12 Ekim 2016 Çarşamba

Fâiz


“Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle yapmazsanız Allah’tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 274-279).

Âyete dikkat edilirse, fâiz alanların “Allah’a ve Peygambere savaş açtığı” değil; kendilerine “Allah’tan ve Peygamber’den bir savaş açıldığı”ndan söz ediliyor. Bu savaş, fâiz alanın mutlakâ kaybedeceği bir savaştır. Allah ve Peygamber ile savaşanın hiç-bir şansı yoktur ve kaybedilen bu savaşta kişi her-şeyini kaybeder. Hattâ Kur’ân’a göre kişi feleğini şaşırır: 

“Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar…” (Bakara 275).

Fâiz almak, bir-çoklarının hayâlini süsleyecek şekilde, çalışıp-çabalamadan bedâvaya bir gelir elde etmek ve bu gelir ile yaşamaktır. Modern insan buna kilitlenmiş durumda. Ah! keşke çalışıp-çabalamadan ve yan gelip yatarak hayâtın tüm zevklerini en üst kalitede yaşayabileceği bir paraya kavuşabilse. Tabi bu en kısa yoldan fâiz ile olur. Kapitâlist-liberâl sistem bu iştahı zirveye çıkaran bir özelliğe sâhiptir. Zenginler zenginliklerini daha da arttırmak için fâiz denen bu şeytâni/tâğûti sisteme kilitlenmişken; fakirler/yoksullar da ezilmişliğin de verdiği sıkıntıyla bu yoldan geçinmenin olasılığını hayâl ediyorlar. Tabi zenginler bunu gerçekleştirebilirken, fakirler çoğunlukla hayâl kurmaya devâm ediyorlar. “Olağan-üstü durumlarda olağan-üstü hukuk geçerlidir” ve “zor oyunu bozar” kurallarına göre, inancı sağlam olmayan fakirlerin böyle bir hayâl kurmaları ve bu-yönde çaba harcamaları “hayâtın ağır yükü böylelikle hafiflemiş olur” düşüncesiyle bir-nebze mâkûl karşılanabilir belki. Fakat zenginler bu yolla edindikleri servetlerini katlamaktan hiç-bir zaman usanmadıkları gibi, “daha da nasıl arttırırım”ın hesâbını yaparak, “fâizin de fâizi” gibi yollara başvuruyorlar. Sonuçta da zamanla, zengin-fakir arasındaki uçurum aşırı bir şekilde genişliyor ve toplum kutuplara ayrılıyor. Nihâyetinde de çeşitli sorunlar/çatışmalar baş-gösteriyor.

İşin ilginç yanı, artık kendisine müslüman/dindar diyen muhâfazakâr kesim de, içlerinde hiç-bir sıkıntı duymadan ve hırsla fâize yönelebilirlerken, bunu daha çok “dolaylı yollardan” uyguluyorlar; (sözde fâizsiz bankacılık, finans kurumları vs. ile). Din ile, adâletle alâkası olmayanların bu hırslarını anlayabiliyoruz. Çünkü onlar “bir daha gelinmeyecek Dünyâ(!)”da hazlarını en yüksek derecede yaşamak istiyorlar. “Sınırsız bir yaşama isteği” felsefeleridir. Fakat “dindar” kesime ne oluyor da gece-gündüz fâiz hesaplarıyla bu kadar rahat uğraşabiliyorlar?. Hem dindar olup hem de fâize yönelmek ve bu yolla kazanç sağlamak meşrû mudur?. Bu sâdece dînî-ilmî bir mesele değil, toplumsal bir meseledir de aynı-zamanda. Gerçi dînî olunca toplumsal da olmuş oluyor. “Balık baştan kokar” sözü gereği, fâiz “Dünyâ gerçeği” olarak söylendiğinde, toplum da tabî bunu mâkûl görmeye başlar ve fâize yönelir. Fakat Allah’ın hiç şakası yoktur ve Kur’ân bu konuda çok sert bir dil kullanır:

“Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alım-satım da ancak fâiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, fâizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez” (Bakara 275-276).

“Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden artakalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından açılmış bir savaşla karşı-karşıya olduğunuzu bilin. Eğer fâizciliğe tevbe ederseniz ana-sermâye sizin olur. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de haksızlığa uğramış olursunuz” (Bakara 278-279).

Fâizin cezâsı, tüm dünyâlık cezâlar gibi kendi türünden olur ve fâiz alanlar bir zaman sonra fâizi kat-kat almak yada vermek zorunda kalırlar. Kişi artık fâizsiz yaşayamaz hâle gelir. Böylece bir cezâ olarak, “fâizin kölesi” olunur.

“Ey îman edenler, fâizi kat-kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz” (Âl-i İmran 130).

Fâizi almak da vermek de günahtır. Zamânımızda, fâiz almayı günah olarak görenlerin çoğu, çok rahatlıkla ev-araba vs. için fâizli-kredi çekip yıllarca fâiz ödemeyi normâl karşılamaya başladı. Fakat bilinsin ki, fâiz vermek daha da günahtır. Çünkü “fâiz sistemini” ayakta tutan şey, “fâiz almak”tan çok “fâiz vermek”tir. Bankalar yada fâizciler, size verdikleri borç paraların fâizi ile bu sistemi yürütürler ve zamanla da büyütürler. Fakat fâiz alanların zamanla artan paraları Allah katında artmaz. O’nun katında artan şey zekâttır. Hem de bu artış katlanarak olan bir artmadır:

“İnsanların mallarından artsın diye verdiğiniz fâiz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızâsını) isteyerek verdiğiniz zekât ise, işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat-kat arttıranlar onlardır” (Rûm 39).

“Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tâne bulunan bir-tek tânenin örneği gibidir. Allah, dilediğine (lâyık bulduğuna) kat-kat arttırır. Allah (ihsânı) bol olandır, bilendir” (Bakara 261).

Fâiz, bereketi azaltır, düşmanlıkları arttırır. Büyük bir zulümdür fâiz. Fâiz, kişiyi Allah yolundan ayırır ve uzaklaştırır. Fâiz, insanların mallarını haksız yere yemenin diğer adıdır. Garibanın, yoksulun, mazlumun ve mâsumun hakkını çalmanın adı ve soyadı fâiz ve “kat-kat fâiz”dir:

“Yasaklandığı hâlde fâiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 161).

Allah fâiz almak yerine şunu tavsiye ediyor:

“Îman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır” (Bakara 277).

“Allah’a güzel bir borç vermek” demek, akrabâya, yakınlara, eşe-dosta, ihtiyaç içinde olanlara “fâizsiz borç vermek” demektir:

“Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat-kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir?. Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Bakara 245).

Fâize karışan asıl tarafların, aracıların ve yardımcı olanların hepsi, Peygamberimiz’in diliyle lânetlenmişlerdir:

İbn Mes’ud şöyle bir rivâyet nakletmektedir: “Hz. Peygamber ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti” (Müslim, ts.: Müsâkât 25; Ebu Dâvud,ts.: Büyû 4; Tirmizî, 2001: Büyû 2; İbn Mâce, ts.: Ticârât 58).

“Resûlullah bizi altını parayla veresiye satmaktan nehyetti” (Buhârî, 1993: Büyû 80).

Ebu Hüreyre’nin naklettiği bir rivâyet şöyledir: Hz. Peygamber buyurdu ki: “İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda fâiz yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı (veyâ tozu) ulaşacak” (Ebu Dâvud, ts.: Büyû 3; Nesâî, 1986: Büyû 2;İbn Mâce, ts.: Ticârât 58).

“Fâiz mahvedici yedi günahtan biridir” buyurmuştur. Burada fâiz; şirk, sihir, kâtillik, yetim-malı yeme, savaştan kaçma ve iffetli kadınlara iftirâ etme suçuyla bir tutulmuştur. (Buhârî, 1993: Vesaya 23; Müslim, ts.: Hacc 144).

Abdullah ibni Mes’ud şöyle dedi: Resûlullah: “Fâiz yetmiş üç kısımdır. En basiti kişinin annesiyle nikâhlanması gibidir. Ve fâizin en kötüsü müslüman bir kimsenin ırzına dil uzatmak gibidir” buyurdu. (Hâkim Müstedrek 2/37. Albânî Sahihu”l-Cami 3533).

Abdullah ibni Hanzala şöyle dedi: Resûlullah: “Kişinin bilerek yediği bir dirhem fâiz, otuz üç zînâdan daha kötüdür” buyurdu. (Ahmed Müsned 5/225, Albânî Sahihu”l-Câmi 3375).

Peygamberimiz Vedâ Hutbesi’nde ise şöyle demiştir:

“Ashâbım!.. Kimin yanında bir emânet varsa onu hemen sâhibine versin. Biliniz ki fâizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım fâiz de Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın fâizidir. Lâkin ana-paranız size âittir. Ne zulmedînîz ne de zulme uğrayınız”.

Fâiz günümüzde tüm Dünyâ’yı kuşatmış durumdadır. Peygamberimiz bunu 1.400 yıl önceden bildirmiş ve bizi şöyle uyarmıştı: “Öyle bir zaman gelecek ki, hiç kimse fâizle uğraşmasa bile tozu isâbet edecek”.

Hz. Ali de şöyle der: “Dînin hükümlerini bilmeden ticârete kalkışan kimse defâlarca fâize bulaşır”.

Uhud Savaşı’ndaki mağlûbiyetin nedeni fâizdi. Çünkü Uhud’da savaşan sahabenin fâiz borcu vardı ve bir-an önce kurtulmak istiyorlardı bu borçtan. Bu nedenle okçular, ganîmeti bir-an önce paylaşmak düşüncesi ve arzusuyla mevkîlerini erkenden terk ettiler ve Hâlid bin Velid’e gün doğdu. Bozgun yaşandı.

Bâzı rivâyetlere göre kız-çocuklarının diri-diri toprağa gömülmesinin bir nedeni de fâizdi. Çünkü Mekke’nin garibanlarının Mekke zenginlerine borçları vardı. Fâiz borcu. Bu zenginler arasında genel-ev işletenler de vardı. Bu fâizciler, borçlarını ödeyemeyenlerin karısını-kızını-kızkardeşini-gelinini fâiz borcuna karşı genel-evlerde çalıştırmak için zorla alıyorlardı. Evin erkeği bu duruma katlanamıyor ve perişân oluyordu. Bu nedenle kızını daha olgunluğa ermeden, bâzen de daha da küçükken diri-diri toprağa gömüyordu. Aksi-hâlde ileride fâizci pezevenklere kaptıracaktı onu. Böylece kızını diri-diri gömerek, aşağılanmış olmaktan görece kurtuluyordu. Kendisine kız-çocuğu müjdelendiğinde üzülmeleri bu kahrolası fâiz borçları nedeniyleydi. Tabi kız-çocuğunun olmasına sâdece borçlu olanlar üzülüyordu. Yoksa durumu kıyak olanların bir-çok kızları vardı. Günümüzde de kız çocuklarının diri-diri “toprağa” gömülmesinin değişik modern versiyonları yaşanmaktadır. Bunu görmek için “ciddî bir bakış” yeterlidir.

Enflasyon oranında fâizin meşrû olduğunu söylendiğinde, bankaların aldığı-verdiği fâizden değil, “fâiz oranından” şikâyet etmiş oluruz. Lâkin enflasyon oranındaki fâiz de “fâiz”dir. Meselâ 1 trilyon para, enflasyon oranını %15 olarak kabûl ettiğimizde ayda 12.000 lira civârında (2019) fâiz getirir. 10 trilyonu olan kişi ayda 120.000 lira alacaksa niçin bir iş yapsın ki?. Tartışılması gereken, enflasyon oranındaki fâizin meşrû olup-olmaması değil, enflasyon diye bir şeyin olmasıdır. Hele ki yüksek enflasyonun olması bir zulümdür.

Hiç-bir şey durduğu yerde çoğalmazken, fâiz sisteminde para çoğalıyor. Gerçek; “fâizin bir Dünyâ geçeği” olduğu değil, fâiz alan kişinin “Allah ve Peygamber ile savaşa tutuşmuş olduğu”dur.

Dikkat edin!; Allah “fâiz almayı” değil, “fâizi” (ribâ) haram kılmıştır. Alma-verme-savunma dâhil, fâizin tamâmı ve her şekli haramdır. Bu bağlamda; “fâize aracılık yapmak” dâhil fâizin her türlüsü haram olduğu için; -zâten çok doğru bir iş olmayan- “kirâ alma” işinde, dükkanlarını fâiz-sistemine göre çalışan bankalara kirâya verenler, fâizi yaygınlaştırmaya destek olmakta ve fâiz-sistemini güçlendirmektedirler. Bu nedenle de fâize bulaşmış olurlar.

Evet; fâiz, Allah’ın lânetlediği şeytan-işi bir pisliktir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder