“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle
davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır.
Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. ‘Hem bana, hem anne ve babana
şükret’, dönüş yalnız banadır” (Lokman
14).
“De ki: Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını
okuyayım: O’na hiç-bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin,
yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da
rızıklarını biz vermekteyiz…” (En-âm
151).
Kur’ân’da “Allah’a îman”dan
sonra anne-babaya itaat gelir. Allah’a şirk koşulması affedilmeyecek olan günahtır.
Allah, “Bana şirk koşmayın” dedikten hemen sonra, “ana-babaya iyilik etmek”ten
söz ediyor ve meselâ “namaz kılın”, “infâk edin”, “cihad edin” vs demiyor da,
“ana-babaya iyilik edin” diyor. Bu, rast-gele bir sıralama değil, “önem
sırlaması”dır. Üstteki âyette ise; “Bana ve ana-babanıza şükredin” diyor. Bu
âyetlerden kanımca şu sonuç çıkıyor: Allah’a şirk koşanlar ana-babasına da iyi
davranmazlar ve zâten diğer konularda kişinin takvâlı olması beklenemez. Fakat
anne-babasına iyi davranmayanların şirkten kurtulması da mümkün değildir. “Bana
ve anne-babanıza şükredin” (en uşkur li) demek şirk olarak görülmüyor âyette ve
Allah’a şükretmek ile anne-babaya şükretmek aynı cümle içinde kullanılıyor. O
hâlde anne-babaya şükretmemek, onlara iyilik etmemek, Allah’a şükretmemek ve
onun emirlerini dinlememek anlamına geldiği için günah oluyor. Anne-babaya
iyilik etmemek hem günah hem de ayıptır ve aynı-zamanda suç da olmalıdır. Zîrâ
insanlığa yakışmayan bir şeydir ve insanlığa yakışmayan her-şey suç kapsamında
olmalıdır.
Bir İslâm-devletinde ve müslüman
toplumda, yaşlılar için kurulmuş huzur-evleri, yaşlı bakım-yurtları gibi
yerlerin düşüncesi bile olmamalıdır-olamaz. Böyle bir şey müslümanların
akıllarının ucuna bile gelmemelidir. Mü’minler için ana-babaları onların
gözlerinin nûrudur. Onları her ne olursa-olsun yanlarından ayırmazlar ve
evlerinde bir yer açıp onlara ömürlerinin sonuna kadar hizmet ederler ve bakarlar.
Bir İslâm toplumunda kreş ve ana-okulları da olmamalıdır. “El kadarcık” (sıbyan)
çocuğu, anasının kucağından alıp da “freng îcâdı” olan bir yere bırakmak; biraz
büyükçe olan çocuğu ise ana-okuluna vermek ne kadar saçma şeylerdir.
Fıtrata/doğaya-doğala/mantığa/vicdâna-merhâmete aykırı davranışlardır bunlar. Ergenlik
yaşına kadar çocuğun yeri anasının yanıdır. Mecbur olunmadığı hâlde işe gitmek
için çocuğu kreşe bırakmak bir çeşit vicdansızlıktır. Bu, annelerin merhâmetlerini
yitirdiklerini ve parayı yavrusuna öncelediklerini gösterir. Bence çocuğu
kreşe/ana-okuluna bırakarak işe giden kadınların kazandıklarının bereketi de
azalır. İlle de çalışmak zorundaysanız çocuğu en azından anne-babanıza,
kardeşinize, eşinize-dostunuza bırakın yada ihtiyaç-sâhibi merhâmetli birine
baktırın.
Kreş kelimesinin “domuz
ahırı” demek olduğu söylenir. Fransızca “crèche” kelimesinin anlamlarından biri de “hayvan yemliği”dir.
Kreşler, daha bebeklikle birlikte
başlayan “sistem için birey” yetiştirme kurumlarıdır. Bu bağlamda, kreşteki/ana-okulundaki
çocuklara yabancı dil (tabî ki İngilizce) öğretmektedirler. Daha ana-dilini
bile doğru-dürüst konuşamayan çocuklara İngilizce öğretiyorlar. Bir de bu yaptıklarını
çok matah bir şey zannediyorlar. Bu millet daha çok sömürülür ve ezilir kendi
dînine-kültürüne uygun olmayan bu tutumlara devâm ettiği müddetçe.
Bebekler daha “süt-çocuğu”
iken kreşlere veriliyor. Bu durum İslâm açısından uygun olmadığı gibi, sağlık
için de uygun değildir. Bir-kere bebekler 2 yıl emzirilmelidirler ve bundan
sonra da bâzı alışkanlıkları kazanmak için anne yanında kalmalıdırlar. Tabi bu
durum modern çalışma-şekli için uygun değildir. Kur’ân, çocukların emzirilme
sürelerini de belirler ve en ideâl olanın 2 yıllık bir emzirilme süresi
olduğunu söyler:
“Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler
çocuklarını iki tam yıl emzirirler…”
(Bakara 233).
Çocuklardan ayrı kalma
durumu bir savaş-nedeni bile olabilir Kur’ân’a göre:
“…Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan
uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda neden savaşmayalım?...
dediler” (Bakara 246).
Kreşlere ve ana-okullarına
verilen çocuklar ana-babadan ama özellikle anneden ayrılınca merhâmetten-vicdandan
da ayrılıyor. Zîrâ Allah’tan başka hiç-kimse ona annesi kadar merhâmet gösteremez.
Anne ile birlikte olan bebekler-çocuklar anneden süt ile birlikte merhâmet ve
vicdan da emerler. Artık o çocuk ileride merhâmetli-vicdanlı bir şahsiyet olur
ve hem insanca yaşar hem de insanlığı ile örnek olur.
Huzur-evlerinin sayılarının
artması, âilenin ve toplumun hazlarının artması ama huzûrunun azalmasının bir
netîcesidir. Yâni huzur-evleri bir “sonuç”tur. Kreş ve ana-okulunun bir sonucu.
Kreşe/ana-okuluna gönderilen çocuklar ileride ana-babalarını bakım-evlerine,
huzur-evlerine göndermekten gocunmazlar. Ne de olsa zamânında da anne-babaları
onları kreşe ve ana-okula göndermekten çekinmemişlerdi. Yâni kreş ekenin
huzur-evi biçmesi gâyet doğaldır.
Zâten batı’lı insan, 18
yaşını dolduran çocukların evden ayrılması gerektiğini düşünür. Hattâ 18 yaşına
yaklaşıp da evden ayrılma plânları yapmayan çocuğu için; “acaba psikolojik bir
sorunu mu var?” telâşına kapılarak psikoloğa gidenler bile vardır. Çocukken
kreşe, 18 yaşını doldurunca da evden
ayrılmaya zorlanan çocukların, ileride yaşlı anne-babalarını huzur-evlerine
göndermesinden daha normâl ne olabilir?.
Okula ne zaman başlanacağını
her çocuk için “aynı yaş” ile belirleyen “sistem”, çocukların “ana-okulu” diye
adlandırdıkları yerlere gönderilmelerini çeşitli psikolojik dayatmalarla
zorluyorlar. En iyi ana-okulu, çocuğun annesinin yanında olduğu evdir. Adı
“ana-okulu” olan ama annelerin olmadığı bu yerlerde çocuklar “modernizme göre
insan yetiştirme”nin ilk başladığı yerlerdir. Burada çocuklara öğretilen şey
şudur: “Sıkıntısız modern bir hayat hedefiniz olsun”. Bu söylem psikolojik
olarak ve çeşitli şekilde bilinç-altına yönelik söylemlerle işleniyor çocuğa.
Artık bu telkinleri alan çocuk ilkokula başlamaya hazırdır.
Aslında kreş ve ana-okulu ve
sonucu olan huzur-evleri bir projedir. Şeytâni ve tâğuti bir proje. Şöyle ki; 7
yaşına kadar çocuğun gelişimi ve yetiştirilmesi çok önemlidir. Çünkü çocuğun
şahsiyeti 7 yaşına kadar şekillenir. Yahudi Protokôlleri’nde şöyle denir: “Çocukları
7 yaşına kadar biz eğitelim, bizim sistemimize göre eğitim alsın ve yetişsin, ondan
sonra bırakın, nereye isterlerse gitsinler, zîrâ artık bizim
belirlediğimiz-istediğimiz gibi düşünecek, yiyip-içecek ve tüketecek, bizim
istediğimiz gibi bir hayat yaşayacaktır”. Çünkü verilere göre çocuklar 6-7
yaşlarında karakterini kazanır. Ondan sonra “kendi içinde büyük devrimler
yapamazsa” değişemez artık. “7’sinde ne ise, 70’inde de odur” sözü de vardır
bilindiği gibi. Fakat daha bu yaşa bile gelmeden kreşlere gitmeye başlayan
çocuk, ana-okul ve ilk-okulda da aynı sistem-içi kuşatılmaya mâruz kalmaya devâm
ediyor. Artık çocuk ilk-okul dönemi olan yaklaşık 8-10 yıllık bu dönemi,
sistemin kuşatma-merkezli düşünce, tüketim, davranış biçimlerini özümsemiş
olarak gençliğe adım atıyor.
Türkiye genelinde Âile ve
Sosyâl Politikalar Bakanlığına bağlı huzur-evlerinde 13 bin 159, özel huzur-evlerinde
ise 6 bin 659 olmak üzere, toplamda 19 bin 818 kişi kalıyor. Evet; Türkiye’de
huzur-evlerinde yaklaşık 20.000 kişi kalmaktadır. 20.000 ana ve baba buralarda
evlatlarından-torunlarından ayrı olarak yaşıyor. Tabi buna “yaşamak”
denilirse!.
Alexis Carrel; “İnsan Denen Meçhûl”
kitabında kreşlerin yaygınlaşmasının baş-sorumlusu olarak kadınları görür ve
der ki:
“Modern toplum, en küçük yaştan îtibâren âile
terbiyesi yerine okul terbiyesini vermekle çok ciddî bir hatâ işlemiştir. Buna,
kadınların ihâneti yüzünden mecbur olmuştur. Çünkü kadınlar, kendi
meslekleriyle, ihtiraslarıyla, cinsel zevk ve eğlenceleriyle, edebî ve artistik
fantezileriyle meşgûl olmak yada sâdece briç oynamak, sinemaya gitmek, telaşlı bir
tembellik içinde vakit geçirmek için çocuklarını, çocuk bahçelerine, çocuk
yuvalarına terk ediyorlar. Böylece çocuğun yetişkinlerle birlikte büyüdüğü ve
onlardan çok şey öğrendiği âile ocağının sönmesine sebep olmuşlardır. Köpek
bakım yerlerinde kendi yaşlarında hayvanlarla büyüyen köpek yavruları,
anneleriyle serbestçe dolaşarak büyüyen köpek yavrularından daha az
gelişiyorlar. Diğer çocukların kalabalığı arasında kaybolan çocuklarla, zeki
yetişkinler arasında büyüyen çocuklar için de durum aynıdır. Çocuk; fizyolojik,
hissî ve zihnî faaliyetlerini muhitinin faaliyetlerine kolayca uydurur. Bundan
dolayı, kendi akranı olan çocuklardan az şey alır. Bir okulda sâdece bir birim
hâline getirildiği zaman iyi gelişmez. Fert, ilerlemek için nisbî bir yalnızlık
ve küçük âile ocağının dikkatini ister.
Kadınlar; doktor, avukat yahut profesör olmak için
değil, kendi çocuklarını üstün vasıflı insanlar olarak yetiştirmek için yüksek
bir terbiye almalıdırlar. Okul, anne-babanın verdiği ferdî terbiyenin yerini
tutamaz. Terbiye konusunda anne ve babanın, vazgeçemeyecekleri bir fonksiyonu
vardır ve buna hazırlanmaları gerekir”.
“…(Firavun) dedi ki: Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve
kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kâhir bir üstünlüğe
sâhibiz” (A’raf 12).
Modern Firavun’lar da
çocukları kreşe ve ana-okuluna göndermeyi çeşitli şekillerde dayatarak
çocukları öldürüyorlar. Mekke müşrikleri-câhiliyesi, sâdece kız-çocuklarını
diri-diri toprağa gömüyorlardı. Fakat modern câhiliye hem kız hem de erkek-çocuklarını
diri-diri toprağa (kreş/ana-okulu) gömüyorlar. Çocukları diri-diri toprağa
gömmenin modern karşılıklarından biri de, onları kreşe ve ana-okuluna
göndermek-gömmektir. Çünkü bu durum, kız ve erkek-çocuklarını diri-diri mezara
gömmek gibidir:
“Yine bunun gibi, onların ortakları, müşriklerden
çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdiler. Hem onları helâke düşürmek, hem
kendi aleyhlerinde dinlerini karmakarışık kılmak için. Allah dileseydi (lâyık
bulsaydı) bunu yapmazlardı; sen onları ve düzmekte oldukları iftirâları bırak” (En-âm 37).
“Çocuklarını hiç-bir bilgiye dayanmaksızın akılsızca
öldürenler ile Allah’a karşı yalan yere iftirâ düzüp Allah’ın kendilerine rızık
olarak verdiklerini haram kılanlar elbette hüsrâna uğramışlardır. Onlar,
gerçekten şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır” (En-âm 140).
“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve
size eşlerinizden çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden
rızıklandırdı. Şimdi onlar, bâtıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nâhl 72).
Bu proje kapsamında Türkiye’de
ana-okulu süresi iki yıl yapıldı ve aslında annesinin olmadığı yere hapsedilerek
anasından ayrılmaktadır. Anasından ayrılmadıkça “sistem”e göre yetişmeyecektir
çünkü. Zîrâ “sistem”, kendisine uygun bir birey yetiştirilmesini
hedeflenmektedir. Adı da kreş ve ana-okuludur. Annenin olmadığı yerin adı nasıl
ana-okulu oluyor?. “Ananın olduğu yer” ana-okuludur. Bu nedenle çocuk
ana-okulunda değil, “anne-evinde” ilk-eğitimini almalıdır.
“Biz insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle davranmasını
tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve güçlükle doğurdu. Onun (hâmilelikte)
taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihâyet güçlü (erginlik) çağına erip
kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: ‘Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin
nîmete şükretmemi ve senin râzı olacağın sâlih bir amelde bulunmamı bana ilhâm
et; benim için soyuma da salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve
gerçekten ben müslümanlardanım”
(Ahkâf 15).
Âile ve Sosyâl Politikalar
Bakanlığı, Türkiye’de yaşlı nüfûsun arttığını belirterek, Türkiye’de 329 huzur-evinin
olduğunu söyledi. Türkiye’de huzur-evi sayısı %500 arttı. Verilere göre, 2000
yılında Türkiye’de özel sektöre âit yalnızca 19 huzur-evi varken, bugün özel
sektöre âit huzur-evlerinin sayısının 119’a yükseldiği tespit edildi. SHÇEK
verilerinden derlenen bilgilere göre, ticâri bir sektör hâline gelen
özel huzur-evlerinin, Türkiye’de 1990 yılından îtibâren hizmet vermeye
başladığı görüldü. Türkiye’de 2000 yılına kadar sâdece 19 özel huzur-evi vardı.
Bu huzur-evlerinin sayısı 2000 yılından îtibâren artmaya başladı. 2004 yılının
sonunda açılan huzur-evi sayısı 52’ye ulaştı. Bugün ise bu rakam 154 olarak
kayıtlara geçti. Büyük şehirlerde huzurevi patlaması var. Türkiye’de faaliyet
gösteren özel huzur-evlerinin kuruldukları illere bakıldığında, huzur-evlerinin
büyük şehirlerde yoğunluk kazandıkları tespit edildi. Huzur-evlerinin sayısı
arttı, zîrâ kreşlerin ve ana-okullarının sayısı arttı.
Pedagog Âdem Güneş, kreş
hakkında şunları söyler:
“Geçtiğimiz yıllarda çok sayıda, çocuk-gelişimi mêzunu
genç kız, “okul-öncesi öğretmeni” olarak atandı. Yüksek-okul okumayanlar, özel
kreşlerde çalışmaya başladı. Eskiye nazaran çocuk-sayısı azaldığı hâlde
neden son yıllarda ihtiyaç bu kadar arttı?. Ne oldu da âileler bebek-yaştaki
çocuklarını bir kreşe verme ihtiyâcı hissettiler?. Burnuma pis kokular geliyor.
Birilerinin sinsice ellerini oğuştururken bu işten hatırı sayılır bir rant elde
ettiğini düşünüyorum. Her tarafta mantar gibi kreş türedi. Türlü yollarla
çocuğunuzu almak için sizi iknâ etmeye çalışan kurumlar, görebileceğiniz
her-yere cezbedici reklâmlar koyarak annelerin kafalarını çelmeye çalışıyorlar.
Çocuğunuz sosyalleşecek, özgüveni gelişecek, paylaşmayı öğrenecek, diğer
çocuklardan bâriz bir farkla ayrılacak!.
Peki tüm bunları kim öğretiyor çocuğa?. Sizin “eğitimli”
dediğiniz çoğu yeni-mezun, anneliği tatmamış, çocuk yetiştirme konusunda hiç
pratiği olmayan, okuduğu bir-kaç kitap, bir-kaç ay stajla öğretmen olan kişiler
nasıl oluyor da çocuğunuzu yetiştiriyor?. Bir çocuğu sağlam temellere oturtmak
adına çocuğunuza ne veriyorlar?. Boyama yapmak, resim yapmak, makas tutmayı
öğrenmek, şarkı söylemek, arkadaş edinme becerisi, motor gelişimi falan filan. Bunları
kreşe gitmeyen çocuklar öğrenemedi mi?. Bir anne çocuğuna bunları vermekten
âciz midir?. Yada bunları o yaşta öğrenmeyen çocuklar, ilerde resim yapamadı,
makas tutamadı mı?.
Anneler ilk çocuklarına karşı daha sabırsız olurlar.
Hele hiç anne olamamış biri çocuklara karşı son derece tahammülsüzdür. Siz
evinizde bir veyâ iki çocukla ilgilenemezken, evli bile olmayan bir kızın küçük
bir salonda 15 çocuğa gerçek mânâda bir eğitim vereceğini, sevgi ve ilgi
göstereceğine nasıl inanırsınız?. Çocuğunuzu bıraktıktan sonra orada
çocuğunuza nasıl davranılıyor, bunu bilmeniz çok zor. 2009 yılında Milli Eğitim
Bakanlığı okullarda kamera sistemine düzenleme getirdi. Anaokulu ve kreşlerde
sınıflara kamera konulamıyor artık. Siz yanında yokken çocuğunuzun rûhu kaç kez
acıtılıyor bilemezsiniz. Belki dayak yemiyor ama bir-çok kez döver gibi
bakışlara mâruz kalıyor. İncitici sözler duyuyor. Altı değiştirilirken, kıyâfeti
giydirilirken hırpalanıyor. Bâzen çekiştiriliyor, iteleniyor. En az beş yaşına
kadar anne-sıcağını her-an hissetmesi gereken çocuklar, günün büyük bir
çoğunluğunu yabancı ellerde geçiriyor. Karnı doyuyor belki ama rûhu aç
kalıyor.
Geçim sıkıntısı olmadığı hâlde çalışmak isteyen,
“boşuna mı onca sene okudum, niye evde oturayım?” diyen, önüne geçilmez arzu ve
ihtiraslarına çocuklarını kurban veren anneleri aslâ haklı bulmuyorum. Bir
kadın hem çocuk yapar(!), hem kariyer yapar ama ikisinin birden hakkını vermesi
neredeyse imkânsızdır. Çocuk fedâkârlık ister. Sabırla yoğrulmak ister.
Yaşlı anne ve babaları huzur-evlerine yatırmak nasıl
bir ayıpsa, annesine çok muhtâç olduğu küçük yaşlarda çocuğu bir kreşe
vermek de en az o kadar ayıptır. Biz bu değiliz!. Ne dînimize, ne örfümüze
uymayan, bize sunulan ithâl hayat-tarzlarını yaşıyoruz hepimiz. Kimse doğruları
söylemek istemiyor. Tamam kadın uygun şartlarda okusun, donanımlı olsun. Fakat
ne olursa olsun “kadının yeri evidir” diyemiyor kimse. “5 yaşına kadar
çocuk evinde annesinin dizinin dibinde büyümelidir” diyemiyor. “Kreş nasıl
olmalıdır?” diye tartışılırken, “olmalı mıdır?” sorusunu kimse sormuyor.
Çocukların rûhunda anneden saatlerce ayrı kalmak nasıl bir etki bırakır kimse
düşünmüyor.
Çalışan kadın çocuğundan günün büyük bir kısmı
ayrılmak, kreşe veya bakıcıya vermek zorunda. Bu çocuklar anne sevgisine
doyamıyor. Her istedikleri alınarak, sevginin dolduramadığı eksiklikler
tamamlanmaya çalışılıyor. Doyumsuz çocuklar çoğu-kez mutlu evlilikler
yapamıyor, daha tahammülsüz ve asabi oluyorlar.
Kadın evine yakışır. Duygularınızdan önce mantığınızı harekete geçirin. Kimler sizin
dışarıda olmanızı istiyor?. Siz dışarıda olunca kimler menfaat sağlıyor iyi
düşünün. Sizin çocuğunuzun doğru eğitilip-eğitilmediği, düzgün bir insan
olup-olmadığı kapitâlist sistemin umurunda değil. Sistem sizin üzerinizden elde
edeceği menfaatlere bakıyor.
Çocuk erken yaşta kreşe bırakılınca, özellikle ilk
dönemde çok ağlıyor ve anneyi istiyor. Bu ağlayışlara karşılık vermeyen anneye
karşı çocukta bir küskünlük, hırçınlık, agresiflik oluyor ki bu, içinde
güven-duygusunun zedelenmesinin bir karşılığıdır. Çocuk anneye güven-duygusunu
kaybedince, bu sefer anne-acısını hissetmemek için “hissetme yeteneğini”
kullanmamayı öğreniyor bu ağlayışlar sırasında. Çocuk bir-süre sonra okula
alışmış oluyor ama bu-arada çocuk duygu dünyâsında hislerini kullanmamayı, duygusal
olmamayı bir yetenek hâlinde geliştiriyor. Zâten Avrupa’daki eğitim
sistemindeki amaçlardan biri de “duygularından arınmış insan yetiştirmek”
olduğu için, bu yöntem onlar açısından çok da problem değil. Bakın batı’lı
insanlara, yüzleri donuk-donuk değil mi, duygularını yüzerinden okuyamazsınız.
Serttirler, kırıcıdırlar.
Unutmayın, Dünyâ’nın bütün süslü
teyzeleri toplansa, bir anne etmez!”.
Peki kreş kelimesi nereden
geliyor ve ne demektir?. Abdurrahman Dilipak bu konuda şunları söyler:
“Kreş
kelimesi; ‘beşik’, ‘yalakta hayvanları yemlemek, sulamak’, ‘yemlik’ gibi
anlamlara gelir. ‘Kirche’ yâni ‘Kilise’ ile ses benzerliği var. Sâdece ses
benzerliği yok, kreşler, anaokulları, okullar, sağlık kuruluşları batı’da büyük
ölçüde kilisenin mülkiyetinde ve kontrôlündedir. ‘Kirche’nin etimolojisine
gelince, Latince bilen bir kardeşime sordum ve bana şu bilgiyi gönderdi:
Germanik kökenli olup Almanca’daki ‘Krippe’ kelimesine dayanıyor. ‘Krippe’nin
mânâsı ‘beşik’ olarak geçiyor. Bu kelimenin kökeni ise aslında ‘beşiğe benzeyen,
hayvanların otlanabilecekleri saman dolu yalak’a deniyor. Bu kelime ‘ahır
tarzı, hayvanların bağlanarak beslendiği samanlık gibi açık alanda bulunan bir
mekân’a karşılık geliyor. Bu kelimenin ‘Anaokulu’ mânâsındaki ‘kreş’ olarak
kullanılması, ilk olarak Hz. Îsâ’nın bir samanlıkta doğmasını resmedebilmek
için, bir Hristiyan azizi ‘Assisili Françesko’nun Beytüllahim’deki ‘Noel
beşiği’ yada ‘Noel samanlığı’ adı verilen ‘Asisi de Noel’i inşâ etmesinden
sonra oluşmuş. İlk ‘Noel beşiği’ kutlaması yâni ‘Die erste Weinachtskrippe’
1223 yılında bu mekânda kutlanmış. Bu Katolikler arasında yaygın olarak bilinen
bir hikâyedir. ‘Hz. Îsâ’nın beşiği’ anlamında bu kelime kısaca ‘beşik’ olarak
yerleşiyor. Şu-an ‘Kinderkrippe’, ‘çocuk beşiği’ yada ‘anaokulu’ diye de adlandırılıyor.
Buradaki Beşik, Hz. Îsâ’nın beşiği ile özdeşleştiriliyor. Hristiyanlar bu
şekilde çocuklarını ‘küçük/bebek, Îsâcık’ gibi görmüş oluyorlar. Zamânında
kilise okullarında anaokulları vardır ve bu çocuklar râhip ve râhibeler
tarafından eğitiliyordu. Ve kreş bu anlamda kilisenin bir parçası idi.
Aslında
bizde çocuğu ‘câmi kapısına bırakmak’ gibi bir tanım var. Bu ‘çocuğu
terk-etmek’ anlamına geldiği gibi, geçici olarak çocuğu bırakacağınız
yer/mekânı ifâde eder. Orada mutlakâ onunla ilgilenecek birisi olur/olacaktır.
Ona din ve Dünyâ’ya âit bir şey öğreterek sevap kazanmak isteyenler olacaktır.
Biz dede ve nineyi evden kovduk, şimdi de çocukları bırakacak yer arıyoruz”.
“Anne işe, baba işe, çocuk
kreşe” gidince, ileride de; “çocuklar işe, anne-babalar huzur-evlerine”
gidiyor. Artık evlatlarından ayrı kalmanın acısıyla ömürlerinin sonunu bekleyen
anne-babalar, çocuklarının mutluluğu-huzurları için bir şey demeden, çocuklarının
arada bir kendilerini ziyârete gelmesini bekliyorlar. Mehmet Durmuş:
“Genç kuşakların ana-babalarına saygıda kusur
etmemeleri, yaşlılıklarında onları ‘huzur-evi’ adı verilen modern temerküz
kamplarına göndermeyip, evlerinde onlara hizmet etmeleri bir evlatlık
görevidir” der.
Mustafa İslâmoğlu: “Bebek kreşe, çocuk okula,
genç kafeye, yaşlı huzur-evine... İşte günümüzün portresi!” der.
Kreşe giden çocuklar,
anne-sütü ve memesi yerine biberonla beslendiklerinden, anne-bebek arasındaki
duygusal-ruhsal bağ blôke olmakta ve ileride anne-çocuk arasında sevgi eksiklği
oluşmaktadır. Bu da, daha ileride, çocukkların yaşlanan annelerini ve de
babalarını daha kolay ve rahatsız olmadan huzur-evlerine vermelerine sebep olmaktadır.
Ayrıca biberonla beslenen bebekler, ileride obeziteye de daha kolay yakalanmakta
ve zâten mamalar bunu potansiyel olarak çoğaltmaktadır.
Anne-sütü yerine mama ve
inek-sütü kullanmak kapitâlist bir projedir ve bu proje hem mama fabrikalarını
hem de ineklerin ve inek çiftliklerinin sayısını arttırmıştır. Bu durum ilk
bakşta iyi gibi görünse de, nasıl ki AVM’ler “mahalle bakalları”nı bitirdiyse,
büyük inek çiftlikleri de, köydeki çiftçilerw ve hayvancılık yapanlara zarar
vermiş ve onları bitirme noktasına getirmiştir.
Biberonla beslenen çocuklar,
aynı-zamanda sürekli bir stres de yaşadıklarından, ileride çeşitli hastalıklarla
da tanışmakta ve bu da modern tıbba daha çok yönelinmesine sebep olarak kapitâlist
projeye bir ucundan daha hizmet etmektedir.
Tabi şu da var ki, bir
hastalığı ve zorluğu olmamasına rağmen öyle huysuzca davranan geçimsiz yaşlılar
da vardır ki, bu kişiler hiçbir laftan-sözden anlamazlar, sürekli huysuzluk
yaparak ve sorun çıkartarak huzursuzluk vermekten başka bir şey yapmazlar. İşte
böyle kişiler huzur-evlerine postalanmayı yada ayrı bir evde tek başına
yaşamayı hak etmektedirler. Çünkü tüm âilenin huzûrunu bozmaktadırlar. Belli
bir yaşa gelmiş yaşlılar, ellerine kitap-tesbih alıp sessizce bir köşede
oturmalı, televizyon izlemeli yada günün belli bir bölümünde câmiye,
kahvehâneye, parka vs. çıkıp gecikmeden tekrar eve gelmeli, fatura yatırmak, bâzı
alış-verişleri yapmak gibi evin küçük işlerini yapmalı, gerisine de fazla
karışmadan hayâtını devâm ettirmelidir. Yaşlılar, modernitenin de etkisilye
yapmaması gereken şeyleri çok yapıyorlar ve bulundukları yaşa yakışmayacak
şeylere heves ediyorlar. Bilsinler ki sorunlar hep bu nedenle çıkmaktadır. Zîrâ
artık “büyük âileler” yoktur ve yaşlıların bakımları ve onlarla ilgilenmek daha
da zorlaşmaktadır. Yaşlılar taşkınlık yapıp da kendilerine gösterilmesi gereken
merhâmete engel olmamalıdırlar.
Çocuklar kreşe, anne-babalar
ise huzur-evine gönderiliyor ve onların yerine eve kedi-köpek alınıyor. Onlara
özenle bakılıyor. Ana-babalar ve çocuklardan esirgenen ilgi ve sevgi, kedi ve
köpeklere veriliyor. Ana-babalarına yada çocuklarına bakamayanlar yada nefretle
bakanlar, sıra kedi-köpeklerine ve -evde yaşamaması gereken- diğer hayvanlarına
neşeyle bakabiliyorlar. Peki bu neden böyle oluyor?. Çünkü modern insanlar
medeniyetlerinden, kültürlerinden ve değerlerinden kopmuşlar, seküler
batı-merkezli olarak dünyevileşmişlerdir. Böylece bencilleşmişler ve
sabırlarını kaybetmişlerdir. Artık anne-babaya yada çocuklara bakmak itici ve
mantıksız gelmektedir modern insana. Zîrâ sorumluluğu vardır ve de duruma göre
bu sorumluluk ağırdır da. Oysa kedi-köpek için çok da fazla sorumluluk
gerekmez. İkinci neden ise; Allah olması gerekeni yapmayanları, olmaması
gerekeni yapmakla cezâlandırmaktadır. Sünnetullah gereği olarak; yapılması
gerekeni yapmayanlar, yapılmaması gerekenleri yapmaya başlarlar. Sonuçta
ana-babalarına ve çocuklarına bakmayanlar, onun yerine kedi-köpeye ve diğer
hayvanlara, aşırıya kaçarak, olması gerekenden çok-çok fazla ilgi ve sevgi
göstermekle cezâlandırılırlar. Ana-baba ve çocuktan esirgenen sevgi ve ilgi,
hayvanlara gösterilmektedir.
Üç-dört yaşından îtibâren
çocuklar artık devlet tarafından alınıyor ve devletin zihniyetine göre
eğitiliyor. İlk mü’min Hristiyanların Atina ve Sparta gibi ülkelerde şehir
devletleriyle yaptığı savaşlardan biri bu konuyla ilgilidir. Çocuklarını küçük
yaşta ellerinden almak isteyen devlete karşı çıktılar ve: “Biz çocuklarımızdan
sorumluyuz, Allah bizi sorumlu tutuyor, biz çocuklarımızı size vermeyiz”.
Nihâyet bu uğurda savaştılar ve binlerce insan öldü. Fakat en sonunda
kazandılar. Adamlar çocuklarını daha küçük yaşta devletin eline teslim etmemek
için savaşıyorlar. Bizimkiler ise çocuğu bir-an önce kreşe postalamak için
uğraşıyorlar.
Peygamberimiz, “cennet
annelerin ayakları altındadır” (Nesâî, Cihad, 6) der. Çünkü cennete, cennetlik
annelerin yetiştirdiği insanlar girecektir.
Ebu Hureyre anlatıyor: “Resûlullah
buyurdular ki: ‘Ramazan girip-çıktığı hâlde günahları affedilmemiş olan insanın
burnu sürtülsün. Anne ve babasına veyâ bunlardan birine yetişip de onlar
sâyesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün” (Tirmizi, Da’avât
110, (3539).
Çok ilginç olan şey şudur
ki, modern insan, yaşlılarını huzur-evlerine gönderirken, çocuklarını da kreşe
gönderiyor. Böylece aslında “çocuk bakıcılarını” huzur-evlerine göndermiş ve
üstüne bir de kreş parası harcamış oluyorlar. Bu şerefsiz şeytan öyle bir
kurnaz ki!, her zaman bir taşla iki kuşu birden vuruyor.
Ana-babalarını huzur-evlerine
gönderenler, huzur bulamazlar.
Bebeklerinizi
kreşe, çocuklarınızı ana-okuluna, ana-babalarınızı da huzur-evlerine
göndermeyin ey müslümanlar!. Zîrâ bu, ne insanca, ne de müslümanca bir davranış
değildir. Bakın Allah Kur’ân’da ne diyor:
“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk
etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet onlardan biri veya
ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “öf” bile deme ve onları azarlama;
onlara güzel söz söyle” (İsrâ 23).
Ey
anne-babalar!; siz çocuklarınızı kreşe ve ana-okullarına gönderirseniz, gün
gelir onlar da sizi huzur-evlerine gönderir. Yâni kreş eken huzur-evi biçer.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder