“Onları
-ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve
onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın
yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost
(veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaâd
ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir
aldanıştan başka bir şey vaâd etmez”
(Nîsâ 119-120).
Teorik anlamda son 300 yıldır, pratik anlamda ise son
150 yıldır şeytan, insanlık-târihinde hiç olmadığı seviyede bir güç kazanmış ve
Dünyâ’da çok sağlam bir iktidar kurmuştur. Çünkü insanlar din-merkezli bir düşünce
ve eylemden vazgeçip, akıl/insan/modernizm-merkezli bir düşünce-eylem yoluna girmişlerdir.
Bu durum şeytana, daha önce hiç olmadığı kadar bir alan açmıştır. Lâkin şu da
bilinmelidir ki, şeytan ancak, “Allah’ı hesâba katmayan” insanların bulunduğu
bir dünyâda hâkimiyet kurabilir. Din-merkezli bir hayatta, -bu din tahrif olmuş
olsa bile- şeytan bu derece bir güç kazanamamıştı-kazanamaz da. Çünkü Allah, mü’min
ve inançlı kullar üzerinde şeytanın bir etkisinin olmayacağını söyler:
“Benim
(mü’min) kullarım; senin onlar üzerinde hiç-bir zorlayıcı gücün (hâkimiyetin)
yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter”
(İsrâ 65).
Fakat günümüzde, târihte hiç olmadığı derecede bir “fitne”
çıkmıştır ve şeytan bu fitne ile insanlara ilahlık yapmaya başlamıştır. Bu
fitne, insan-merkezli ve dîni, hayâtın dışına itmiş bir anlayış olan “modernizm”dir.
Demek ki şeytan, dînin olmadığı, din-merkezli bir hayat yaşanmadığında Dünyâ’ya
hâkim olmaya başlıyor. Hâlbuki şeytanın vaâdleri kendisinin de îtirâf ettiği
gibi sahte vaâdlerdir, yalanlardır:
“İş hükme
bağlanıp-bitince şeytan der ki: ‘Doğrusu, Allah, size gerçek olan vaâdi vaâd
etti, ben de size vaâdde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size
karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icâbet
ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak
değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak
koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zâlimlere acı bir azab vardır” (İbrâhim 22).
İşin ilginç yanı, şeytan insanlar üzerindeki etkisini
sâdece vesveselerle sağlayabiliyor. Vesvese veriyor ve insanlar bu vesveseyi “din”
ediniyor ve artık şeytanın dîni hâkim oluyor yeryüzüne. Şeytan da Dünyâ’daki
hâkimiyetini, başta vesvese verdikleri tâğutlar olmak üzere, onların uşakları
ve din-merkezli düşünmeyen ve yaşamayan insanlar üzerinden kuruyor. Şeytanın Dünyâ’da
hâkim olması demek, “insanları ayartması ve insanların Allah’ın emirlerine göre
yaşamaması” demektir:
“Onları
-ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve
onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın
yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost
(veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır. (Şeytan) Onlara
vaâd ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan,
onlara bir aldanıştan başka bir şey vaâd etmez” (Nîsâ 119-120).
Dünya insan için bir imtihan alanıdır. Bu imtihan
gereği Allah, Âdem’e secde etmeyen şeytana “yeniden diriliş günü”ne kadar izin
vermiştir:
“Ve
meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise,
diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34).
“(İnsanların)
dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele) dedi. (Allah:) ‘Sen
gözlenip-ertelenenlerdensin’ dedi” (A’raf
14-15).
Peki şeytan yalan söylemesine, boş vaâdlerde
bulunmasına ve insan üzerinde somut ve gerçek bir etkisi olmamasına rağmen insanı
nasıl yoldan çıkarabiliyor ve Dünyâ’da bir hâkimiyet kurabiliyor?. El cevap: “İnsanların
Dünyâ’ya göbeklerinden bağlı olmaları” nedeniyle. İnsanların bu nedenle çeşitli
korkuları oluşuyor ve şeytan bu korkuları kullanıyor. Şeytan insanın bu
korkuları üzerinden onlara vesvese veriyor. İnsanın 5 temel korkusu vardır.
Bunlar: Ölüm korkusu; hastalanma korkusu; işsiz kalma korkusu; aç kalma
korkusu; eleştirilme korkusu. Modern insan bu korkular ile güdümlenmiş ve
kuşatılmış durumdadır. Şeytan insanları işte bu beş temel korkuları üzerinden
kuşatma altına alıyor. Şeytan insanları en çok da fakirlikle korkutur ve
elini-ayağını bağlar:
“Şeytan
sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayâsızlığı emrediyor. Allah ise,
size kendisinden bağışlama ve bol ihsân (fazl) vaâd ediyor. Allah (rahmetiyle)
geniş olandır, bilendir” (Bakara 268).
Fakat şeytan sâdece kendi dostlarını yâni bu korkulara
çok fazla sâhip olanları, Dünyâ’ya çok fazla bağlı olanları ve en önemlisi de
Allah/Kur’ân/sünnet-merkezli bir tasavvur, düşünce ve amel-eylem üzerinde
olmayanları korkutabilir. Mü’min kulların üzerinde ise hiç-bir gücü yoktur:
“Benim (mü’min)
kullarım; senin onlar üzerinde hiç-bir zorlayıcı gücün (hâkimiyetin) yoktur.
Vekil olarak Rabbin yeter” (İsrâ 65).
“İşte bu
şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz,
Ben’den korkun” (Âl-i İmran175).
Şeytan insana hayâsızlığı ve her-türlü çirkefliği
emreder. Bir nefse sâhip olan insan, eğer nefsini İslâm ile terbiye etmemişse,
şeytanın bu emrini baş-üstüne koyar ve onun direktiflerine göre hareket eder.
Bu bağlamda Allah’ın yasakladığı ve haram kıldığı her-şeyi yapabilir:
“Gerçekten
şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 91).
İşte bu yollarla Allah’tan kopmuş olan insan, artık
şeytanın kulu olmuş ve ona tapmaya başlamıştır. “Şeytana tapmak” demek; Allah’ın
emir, tavsiye ve yasaklarına göre değil de, “şeytanın vesvese, telkin ve emirlerine
göre yaşamak” demektir. Bu tarzda yaşayanlar -aynen günümüzde olduğu gibi-
zamanla çoğalarak hemen-hemen tüm Dünyâ’yı doldururlar. Böylece şeytan,
Dünyâ’da güçlü bir iktidar kurmuş olur ve kâfirliğinden dolayı ebedî
cehennemlik olduğunu bildiği için, bu iktidârın tadını çıkarmakla meşgûldür
artık.
Yine şeytan, modern zamanlarda en çok da, “insanları
çıplak bırakarak” ayartır. Elbisesini çıkaran insanın fıtratını bozmak çok
kolay olur. Zîrâ insanın ayırıcı önemli özelliklerinden biri de, elbise-örtüdür.
Elbiseden mahrûm bırakılan yâni çıplaklaştırılan insan için bu çok büyük bir tâvizdir
ve tâviz bir kere verilmeye başlandığında artık önü alınamaz ve arkası mutlakâ
gelir. İşte şeytan, “ilk insandan tecrübeli olduğu”, “çıplaklıkla ayartmayı”
modern insana da yapmıştır-yapmaktadır ve modern insan şeytanın bile
beklemediği oranda buna uymuş ve hattâ işi çığırından çıkarmıştır. Hâlbuki Allah
bu konuda bizi çok sıkı uyarıyor:
“Ey Âdemoğulları,
şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için,
elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya
uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden)
sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları
kıldık” (A’raf 27).
Bu nedenle mü’min kulun yapması gereken şey, şeytandan bir ayartma geldiğinde hemen
istiâze (euzü) çekip Allah’a sığınmasıdır:
“Eğer sana
şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğvâ) gelirse, hemen Allah’a sığın.
Çünkü O, işitendir, bilendir” (A’raf
200).
Şu konu da çok önemlidir ki, halkın “evliyâ” olarak bildikleri
içinde, “şeytanla barışık” yaşayan ve hattâ onu çok ileri bir mü’min olarak
görenler ve tanıtanlar da vardır. Özelikle tasavvuf büyükleri(!) bu konuda
kafayı yemiş durumdadırlar. Meselâ tasavvuf sapıklarının başındaki kişi olan
Muhyiddin ibn-i Arâbi, Mekke’li müşrikler için, “onlar putlara ‘Allah’tan başka
varlık olarak taptıkları’ için müşrik oldular, eğer ‘Allah olarak’ tapsalardı ‘muvahhid’
olacaklardı” der. Bu putların içinde şeytan da vardır. Hattâ şeytanın, ‘Allah’tan
başkasına tapmadığı için’ muvahhid olduğunu söyler. Hâlbuki Allah şeytana
“kâfir” der:
“Ve
meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise,
diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34).
Tasavvuftaki “lâ mevcûde illâllah” yâni Allah’tan
başka mevcut yoktur” sözünün içine şeytan da girer. O hâlde -hâşâ- şeytan da Allah’tır.
Böyle olunca da -hâşâ- şeytan görünümündeki Allah’ın sözü dinlenmelidir tabî
ki. Yâni şeytana tapılmalıdır. Muhyiddin ibn-i Arâbi; “Âlemde tek bir varlık
vardır, o da mutlak-vücud sâhibi olan Allah’tır, hattâ ‘taşlanmış şeytan’da
bile vârolan Allah’tır” der. Şeytana tapmak Allah’a tapmaktır sapık tasavvufa
ve vahdet-i vücûd düşüncesine göre. İnsanların şeytana gösterdiği tolerans
biraz da tasavvufçular yüzündendir. Tasavvufçular, şeytanın uşakları olan
tâğutlara her zaman alan açmışlardır-açmaktadırlar. Bu tavrın tasavvuf önderi
Celâleddin Rûmi’dir. Moğollar biraz da onun ajanlığı aracılığı ile Anadolu’ya
hâkim olabilmişlerdi.
Tasavvuf-merkezli bu sapıkça sözleri söyleyenlerin
Allah’tan hiç korkusu yoktur ama onları vesveseleri ile ayartan şeytan Allah’tan
korkar. Bunu Kur’ân’da şöyle söyler:
“Şeytanın
durumu gibi; çünkü insana ‘inkâr et’ dedi, inkâr edince de: ‘Gerçek şu ki, ben
senden uzağım. Doğrusu ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’
dedi” (Haşr 16).
“Şeytana/Tâğuta
ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere, onlara müjde vardır” (Zümer 17) âyetindeki “tâğuta ibâdet” sözünden kast
edilen mânâ, “tâğuta itaat ve kulluk etmek”tir. Kur’ân ıstılâhında tâğut’un
mânâsı; “Allah’a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü otorite, Allah’ın
hükümleri yerine kendi hükümlerini ikâme eden başkanlık veyâ krallık”tır.
Kişinin bu türden otoritelere boyun eğmesi ve tapması şüphesiz, tâğuta yapılan
bir ibâdet ve itaattir.
“Ey
Âdemoğulları!, Ben size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir
düşmandır demedim mi?” (Yâsin 60) âyetinde
ki; “şeytana kulluk etmeyin” ifâdesiyle anlatılmak istenen, “şeytana tapınmak”
değil, onun emrine uymak, hükmüne tâbi olmak ve şeytanın yolunda yürümek” demektir.
“Onlar,
Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabbler (ilahlar) edindiler ve
Meryem-oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibâdet etmekten başka
bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları
şeylerden yücedir” (Tevbe 31).
Bu âyeti duyan Adiy bin Hatem îtirâz
etmişti; “Ben de bir hristiyanım fakat biz ahbâr ve ruhbânlarımızı Rabb
edinmiyor ve onlara ibâdet etmiyoruz” demişti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle
buyurdu: “Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram
kıldıklarında onların dediklerini kabûl etmiyor musunuz?”. Adiy bin Hatem, “Evet,
kabûl ediyoruz, çünkü onlar dînî konularda yetkili kişilerdir” dedi. Bunun
üzerine Resûlullah: “İşte bu onları Rabb edinme değil de nedir?” buyurdu. Rabb;
dinde hüküm-koyucu, terbiye edici demektir. Hüküm yalnız yüce Allah’ındır, Yüce
Rabbimiz dinde, ulûhiyette, rubûbiyette, hükümde, ibâdette ve hükümranlıkta
hiç-bir kimsenin ortaklığını kabûl etmez. Unutmayın ki, medet beklediğiniz, ondan bir-şey umduğunuz kişileri
yada şeyleri “ilah edinmişsiniz ve onlara tapınıyorsunuz” demektir.
Şeytanın dînî önderleri de vardır. Bunlar halkı
sapıklığa sürükleyen, cübbe ve tesbihleri ile aldatan din-adamları ve “ıslah
ediyoruz” diye ifsâd eden lîder ve kılavuzlardır. Körü-körüne taklit edilen ve
emirlerine uyulan bu kişilerin bu davranışlarını, Allah “ibâdet” kelimesi ile
ifâde etmektedir.
Şeytan, iktidârını modern zamanlarda lâik-demokratik-liberâl-kapitâlist-konformist-seküler
ideolojiler üzerinden sürdürmektedir. İnsanlar bu ideolojilere tapmakta yâni bu
ideolojilerin belirlemesine göre hayatlarını düzenlemektedirler. Fakat bunlar
Allah’ın dînine aykırı olan şeytânî sistemler olduğundan, şeytana bir alan
açılmış oluyor ve şeytan bu alanı çok iyi kullanarak Dünyâ’da bir iktidâr ve
hâkimiyet kuruyor.
Allah’a, âhirete, gayba îmandan anlık bir gaflette
bile, îmâna aykırı, felsefî sözlerle ifâde edilmiş bir-sürü cümle kurulabilir.
Bu sözleri şeytan ilhâm edecektir. Fakat gerçek, şeytan’ın söylediklerinin tam
aksi olanlardır.
Modern zamanlarda şeytanın sürekli bir “ağrısı”
oluyor. İnsanların yaptıklarına bakarken, gülmekten oluşan “karın ağrısı”. Çünkü
insanlar, şeytanın bile beklemediği ve ummadığı oranda insanlığa yakışmayacak
şeyler yaparak şeytanı kahkahalara boğarak güldürüyorlar.
Şeytanın panzehiri, “euzübillâhimineşşeytânirracim” (taşlanmış
şeytandan Allah’a sığınırım) demektir. Bir başka panzehir de oruçtur. “Ramazanda şeytanlar bağlanır” derler fakat “sâdece
oruç tutanların şeytanı” bağlanır. Oruç tutmayanların şeytanları ise isyân
çıkarır.
Secde etmemek şeytandandır.
Şeytan en çok, kendisini rahatsız edeni rahatsız eder. Şeytanla sürekli savaş
hâlinde olmak gerekir. Zîrâ şeytan mü’minlerin “ötekisi”dir. Bu nedenle şeytanla
hiç-bir zaman ateş-kes yapıl(a)maz, çünkü şeytanla ateş-kes yapanlar şeytan’a
mağlûp olur.
Dikkat edin!; şeytanın ebedî cehennemlik olmasının
nedeni, tek bir suçtur: “Secde etmeyişi”. Tek bir emre muhâlefet etmek kişiyi
şeytanlaştırabilir. Yaptıklarınız ve yapmanız gerekip de yapmadığınız her-şey,
hayatta şeytana bir alan açar. Bir de bakmışsınız ki kendinizin sandığınız
alanlar bile şeytana âit olmuş. Müslümanların sorunu, “şeytan taşlaması”
yapmamak ve şeytanı taşlamayı terk-etmektir. Böyle olunca taşlanması gereken
diğer “şeytâniler” de taşlanmıyor. Her türlü çirkef, şeytanı taşlamamanın bir
sonucudur. Biz şeytanı taşlamadığımız için, şeytan bizi taşlıyor. Şeytan bizi,
“şirk taşı” ile taşlıyor.
Şirk; “Allah’ın ekmeğini yiyip, şeytana-tâğuta kulluk
yapmak” demektir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder