“Orada
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde
takdir etti” (Fussilet 10).
Eşitlik; “İki veyâ daha çok şeyin eşit olması durumu,
denklik, müsâvat, muâdelet. Kânunlar yönünden insanlar arasında ayrım
bulunmaması durumu. Bedenî, rûhî, başkalıkları ne olursa-olsun, insanlar
arasında toplumsal ve siyâsî haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu” olarak
târif edilir TDK sözlüğünde.
Eşitlik, “mutlak eşitlik” şeklinde değildir. Mutlak
eşitlik ol(a)amaz. Zîrâ hiç-bir şey mutlak alamda eşit değildir, olamaz da. Çok
hassas makinelerde üretilen ürünler bile mutlak olarak eşit değildir. İki şeyin
mutlak anlamda eşit olması sünnetullaha aykırıdır zîrâ. Doğada da birbirine
mutlak anlamda eşit olan bir-şey gözlemlenemez. Kâinâtın hiç-bir yerinde mutlak
anlamda bir eşitlik söz-konusu değildir. Bahsettiğimiz eşitlik, “mutlak anlamda
bir eşitlik” değil, “doğal olan bir eşitlik”tir. Allah tüm varlık-gruplarını
birbirine eşit olarak yaratmıştır. Meselâ tütün papatyalar eşittir; tüm hamsi
balıkları eşittir; yağmur damlaları eşittir. Uzunluk-kısalık, küçüklük-büyüklük
olarak değil ama, şöyle doğal bir bakışla bakıldığında hepsinde bir eşitlik
göze çarpar.
İşte bunu gibi; İnsanların hiç-biri birbirine
benzemez. Göz renkleri, deri renkleri, konuştukları diller, sesleri,
düşünceleri ve inançları başka-başkadır. Bunda sorun yok. Zaten bu durum hem
bir zenginliktir, hem de tüm bu farklılıklara rağmen “insanlık” anlamında eşittirler.
Hepsi de insandırlar. Bu nedenle insanlar da başta rızık konusu olmak üzere;
kamusal alanda, hak-hukukta, kendisine yapılan davranışlarda da eşit olmalıdır.
Fakat eşit değildir.
Alexis Carrel:
“Toplum insana şahsiyet tanısaydı,
onların eşitsizliğini de kabûl etmek zorunda kalırdı. Her fert, kendi özel
karakterlerine göre kullanılmalıdır. İnsanlar arasında eşitlik kurmaya
çalışarak, çok faydalı olan ferdî özellikleri ortadan kaldırdık. Çünkü herkesin
mutluluğu, kendi çalışma tarzına tam olarak uyum sağlamasına bağlıdır. Ve
modern bir millette çok değişik işler vardır. Demek ki insanları,
farklı-farksız birleştirmek yerine, terbiye ve hayat alışkanlıklarıyla
çeşitlilikleri arttırmalıdır” der.
İtirâz ve hattâ isyân edilmesi gereken şey, insanların-hayvanların-bitkilerin
ve cansız varlıkların farklı-farklı olması değildir ve zâten hiç-kimse de bu
farklılıklardan rahatsız olmaz. Tam-aksine keyif alır. Rahatsız edici olan şey,
insanlar arasında yine insanlar tarafından oluşturulmuş olan “doğal olmayan”
farklılıklardır ki bu farklılıklar modern dönemlerde çok aşırı bir eşitsizlik
oluşturmuştur. İnsanların yedikleri, içtikleri, giydikleri, evleri, arabaları,
okulları, işleri, tavırları, konuşmaları, düşünüşleri, inançları, maaşları çok
farklı olmuş ve eğitim-sağlık-adâlet konularında,bu eşitsizlikten dolayı “adamına
göre muâmele” yapılmaya başlanmıştır. Eşitliğin bozulup da aşırı farklılaşmadan
dolayı birileri çok kolay ve keyifli bir hayat yaşarlarken, büyük çoğunluğun
ise hayatları çok ağırlaşmış ve bu durum bir zulme dönüşmüştür. Toplumun büyük
çoğunluğu onursuz, değersiz, aç-susuz, mahrûm ve mahkûm bir hayat yaşamaktadır.
Bu durum doğal
ve âdil olmadığından, hiç de güzel bir görüntü oluşturmamakta ve hattâ iğrenç
bir manzara ortaya koymaktadır. Lâik, seküler, kapitâlist, liberâl, modernist,
demokratik tâğûti sistemler, hayatları kolay olanları yâni zenginleri daha da
zenginleştirirken, daha lüks bir hayat yaşatırken; büyük çoğunluk olan
diğerlerini ise ya daha zor bir hayat bekler, yada yerlerinde sayarlar. Onların
îtirâz edip isyâna kalkmalarını önlemek için hem “devlet önlemleri” ile hem de
sosyâl-psikolojik önlemler ile toplumu kontrôl edip suskunlaştırmaktadırlar.
Bu adâletsiz ve eşitsiz durumu devletin lîderleri
değiştir(e)mediği ve zâten değiştirmek de istemediği için bir şey değişmiyor. Müslümanlar
ve müslümanların âlimleri ise “sistem”e entegre olduklarından dolayı insanlara,
bu duruma sabredilmesini, ileride her-şeyin düzeleceğini söyleyerek; daha
bağnaz olanlar ise; “kader” ile kandırmaktadırlar ve böylece mevcut eşitsiz
durum gün geçtikçe artarak sürmektedir.
Eşitsizliğin temeli, ekonomik alanla ilgilidir. Ekonomik
eşitsizlik, diğer tüm eşitsizliklerin kaynağıdır. Oysa Allah ekonomi konusunda “mutlak
eşit” olmasa da, “doğal eşitlik”in olmasını ve tüm insanların “benzer gelirlere”
sâhip olmasını ister. Allah bunu Kur’ân’da şu âyetlerle gösterir:
“Orada
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde
takdir etti” (Fussilet 10).
“…Ve
sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı.
Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler.
Şimdi Allah'ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
“…Altını
ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı
müjdele” (Tevbe 34).
“Allah’ın,
bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet
günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı
Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).
“Allah'ın o
(fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve
Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir.
Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan
bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden
sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı
(ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr
7).
Allah, seçtiği Peygamberine vahyederek; “al bu vahyi
insanlara anlat, dağıt” demiştir. “Al bu vahyi insanlara anlat dağıt” demekle,
“al bu parayı insanlara dağıt” demek arasında fark yoktur. Allah insanlara malı
dağıtmayı zenginler, yâni kendilerinde malın teksir-çoğalmış olduğu kişiler
üzerinden yapar. Allah vahyi peygamberler üzerinden, malı da zenginler
üzerinden dağıtır. Sünnetullahın ve imtihanın gereğidir bu.
Eşitlikte insan ayırımı yapılmaz. Allah da böyle bir
ayrım yapmıyor ve Güneş’i herkesin üstüne eşit doğuyor, yağmuru herkesin üstüne
eşit yağdırıyor.
Mahmut Akyol:
“İslâm’i çevreler de “eşitlik” kavramına karşı bir alerji (iticilik)
oluşmuştur. Dahası “İslâm’da ‘eşitlik’ yok ‘adâlet’ var, ‘devrim’ yok ‘diriliş’
var” denilerek komik durumlara düşülmüştür. Kur’ân’da eşitlik kavramı; Adâlet,
Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ kelimeleriyle anlatılmıştır. İnsanın
yaratılmasında “sevâ/tesviye” kelimesi kullanılmıştır. “Biçim verdi, düzenledi,
tam yaptı” sözleri “sevâ” kelimesinden türemiştir.
Hz. Peygamberden hemen sonra zuhur eden “yalancı peygamber”
olayı, insanların eski ekonomik hayatlarına geri dönmek istemelerinin adıdır.
Peygamberimiz Medîne’ye geldiğinde, ilk olarak insanların bahçelerinin
etrafındaki duvarları yıktırmak olmuştu. Ne gariptir ki Peygamberden sonra bu
duvarlar yeniden çekildi. İşte bu iş müslümanlar için yıkılmanın başlangıcı
oldu. Kur’ân’ın eşitsizliğe tahammülü yoktur. Öyle ki, yoksulluk boyutundaki
eşitsizlik “Allah’ın nîmetini inkâr”, açlık boyutundaki eşitsizlikse “Allah’a
ortak koşmak”tır” der.
Allah
yaratmayı eşit yapmıştır-yapar: “Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi
rûhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kâlpler verdi. Ne kadar az
şükrediyorsunuz?” (Secde 9).
Eşitliği sağla(ya)mayanlar, aslında eşit olmayan
meseleleri eşitlemeye çalışırlar. Meselâ en çok da kadın ile erkeği eşitlemeye
çalışırlar ki, bu eşitlenme çabası ancak, kadına zulüm olur. Çünkü kadın
erkekle eşitlendiğinde kadına artı yükler biner.
Eşitlik, rızıkta eşitlik, kânunda-hukukta yargıda
eşitlik, insanlıkta eşitliktir. Allah eşitlikten bahsettiği gibi eşitsizlikten
de bahseder:
“Hacılara
su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve âhiret gününe îman eden
ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız?. (Bunlar) Allah
katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidâyet vermez” (Tevbe 19).
“Mü’minlerden,
özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri
oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaâdetmiştir;
ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).
“Allah,
(kendisine ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiç-bir şeye gücü yetmeyen ve
başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık
verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infâk eden kimseyi örnek olarak
gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu?. Hamd Allah’ındır; fakat onların çoğu
bilmezler” (Nâhl 75).
Allah, ırk-farklılığı ile de eşitsizlik oluşturmasını
kabûl etmez. İnsanlar arasındaki üstünlük sâdece takvâdadır. Irkçılık-milliyetçilik,
kendilerini tüm milletlerden üstün zanneden yahudilerin tüm dünyâya yaydığı bir
fitneden başka bir şey değildir:
Ey
insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve bir-birinizi
tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık.
Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve
servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber
alandır” (Hucûrat
9-13)
Hacda herkes tek-tip kıyâfet giyerek aynılaşır ve
bir-nevî eşitlenir. Bu zâten İslâm’î anlamdaki eşitliğin bir provasıdır. En
büyük eşitleyici ise ölümdür. Fakat ölümden sonra, iyilerle kötüler âdil bir şekilde
ayrılıp cennetlikler ve cehennemlikler olarak eşitleneceklerdir.
Bâzı eşitlikler yanlıştır. Meselâ müslüman ile gayr-ı
müslimlerin eşit olması yanlıştır ve Osmanlı’yı bitiren şey, “gevura gevur
deme”nin yasaklandığı târih olan, 1839 Tanzimat Fermânı’dır. Tanzimat
Fermânı’yla birlikte, müslüman ile gayr-ı müslimleri eşitlenerek, Kur’ân’a
aykırı davranılmış ve “yanlış bir eşitleme” yapılmıştır. İşte bu “güyâ adâlet
gibi görünen” eşitleme ameliyesi, kısa bir zaman sonra, müslümanların aleyhine,
gayr-ı müslimlerin ise lehine “eşitsizlik” olarak tezâhür etmiştir. İlber
Ortaylı:
“1877 Mebuslar Meclisi’nin üçte biri gayr-ı müslim üyelerden oluşuyordu.
Bu 19. yüzyıl için bir devrimdir. Hiç-bir ülkede hâkim dînin dışındakilere
bu kadar yüksek bir temsil hakkı verilmemişti” der.
Dünyâ’da bir eşitlik oluşturulmak
isteniyor. Fakat bu eşitlik, “adâletsiz bir eşitlik”tir. Allah (sınırsızca)
farklı-farklı yarattığında eşitlik; insan (sınırsızca) ayrı-ayrı ürettiğinde
eşitsizlik/adâletsizlik meydana gelir. Kur’ân, Hak-Hakîkat ve Adâlet-Eşitlik
yanındadır. Böyle olunca Kur’ân’ın “birilerinin” tarafında olmadığı ortaya
çıkar. Peygamberimiz ve ilk iki halife de uygulamalarını Kur’ân’ın öngördüğü ve
emrettiği eşitlik ilkesine göre yapmışlardır. Seyyid Kutup ise şöyle der:
“Hz. Ömer’in
siyâseti, Hz. Ebu Bekir’in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını (şeriat
dâhilinde) alıp fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi”.
Demek ki Robin Hood hikâyesinin kaynağı
Hz. Ömer’dir. Tabi Hz. Ömer zenginlerin malını Robin Hood gibi çalmıyordu.
Mutlak eşitlik “doğal” olmadığı için zarar verir. Meselâ
öğretmen-öğrenci ilişkilerinde eşitlik eğitime zarar verir. Herkesin eşit ve
herkesin eşit ölçüde özgür olduğu bir ortamda gençlik nasıl eğitilebilir?. Öğretmen bu koşullar altında tir-tir titrer ve
öğrencilerine yaranmaya çalışır, öğrenciler ise öğretmeni dinlemezler. Ve
üstelik, gençler ileri-geri konuşarak, bilgiçlik taslayarak yaşlılarla
yarışırlar, yaşlılar da gençlerin arasına karışarak can sıkıcı ve bunak
olmadıklarını göstermek istercesine şakalar ve şaklabanlıklar yaparak gençlere
ayak uydurmaya çalışırlar.
Mutlak eşitlik de bir eşitsizliktir. Bizim
bahsettiğimiz eşitlik, dediğimiz gibi; “doğal eşitlik”tir. Aynen doğada olduğu gibi.
Aynen Allah’ın istediği-emrettiği, Peygamberimizin ve sâlihlerin uyguladığı
gibi.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder