15 Ekim 2016 Cumartesi

Tâğutizm


“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğutun önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

Tâğut; “Allah dışında ibâdet ve itaat edilen her-şey”dir

Ferat Mâviyıldırım, tâğutun târifini şöyle yapar ve tâğut hakkında şunları söyler:

“Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne, kâhin, sihirbaz. Allah’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça “Teğa” kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan “Tuğyân” Allah Teâlâ’ya isyân etmek anlamına gelmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere muhâlif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler îcâd eden her varlık tâğuttur.

Tâğut kelimesi aslında “çoğul” mânâsı taşımaktadır. Çünkü Allah (c.c)’ı inkâr eden, bir yerine bir-çok tâğutun kulu olur. İslâm dîninin hükümlerini inkâr eden bütün ideolojiler Tâğut hükmündedir. Günümüzde Allah-ü Teâlâ’nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, “hâkimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır” sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızâsına göre kurulduğu iddiâ edilen siyâsî otoriteler, iktidâr hâline gelmişlerdir. Bu siyâsi otoritelerin tâğut hükmünde olduğu aslâ unutulmamalıdır. Daha açık bir ifâde ile İslâm nizâmının dışındaki bütün sistemler “tâğûti” özellikleri taşırlar. Kelime-i Şehâdet getiren ve günde beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu mâhiyeti aslâ unutmamalıdır. İnsanları tâğûtî güçlere karşı cihada teşvik etmeyen ve bu uğurda gayret sarf-etmeyen kimseler ne kadar ilim-sâhibi olursa-olsunlar, kat’iyyen âdil ve müslüman değildirler. Olsa-olsa onlar ancak bel’âm’dırlar. Dolayısıyla onların fetvâları ile amel edilemez”.

“Dinde ikrah (çirkinlik-iğrençlik-baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (tâğuta küfredip) Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir” (Bakara 256).

Âyet, tâğutun inkâr edilmesini emrediyor ve bu da “küfür” kelimesi ile ifâde ediliyor. Çünkü tâğuta küfretmeden Allah’a gerçekten îman edilemez. Hattâ tâğuta küfretmeyince-onu inkâr etmeyince mecbûren hakka küfredilip inkâr ediliyor. Ahmet Kalkan tâğut hakkında şunları söyler:

“Tâğut nedir?” diye soranlar olursa özetin-özeti olarak cevaplayalım: Tâğut, kelime olarak, “haddi aşan, azan, hakîkatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı”  gibi anlamlara gelir; Terim anlamı ise; “Allah’ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tâğuttur”. Bunun insan olması, put, şeytan veya düşünce, ideoloji yada düzen olması fark-etmez. Tâğutun hükümlerine râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Tâğutu reddetmeden îman eksiktir, yarımdır; böyle bir îman geçerli olmaz.  

Kur’ân’da tâğutun huzûrunda muhâkeme olmak ve tâğuttan adâlet beklemek haram kılınmıştır. İslâm’ın dışındaki bütün sistem ve görüşler ve bunların uygulayıcıları anlamına gelen “tâğut”u reddetmek; Allah’a îmandan da önce gelir ki; kâlp, kafa, el ve dildeki tüm sapıklıklar ve sahte ilâhların egemenlikleri evvelâ “lâ-hayır!” süpürgesi ile temizlenmiş olsun ve boşalan yere de hakîki İlâh’ın kabûlü yerleşsin. “Kim tâğûta küfreder (onu tanımaz, reddeder) ve Allah’a îman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah, kemâliyle işiten ve bilendir” (2/Bakara 256). Siyâsî rejimler, hüküm ve yetkiyi Allah’tan almıyorsa tâğuttur. Tâğut, müslümanın en büyük düşmanıdır. Tâğut, devlet-sistemlerini, ahlâkî değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hâle dönüştürmüştür. Kısaca tâğut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat-hakkı tanımamaktadır. Tâğutî güçler, Allah’ın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyân eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiâsında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli olarak savaşmak farzdır (4/Nîsâ 76). İnsan, hangi hüküm kaynağına inanıyor, onu kabûl ve tercih ediyorsa, onun hükmüne müracaat eder/etmelidir. “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?. Zîrâ tâğuta küfretmeleri (inkâr edip reddetmeleri) kendilerine emrolunduğu hâlde tâğutun önünde muhâkemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor” (4/Nîsâ 60). Bu âyet, tâğutun huzûrunda muhâkeme olmak istemeyi ve tâğuttan adâlet beklemeyi haram kılmıştır. Çünkü tâğutlar, Allah’ın indirdiği hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kânunlarla hükmederler. Bu ise adâlet değil; zulümdür. “Tâğutun mahkemesine müracaat” onun verdiği hükmü kabûl etmeyi, onun adâletle hükmedeceğine inanmayı içerdiğinden, akâidi ilgilendiren bir husustur”.

 Tâğutun, her çeşit egemenliğini reddetmek; Allah’a îman ve O’nun tek ilâh olduğunu kabûl etmenin en önemli şartıdır. Müslümanlar ilk önce güçlü bir “Lâ” ile tâğûti sistemlerden uzaklaşmalıdırlar. Ancak bu yapıldığında Kur’ân’ın nûru kendilerini aydınlatacaktır. Tâğutu inkâr etmek, onun veliliğini tanımamak ve sâdece Allah’ı “veli” kılmaktır. Sâdece Allah’ı veli kılmak ise, Allah’tan başkalarının hükümlerini reddedip, onlara uymamak demektir:

“..Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz” (Kehf 26).

“Allah, îman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nûra çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tâğut’tur. Onları nûrdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır” (Bakara 257).

Bizi Kur’ân’ın hakkıyla aydınlatamaması, bizim ondan yeterli ışığı, bâzı dünyevî-beşerî “perdeler” nedeniyle alamamamızdır. Bu perdeler tâğutu temsil eder. Tâğutun perdesi yâni hevâ ve hevesine göre düzenlenen kânunlar, kurallar, yasaklar, korkular, bizi vahyin aydınlığı ile aydınlanıp, onun saçtığı ışık-nûr ile yol almamızı önlemektedir. Böyle olunca da mü’minler “sistem”i sarsamıyor ve onu yıkamıyor ki İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılsınlar. Bunun yapılması için ilk önce tâğut inkâr edilmelidir. Yâni tâğutun sistemine destek verilmemelidir. Aksi-hâlde onların yoluna uyulmuş olunur ve o yola uyula-uyula o yol en sonunda kanıksanır ve en iyi yolun-sistemin tâğutun sistemi olduğuna inanılmaya başlanır. Hem de İslâm’a rağmen tâğutun sistemi daha doğru bir yol olarak görülmeye başlanır:

“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?. Onlar, tâğuta ve cibt’e inanıyorlar ve diğer inkâr edenler için: ‘Bunlar, îman edenlerden daha doğru bir yoldadır’ diyorlar (Nîsâ 51).

Müslümanlar açık âyetlere rağmen tâğutun sistemine uymaya devâm ediyorlar ve bir-çok tâvizler vererek ve fedâkârlıkta bulunarak tâğutun sistemini destekliyorlar. Hâlbuki aynı desteği İslâm’ın sistemine verseler İslâm yeryüzünde hâkim olacak, yeryüzü cennetin bir şûbesi olabilecektir. İslâm’ın müslümanlardan beklediği çaba ve destek, tâğuta şu-anda verdikleri destek kadardır. Fakat buna rağmen yine de tâğutun etkisinden çıkamıyorlar ve tâğutun yolunda mücâdele etmeye devâm ediyorlar:

“Îman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hîleli-düzeni pek zayıftır” (Nîsâ 76).

Genelde tüm mazlumların ama özellikle müslümanların şu-andaki hâlleri, maddî ve mânevi olarak çok kötüdür. Birileri bu perişân hâli gör(e)mese de durum bu şekildedir. Böyle olmalarının nedeni nedir peki?. Çünkü müslümanlar târih boyunca böyle değillerdi ki!. Son 150 yıldır bu hâldedirler. Bunun nedeni, son 150 yıldır bâtılın yâni tâğutun sistemine uymaya başlamalarıdır. “Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı “tâğut”un sistemine olan eğilim, zamanla müslümanların ümmetlerini parçalayıp dağıtmış, yurtlarını çökertmiş-çökertmekte, insanlarını aç-susuz sefil bir hâle getirmiş, sistemin iti-köpeği ve kulu-kölesi hâline getirmiş, onları yeryüzünün lânetlisi yapmış yada en azından “hem müslüman olup hem de sistemle uyumluluktan dolayı” müslümanlar münâfıklaşmış ve böylece onurları zedelenip haysiyetsizleşmişler ve hattâ İslâm düşmanı olarak şerefsizleşmişlerdir. İşte bu durum bir “cezâ”dır ve bu cezâ sâdece Dünyâ’daki cezâdır ve âhirette de acı bir karşılığı olacaktır. Zîrâ bu kötü-çirkin durumlarını nedeni, îmanlarını parçalamış ve zayıflatmış olmaları ve böylece sapmalarıdır:

“De ki: Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?. Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tâğuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır” (Mâide 60).

Tâğuta uymak kişiyi domuzlaştırır ve maymunlaştırır. Çünkü kişi artık, tâğut, önüne ne atarsa onunla beslenir ve tâğut ne yaparsa onu taklit eder. Bundan ancak, “îman edenler ve sâlih amel işleyenler” müstesnâdır:

“Tâğuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver” (Zümer 17).

Oysa insanlığın başından bêri peygamberler olmuştur ve insanları tâğuta karşı uyarıp durmuştur ve bu uyarı, kemâlini Peygamberimiz Hz. Muhammed zamânında bulmuştur. Zîrâ tâğutun sistemi yerle bir olmuştu o zaman:

“Andolsun, biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidâyet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün” (Nâhl 36).

Dâvâ-adamı olamayanlar, tâğutların adamı olurlar. Din, tâğutların sömürüye ara verdikleri dönemde ilgilenilecek bir konu değildir. Tam-aksine din, tâğutlarla yapılan mücâdelenin ve nihâyetinde onları ya yok etmeni yada inlerine geri sokmanın adıdır. İslâm-devleti tâğuta alan bırakmaz. İslâm devleti olmadığında ise tâğutun iktidârı oluşur ve Dünyâ tâğutun sistemi ve dolayısı ile zulmü nedeniyle bir zindana dönüşür.

Modern-dünyâda, modern-insanda (müslümanların geneli de dâhil) şu anlayış var: İslâm-Kur’ân-Sünnet adına yapılan her-şey yanlış; Terör-Şeytan-tâğut-kapitâlizm-demokrasi adına yapılan her-şey doğru ve güzel. Hayır!, tam tersidir. Fakat tâğuta isyân etmeyen, Allah’a isyân etmeye başlar ve anlayışı ve algısı tersine döner. Tâğuta küfretmeyenler Kur’ân’ı anlayamazlar.

Şirk; “Allah’ın ekmeğini yiyip de, şeytana-tâğuta kulluk yapmak”tır vesselam.. 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder