“Sana
indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri
görmedin mi?. Bunlar, tâğutun önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu
reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
Tâğut; “Allah dışında
ibâdet ve itaat edilen her-şey”dir
Ferat Mâviyıldırım, tâğutun târifini şöyle yapar ve
tâğut hakkında şunları söyler:
“Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne,
kâhin, sihirbaz. Allah’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü.
Arapça “Teğa” kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan “Tuğyân” Allah
Teâlâ’ya isyân etmek anlamına gelmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere muhâlif
olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler îcâd eden her varlık tâğuttur.
Tâğut kelimesi aslında “çoğul” mânâsı taşımaktadır. Çünkü Allah (c.c)’ı
inkâr eden, bir yerine bir-çok tâğutun kulu olur. İslâm dîninin hükümlerini
inkâr eden bütün ideolojiler Tâğut hükmündedir. Günümüzde Allah-ü Teâlâ’nın
indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, “hâkimiyet kayıtsız ve şartsız
insanındır” sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızâsına göre kurulduğu
iddiâ edilen siyâsî otoriteler, iktidâr hâline gelmişlerdir. Bu siyâsi
otoritelerin tâğut hükmünde olduğu aslâ unutulmamalıdır. Daha açık bir ifâde
ile İslâm nizâmının dışındaki bütün sistemler “tâğûti” özellikleri taşırlar.
Kelime-i Şehâdet getiren ve günde beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu
mâhiyeti aslâ unutmamalıdır. İnsanları tâğûtî güçlere karşı cihada teşvik
etmeyen ve bu uğurda gayret sarf-etmeyen kimseler ne kadar ilim-sâhibi olursa-olsunlar,
kat’iyyen âdil ve müslüman değildirler. Olsa-olsa onlar ancak bel’âm’dırlar.
Dolayısıyla onların fetvâları ile amel edilemez”.
“Dinde
ikrah (çirkinlik-iğrençlik-baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd)
sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (tâğuta küfredip)
Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur.
Allah, işitendir, bilendir” (Bakara 256).
Âyet, tâğutun inkâr edilmesini emrediyor ve bu da
“küfür” kelimesi ile ifâde ediliyor. Çünkü tâğuta küfretmeden Allah’a gerçekten
îman edilemez. Hattâ tâğuta küfretmeyince-onu inkâr etmeyince mecbûren hakka
küfredilip inkâr ediliyor. Ahmet Kalkan tâğut hakkında şunları söyler:
“Tâğut nedir?” diye soranlar olursa özetin-özeti olarak cevaplayalım:
Tâğut, kelime olarak, “haddi aşan, azan, hakîkatten sapan, taşkınlık gösteren
ve her sapıklığın başı” gibi anlamlara
gelir; Terim anlamı ise; “Allah’ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve
onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tâğuttur”. Bunun insan
olması, put, şeytan veya düşünce, ideoloji yada düzen olması fark-etmez.
Tâğutun hükümlerine râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Tâğutu
reddetmeden îman eksiktir, yarımdır; böyle bir îman geçerli olmaz.
Kur’ân’da tâğutun huzûrunda muhâkeme olmak ve tâğuttan
adâlet beklemek haram kılınmıştır. İslâm’ın dışındaki bütün sistem ve görüşler
ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a îmandan
da önce gelir ki; kâlp, kafa, el ve dildeki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların
egemenlikleri evvelâ “lâ-hayır!” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan
yere de hakîki İlâh’ın kabûlü yerleşsin. “Kim tâğûta küfreder (onu tanımaz,
reddeder) ve Allah’a îman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam
kulpa tutunmuştur. Allah, kemâliyle işiten ve bilendir” (2/Bakara 256). Siyâsî
rejimler, hüküm ve yetkiyi Allah’tan almıyorsa tâğuttur. Tâğut, müslümanın en büyük
düşmanıdır. Tâğut, devlet-sistemlerini, ahlâkî değerleri ele geçirmiş ve onları
müslümana zarar verecek bir hâle dönüştürmüştür. Kısaca tâğut, müslümanı dört
yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat-hakkı
tanımamaktadır. Tâğutî güçler, Allah’ın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyân
eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiâsında bulunan otoritelerdir. Bunlarla
sürekli olarak savaşmak farzdır (4/Nîsâ 76). İnsan, hangi hüküm kaynağına
inanıyor, onu kabûl ve tercih ediyorsa, onun hükmüne müracaat eder/etmelidir. “Sana indirilene ve senden önce
indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?. Zîrâ tâğuta
küfretmeleri (inkâr edip reddetmeleri) kendilerine emrolunduğu hâlde tâğutun
önünde muhâkemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak
istiyor” (4/Nîsâ 60). Bu âyet, tâğutun huzûrunda muhâkeme olmak istemeyi
ve tâğuttan adâlet beklemeyi haram kılmıştır. Çünkü tâğutlar, Allah’ın
indirdiği hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kânunlarla
hükmederler. Bu ise adâlet değil; zulümdür. “Tâğutun mahkemesine müracaat” onun
verdiği hükmü kabûl etmeyi, onun adâletle hükmedeceğine inanmayı içerdiğinden,
akâidi ilgilendiren bir husustur”.
Tâğutun, her
çeşit egemenliğini reddetmek; Allah’a îman ve O’nun tek ilâh olduğunu kabûl
etmenin en önemli şartıdır. Müslümanlar ilk önce güçlü bir “Lâ” ile tâğûti
sistemlerden uzaklaşmalıdırlar. Ancak bu yapıldığında Kur’ân’ın nûru
kendilerini aydınlatacaktır. Tâğutu inkâr etmek, onun veliliğini tanımamak ve
sâdece Allah’ı “veli” kılmaktır. Sâdece Allah’ı veli kılmak ise, Allah’tan
başkalarının hükümlerini reddedip, onlara uymamak demektir:
“..Göklerin
ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun
dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz” (Kehf 26).
“Allah, îman
edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nûra çıkarır;
inkâr edenlerin velileri ise tâğut’tur. Onları nûrdan karanlıklara çıkarırlar.
İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır” (Bakara 257).
Bizi Kur’ân’ın hakkıyla aydınlatamaması, bizim ondan
yeterli ışığı, bâzı dünyevî-beşerî “perdeler” nedeniyle alamamamızdır. Bu
perdeler tâğutu temsil eder. Tâğutun perdesi yâni hevâ ve hevesine göre
düzenlenen kânunlar, kurallar, yasaklar, korkular, bizi vahyin aydınlığı ile
aydınlanıp, onun saçtığı ışık-nûr ile yol almamızı önlemektedir. Böyle olunca
da mü’minler “sistem”i sarsamıyor ve onu yıkamıyor ki İslâm’ı yeryüzüne hâkim
kılsınlar. Bunun yapılması için ilk önce tâğut inkâr edilmelidir. Yâni tâğutun
sistemine destek verilmemelidir. Aksi-hâlde onların yoluna uyulmuş olunur ve o
yola uyula-uyula o yol en sonunda kanıksanır ve en iyi yolun-sistemin tâğutun
sistemi olduğuna inanılmaya başlanır. Hem de İslâm’a rağmen tâğutun sistemi
daha doğru bir yol olarak görülmeye başlanır:
“Kendilerine
kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?. Onlar, tâğuta ve cibt’e inanıyorlar
ve diğer inkâr edenler için: ‘Bunlar, îman edenlerden daha doğru bir
yoldadır’ diyorlar” (Nîsâ 51).
Müslümanlar açık âyetlere rağmen tâğutun sistemine
uymaya devâm ediyorlar ve bir-çok tâvizler vererek ve fedâkârlıkta bulunarak
tâğutun sistemini destekliyorlar. Hâlbuki aynı desteği İslâm’ın sistemine
verseler İslâm yeryüzünde hâkim olacak, yeryüzü cennetin bir şûbesi
olabilecektir. İslâm’ın müslümanlardan beklediği çaba ve destek, tâğuta şu-anda
verdikleri destek kadardır. Fakat buna rağmen yine de tâğutun etkisinden
çıkamıyorlar ve tâğutun yolunda mücâdele etmeye devâm ediyorlar:
“Îman
edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar;
öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hîleli-düzeni pek
zayıftır” (Nîsâ 76).
Genelde tüm mazlumların ama özellikle müslümanların
şu-andaki hâlleri, maddî ve mânevi olarak çok kötüdür. Birileri bu perişân hâli
gör(e)mese de durum bu şekildedir. Böyle olmalarının nedeni nedir peki?. Çünkü
müslümanlar târih boyunca böyle değillerdi ki!. Son 150 yıldır bu hâldedirler.
Bunun nedeni, son 150 yıldır bâtılın yâni tâğutun sistemine uymaya
başlamalarıdır. “Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı gazablandığı ve
onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı “tâğut”un sistemine olan eğilim, zamanla
müslümanların ümmetlerini parçalayıp dağıtmış, yurtlarını
çökertmiş-çökertmekte, insanlarını aç-susuz sefil bir hâle getirmiş, sistemin
iti-köpeği ve kulu-kölesi hâline getirmiş, onları yeryüzünün lânetlisi yapmış
yada en azından “hem müslüman olup hem de sistemle uyumluluktan dolayı” müslümanlar
münâfıklaşmış ve böylece onurları zedelenip haysiyetsizleşmişler ve hattâ İslâm
düşmanı olarak şerefsizleşmişlerdir. İşte bu durum bir “cezâ”dır ve bu cezâ
sâdece Dünyâ’daki cezâdır ve âhirette de acı bir karşılığı olacaktır. Zîrâ bu
kötü-çirkin durumlarını nedeni, îmanlarını parçalamış ve zayıflatmış olmaları
ve böylece sapmalarıdır:
“De ki:
Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim
mi?. Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan
maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tâğuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha
kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır” (Mâide 60).
Tâğuta uymak kişiyi domuzlaştırır ve maymunlaştırır.
Çünkü kişi artık, tâğut, önüne ne atarsa onunla beslenir ve tâğut ne yaparsa
onu taklit eder. Bundan ancak, “îman edenler ve sâlih amel işleyenler”
müstesnâdır:
“Tâğuta
kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde
vardır, öyleyse kullarıma müjde ver”
(Zümer 17).
Oysa insanlığın başından bêri peygamberler olmuştur
ve insanları tâğuta karşı uyarıp durmuştur ve bu uyarı, kemâlini Peygamberimiz
Hz. Muhammed zamânında bulmuştur. Zîrâ tâğutun sistemi yerle bir olmuştu o zaman:
“Andolsun,
biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi
için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidâyet verdi,
kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların
uğradıkları sonucu görün” (Nâhl 36).
Dâvâ-adamı olamayanlar, tâğutların adamı olurlar. Din,
tâğutların sömürüye ara verdikleri dönemde ilgilenilecek bir konu değildir.
Tam-aksine din, tâğutlarla yapılan mücâdelenin ve nihâyetinde onları ya yok
etmeni yada inlerine geri sokmanın adıdır. İslâm-devleti tâğuta alan bırakmaz.
İslâm devleti olmadığında ise tâğutun iktidârı oluşur ve Dünyâ tâğutun sistemi
ve dolayısı ile zulmü nedeniyle bir zindana dönüşür.
Modern-dünyâda, modern-insanda (müslümanların geneli de
dâhil) şu anlayış var: İslâm-Kur’ân-Sünnet adına yapılan her-şey yanlış; Terör-Şeytan-tâğut-kapitâlizm-demokrasi
adına yapılan her-şey doğru ve güzel. Hayır!, tam tersidir. Fakat tâğuta isyân
etmeyen, Allah’a isyân etmeye başlar ve anlayışı ve algısı tersine döner. Tâğuta
küfretmeyenler Kur’ân’ı anlayamazlar.
Şirk; “Allah’ın ekmeğini yiyip de, şeytana-tâğuta
kulluk yapmak”tır vesselam..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder