“Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer
inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle yapmazsanız Allah’tan ve
elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz
sizindir. (böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 274-279).
Âyete dikkat edilirse, fâiz
alanların “Allah’a ve Peygambere savaş açtığı” değil; kendilerine “Allah’tan ve
Peygamber’den bir savaş açıldığı”ndan söz ediliyor. Bu savaş, fâiz alanın mutlakâ
kaybedeceği bir savaştır. Allah ve Peygamber ile savaşanın hiç-bir şansı yoktur
ve kaybedilen bu savaşta kişi her-şeyini kaybeder. Hattâ Kur’ân’a göre kişi
feleğini şaşırır:
“Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın
kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar…” (Bakara 275).
Fâiz almak, bir-çoklarının
hayâlini süsleyecek şekilde, çalışıp-çabalamadan bedâvaya bir gelir elde etmek
ve bu gelir ile yaşamaktır. Modern insan buna kilitlenmiş durumda. Ah! keşke
çalışıp-çabalamadan ve yan gelip yatarak hayâtın tüm zevklerini en üst kalitede
yaşayabileceği bir paraya kavuşabilse. Tabi bu en kısa yoldan fâiz ile olur. Kapitâlist-liberâl
sistem bu iştahı zirveye çıkaran bir özelliğe sâhiptir. Zenginler
zenginliklerini daha da arttırmak için fâiz denen bu şeytâni/tâğûti sisteme
kilitlenmişken; fakirler/yoksullar da ezilmişliğin de verdiği sıkıntıyla bu
yoldan geçinmenin olasılığını hayâl ediyorlar. Tabi zenginler bunu
gerçekleştirebilirken, fakirler çoğunlukla hayâl kurmaya devâm ediyorlar.
“Olağan-üstü durumlarda olağan-üstü hukuk geçerlidir” ve “zor oyunu bozar”
kurallarına göre, inancı sağlam olmayan fakirlerin böyle bir hayâl kurmaları ve
bu-yönde çaba harcamaları “hayâtın ağır yükü böylelikle hafiflemiş olur”
düşüncesiyle bir-nebze mâkûl karşılanabilir belki. Fakat zenginler bu yolla edindikleri
servetlerini katlamaktan hiç-bir zaman usanmadıkları gibi, “daha da nasıl
arttırırım”ın hesâbını yaparak, “fâizin de fâizi” gibi yollara başvuruyorlar.
Sonuçta da zamanla, zengin-fakir arasındaki uçurum aşırı bir şekilde genişliyor
ve toplum kutuplara ayrılıyor. Nihâyetinde de çeşitli sorunlar/çatışmalar
baş-gösteriyor.
İşin ilginç yanı, artık kendisine
müslüman/dindar diyen muhâfazakâr kesim de, içlerinde hiç-bir sıkıntı duymadan
ve hırsla fâize yönelebilirlerken, bunu daha çok “dolaylı yollardan”
uyguluyorlar; (sözde fâizsiz bankacılık, finans kurumları vs. ile). Din ile,
adâletle alâkası olmayanların bu hırslarını anlayabiliyoruz. Çünkü onlar “bir
daha gelinmeyecek Dünyâ(!)”da hazlarını en yüksek derecede yaşamak istiyorlar. “Sınırsız
bir yaşama isteği” felsefeleridir. Fakat “dindar” kesime ne oluyor da
gece-gündüz fâiz hesaplarıyla bu kadar rahat uğraşabiliyorlar?. Hem dindar olup
hem de fâize yönelmek ve bu yolla kazanç sağlamak meşrû mudur?. Bu sâdece dînî-ilmî
bir mesele değil, toplumsal bir meseledir de aynı-zamanda. Gerçi dînî olunca
toplumsal da olmuş oluyor. “Balık baştan kokar” sözü gereği, fâiz “Dünyâ
gerçeği” olarak söylendiğinde, toplum da tabî bunu mâkûl görmeye başlar ve
fâize yönelir. Fakat Allah’ın hiç şakası yoktur ve Kur’ân bu konuda çok sert
bir dil kullanır:
“Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın
kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların:
‘Alım-satım da ancak fâiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi
helâl, fâizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize) bir son
verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize) geri
dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, fâizi
yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez” (Bakara 275-276).
“Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer
inanmışsanız, fâizden artakalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız Allah ve
Resûlü tarafından açılmış bir savaşla karşı-karşıya olduğunuzu bilin. Eğer fâizciliğe
tevbe ederseniz ana-sermâye sizin olur. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de
haksızlığa uğramış olursunuz”
(Bakara 278-279).
Fâizin cezâsı, tüm dünyâlık
cezâlar gibi kendi türünden olur ve fâiz alanlar bir zaman sonra fâizi kat-kat
almak yada vermek zorunda kalırlar. Kişi artık fâizsiz yaşayamaz hâle gelir.
Böylece bir cezâ olarak, “fâizin kölesi” olunur.
“Ey îman edenler, fâizi kat-kat arttırılmış olarak
yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz” (Âl-i İmran 130).
Fâizi almak da vermek de
günahtır. Zamânımızda, fâiz almayı günah olarak görenlerin çoğu, çok rahatlıkla
ev-araba vs. için fâizli-kredi çekip yıllarca fâiz ödemeyi normâl karşılamaya
başladı. Fakat bilinsin ki, fâiz vermek daha da günahtır. Çünkü “fâiz sistemini”
ayakta tutan şey, “fâiz almak”tan çok “fâiz vermek”tir. Bankalar yada
fâizciler, size verdikleri borç paraların fâizi ile bu sistemi yürütürler ve
zamanla da büyütürler. Fakat fâiz alanların zamanla artan paraları Allah
katında artmaz. O’nun katında artan şey zekâttır. Hem de bu artış katlanarak
olan bir artmadır:
“İnsanların mallarından artsın diye verdiğiniz fâiz
Allah katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızâsını) isteyerek verdiğiniz zekât
ise, işte (sevaplarını ve gelirlerini) kat-kat arttıranlar onlardır” (Rûm 39).
“Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği, yedi
başak bitiren, her bir başakta yüz tâne bulunan bir-tek tânenin örneği gibidir.
Allah, dilediğine (lâyık bulduğuna) kat-kat arttırır. Allah (ihsânı) bol
olandır, bilendir” (Bakara 261).
Fâiz, bereketi azaltır,
düşmanlıkları arttırır. Büyük bir zulümdür fâiz. Fâiz, kişiyi Allah yolundan
ayırır ve uzaklaştırır. Fâiz, insanların mallarını haksız yere yemenin diğer
adıdır. Garibanın, yoksulun, mazlumun ve mâsumun hakkını çalmanın adı ve soyadı
fâiz ve “kat-kat fâiz”dir:
“Yasaklandığı hâlde fâiz almaları ve insanların
mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara
pek acıklı bir azab hazırlamışızdır”
(Nîsâ 161).
Allah fâiz almak yerine şunu
tavsiye ediyor:
“Îman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı
dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin
katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır” (Bakara 277).
“Allah’a güzel bir borç
vermek” demek, akrabâya, yakınlara, eşe-dosta, ihtiyaç içinde olanlara “fâizsiz
borç vermek” demektir:
“Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat-kat
arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir?. Allah, daraltır ve genişletir
ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Bakara
245).
Fâize karışan asıl
tarafların, aracıların ve yardımcı olanların hepsi, Peygamberimiz’in diliyle
lânetlenmişlerdir:
İbn Mes’ud şöyle bir rivâyet nakletmektedir: “Hz.
Peygamber ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti” (Müslim, ts.:
Müsâkât 25; Ebu Dâvud,ts.: Büyû 4; Tirmizî, 2001: Büyû 2; İbn Mâce, ts.:
Ticârât 58).
“Resûlullah bizi altını parayla
veresiye satmaktan nehyetti” (Buhârî, 1993: Büyû 80).
Ebu Hüreyre’nin naklettiği bir rivâyet şöyledir: Hz.
Peygamber buyurdu ki: “İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda fâiz
yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı (veyâ tozu) ulaşacak”
(Ebu Dâvud, ts.: Büyû 3; Nesâî, 1986: Büyû 2;İbn Mâce, ts.: Ticârât 58).
“Fâiz mahvedici yedi günahtan biridir” buyurmuştur.
Burada fâiz; şirk, sihir, kâtillik, yetim-malı yeme, savaştan kaçma ve iffetli
kadınlara iftirâ etme suçuyla bir tutulmuştur. (Buhârî, 1993: Vesaya 23;
Müslim, ts.: Hacc 144).
Abdullah ibni Mes’ud şöyle dedi: Resûlullah: “Fâiz
yetmiş üç kısımdır. En basiti kişinin annesiyle nikâhlanması gibidir. Ve fâizin
en kötüsü müslüman bir kimsenin ırzına dil uzatmak gibidir” buyurdu. (Hâkim
Müstedrek 2/37. Albânî Sahihu”l-Cami 3533).
Abdullah ibni Hanzala şöyle dedi: Resûlullah: “Kişinin
bilerek yediği bir dirhem fâiz, otuz üç zînâdan daha kötüdür” buyurdu. (Ahmed
Müsned 5/225, Albânî Sahihu”l-Câmi 3375).
Peygamberimiz Vedâ Hutbesi’nde ise
şöyle demiştir:
“Ashâbım!.. Kimin yanında bir emânet varsa onu hemen
sâhibine versin. Biliniz ki fâizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle
hükmetmiştir. İlk kaldırdığım fâiz de Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın
fâizidir. Lâkin ana-paranız size âittir. Ne zulmedînîz ne de zulme uğrayınız”.
Fâiz günümüzde tüm Dünyâ’yı
kuşatmış durumdadır. Peygamberimiz bunu 1.400 yıl önceden bildirmiş ve bizi
şöyle uyarmıştı: “Öyle bir zaman gelecek ki, hiç kimse fâizle uğraşmasa bile
tozu isâbet edecek”.
Hz. Ali de şöyle der: “Dînin
hükümlerini bilmeden ticârete kalkışan kimse defâlarca fâize bulaşır”.
Uhud Savaşı’ndaki
mağlûbiyetin nedeni fâizdi. Çünkü Uhud’da savaşan sahabenin fâiz borcu vardı ve
bir-an önce kurtulmak istiyorlardı bu borçtan. Bu nedenle okçular, ganîmeti
bir-an önce paylaşmak düşüncesi ve arzusuyla mevkîlerini erkenden terk ettiler
ve Hâlid bin Velid’e gün doğdu. Bozgun yaşandı.
Bâzı rivâyetlere göre kız-çocuklarının
diri-diri toprağa gömülmesinin bir nedeni de fâizdi. Çünkü Mekke’nin
garibanlarının Mekke zenginlerine borçları vardı. Fâiz borcu. Bu zenginler
arasında genel-ev işletenler de vardı. Bu fâizciler, borçlarını ödeyemeyenlerin
karısını-kızını-kızkardeşini-gelinini fâiz borcuna karşı genel-evlerde
çalıştırmak için zorla alıyorlardı. Evin erkeği bu duruma katlanamıyor ve
perişân oluyordu. Bu nedenle kızını daha olgunluğa ermeden, bâzen de daha da
küçükken diri-diri toprağa gömüyordu. Aksi-hâlde ileride fâizci pezevenklere
kaptıracaktı onu. Böylece kızını diri-diri gömerek, aşağılanmış olmaktan görece
kurtuluyordu. Kendisine kız-çocuğu müjdelendiğinde üzülmeleri bu kahrolası fâiz
borçları nedeniyleydi. Tabi kız-çocuğunun olmasına sâdece borçlu olanlar
üzülüyordu. Yoksa durumu kıyak olanların bir-çok kızları vardı. Günümüzde de
kız çocuklarının diri-diri “toprağa” gömülmesinin değişik modern versiyonları
yaşanmaktadır. Bunu görmek için “ciddî bir bakış” yeterlidir.
Enflasyon oranında fâizin
meşrû olduğunu söylendiğinde, bankaların aldığı-verdiği fâizden değil, “fâiz
oranından” şikâyet etmiş oluruz. Lâkin enflasyon oranındaki fâiz de “fâiz”dir.
Meselâ 1 trilyon para, enflasyon oranını %15 olarak kabûl ettiğimizde ayda
12.000 lira civârında (2019) fâiz getirir. 10 trilyonu olan kişi ayda 120.000
lira alacaksa niçin bir iş yapsın ki?. Tartışılması gereken, enflasyon
oranındaki fâizin meşrû olup-olmaması değil, enflasyon diye bir şeyin
olmasıdır. Hele ki yüksek enflasyonun olması bir zulümdür.
Hiç-bir şey durduğu yerde
çoğalmazken, fâiz sisteminde para çoğalıyor. Gerçek; “fâizin bir Dünyâ geçeği”
olduğu değil, fâiz alan kişinin “Allah ve Peygamber ile savaşa tutuşmuş olduğu”dur.
Dikkat edin!; Allah “fâiz
almayı” değil, “fâizi” (ribâ) haram kılmıştır. Alma-verme-savunma dâhil, fâizin
tamâmı ve her şekli haramdır. Bu bağlamda; “fâize aracılık yapmak” dâhil fâizin
her türlüsü haram olduğu için; -zâten çok doğru bir iş olmayan- “kirâ alma”
işinde, dükkanlarını fâiz-sistemine göre çalışan bankalara kirâya verenler,
fâizi yaygınlaştırmaya destek olmakta ve fâiz-sistemini güçlendirmektedirler. Bu
nedenle de fâize bulaşmış olurlar.
Evet; fâiz, Allah’ın lânetlediği
şeytan-işi bir pisliktir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder