerdeki
toplam kitap sayısı 13,5 milyondur. ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi’ndeki
kitap sayısı 13,5 milyon. Harvard Üniversitesi'nde 15 milyondur. İlk emri ‘oku’
olan bir dîne mensup müslümanlar, niye okumuyorlar?. Bilgi güç demektir. Eğer
bilirseniz, güçlüsünüzdür”.
Batı’nınki medeniyet değil uygarlıktır ve medeniyete
dönmek gibi bir düşüncesi de yoktur. Aslında bir “uygarlık” adlandırmasını bile
hak etmiyor. “Bir popüler dönem” demek daha doğru olur. Zîrâ batı, bir uygarlık
üretmemiş, eski Yunan ve Roma uygarlıklarını modernleştirerek ve onu mecbûren
hristiyanlıkla da harmanlayarak materyâlist ve pozitivist bir popüler zihniyet
oluşturmuştur. Bir medeniyet geliştiremediği için “dikili bir taşı” bile
yoktur. Zîrâ insanlık adına yararlı inşâlar yapmak, kendisinden ödün vermesi
anlamına gelir ki, kapitâlist zihniyette bu bir zarar-kayıp demek olduğundan
dolayı sürekli “kolay” olana yönelip yıkmakta ve taş taş üstüne koymadığı gibi,
taş taş üstünde bırakmamaktadırlar.
Batı hiç-bir zaman bir denge kuramamış, dengeli
olamamıştır. Zîrâ dînî olmayınca yâni “medeniyet” olmadığında dengeye
ulaşılamaz. Bu nedenle batı, eski Yunan’da ve Roma’da olduğu gibi ya tanrıları
tek otorite yapmış, yada modern zamanlarda hümanizm ile ideolojileştirdiği gibi,
tanrıları bir kenara atarak insanı tanrılaştırmıştır. Çünkü bir şey haddini
aştığında zıddına inkılâp eder. İhsan Şenocak:
“Batı aklının hamurkârı, Eski Yunan’da genel mânâda iki farklı târih-tasavvuru
vardı: Birinde insanlar figür; tanrılar egemen, diğerinde ise tanrının olmadığı
yada muattal kabûl edildiği insanın merkeze alındığı bir târih anlayışı hâkimdi.
Batı’nın gerçek târihi -bahsi geçen- Yunan mitolojisi ile başlar. Efsâne
mecmuâsına dönüşen din, Îsâ’sı ve Meryem’iyle yeryüzünden tecrit edildi. “Bir-şey
haddini aşınca zıddına inkılâp eder” kâidesi çerçevesinde batı’nın efsânevî ve
müstebit din-anlayışı da Aydınlanma siluetinde zuhur eden dinsiz bir yapıya
dönüştü. Yeni yapı, eskiyi bir-bir tekzip etti. Lâikleşen bilim, kendince
doğrular üretti. Hakîkatin iki farklı adı, iki farklı tasavvuru oluştu:
Kilisenin ve bilimin hakîkati. Yeni devir, efsânevi müktesebâtın hamallarını;
“din-adamı”, bilimin işçilerini ise; “aydın” etiketiyle markaladı” der.
Yâni batı, târih boyunca ya insanı yok saymış, yada
dîni. Bu nedenle hiç-bir zaman dengeli olamamış-olamamaktadır. Din hayattan
koparıldığında bir medeniyetin olması mümkün değildir. Medeniyetin yokluğunda Dünyâ’da
“insanca” işler yapılması imkânsızdır çünkü. Tahrif edilmiş yada şirk olan dinler
bile bir uygarlık doğurabilirken, dinsiz toplumlar çirkeflikten başka bir-şey
sun(a)mamıştır insanlığa. Dîne başvurdukları zaman da; “Tanrının hakkı ile Sezar’ın
hakkı”nı ayırmışlar ve böylece dîne başvururken bile dîni hayattan
dışlamışlardır. Böylece ortaya yeni bir medeniyet koymaları imkânsızlaşmıştır.
Bu tarz popüler sürüklenişlerin bir târih yapmaları da söz-konusu olmaz. Olan
şeyler bir “belgesel” olabilir ancak.
İslâm-medeniyeti târih boyunca yıkılmak istenmiş ve
büyük oyunları -henüz sağlam bir yapısı olduğundan- Moğollara kadar engelleyip bozabilmiştir.
Fakat dirâyetini kaybeden İslâm toplumları, cihangir devletlerinin olmadığı bir
zamanda haçlı-seferleri ile yıpranmış ve Moğolların saldırılarıyla medeniyetleri
çok büyük ölçüde dağılmış, bir daha da kendilerini medeniyet anlamında toparlayamamışlardır.
Dünyâ’nın çeşitli yerlerine medeniyetlerini yayan müslümanlar, 15. yüzyılın sonlarına
doğru Endülüs’ten de kovulunca artık ortada Osmanlı gibi güçlü bir devlet olsa
da, gerçek anlamda bir medeniyet kalmamıştır. Zîrâ Osmanlılar her ne kadar; iyi
devlet adamları yetiştirmiş, iyi bir devlet modeli ortaya koymuş, edebiyat
alanında, mîmarlık alanında hârika eserler ortaya koymuşlarsa da, ilmî anlamda,
Kur’ân/sünnet-merkezli ilim alanında yâni medeniyet anlamında pek bir-şey
yapmadıklarından dolayı medeniyeti eski hâlinde diriltememişlerdir.
İslâm-medeniyetinin yıkılmasının baş-sorumlusu Moğollardır.
Çünkü yaptıkları yıkım çok büyük bir yıkımdır. İbn-i Esir’in Moğol hezimetini
anlatırken şunları söyler:
“Bu felâket o kadar korkunç ve çirkin ki, bir-kaç sene bunları yazayım
mı diye düşündüm. Yine de şimdi bunları hayli tereddüt içinde yazıyorum. Olay
bir bakıma İslâm ve müslümanların ölümünü duyurmak gibidir ki bu kime kolay
gelir, kimde dayanacak ciğer var ki?. Müslümanların içine düştüğü aşağılık
durumun, herkes karşısında rezil ve rüsvâ olmanın trajedisini anlatsın. Keşki
yaratılmasaydım. Keşki bu olaydan önce ölmüş olsaydım. Keşki unutup da bu
elemli olayların hâtırâsı kafamdan silinip gitseydi. Fakat bâzı dostlarım bu
felâket olaylarını yazmaya beni râzı ettiler. Yine de tereddüt içindeyim. Fakat
gördüm ki yazmamakta hiç fayda yok. Bu öyle büyük bir belâ, öyle müthiş bir
felâket ki, dünyâ-târihinde bir benzeri bulunamaz. Bu olaylar bütün insanlıkla
ilgilidir. Fakat özellikle müslümanlarla ilgilidir. Eğer bir adam çıksa da, “Hz.
Âdem’den bêri böyle bir belâ insanoğlunun başına gelmemiştir” diye iddia etse,
bu yanlış bir iddia olmaz. Çünkü târihte böyle bir olayın en küçük benzeri bile
görülmemiş, belki de kıyâmete kadar -Ye’cüc ve Me’cüc’ün dışında- aslâ böyle bir
olay görülmeyecektir. Bu vahşî insanlar hiç kimseye acımadılar. Kadınları,
erkekleri, çocukları öldürdüler. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, ve lâ
havle ve lâ kuvvete illâ bi’l-lâhi’l-aliyyi’l-azîm”.
Uygarlığın referansı antik yunan-felsefesidir. Yâni
uygarlık söylenenin aksine gericidir. Eksi yunan-felsefesini modernleştirerek
evrenselleştirmiştir. Tanrı-merkezli değil de madde-merkezli bir anlayışla yeni
bir felsefe kurmuştur. Medeniyet (dinli Dünyâ) ise, adından anlaşıldığı gibi
referansını dinden alır. Yâni Allah’tan. O referans evrensel bir referanstır.
Bu nedenle de her çağa, zamâna ve duruma uygundur.
Batı hem kurduğu uygarlığı yüceltiyor, hem de
çıkarlarını din edinmiş durumda. Çıkar-merkezli bir medeniyet olmayacağını
anlayamıyor. Çünkü İslâm’ı bilmiyor ve anlamıyor. Medeniyete ancak din ile,
İslâm ile ulaşılabileceğini bilmiyor:
“Siz
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a inanırsınız. Kitap-ehli de inansaydı kendileri
için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden îman edenler de var, ama pek-çoğu
yoldan çıkmışlardır” (Âl-i İmran
110).
Sorunumuz “İslâm-medeniyetinin yokluğu” sorunudur ve
İslâm-medeniyeti tekrar kurulmadıkça bir şeyleri değiştirebilecek yeni fikirler
ve eylemlerde bulunamayız. İslâm medeniyetinin yıkılması, başka bir medeniyetin
ona galebe çalmasının bir sonucu değildir. İslâm medeniyetine ilmî anlamda
kimse galebe çalamaz zîra. İslâm medeniyetinin yıkılması; bir sinerji yakalamış
savaşçı başka bir milletin İslâm milletine savaşta üstün gelmesi ve İslâm
topraklarını/insanlarını/medeniyetini/kültürünü yıkması netîcesinde
gerçekleşti. Moğol istilâsından bahsediyorum. Selçukluların çöküşünden sonra
karşılarında güçlü bir devlet kalmayınca bu fırsatı kaçırmadılar ve istilâya
başladılar ve hemen-hemen tüm İslâm ülkelerini harâbeye çevirerek bir
medeniyeti çökerttiler. Memlüklüler’in onları bir bölgede durdurması da bu
yıkımı yavaşlatmaya yetmedi. Bu nedenle tekrar ayağa kalkmak ve medeniyeti
yeniden inşâ etmek için ilk-başta tüm İslâm âlemini kapsayan bir güç oluşturmak
şarttır. Daha sonra ilim ve medeniyet yolunda çalışılmalıdır. Yıkıldığımız
yerden kalkmak böyle olur. Biz, ilimde geri kalmaktan değil, ilmi doğru
kullanamamaktan ve bu nedenle “birlik”in bozulmasından kaynaklanan askerî gücün
zayıflaması nedeni ile yıkıldık. Zâten medeniyet yıkıldığı için medeniyetin
göstergesi olan ilim geriledi. Moğollar maddî-mânevi bir yıkım yapmışlardı.
Kitâbî-İslâm’i bilgiyi zayıflatıp-yıkıp, sezgisel-heretik bilgiyi-inançları bilerek-bilmeyerek
çoğalttılar ve sağlamlaştırdılar. Çünkü Moğolların önünden kaçan heretik
topluluklar aynı yerde buluşunca bir-birlerini bilgi alanında
kuvvetlendirdiler. Moğollar ilimde sanki İslâm âleminden daha mı fazla
ilerlemişlerdi de İslâm medeniyetini yıkabilmişlerdi?. Tabî ki de hayır.
Haçlıların savaş-gücü sınırlı idi. Müslümanlar bu saldırıyı püskürttüler. Fakat
çok daha güçlü ve savaşçı Moğollar karşısında dayanamadılar ve medeniyet
yıkıldı/yakıldı. İslâm toprakları harâb oldu. Şimdi; mesele kültür/ilim/bilgi
vs. meselesi ise, bir kitap sâhibi olan “haçlılara yeten kültür, putperest Moğollara
mı yetmedi?” sorusu çok yerinde bir soru olur.
Batı, neredeyse tüm bilgisini doğu’dan (ç)almıştır.
Ama inkâr etmek için bunu hiç söz-konusu etmez. Hâlbuki gerçeği bilenler bilir.
Voltaire:
“Eğer ki bir filozof dünyâ-üzerinde olan-biteni anlamak
istiyorsa, önce bütün sanatların beşiği ve batı’nın her-şeyi borçlu olduğu
doğu’ya yüzünü dönmelidir” der.
Batı’lıların tasavvurunda, hattâ müslümanlarda ve
doğu insanında bile bir kompleks vardır; “her-şeyi en iyi batı yapar”
kompleksi. Saygın Bedri Gider:
“Doğu yada İslâm kültürü ne yaparsa-yapsın kötüdür, sizlere yaranamaz.
Batı’dan ne gelirse-gelsin hep baş-tâcı, hep ehlen ve sehlen değil mi?. Hâlbuki
faşizm batı’dan çıkmıştır. Hâlbuki ırkçılık, atom bombası, nükleer çalışmalar,
yeryüzünün en kanlı en vahşî savaşları hep batı kaynaklıdır. Ama bunlar
gereksiz ayrıntılardır değil mi?” der.
Will Durant: “Sâhip İbn İbad (ölümü: 964) gibi
bilginlerin, tekmil Avrupa kütüp-hânelerinde bulunanların toplamı kadar
kitapları vardı” der. Bu, 10. yüzyıl doğu-batı kıyaslaması için iyi bir
örnektir.
Uygarlık, “batı uygarlığı” örneğinde de görüldüğü
üzere; hırsızlık, sömürü ve köle ticâretiyle oluşmuştur. Zîrâ dinden değil, nefsten
yola çıkar. Medenîlik ise; “kendini tutma”yla, vazgeçmeyle, kendinden ödün
vermekle açığa çıkar. Zîrâ dinden kaynaklanır ve dinden yola çıkar.
Medeniyet İslâm’la alâkalıdır ve İslâm çıkışlıdır.
Medenî olmak için İslâm olmak gerekir. İslâm olmadan “uygarlık” olsa da “medeniyet”
olmaz. Allah katında tek din İslâm olduğundan dolayı, İslâm’dan başka tüm
dinler bâtıl olacağından, bâtıl dinler “uygarlık” olsa da “medeniyet” olamaz.
Medeniyet İslâm’a özgü bir şeydir. Diğerleri ise uygarlıktır. İnsanlık târihi,
uygarlık ve medeniyetin savaş-alanıdır.
Uygarlık “umran” değildir. O bâtıl ve popüler bir kültürdür
sâdece. Maddî bir kültür. Mâneviyatı vicdanlara gömmüş, hattâ orada bulunmasına
bile tahammül edemeyen bir kültür. Kültürden ziyâde belki “kült” demek daha doğru
olur. Popüler bir kült(ür). Oysa medeniyet öyle değildir ve ilişkisini direkt
olarak Allah ile yâni vahiy ile kurar ve sünnetle ilişkilendirir.
Uygarlık insânî bir plânın sonucudur. Medeniyette ise
doğal bir seyir ve süreç vardır ve bu seyrin sonunda medeniyete ulaşılır.
Uygarlığın yaşam-alanları “kent” iken, medeniyetin yaşam alanları “şehir”dir
(medîne).
Avrupa’yı ve uygarlığını çok da büyütmemek gerekir.
Çünkü o, “aşkın” olanla bağını kopardığından dolayı sürekli olarak uçurumun
kenarında yol alır ve ne zaman uçuruma yuvarlanacağı belli olmaz. Fakat târih
boyunca ilâhi olanla bağını koparan tüm uygarlıklarda olduğu gibi, bir-gün
mutlakâ o uçuruma yuvarlanır gider. Atasoy Müftüoğlu:
“Avrupa târihini, kültürünü, uygarlığını, aklını, bütün târihlerin,
kültürlerin, uygarlıkların ve akılların öznesi saymak gibi derin bir patolojiye
katlanıyoruz. Batı’nın her konuda ayrıcalıklı ve üstün bir konuma
yerleştirilmesinin ahlâki ve felsefi hiç bir dayanağı, gerekçesi ve açıklaması
yoktur. İnsanlığın büyük öyküsü dikkate alındığında, Avrupa’nın hiç-bir
ayrıcalığı bulunmadığı görülecektir” der.
İslâm vahiy/sünnet-merkezli bir kültür üretir ve bunu
geliştirerek sürdürür. Medeniyet de budur zâten. Fakat şu da unutulmamalıdır
ki, bu medeniyet bile cennete göre çok da bir şey değildir. Bu nedenle de
insanı “mutlak bir kurtuluş”a çıkaramaz. Zîrâ Dünyâ’yâ âit olması nedeniyle
bir-gün mutlakâ her şeyle birlikte o da yok olacaktır ve Allah’ı râzı
edebilenler, ebedî cennet yurduna yerleşeceklerdir. İşte asıl “büyük kurtuluş”
budur.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder