“Ey Âdemoğulları,
biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir
giyim indirdik (vârettik). Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır.
Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler” (A’raf 27).
“Andersen’den Masallar”da, “Çıplak
Kral” adlı bir masal anlatılır. Masal kısaca şöyledir..
“Ülkenin birinde giyinmeye
düşkün kendini beğenmiş bir kral varmış. Bu kral kendini çok akıllı sanırmış.
Bir-gün komşu ülkenin kralı kendisini ziyârete geleceği söylemiş. Kral diğer
kralı çok iyi bir elbise ile karşılamak istiyormuş. Hemen adamlarına; “en usta
terzileri çağırın bana” demiş. Eşi bulunmaz bir elbise dikmelerini istiyormuş.
Terziler gelmiş ama kral onların fikirlerinin hiç-birini beğenmemiş. Sonunda
genç bir terzi çıkıp gelerek çok-çok özel bir fikri olduğunu söylemiş: “Kendisinden
önce hiç kimsenin giymediği” bir elbise dikeceğini söylemiş. Fakat terzinin bir
şartı varmış: “Giysinin dikimi bitene kadar hiç-kimse yanıma gelmeyecek ve işime
karışmayacak”. Kral heyecanlanmış ve hemen kabûl etmiş şartı.
Terzi işe başlamış ama her-gün para istiyormuş. Kral da veriyormuş. Kral
elbiseyi de çok merâk ediyormuş. En sonunda dayanamayıp terzinin çalıştığı
odaya girmiş. Terzi harıl-harıl çalışıyormuş. Ama ortada bir şey gözükmüyormuş.
Kral “hani elbise” deyince terzi, “kralım bu elbise çok özel, bunu sâdece
akıllı insanlar görebilir” demiş. Kral ortada bir elbise görememesine rağmen,
aptal gibi anlaşılmamak için; “evet çok güzel bir elbise” demiş.
Bu durum tüm ülkede duyulmuş. Sâdece akıllıların görebileceği elbiseyi
halk da çok merâk ediyormuş. Sonunda “büyük gün” gelmiş. Terzi kralı soymuş ve
sanki bir elbise varmış gibi, olmayan elbiseyi krala giydirmiş. Kral aynaya
bakmış ama bir-şey görememesine rağmen; “eline sağlık çok güzel olmuş” demiş, çıkmış
dışarıya. Halk kralı çıplak görünce çok şaşırmış ama kimse de çıkıp kralın
çıplak olduğunu söylemeye cesâret edemiyormuş. En sonunda küçük bir çocuk
bağırıvermiş: Kral çıplak!. Bunu duyan halk da gülmeye başlamış. Kral oyuna
geldiğini anlamış”…
İşte tüm târih-boyunca ve şu-anda, şeytanın kulluğunu yapan tâğutların da
bizim için diktiği bir elbise vardır. Daha doğrusu aslında bu bir elbise
değildir. İnsanı ne örter ne de sıcaktan-soğuktan korur. Üstelik hem dar gelir
hem de üzerimize yakışmaz. Fakat o ihtiras yok mu.. insana her türlü sapıklığı
bile yaptırıyor. Bu elbise “modernizm elbisesi”dir.
Modern terziler olan tâğutlar da bize bir “elbise” diktiklerini
söyleyerek, aynen krala yapıldığı gibi bizi soyup soğana çevirmiş ve çıplak
bırakmışlardır. Üstelik bu elbise nedeniyle büyük bedeller de ödemişizdir-ödemekteyiz.
Bu elbisenin çok güzel ve tam da insana göre, insana yakışan bir elbise
olduğunu söyleyip duruyorlar. Birileri de, ortada doğru-dürüst bir elbise
olmadığını gördükleri ve elbisenin kendilerini açıkta bıraktığını görmesine
rağmen, güyâ “akıl-merkezli” olan bu elbisenin savunmasını yapıyor ve herkese
bu elbiseyi giydirmeye çalışıyor. O elbise için öyle şeyler söylüyorlar ki, o
elbisenin özelliklerini anlamanın bir ayrıcalık olduğunu söylüyorlar. Bu
elbisenin sözde değerini anlamak için aydınlanmalı, hem iyi bir eğitim almalı,
okullar bitirilmeli, hem de kadim bilgimizi, kültürümüzü, gelenek-göreneklerimizi,
yeme-içme ve giyim-kuşam şeklimizi, inancımızı, düşüncemizi, 1.000 yıllık
külliyatımızı, hattâ kullandığımız harfleri bile değiştirmemiz gerektiği
söyleniyor ve hattâ bunların yapılması keyfî kânunlarla dayatılıyor.
Halk da hem korkudan, hem de câhil olduğu için elbisenin
özelliğini anlayamadığını (elbiseyi göremediğini) düşündüğünden bu
anlatılanlara inanıyor ve o da o elbiseyi giymeye başlıyor. Fakat en önemli
zamanda, çocuğun biri o elbisenin bir elbise olmadığını haykırıveriyor: Kral
çıplak!. O kadar insan içinde bunu ancak bir çocuk söyleyebilirdi. Çünkü
çocuğun zihni ve duru-görüşü o elbisenin büyüsü nedeniyle bulanmamıştır. Çocuk
kendi doğal ve özgün hâlindedir. Zamânın kirlerinden uzaktır ve de henüz
korkunun ne olduğunu bilmemektedir. Bu nedenle bulanmamış bakışla “aslında bir
elbise olmadığını” söyleyiveriyor. İşte zâten ancak o zaman halk da bunu
dillendirmeye başlıyor. Halk aslında elbisenin olmadığını görüp duruyordu ama
bunu çeşitli nedenlerle dile getiremiyordu. Fakat bu durumdan da rahatsızdı. Çocukla
berâber onlar da artık bunu söylemeye başlayabilirler: Evet kral çıplak!. Hem
gülüşmeler hem de kendilerini düşürdükleri komik durumdan dolayı üzülmeler.
Bizi aptal duruma düşürenler “modern terziler”dir.
Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-konformist ve âdi şerefsiz zulüm
düzenlerini (yâni elbiseleri) bize yutturmaya (yâni giydirmeye) çalışıyorlar ve
de çoğunluğa yutturuyorlar. Bunun için bizi, terzinin kralı sömürdüğü gibi
sömürüyorlar ve zâten bu düzenleri bizi sömürmek için kurmuşlar. “Daha çok
sömürmek” için. Bu dar ve biçimsiz elbiselerin sözde “iyi elbise”ler olduğuna
halkı öyle bir inandırmışlar ki, halk bu elbiseye îman ediyor ve bu uğurda tüm
malını ve canını bile verebiliyor. Bu lânet “elbiseler” uğrunda ölündüğünde
ölenleri “şehit” bile îlan ediyorlar. İşte tüm bunların nedeni Ali Şeriati’nin
değimiyle “istihmarlaştırma”dır. Yâni eşekleştirme. Bizi eşekleştirerek eşek
gibi kullanıyorlar. Üstelik hiç gıkımız bile çıkmıyor.
Bu eşekleştirme sâdece ideolojilerde değil,
yozlaştırılmış dinde de yapılıyor. Meselâ mürid efendisine öyle bir bağlanıyor
ki; onu ne eleştiriyor, ne de îtirâz ediyor. Artık ne derse yapıyor. Hattâ onun
direktifleriyle mâsum insanları öldürebiliyor da. Hasan Sabbah ve Modern haşhâşi
Fethullah Gülen bunun en iyi örnekleridir.
Beşerî sistemler hiç-bir zaman insanların yüzlerini
güldürmediği gibi bundan sonra da güldürmeyecektir. Bu ideolojilerle
(elbiseyle) insanları özgürleştirdiklerini söylüyorlar sürekli olarak. Günümüzde
bunu en çok demokrasi üzerinde dile getiriyorlar. Güyâ demokrasi ile özgürlük
götürüyorlarmış. 1.000 metre yukarıdan atılan bombalar mı özgürlük getirecek?. Bu
özgürlük değil, tam bir esârettir. Beşeri sistemlerde (elbise) adâlet, “sâdece
birileri” için adâlettir. Beşeri sistemler, kula-kulluk sitemleridir. Tabî ki; Allah’ın
iktidârı karşısında başkalarının iktidârını desteklemek şirktir. Seyyid Kutub:
“Bugün bâzıları, Dünyâ’yı demokratik yada faşist, sosyâlist veya liberâl
partiler şeklinde bölmektedirler. Oysa İslâm iki partiden başkasını tanımaz:
Hizbullah ve Hizbu'ş-Şeytan. Allah'ın partisi, O’nun yeryüzündeki halifesi
olarak hareket eden ve Dünyâ’yı O’nun hükmü ile yönetenleri temsil eder. Geri
kalan yönetim-sistemlerindeki her türlü farklılığa ve zaman-zaman aralarındaki
çatışmaya rağmen şeytanın partisini temsil ederler. Sonunda kadîr-i mutlak olan
Allah’a karşı gelmek için koalisyon oluştururlar” der.
Tâğutlar, bu ideolojilerin çıplaklılarını gizlemek
için herkesi çıplaklaştırıyorlar. Hem fizîki hem de zihnî olarak. Çıplak
kalanlar diğer çıplaklıklara bir şey diyemiyor. Kendi desteği (oy) ile başa
gelen kişiye ne diyebilir ki?. Fizîken ve zihnen çıplaklaşan kişiler hem bu
ideolojilerin, hem de kendilerinin çıplak olduğunu göremiyor, görenler de korkudan
dolayı bu çıplaklığı dile getiremiyor. Ancak bir “çocuk” yâni fizîken ve
zihnen-kâlben modern elbiseler yâni ideolojiler tarafından kirletilmemiş,
Peygamberimiz gibi “el emin” olan, Allah’tan başkasından korkmayan birine
ihtiyaç var ki bize kralın çıplak olduğunu tüm açıklığıyla ve tüm gücüyle haykırarak
göstersin. Zîrâ biz, modern terziler ve terzilerin bize diktiği
elbiseler-ideolojiler tarafından esir alınmış, mankurtlaştırılmış durumdayız.
Modern Firavunlar bizi câhil ve ezik bırakmıştır. Biz de onların “gücü(!)”
karşısında bu cehâleti ve ezikliği kabûl ediyoruz yada kabûl etmesek de bir
karşılık veremiyoruz. Güç-birliği yapamıyoruz çünkü. Bundan dolayı bir eleştiri-îtirâz-isyân
yükseltemiyoruz. Çünkü elbiseler bizi sıktıkça sıkıyor. Bu sıkılmışlık içinde
sesimiz çıkmıyor ve Firavunlar da bizi istedikleri gibi güdüyorlar:
“Böylelikle
(Firavun) kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten
onlar, fâsık olan bir kavimdi”
(Zuhrûf 54).
Oysa İslâm bize yalın bir gerçeklikten bahseder. İslâm’ın
yalın gerçeği şu sözle ifâde edilir: “Lâ ilâhe illâllah. “İlah yoktur, ancak
Allah vardır”. “Sahte ilahlardan (kral) korkmayın, sâdece Allah’tan korkun”. İşte
bu sözdür, büyük yalan ve aldanışı gösteren. Kralın-sistemin yanlış olduğunu, ortada
bir elbise olmadığını yada elbisenin bize uygun olmadığını haykıran bir sözdür
bu. İşte bu sözü zihnimize ve kâlbimize yerleştirdikten ve sonra da
eleştiri-îtirâz-isyân ile kralın çıplaklığını haykıracağız ve Allah’ın bizim
için seçtiği elbiseyi kuşanacağız. O elbise ki, bizi bu dünyâda her türlü
kötülükten koruduğu gibi, âhirette de korkudan emin kılar ve cennete dâhil
eder. Zîrâ o elbise, gerçek bir elbisedir. Hak bir elbise. Öyleyse; sahte
elbise yoktur, ancak “takvâ elbisesi” vardır.
En yalın ve çıplak gerçek ise şudur: Allah tüm
kralların ve kâinatın yüce Rabbidir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder