“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak
şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nâhl 71).
Âyet
açıkça; “ellerinde fazla mal-para bulunanlar, bu fazla malı-parayı
eşitleninceye kadar dağıtıp vermek zorundadırlar. Aksi-hâlde o nîmeti inkâr
etmiş olurlar” diyor. Bu âyet nefse ağır gelen bir âyettir Fakat, yaratmayı O
yaptığı için, mülk de emir de O’na âittir. O hâlde O’na îman edip Kur’ân’a
bağlananlar bu âyete uymak zorundadırlar. Hiç öyle aşırı yorumlamaya giderek
farklı bir mânâ verilmeye çalışılmasın. Âyet çok açık. Allah’ın murâdı, “rızkta
eşitlik” sağlamaktır. Rızık deyince sâdece ekmek ve sudan bahsetmiyoruz tabi
ki. Hz. Âişe: “Rızık değince sırf mîdeye giren şeyleri düşünenin aklına şaşarım”
diyor. O hâlde rızık; yeme-içmeden başka; giyim-kuşam, ev-bark, gezme, gerekli
eşyâlar, eğitimde eşitlik, iş, sağlık, araç-gereç vs. gibi olan şeylerde bir
eşitlikten bahsediyoruz. Tabi bunlar, ortalama bir insanın gereksinimi olan
şeylerdir. Yoksa üretim yapan birinin ihtiyâcı olan makineler, çeşitli
araç-gereçler tabî ki de herkeste olmaz. Kişinin sevdiği için, zevkine uygun
olduğu için, kafa-yapısı nedeniyle, işi nedeniyle vs. tabî ki de farklı
ihtiyaçları olacaktır. Zâten genel yurdum insanı ne yapsın o araçları?. Biz, insanın
temel ihtiyâcı olan ve gereksinim duyduğu şeylerden bahsediyoruz.
Düşünsenize;
birileri temel ihtiyaçlarını çok rahat karşılayabilirken, diğeri ay-sonunu
nasıl getireceğinin hesâbını yapıp duruyor. Temel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek seviyede bir geliri yok. Hâlbuki her-gün işe gidip-geliyor.
Şimdi bu durum; “tüm ülkede” temel ihtiyaçları karşılayamayacak düzeyde olsa,
“tamam, zâten herkes aynı” der ve bunun çâresine bakardık. Fakat sorun bu
değil. Birileri temel ihtiyaçlarını karşılayamazken, diğeri çok-çok rahat bir
şekilde karşılıyor ve hattâ fazla-fazla aldığından o şey artıyor ve isrâf
oluyor. Dünyâ’nın hemen-hemen her yerinde böyle bu. İki kişi düşünelim; Sabah
işlerine gidiyorlar ve akşama kadar çalışıyorlar. Fakat temel ihtiyaçlarını
biri karşılayabilirken diğeri karşılayamıyor. Akşama-sabaha kadar, duruma göre
ağır şartlarda çalışan asgarî ücretliler temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor
kardeşim!. “Hayır karşılayabilir” diyen şerefsizdir. Zeytin-yağı, tereyağı, peynir, zeytin, et,
süt-yoğurt, fındık-fıstık, meyve-sebze, mevsime göre giyecek,
elektrik-su-ısınma-internet (faturalar) vs. artık bu zamanda temel
ihtiyaçlardır. Yoksa; “bunları herkes tüketemez kardeşim, asgarî ücretli
bunlardan faydalanamaz” diyen şerefsiz oğlu şerefsizler mi var?. Temel
ihtiyaçlar, sâdece zenginlerin ihtiyaçları mıdır?. Şimdi; günümüz îtibâriyle
şöyle bir hesaplama yapalım:
4
kişilik bir âileye ayda; (en idâreli şekilde) 5 kilo zeytinyağı, yaklaşık 1
kilo tereyağı, 1 kilo peynir, 2 kilo zeytin, 2 kilo et (et-tavuk-balık), süt-süt-ürünleri, meyve-sebze ve yeterli
miktarda diğerleri. Bunlar 4 kişilik bir âilenin temel ihtiyaçlarıdır. Bu temel
ihtiyaçları (en uygun fiyattan)satın alabilmek için:
Zeytin-yağı
5X20=100 TL, Tere-yağı 25 TL, peynir 25 TL, zeytin 20 TL, 100 TL et, çerez 30
TL, süt-yoğurt-yumurta 75 TL, sebze-meyve (pazar) 4X50 200 TL, market 400, faturalar
250 TL, iletişim 50 TL, giyim 50 TL, eğitim masrafı 300 TL, sağlık (sigortaya
rağmen) 25 TL. 1.650 TL. ediyor. Tabi bu fiyatlar bu âilenin; çok idâreli
olduğunu, bir evinin olduğunu, arabaları olmadığını, çok fazla bir yerlere
gitmediğini, misâfir ağırlamadığını, düğünlere katılmadıklarını, kitap
okumadıklarını, infâk yapmadıklarını, evlerinde bir arıza olup da tâmiratçıya
ihtiyaç olmadığını, eşyâlarının hiç bozulmadığını, âcil bir sağlık sorunları
olmayacağını, bir âidat vermediklerini, giyinip-kuşanmayı sevmediklerini,
kurban kesmediklerini, bir seyahatte bulunmadıklarını vs. düşündüğümüzde bu
rakama ulaşırız. Yâni sâdece “temel ihtiyaçlar” içindir bu hesap. Fakat insan
sâdece temel ihtiyaç-sâhibi bir varlık değildir. Âilenin daha fazla çocukları da
olabilir ve çocukları yüksek okul okuyor olabilirler, bir iş kurmayı düşünüyor
olabilirler. Oysa asgarî ücret sâdece 1.400 TL’dir. Asgarî ücretle temel
ihtiyaçlar bile karşılanamıyor ki diğer ihtiyaçlar da sıra gelsin ve “insanca”
bir yaşam olsun. Hâlbuki asgarî ücreti en azından 2.000 TL’ye çıkarsalar, sorun
hemen-hemen ortadan kalkar. Fakat asgarî ücreti öyle bir ayarlıyorlar ki,
asgarî ücretliler sürekli “eksik” kalıyor, ulaşamıyor. İşte bunu, kapitâlist
sistem plânlıyor. Asgarî ücretli eksik kalsın ki o eksikliği kendileri
tamamlasınlar. Tabî ki karşılığında fâiz alarak. Geleceklerini ipotek altına
alarak. Yâni insanları bu şekilde köleleştirerek. Bir de zenginleri daha da
zengin etmek için. Böylece çalıştıracak adam bulmada zorlanmayacaklar ve
işçileri istedikleri gibi yöneteceklerdir. Ne de olsa bir işsizler ordusu
vardır, bu nedenle kolayca; “ister çalış, ister çalışma” diyebiliyorlar. Öyleyse
patronun ve işbirlikçi devletin belirlediği oranda çalışmak zorundadır asgarî
ücretli.
İşte
İslâm dîni bunu değiştirmek ister ve zâten ana-amaçlarından biri de budur. Köle
de efendi de temel ihtiyaçlarını aynı şekilde karşılayabilmelidir. Hz. Ömer
döneminde genelkurmay başkanı ile onun yaveri aynı maaşı alıyordu. Zâten bir
yolculuk sırasında efendi ile köle, deveye sırayla biniyorlardı. Peygamberimiz de: “İşçiler-köleler, Allah’ın elinizin
altında kıldığı kardeşlerinizdir; onlara yediklerinizden yedirin,
giydiklerinizden giydirin, güçlerini aşan şeyi de yüklemeyin, yüklerseniz
de yardım edin” diyerek “rızıkta eşitliğin” emrini verir ve uygulamasını yapar.
Ramazan Yılmaz:
“İslâm Devleti sınırları içindeki herkes rızık konusunda eşit olmak
zorundadır. İslâm rızıkta eşitliği esas alır ve bu nedenle devleti yönetenlere,
varlık-sâhiplerine ve işverenlere, çalıştırdıkları insanlara, kendilerinin
yiyip-içtiklerinin, kullanıp-tükettiklerinin aynısını vermelerini zorunlu
kılmakta, bunun yapılmaması durumunda Rab’lerinin verdiği nîmetlerine nankörlük
eden inkârcılar olacağını söylemektedir. Bu nedenle devleti yönetenler ve
işverenler, kendilerinin yaşadıkları hayat standartlarını, çalışanlar için de
öngörmek ve ona göre ücret vermekle mükelleftirler. Nitekim Resûlullah,
çalışanların hakları konusunda şöyle buyurmaktadır: “Kimin elinin altında bir
kardeşi bulunuyorsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin; onlara
kaldıramayacakları işleri yüklemesin, eğer yüklerseniz kendilerine yardım
ediniz”.
Çalışanlar, alacakları ücretlerle, tıpkı yöneticileri ve patronları gibi
bir hayat sürecek; onlar gibi yiyip-içecekler, onlar gibi tâtil yapıp
dinleneceklerdir. Bu İslâm’ın olmazsa-olmaz emri ve işverenlerin gerçekten îman
etmelerinin göstergesidir. Ücret ve hayat standartlarında adâleti sağlamayan
işverenler yüce Allah’ın nîmetini inkâr etmiş, küfre girmişlerdir” der.
Bir de üretim-tüketim
şunu söylüyorlar; “Narhı Allah koyar”. Tamam, narhı Allah koyar. Yağmur yağmaz
yada fazla yağış olur, kuraklık olur, toprak kayar, doğal âfet olur vs. Allah
narhı koyar. Burada sorun yok. Fakat Allah narhı sâdece garibanlar için mi
koyar?. Bu narh sâdece fakirler için mi geçerlidir?. Çünkü duruma göre mal
azalınca ve Allah narh koymuş olunca garibanlar o nîmetten mahrum kalıyor ama
zenginleri için fark etmiyor ki!. Ne de olsa durumları müsâit, alıp
yiyebiliyorlar ve narhtan etkilenmiyorlar. Eğer bir mal bir şekilde o yıl az
üretilmişse, ürün az olmuşsa, herkes yâni hem zenginler hem de fakirler o
maldan azar-azar tüketeceklerdir. Mal az diye fiyatların yükselmesiyle birlikte
“fakirler o nîmetten aslâ faydalanamayacak fakat zenginler burunlarından
gelircesine faydalanacak” demek değildir Allah’ın narhı koyması. Narh herkes
içindir. Ne yâni; zenginlerin her zaman ve durumda bir maldan faydalanma
hakları var da fakirlerin yok mu?. Yada neden yok?. Yoksa -hâşâ- Allah
zenginleri çok seviyor da fakirlere gıcık mı oluyor?.
“Rızıkta eşitlik” ilkesine
sâhip olan İslâm’da lüks olmaz, yoktur. Gerçek bir İslâm ülkesinde lüks mal hem
yoktur hem de yasaktır. Zâten dînen de haram olarak görülür lüks tüketim. Bir
mal lüks ise, demek ki büyük bir çoğunluk o mala ulaşamıyor, eeee, kime lüks ki
o zaman?. Bir nîmetten her zaman sâdece belli bir kesimin faydalanması İslâm’da
kabûl edil(e)mez. Zenginlerin, farklılıklarına meşrûiyet sağlamak için
sarıldıkları bir hadis-rivâyet var: “Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek
ister” diyorlar. Fakat Allah, nîmetini tüm kullarının üzerinde görmek ister,
sâdece “bâzı kullarının” üzerinde değil. Lüks demek isrâf demektir. Lüksün isrâf
olmaktan çıkması için herkesin ona zorlanmadan ulaşabilmesi gerekir. Zâten o
zaman ortada lüks diye bir şey kalmaz. Kur’ân isrâfı yasakladığı için lüksü de
yasaklamıştır.
“İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur.
O’ndan başka ilah yoktur” (Zümer 6).
Lehül mülk=Mülk
Allah’ındır. Öyleyse insanların ama özellikle de müslümanların, ellerindeki
mülkün asıl sâhibi kendileri imiş gibi davranmaları yanlıştır, yasaktır. Kısa
bir misâl verelim ve bir sonuca gidelim:
25 yaşında
bir kişi, ustası olduğu alanda bir dükkan açmış olsun. Yanına da 12 yaşında bir
çırak alsın ve bu çırağa asgarî ücret versin. Çırak olarak işe giren bu kişi
ustasının yanında 40 yıl çalışsa da, usta yine dükkanın sâhibi oluyor ve yüksek
kârı o alıyor. Bu-arada çırak, kalfa ve usta oluyor ve biraz daha fazla maaş
alsa da yine “maaşlı işçi” olarak kalmaya devâm ediyor. İyi de 40 yıldır
birlikte çalışıyorlar. Birlikte iş yapıyorlar. Gelen mal belli, yapılan iş
belli, kazanç belli. İşi zâten birlikte yapıyorlar fakat işçi yine işçi maaşı
alıyor, ama dükkan-sâhibi kârın büyük kısmını alıyor. Şimdi bu doğru bir şey
mi?. Bunun kölelikten ne farkı var?. Çünkü aldığı maaş işçinin yeme-içmesine
yâni geçinmesine ancan yeten bir paradır. Kölelerin de zâten yeme-içme-giyinme-barınma
sorunları olmazdı. Efendilerinin yanında, yeme-içme-giyinme-barınmalarının
karşılanması koşuluyla ölene kadar çalışırlardı. Efendiler, kölelerin bu
ihtiyaçlarını -biraz da kendilerine laf gelmemesi ve îtibar için- seve-seve
karşılarlardı. O hâlde birinin yanında uzun yıllar boyunca maaşlı işçi olarak
çalışmak da kölelikten farklı değildir. İslâm, köleliği kaldırmak isteyen bir
din olduğuna göre, böyle bir durumu kabûl etmesi imkânsızdır. Bu durumda İslâm
ne önerir?. Ne yapılmalıdır?.
Dükkan-sâhibi
usta, ya yanında çalışan kişiyi belli bir zaman sonra işine (dükkana değil)
ortak edecek ve kazanç eşit olarak bölüşülecek; yada usta, yanında çalıştırdığı
işçiye yardım edecek, destek olacak ve işçi de kendine bir dükkan açacaktır.
Aksi-hâlde rızıkta eşitlik olmaz ve aradaki fark uçurumlaşır ve büyür gider. Patron
her dâim patron olarak, işçi de işçi olarak kalır. Birazcık da olsa sermâyesi
olmayanlar, her zaman işçi olarak kalmaya ve birilerinin yanında çalışmaya
mecbûr ve mahkûm olurlar. Hâlbuki Allah Kur’ân’da bildirdiği gibi, eşitliğin
sağlanmasını emrediyor:
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak
şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nâhl 71).
Aynı şey
kirâ için de geçerli. Hiç-bir kirâcı, verdiği kirâyı sevinçle, gönül
rahatlığıyla ve huzûr içinde vermez. Her zaman bir “kirâ sorunu” olur
kirâcının. Bir-ay ne de çabuk geçiverir.. Kirâ zamânı ne de çabucak geliverir..
Ömür-boyu bitmeyen bir borcu vardır kirâcının. Öyle ki kirâ vermekten dolayı
ev-sâhibi olma fırsatı da bulamaz. Ev-sâhibi olan bir kişi, meselâ 50 yıl
boyunca kirâ alırken; bir kirâcı da 50 yıl boyunca kirâ verir ve bu durum
genelde değişmez. Belki de ev-sâhibi ile kirâcı yan-yana oturuyordur. Hattâ
belki de şöyle bir şey vardır: 25 yaşında evlenmiş birini düşünelim. Arsasını
müteahhide verdiği için ona 2 dâire düşmüştür. İnşaat tamamlanınca da dâirenin
birinde kendi oturuyor, diğerini de yine 25 yaşında yeni evlenmiş birine kirâya
veriyor. Bir-süre sonra bunlar muhabbeti arttırmış olsun. İkisi de dîni
konularda çok meraklı ve samîmi. Kanka oluyorlar ama kirâ veren kişi o evde
meselâ 25 sene oturursa 25 sene boyunca aksatmadan kirâ veriyor, diğeri ise
kirâ alıyor. Şimdi bu durum hoş bir durum mudur?. Burada da yapılması gereken
şey; ev-sâhibi o kişiden, -kendi çocuklarının ihtiyaç duyacağı zamâna kadar- ya
kirâ almayacak hattâ “fazla olan” evini ona bağışlayacak. Eşitlik ve adâlet
ancak böyle sağlanabilir. Aksi-takdirde genelde kirâcının çocukları da kirâcı
olur. Yâni bu kısır-döngü kişilerin ölümüne kadar uzar ve ondan sonra da aynı-durum
çocuklarının hayatlarında da devâm eder ve bu böylece sürüp gider. Kirâ alan
adamın oğlu da kirâ almaya devâm ederken; kirâ ödeyen adamın oğlu da kirâ
ödemeye devâm eder durur. Tâ ki “İslâm’i bir devrim” olana kadar…
Yaklaşık 20
milyon hâne bulunan Türkiye’de halkın 1/4ü kirâda oturuyor. Yâni 5 milyon kişi
kirâ ödüyor. 1,5 milyon hâne ise, kendi evi olmadığı hâlde kirâ ödemiyor ve
yaklaşık 500 bin kişi de lojmanlarda kalıyor. Bu demektir ki 7 milyon kişinin
evi yok. Hâne-halkı büyüklüğü yaklaşık 4 olan Türkiye’de âileleriyle birlikte
kirâda oturanların sayısı yaklaşık 20-25 milyon kişi. Bir istatistiğe göre 12
yıl öncesine oranla kirâ geliri elde eden mükellef sayısı % 327 artmış. İhsan
Eliaçık:
“Kirâ ve fâiz veren herkes
sömürülüyordur” der.
Şunu da hatırlatalım ki;
Kur’ân sınırı aşan zenginliğin karşısında olduğu gibi, fakirliğin de
karşısındadır.
“Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek ister” diyor
peygamberimiz. “Tabî ki; Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek ister. Fakat
nîmetini “sâdece bâzı kullarının” üzerinde değil, tüm kullarının üzerinde
görmek ister” diyoruz. Allah
zâten nîmeti, insanlar onu eşit paylaşsınlar diye yaratmıştır. Kur’ân bunu
emreder:
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr
etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
Yine Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ellerinizin
altındaki esirler âilenizin fertleri ve kardeşlerinizdir. Onları hâkimiyetinize
veren Allah’tır. Allah kimin hâkimiyetine kardeşini vermişse yediğinden
yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ağır işler yüklemesin, yükleyecekse de ona
yardım etsin”. (Buhârî İman/22 babu’l-meâsı min emr’il-cahiliye).
Evet; biri
yer biri bakar, kıyâmet ondan kopar. Bu tarz bir kıyâmeti önlemenin yolu,
“rızıkta eşitlik”tir.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder