“Onlar,
gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infâk ederler” (Bakara
3).
Âyet, gabya inananların dünyevî alanda kolay risk
alabileceğini, bu nedenle de kolaylıkla mallarını infâk edebileceklerini söyler.
Cimriler paralarını riske atamazlar. Cimriler Allah’ın emirleri konusunda da
riske giremezler. En çok da infâk konusunda. Allah; “Size verdiklerimden infâk
edin, Ben size karşılığını fazlasıyla veririm” demesine rağmen, “ya vermezse”
düşüncesiyle riske edemiyorlar paralarını-mallarını. Hâlbuki riske edemedikleri
malları onlara Allah vermişti. “O mallardan infâk edin diyor” ama infâk
etmiyorlar. İnsanın hesâbı basit: 40 TL’den 1 TL’sini verirsem, geriye 39 TL
kalır. Yâni para azalır. Fakat Allah’ın hesâbına göre 40 TL’den 1 TL çıkarsa
geriye 400 TL kalır. İşte riskofobi’ye tutulmuş olanlar bu hesâbı anlayamazlar.
Riskofobi kavramını ben uydurdum. Başka biri
kullanmış mı bilmiyorum. Riskofobi demek, “risk almaktan aşırı korkmak”
anlamına geliyor. Bu fobiye yakalanmış olanlar hiç-bir riski alamazlar. Hattâ
zamanla “risk” sözünden bile rahatsız olmaya başlarlar. Riskofobi en çok “gabya
îmanla” açığa çıkar. Yâni gabya inanmak kişiye göre bir risktir. Şöyle derler:
“ya yoksa”; yada “ya varsa”. Riskofobi, şüpheci bir insan çıkarır ortaya.
Îmânın derecesi, gabya îman konusunun bir risk olup-olmadığını ortaya koyar.
Eğer kişi îman ettikten sonra îmânına yaraşır sâlih ameller işlemiyorsa, zâten
îmânı zayıftır ve bu yüzden şeytan ona sürekli olarak riskten bahsediyor
demektir. Îman, amel demektir. Sâlih amele yöneltir. O hâlde gerçek îman
riskten çok fazla etkilenmez ve kişi de riskofobiye tutulmaz. Bunun ispâtı da,
îmânın sahih olduğunu gösteren amel-eylem hâlinde olmasıdır. Çünkü îmânı zayıf
olanlara şeytan sürekli riskten bahseder ve artık kişide bir şüphe oluştuğu
için zor olan hiç-bir şeyi yapmaz Allah için. Ona göre “belli değil”dir çünkü.
Bu kişiler müslüman olduğunu söylese de riskofobi
nedeniyle namaz kılmaz, oruç tutmaz, hacca gitmez, zekat vermez, infâk etmez.
Kısaca, yapılması gerekenleri yapmaz. Çünkü bunları “risk” olarak görür. Bu
kişiler Allah için yapmadıklarını başkaları için de yapmayacaklarından, zamanla
her-şeyden işkillenmeye başlarlar ve sürekli bir risk korkusu (riskofobi)
içinde olarak yaşarlar. Hiç-bir şeyden emin olamazlar. Hayâtın her alanında bir
şüphe, bir “acaba”, bir tatminsizlik içindedirler. En basit bir şey için bile
karar veremezler. “Acaba riske mi atıyorum
almakla-vermekle-söylemekle-yapmakla-etmekle” diye düşünürler. Tabi bu şekilde
yaşayanlar mutsuz bir hayat sürerler. “Sanki göğe yükseliyormuş gibi sıkıntılı
bir hayat yaşarlar”.
Bir rivâyete göre îmânından şüphe etmediğimiz
sahabelerde de bir şüphe oluşmuş. Zaman-zaman kendilerine bir şüphe, bir vehim
geliyormuş. Bunu Peygamberimize anlattıklarında Peygamberimiz; “bu duygu
gidince îmânınızda bir eksilme oluyor mu?” diye sorunca, sahabelerden “hayır
olmuyor” cevâbını alıyor ve “işte îman budur” diyor. Çünkü bu durum îmânın bir
sınamasıdır. Şeytan vesvese veriyor ama güçlü bir îmâna sâhip olan sahabeler bu
vesveseden etkilenmiyorlar. Îmanları sağlam duruyor. İşte bu tür îmanlar için
bir “risk” yoktur. Zâten sahabeler de îmanlarına yaraşır amel-eylemde bulunmaya
devâm ediyor.
Dünyâ, îman, Kur’ân ve âhiret, riske edilecek konular
değildir. Yâni îman etmekle etmemek aynı değildir.
Risk, kişide bir şüphe oluşturur. Bu şüphe kişiyi bir
iş yapmaktan yada o şeye îman etmekten vazgeçirebilir. Mekke müşrikleri, mevcut
ekonomik düzenlerinin bozulmasından çok korkuyorlardı. Fakat bu uygulamaları
ekonomik-ticâri anlamda adâletsiz bir durum meydana getirmişti. Peygamberimiz
de bunu söyleyince ve Kur’ân, Allah’tan başka ilahlar olan putları yâni putlar
üzerinden zenginleşenleri uyarmaya başlayınca, müşrikler Peygamberimize sözle
ve eylemle karşı çıkmaya başladılar ve dinlerini yâni mevcut ekonomik
durumlarını korumak için her türlü karşı çıkışı ortaya koydular. Çünkü büyük
bir risk vardı. Zîrâ mallarının ellerinden çıkacağından korkuyorlardı.
Diyorlardı ki:
“Dediler
ki: ‘Eğer seninle birlikte hidâyete uyacak olursak, yerimizden (yurdumuzdan ve
konumumuzdan) çekilip-kopartılırız’. Oysa biz onları, kendi katımızdan bir
rızık olarak her-şeyin ürününün aktarılıp toplandığı, güvenli bir harem’de
yerleşik kılmadık mı?. Fakat onların çoğu bilmiyorlar” (Kasas 57).
Fakat Allah onlara; “size bol nîmeti Ben verdim.
Size, önemli bir kavşak-noktası olan Mekke Şehri’ni verdim. Sizi ticâri
güvenliğe kavuşturdum ve siz de zenginleştiniz. Bâri bunun için vahyi ve
Peygamberi dinleyin ve Bana ve Resûle îman edin. Çünkü şu-andaki mevcut
durumunuz adâletsiz bir durumdur”. Bu, Kur’ân’da şöyle söylenir:
“(Hiç
değilse kendilerini) Kureyş’i bir-araya getirip anlaştırdığı, yaz ve kış
yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu yada başkalarıyla) ısındırıp
yakınlaştırdığı için, şu Ev’in (Kâbe) Rabbine kulluk etsinler; Ki O,
kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır” (Kureyş 1-3).
İnsan riske meyilli olarak yaratılmıştır. Modern
insan ise bırakın riski göze almayı, riskin sözünden bile tedirgin olup paniğe
kapılıyor. Bu nedenle hiç-bir riske girmiyor. Riskofobi; korkak, ürkek, tembel,
uyuşuk, a-sosyâl, keyfine-konforuna aşırı düşkün, düzensiz ve aşırı alıngan
insanlar ortaya çıkardı. Çünkü riskofobiye tutulanlar insanlarla bir ilişki,
bir arkadaşlık-dostluk kuramıyorlar. Zîrâ insanlara hiç güvenleri yoktur. Hattâ
yolda karşılaştıkları bir tanıdıklarına, “acaba benden bir şey mi ister”
düşüncesiyle yaklaşıyor ve bu yüzden a-normâl davranışlar ve hareketlerde
bulunuyorlar. Riskofobi’ye tutulmuş olanlar, insanların hep onlar aleyhine
düşündüklerini zannederler. Konuştukları kişiler sanki hep bir laf sokuyormuş
gibi gelir onlara. Bu durum bir-zaman sonra şizofreniye bile dönüşebilir.
Îman, “gabya îman”dır. Îmânı zayıf olanlar için
meselâ âhirete îman etmek bir risktir. Fakat risk almadan herhangi bir işte
başarıya ulaşılamayacağı gibi; îman konusunda da risk alınmadan ve o riskli
îmânı bir-süre sonra sahih îmâna çevirmeden “güzel âkıbet”e kavuşulamaz.
“Zafer”e ulaşılamaz.
Ticâret yâni alış-veriş de bir risktir. Hayat bir
alış-veriş olduğundan, (çünkü hayâtı devâm ettiren nefes alıp-vermek de bir
“alış-veriş”tir) risksiz bir dünyâ çok da anlamlı değildir.
Vivekananda:
“Hayânızda riskler alın. Eğer kazanırsanız lîderlik edersiniz. Eğer
kaybederseniz rehberlik edersiniz” der.
Riskofobi modernizmin bir hastalığıdır. Modern insan
hiç-bir şekilde risk almak istemiyor. Her-şeye çok kolay-yoldan ulaşmak
istiyor. Buna; “her şeye kolayca ulaşanların” televizyonlardan reklâmı bolca
yapılınca, herkes kendisinin de kolay-yoldan istediğine ulaşılabileceğini
zannediyor ve risk alarak bir şey yap(a)mıyor. Böyle olunca da Dünyâ’ya ve
âhirete yönelik işlerde başarılı olamıyor. Çünkü bu işlerde risk olduğundan ve
bunlar çok da kolay işler olmadığından, kişi oturduğu yere çakılıp kalıyor,
yeterince üstüne gidemiyor o işin. Bir “başarı-sistemi” olan modernizm,
başarısızlığı çok aşırı bir şekilde cezâlandırıyor. Bu nedenle bir-kere
başarısız olanlar artık kolay-kolay risk alamıyorlar.
Kolay elde edilen fazla zevk vermez. Zor ve riskli
olanlar daha çok tatmin edicidir. Ayrıca değeri de bilinir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder