“Yeryüzünde
savaş için (darabtum=vuruşma) yolculuğa çıktığınız zaman, kâfirlerin
size saldırmasından korkuyorsanız namazı kısaltmanızda bir sakınca yoktur.
Kuşkusuz kâfirler sizin açık düşmanınızdır” (Nîsâ 101).
Aslında Kur’ân’da olmamasına rağmen, bir yerden bir
yere gidince, eğer bu yer (gerçi mezheplere ve âlimlere göre değişiyor ya) 90
km. ve üstü bir uzaklıkta bir yer ise, “namazın kısaltılabileceğini ve meselâ
dört rekâtlık bir namazın iki rekâta düşürülebileceği” hükmü vardır fıkıhta. Buna
“seferilik” denir. Fakat ilginçtir, bu kısaltma 5 vakit namazın tümü için
değil, öğle, ikindi ve yatsı-namazları için geçerlidir ve sabah ve akşam-namazları
için geçerli olmaz. Seferi olunca niçin sabah-namazını 1 rekât, akşam-namazını
da 2 rekât kılmayız?. Kısaltmanın gerekçesi nedir ki?. Niçin kısaltacağız?.
Kanımca bu bir yanlış değerlendirmeden dolayıdır. “Yolculuk” ile “savaş hâli”
durumunun karıştırılması ve aynı-şey zannedilmesidir. Nîsâ 101. âyette görüldüğü
gibi Kur’ân, “savaş için seferde olmak”tan ve 102. âyette isee “savaş-zamânından”
bahsediyor. Yâni “savaş-hâlinde yada yolunda iken namazın kısaltılması” vardır
sâdece. Çünkü olağan-üstü bir durum vardır ve her-an bir saldırı ile karşılaşabilme
riski mevcuttur. Bu kısaltma savaş-yolunda yarıya, savaş sırasında iken ise “yarıya
indirilme” olarak değil, onun da yarısı olan “tek rekât”a düşürülme
şeklindedir. Yâni savaş-zamânında namaz tek rekât kılınır. Bu Kur’ân’da
şöyle ifâde edilir:
“Sen de
onların arasındayken kendilerine imamlık yapacağın zaman, sâdece bir-kısmı
silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza dursunlar. Onlar secdeye
vardıklarında (diğerleri) sizin ardınızda dursunlar. Bu-kez namazlarını edâ
etmemiş olan diğer grup gelsin, her-türlü tehlikeye karşı müteyakkız ve
silahlarını kuşanmış bir hâlde seninle birlikte namaza dursunlar. İnkârda
direnenler sizi silahsız ve teçhizatsız yakalamak isterler ki, âni bir baskınla
sizi gâfil avlayabilsinler. Fakat yağmur dolayısıyla zorda kalır yada
hastalıktan muzdarip olursanız, (namaz sırasında) silahlarınızı bırakmanızda
bir beis yoktur; yine de siz tehlikeye karşı tetikte olun!. Kuşku yok ki Allah,
inkârcılar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır” (Nîsâ 102).
Mustafa İslamoğlu bu âyetin tefsirinde şöyle der:
“Salâtu’l havf, “can korkusu duyulan bir ortamda kılınan namaz” için
kullanılır. Bu uygulamada âyet, tek rekâtlık bir namazdan söz-etmektedir.
Normâl zamanda dört rekât olan bir namaz, seferde yarıya, savaş içinde ise
seferin de yarısına inmektedir. Salâvatu’l-havf, âyetten açıkça anlaşıldığı gibi,
savaş şartlarında kâfirlerin saldırması veyâ zarar vermesi ihtimâlinde câizdir.
Esâsen, başta savaş olmak üzere namazın her durumda hayâtın kopmaz bir parçası
olduğunu ifâde eder. Zımnen: Sâdık bir kulu Allah’a ibâdetten sıcak savaşın
ortasında yaşadığı can-korkusu bile vazgeçiremez. Âyet zımnen, böyle bir
korkunun insâniliğini ve anlaşılabilirliğini de ifâde etmiş olur. Kulluk amaç,
savaş araçtır. Amaç araca fedâ edilemez. Savaş yatay fetih, namaz dikey
fetihtir. Böylesi bir durumda namaz yarısını savaşa vermiştir. Sonuçta namaz
savaş, savaş da namaz olmuştur. Bu tam da cihad ve mücâhedenin birleştiği
noktadır”.
Bir-yerden bir-yere bir iş yada gezi için
gidildiğinde namaz kısaltıl(a)maz ama oruç tutulmayabilir. Gerçi Allah yine de
tutulmasını emreder: “Oruç tutmanız,
-eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır” (Bakara 184). Bir yolculuk
sırasında yolculuğun kişiye göre ağır bir durum olması söz-konusu
olabildiğinden, orucunu bırakıp başka bir günde tutması ruhsatı vardır. Fakat
bu bir emir değil, ruhsattır. Kur’ân’da konuyla ilgili âyet şöyledir:
“(Oruç)
Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta yada yolculukta olursa (ev alâ seferin)
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin
üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır
yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin
için daha hayırlıdır” (Bakara 184).
Artık çok konforlu ulaşım araçlarının olduğu bir zamandayız.
Öyle ki 90 km.’lik bir mesâfeyi adam sâdece “dolaşmak”, “gezip gelmek” için
gidip-geliyor. Bir tur atıp gelmesi bile 90 km.’yi bulabiliyor. Yollar kaymak
gibi, araçlar da çok konforlu ve rahat. Hele yüzlerce km. uzaklıktaki bir yola
bir-kaç saat içinde uçakla gitmek yolculuk bile sayılmıyor. İslâm bir “şekilcilik
dîni” olmadığına göre bu konuda ısrâr etmeye gerek yok. İnsanlar kısaltmayı çok
sevdiklerinden olsalar gerek, seferiliği çok önemsiyorlar ve illâ ki uyuyorlar.
Hâlbuki bu durum belki de sâdece çok özel durumlarda ve bâzı kişiler için bir
ruhsat olabilir. Zâten bir zorluk olduğunda yenmesi haram olan domuz bile
yenebiliyor. Ruhsat, zorluk durumu nedeniyledir yâni.
Hem meselâ kamyon ve otobüs şoförleri ne yapacak?.
Sürekli olarak yolda olanlar hiç mi kısaltılmamış tam namaz kılmayacaklar?.
Adam her-gün yüzlerce km. yol yapıyor ve konumu sürekli değişiyor. Bu kişi
namazını nasıl kılacak?. Çünkü o zaman şöyle bir fıkıh ve din ortaya çıkmaz mı?:
“Şoförler, pilotlar, gemi kaptanları ve makinistler namazı yarım kılarlar”.
Hattâ ileriki bir-zamanda; astronotlar ve uzay mekiği pilotları namazlarını
sürekli kısaltabilirler.
Fıkıhçılar-âlimler, savaşla ilgili olmayan yolculuk
durumlarında bir zorluğun olabileceğini düşünerek “iyi niyetle” namazda bir kısaltma
yapılabileceğini düşünerek böyle bir kural koymuş olabilirler fakat halk bunu “din”
hâline getirmiştir. Üstelik bu konu fıkhın genişçe bir alanı hâline gelmiş ve
konunun anlaşılması için “uzmanlık” gerekmeye başlamıştır. Ne kadar uzaklık
olacağı, kişinin durumu, gittiği yer doğup-büyüdüğü yer mi değil mi?, kaç gün
kalınacak? vs. gibi konular gündem ve tartışma konusu oluşturabilmektedir.
Gidilen yerde eğer 10 günden daha fazla kalınacaksa “seferi” olunuyor. İyi de ya
1 haftalığına yâni 7 günlüğüne gitmişsem ve sonra karârımı değiştirip 15 güne uzatmışsam
seyahatimi ne olacak?. Bir de, seferi olmak için gidilen yerde doğup büyümemiş
olmak gerekiyor. “Kaç yaşına kadar orada kalınmış olunduğu” gibi bir-çok
ayrıntı da var.
Darabtum=vuruşma savaş ile ilgilidir ve namaz sâdece “darabtum”
kelimesiyle kısaltılabilir Yâni ancak savaş durumunda namazda bir kısaltma
yapılabilir. Zâten “namazın kısaltılması” ile ilgili olan “darabtum”
kelimesinin geçtiği âyet sâdece Nîsâ 101. âyettir. 102. âyette de namazın nasıl
kısaltılacağı gösterilir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder