“Allah
yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında
diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle
sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi
isterler ki onlara hiç-bir korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır” (Âl-i
İmran 169-170).
Şehâdet: “Tanıklık,
şâhitlik, yüce bir amaç uğruna ölmek, şehit olmak” demektir.
Şehâdet=şehitlik,
İslâm’ın bir aşamasıdır, son aşaması. Şehâdet bir “son” değildir, bir “aşama”dır,
zîrâ şehâdet ile birlikte sonsuz cennet hayâtı başlar. Çünkü cennet hayâtı
ebedî bir hayattır. Cennette şehitler, “en büyük şehit” olan Peygamberle komşu
olacaklardır. Mü’minlerin hedefi, şehâdettir. Bu şehâdet, kılıç ile savaş
meydanlarında da olabilir, kalem ile ilim-tebliğ-dâvet yolunda da. İlim yolunda
olmak, sırça köşklerden çıkmamacasına olan bir yol değildir. Âlim, ilim için
olanca gayretini sarf-ettikten sonra, tebliğ ve dâvet için de azâmi çabayı
harcayan kişidir. İşte bu kişiler de, isterse ellerinde kılıç ile değil de
kalem ile ölsünler, şehittirler ve şehitlerle birlikte olacaklardır Allah’ın
izini ile. Allah, mü’minlerin içinden şehitler-şâhitler çıkmasını ister. Zâten Allah’ın
Dünyâ’da hazırladığı imtihan, şehitler-şâhitler çıkması içindir:
“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara
değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu,
Allah’ın îman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şâhidler (veya şehidler)
edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Âl-i İmran 140).
İşte mü’minin
yakalayacağı zirve burasıdır. Îman, şehâdet ispâtıyla kemâle erer. “İşte şimdi
kazandım” sözü boş bir söz değildir. Şehâdet bir kazançtır ve modernizm bir
“ölüm korkusunun ayyuka çıktığı zamanlar” olduğundan ve “bin yıl yaşamak isteyenler”in
cirit attığı bir dünyâ’dır. Böyle bir dünyâ’da şehâdet kavramı bırakın
konuşulmayı, îmâsının bile yapılmasından hoşlanılmayan bir kavram olmuştur.
Hâlbuki şehâdet, hayâtı taçlandırmaktır. Allah şehitleri “ölü” olarak bile
saymıyor. “Onlara ölüler demeyin”
diyor. Şehâdet sâdece ölerek gerçekleşmez tabi. Allah yolunda
îman-infâk-hicret-cihad-ilim yaparak ve bu uğurda gayret sarf-ederek yaşadıktan
sonra yatağında ölmek de kişiyi şehâdete ulaştırabilir. Yalnız bu, İslâm’a
adanmış olan bir ömrün sonunda olur. Allah için hayattan vazgeçmekle:
“Öyleyse, dünyâ-hayâtına karşılık âhireti satın alanlar,
Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken öldürülür yada gâlip
gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz” (Nîsâ 74).
Şehâdet, “1.000 yıl yaşamak
isteyenler”e karşı, “cennetteki ebedî yaşamı” seçmektir. Bu ebedî yaşama
ulaşmanın en garantili yolu şehâdettir. Azaptan kurtulmanın garantisidir bu.
Yoksa Dünyâ’da 1.000 yıl yaşamak azaptan kurtarmaz kişiyi:
“Andolsun, onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan
(bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) her-biri, bin yıl yaşatılsın ister;
oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını
görendir” (Bakara
96).
Peki bir-anda şehit
olunur mu?, o da ayrı bir konu. Şehâdet, İslâm’i-ilâhi bilince erilip,
hayât-boyu Allah yolunda olmanın ve ölmenin bir sonucudur. Allah’tan başka
yollarda ölmek, bâzen “kahramanlık” ve “yiğitlik” olarak kabûl edilebilse de,
bu şekilde ölenler genelde “şehit” olmaz. Zâten bu tarz ölümler için şehâdete
bir ön-ek kullanılır; “demokrasi şehidi”, “basın şehidi”, “vatan şehidi” vs.
gibi. Şehit olmak o kadar kolay değildir. Şehitliğe adım-adım yürünür. Allah
yolunda olanlar ancak, Allah yolunda ölür-şehit olur. Şükrü Hüseyinoğlu:
“Müslümanların
târihinde bir-çok Kur’ânî kavramın anlam daraltılmasına yâhut daha da kötüsü
anlam saptırmasına mâruz kaldığını biliyoruz. Şehâdet kavramının da anlam
daraltılmasına mâruz kalan Kur’ân öğretileri arasında olduğunu görmekteyiz. Hayat
rehberimizde, hayâtı baştan-sona kuşatıcı bir formda “Âlemlerin Rabbi için
olmak” karşılığında kullanılan bu kavram ve türevleri, târih içinde “Allah için
ölmek” anlamıyla sınırlandırılmıştır. Günümüzde de bu yanlış algı ve anlayış
yaşatılmaya devâm edilmektedir. Rabbimiz hayâtı ve ölümü kimlerin daha güzel
amellerde bulunacağını sınamak için vâr ettiğini bildirmekte (Mülk 2) ve îman
akdiyle kendisine yönelenler için şu istikâmeti öngörmektedir: “De ki: Benim
namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En-âm
162).
İşte
şehâdet mefhumu, tam da bu âyet-i kerimede ifâde olunan istikâmeti ifâde eden
bir hayat çizgisidir. Kısaca, “âlemlerin Rabbi Allah için olmak” bilinci ve
hayâtı bu bilinçle inşâ etmektir. Allah yolunda yaşamak ve bu yol üzere
ölmektir. Allah yolunda ölümü göze almak, gerektiğinde Rabbâni ölçü ve ilkeler
için canı ortaya koymak muhakkak ki şehâdetin en ileri noktasıdır. Lâkin,
şehâdeti Allah yolunda ölmekle sınırlandırmak son derece yanlıştır. Allah
yolunda ölmek, Allah yolunda olmanın bir cüzüdür.
Allah
yolunda öldürülenler gibi, Allah yolunda yaşayanlar ve bu yaşantı üzere ölüm
kendilerini bulanlar da şehâdet makâmındadırlar. Kur’ân ıstılâhında şehâdetin
karşılığı böyledir. Zâten Kur’ân’da Allah yolunda öldürülen mü’minler övülmekle
ve onlara “ölüler” demek yasaklanmakla birlikte (Bkz. Âl-i İmran 169), “şehid”
nitelemesi hassaten, Allah yolunda can fedâ eden bu bahtiyarlar için
kullanılmaz. Daha kapsamlı olarak, hayâtını bir bütün olarak Allah’ın yoluna
şâhid kılanlar için kullanılır ki, “Allah yolunda öldürülenler” de zâten bu
kapsamda yer almaktadır. Müslümanın yeryüzündeki sosyâl misyonu şehâdettir: “İşte
böylece sizin insanlığa şâhidler (şuhedâ) olmanız, Resûlün de size şâhid
(şehid) olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık...” (Bakara 143). Allah
yolunda ölmek/öldürülmek, bu yolda olmanın tabii sonucudur” der.
Şehâdet bir “ölüm-şekli”
değil, bir “ölümsüzlük-şekli”dir. Zîrâ şehitler ölümsüzdür. Allah bu nedenle
şehitlere “ölü” denilmesini istemez:
“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin;
hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz” (Bakara 154).
Şehit Seyyid Kutub,
şehâdetin de bir ispât ve amel olduğundan şu şekilde bahseder:
“Yazarlar
çok büyük işler yapabilirler fakat bir şartla; fikirlerinin yaşaması için kendi
nefislerini fedâ ederler, fikirlerinin yaşaması için kendi nefislerini fedâ
ederlerse, fikirlerini elleriyle ve kanlarıyla beslerlerse, hak belledikleri
sözün uğrunda kanlarını akıtırlarsa. Fikirlerimiz ve onları dışa aksettiren
sözlerimiz ruhsuz ceset gibidirler. Onu ne zaman kanımızla ve canımızla
sulayarak beslersek canlanır ve dirilerin zümresine girerler”.
“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde
bulunanlara vaâdetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve
iktidar sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sâhibi’ kılacak,
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca
bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra
inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
Tabi vaâd edilen bu hâkimiyet,
cihad ve fetih olmadan ve cihad, fetih ve şehâdet ile tamamlanmadan sâdece ilmî
faaliyetlerle ve basit iyiliklerle gerçekleşmez. Cihadın her türlüsü ciddî
şekilde görünür olmadıkça bir devlet kurulup ümmete yol açılamaz ve bir İslâm
medeniyeti oluşturulamaz. Samîmi duygularla, ciddiyetle ve direnişle yapılacak
cehd-cihaddan sonra Allah’ın “zafer garantili yardımı” mutlakâ gelecektir. Tabi
bu iş kolay değildir. Bu hedef uğruna nice gâziler olacağı gibi niceleri de
şehâdeti tadacaktır. Hiç kimse şehitsiz-kansız-gürültüsüz-gayretsiz-emeksiz bir
“selâmet dünyâsı” hayâl etmesin. Zîrâ bu, sünnetullaha terstir. Hem şehit olmak
bir kayıp değil, tam-aksine meleklerin bile gıpta edeceği bir şeydir:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır,
onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar” (Âl-i İmran 169).
En nihâyetinde
insanların bir kısmının canlarından da vazgeçmesi gerekebilecektir (şehâdet).
Zîrâ İslâm bir şâhitlik ve şehitlik dînidir. Aynen buna tâlip olan ve
canlarından vazgeçen sahabelerde görüldüğü gibi. Tabî ki en büyük mükâfat, bu “vazgeçiş”i
yapabilenler için olacaktır. Allah buna “büyük kurtuluş” der. İslâm ve Kur’ân
baştan-sona cennet karşılığında bir vazgeçiş tavsiye eder. Vazgeçmek, Allah
için maldan ve candan vazgeçmektir ki, şehâdet budur. Bunun zirve âyeti şudur:
“Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara
mutlakâ cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar
Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de
ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaâddir. Allah’tan daha çok ahdine
vefâ gösterecek olan kimdir?. Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı
sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).
Şehit olmak
sağlam bir îman, gayret, fedâkârlık ister. İnsanların çoğu bu azmi gösteremez.
Bu nedenle şehit olmaktan çok korkanlar ve şehit olmadığına sevinenler de
vardır:
“Ey îman edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi
alın da savaşa bölük-bölük çıkın yada topluca çıkın. Şüphesiz içinizden ağır
davrananlar vardır. Şâyet, size bir musîbet isâbet edecek olsa: ‘Doğrusu Allah,
bana nîmet verdi, çünkü onlarla birlikte şehit olmadım’ der” (Nîsâ 71-72).
Oysa
mü’minler tam-aksini düşünürler ve şöyle derler:
“Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise
(korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vaâdettiği
şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların
îmanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22).
“De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve
ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En-âm 162).
Mustafa İslamoğlu şehitlik
ve şehâdet için şunları söyler:
“Peygamberimiz
yatağında öldü. Peygamberimiz şehittir. Kur’ân söylüyor bunu. Şehâdet ile ölüm arasında doğrudan bir ilişki
yok, şehâdet ile “nasıl yaşadığınız” arasında doğrudan bir ilişki var. Şehid
olmak için ölmek zorunlu değildir. Yaşamak zorunludur. Allah yolunda yaşamak.
Şehitleri herkesin üstüne çıkaran, ölümleri değil, ölüm-sebepleridir. Bir
şehide kaç lira verirseniz şehit olur?. Şehitlerin mezarları, yaşadıkları yerdir.
Şehitler ölmez çünkü. Şahâdet en büyük aşktır, şehit ise bu aşkını kanı ve
canıyla ispât etmiştir. Kur’ân’da şehit, “hayâtını îmânına şâhit kılan”
demektir. Kur’ân’da şehit kelimesi kullanılır, “şâhit” diye. Model, örnek,
mostra demektir. Biz bugün şehidi, “Allah yolunda öldürülen”e diyoruz. Modernizm
başka şeylere de diyor. Bu bağlamda modernizmin kullandığı şehit, “hayâtını
îmânına şâhit kılanlardan” demek değildir. Peygamberimiz yatağında ölmesine
rağmen Allah ona “şehit” der. Birinin “şehit” olması için Allah’ın o kişiye “şehit”
demesi gerekir. Şehidi Allah belirler, Allah “şehit” der kişiye. İnsanın ise
böyle bir hakkı yoktur. Allah da şehittir. Yâni mutlak-şâhittir. Şehit
olmak için ölmek değil, yaşamak şarttır. Kadınlar her ay özel hâlleri dolayısı
ile şehit olurlar”.
Şehâdet bir
zaferdir. Zîrâ şehâdet, “Allah’ın emrine göre yaşayıp ölmek”tir. Bu anlamda tüm
kâinât da Allah’ın emrine göre (şuursuz olarak) hareket ettiğinden dolayı
“şuursuz şehittir”. Sâdece, “Allah yolunda olmayan insanlar” bundan müstesnâdır.
Şehâdeti seç(e)meyenleri yâni Allah yolunda olmayanları ise alçakça bir ölüm
bekler.
Bir soru ile bitirelim: Ey müslümanlar!; Bir “şehâdet sırası”
olsaydı, o sıraya girer miydiniz?.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder