“Sizden;
hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran
bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104).
İslâm’a göre, “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker”
yapan, yâni “iyiliği emreden, kötülükten nehyeden (kötülüğü engelleyen) bir
toplum-cemaatin bulunması elzemdir. Allah bu böyle bir toplumun bulunmasını
tavsiye değil, emreder. Çünkü o ideâl cemaat bulunmadığında Dünyâ’nın vay gele
başına!. Aynen günümüzde olduğu gibi, şeytan Dünyâ’da istediği gibi cirit atar.
Tâğutlar istedikleri gibi hükmederler ve insanları mankurtlaştırıp kendilerine kul-köle
ederler. Adâletsizlik alıp başını gider. Zengin-fakir uçurumu artar. Kadın-erkek
rôlleri değişir. Eğitim, sağlık, iş, güvenlik ve toplumdaki tüm kurumlar ifsâd
olur. Herkes çıkarını düşünür ve “gemisini yürüten kaptan” sözü mottolaşır. Peki
neden böyle olur?. Çünkü devleti, bürokrasiyi, devlet kurumlarını, diğer
cemaatleri, insanları uyaracak ve iyiliği tavsiye edecek ve kötülüğü
engelleyecek olan, Allah’ın bahsettiği o özel toplum yoktur. Hayır! diyecek bir
toplum olmadığında, toplumun önde gelenleri müstekbirleşir ve adâletsiz işler
yaparlar ve en sonunda da Firavunlaşırlar. Böyle toplumlarda cemaatler, en
baştakinin yolunda gider ve hattâ onun dînine uyarlar. Hattâ ve hattâ İslâm’ı,
“lîderin dîni”ne uydurmaya çalışırlar. Artık din, başta şeytan olmak üzere;
tâğutlara, ideolojilere, lîderlere, zenginlere, din istismarcılarına,
sermâyeye, nefse uygun hâle gelir-getirilir. Din ifsâd olur ve ortaya çıkan
cemaatler de, bu “yeni din”e göre mevzî alırlar.
Günümüzde yanlışa “hayır” diyen bir toplum-cemaat
yoktur. Zâten Dünyâ’nın ve insanların hâl-i pür melâlinin nedeni de budur. Kur’ân’ın
târif ettiği İslâm cemaati olmadığında yeryüzü böyle çirkef içinde kalmaya
devâm eder. Zulüm ve huzursuzluk ayyuka çıkar. Çünkü barış ve huzur ancak, bahsedilen
özelliklere sâhip bir cemaatin, toplumları uyarıp aydınlatması ve yönlendirmesiyle
ve bir-zaman sonra da İslâm’ın hâkim olmasıyla sağlanabilir. İnsanlar ancak sahih
bir İslâm Devleti olduğunda huzûra ve güvene ulaşabilirler.
Günümüzde böyle bir cemaat bulunmadığı gibi,
cemaatlerin birbirleri ile uğraşmaları ve bu nedenle de birbirlerine düşman
olmaları nedeniyle sahih bir cemaatin kurulamıyor. Bu yüzden Allah Kur’ân’da
şöyle der:
“Ey îman
edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha
hayırlıdırlar..” (Hucurât 11).
Atasoy Müftüoğlu:
“Geçmişi kutsallaştıran geleneksel yaklaşımlar, müslüman kitleleri
eleştirel düşünceden uzaklaştırarak duygusal/psikolojik yöntemlerle kazanmaya
çalışıyor. Müslüman kitlelerin zihin ve rûh-dünyâlarına cemaat lîderleri, yada
politik lîderler el koyarak, kitleleri istedikleri yönde araçsallaştırabiliyor,
kullanabiliyor, sömürebiliyor.
Karşı-karşıya bulunduğumuz gelişmeleri bugün İslâm’i cemaatlerin
yaptıkları gibi epik anlatılarla ve romantik saçmalıklarla geçiştiremeyiz. Kendi
ilgi alanlarını putlaştıran, statükoyu meşrûlaştıran, her-yerde egemen düzene
hizmeti şiar edinen cemaat yapılarıyla toplumsal ve siyâsal bilinç düzeyi
yükseltilemez. Her târihsel dönemin beklentileri, ihtiyaçları, yorumları,
ilgileri, hassâsiyetleri birbirinden kuşkusuz farklı olacaktır. Bir târihsel
dönemin yorum ve yaklaşımlarının bütün dönemler için geçerli olmayabileceğini
unutmamak gerekir. Statükonun bir parçası hâline gelmiş, konumları gereği muhâlefet
edemeyen, eleştiremeyen, hakîkatin ifâdesi olamayan İslâm’i cemaatleri anlamak
ve mâzur görmek mümkün değildir. Statükoya hizmetin bir gelenek hâlini aldığı
toplumlarda eleştiri olamaz” der.
Kur’ân-merkezli değil de modernizm-merkezli olan
cemaatler bireyleşiyor-bireyselleşiyor. Oysa cemaatler birey değil “şahsiyet”
yetiştirmelidirler. Zamâne müslüman cemaatlerin bireyleri, “şahsiyet” olamamış
kişilerden oluşuyor. Bu nedenle “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker”
yapamıyorlar.
Cemaatler mensuplarını câhilleştiriyor. Oysa
aydınlatmaları gerekirdi ve zâten vârolma amaçları budur. Fakat tam-tersine
kitleleri uyutacak anlatılar yapıyorlar ve toplumları câhil bırakıyorlar. Câhil
toplumları kontrôl etmek için dâima yeni mitolojilere ihtiyaç duyulur. Her grup
ve devlet, kendi mitolojisini uydurarak varlığını devâm ettiriyor.
“Şeyh uçmaz mürid uçurur” derler. Hastalıklı
müridler, hastalıklı cemaat-lîderleri üretirler. Hastalık, günahın
dışa-vurumudur. Bir hastalık bâzen, toplumsal günahların bir kişi üzerindeki
görünümü de olabilir. İşte günümüzdeki hastalıklı cemaatlerin-hiziplerin
üyeleri, lîderlerine olmadık vasıflar yükleyerek onları ifsâd ediyorlar ve
bir-sürü hastalıklı lîder ortaya çıkıyor. Bu lîderlerin ve toplumların emr-i
bil mâruf ve nehyi anil münker yapmaları mümkün değildir. Zâten bunu önlemek
görevleri, îtikatları ve amelleri olmuştur.
Toplumda doğru bir şeyden bahseden birisi yada
birileri ortaya çıkınca, bu yozlaşmış cemaatler hemen karşı çıkarak onu
engellemeye çalışıyor. Kendi çirkefliklerinin açığa çıkmasından korkuyorlar.
Cemaatlerin çoğu, çıkarlarına uygun olarak yaptıkları gayr-ı İslâm’i düşünce ve
faaliyetlerden geçinmektedirler. Bir-zamanlar Mekke-müşrikleri ve tüm
zamanların müşriklerinin peygamberlere karşı uyguladıkları tavrı, şimdiki
müşrik cemaatler de şahsiyet-sâhibi olan kişilere ve toplumlara uygulamaya
çalışıyorlar:
“İşte
böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlakâ: ‘Büyücü ve
cinlenmiş’ demişlerdir. Onlar bunu (târih boyunca) birbirlerine vasiyet mi
ettiler?. Hayır; onlar, ‘azgın ve taşkın (tağiy)’ bir kavimdirler” (Zâriyât 52-53).
Bâzen cemaat olarak yanlış bir düşünce ve eylem de ortaya
konulabilir:
“Yoksa bunu
kendilerine saçma-akılları mı emrediyor?. Yoksa onlar azgın bir kavim midir? (Tûr 32).
Cemaatler biraz kalabalıklaşınca ve zenginleşince
ilahlık taslamaya başlarlar. Oysa Allah’ın sınırlarını aşmaya değil bireyin,
kalabalık ve zengin bir cemaatin de gücü yetmez:
“Ey cin ve
ins toplulukları; eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç
yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak ‘üstün bir güç (sultan)’ olmaksızın
aşamazsınız” (Rahmân 33).
Gerçek bir cemaat-topluk, Allah yolunda olunca anlam
kazanır. Allah’ın oluşmasını istediği ve emrettiği cemaat böyle bir cemaattir.
Allah yolunda olmayan topulukların gerçek bir gücü yoktur ve zâten şeytanın ve
tâğutların uşaklığını yapmaktadırlar. Sahih bir cemaat, gücünü şeytan-tâğuttan
değil, Allah’tan alan cemaattir. Böyle olmayan cemaatler Allah korkusuna sâhip
olmadıkları için Allah’tan başkalarından korkarlar ve bu korku onları bir
mü’min gibi değil, bir kâfir gibi davranmaya iter:
“Onlar,
iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir hâlde
savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları
birlik sanırsın, oysa kâlpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen
bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir” (Haşr 14).
Sahih cemaat mensupları, Allah’ın emrettiği şekilde
vahye göre hareket ederler ve maddî ve mânevî yolda hep birlikte hareket
ederler. Meselâ teheccüd namazını dâhil tüm namazlarını birlikte kılarlar.
Allah işte böyle bir toplum ister ve böyle bir toplumu sevdiğini söyler:
“Şüphesiz
Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir binâ gibi saf
bağlayarak çarpışanları sever” (Saff
4).
“Gerçekten
Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde
(namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da
(böyle yaptığını bilir)..” (Müzemmil
20).
Küfür, kimin küfrü olursa-olsun küfürdür ve kâfir kim
olursa-olsun kâfirdir. Kâfir ve küfrü eden “bizden” olunca o kişi “kâfir”
olmaktan ve o şey de “küfür” olmaktan çıkmaz:
“Sizin kâfirleriniz
onlardan daha hayırlı mıdır?. Yoksa sizin için Kitaplarda bir beraat mi var?. ‘Biz,
‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan’ bir topluluğuz’ mu diyorlar?. Yakında o
topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır” (Kamer 43-45).
İslâm toplumlarında, ideâl olanı arayıp
gerçekleştirmektense, mevcut olan’ı “normâl” ve “makbûl” sayma alışkanlığı
oluştu. Bu durum cemaat kavramının ve olgusunun ifsâd olduğunu gösterir. Cemaat
olmak için ille de sayı-çokluğu gerekmez. Hz. İbrâhim gibi tek-başına da cemaat
olunur. Sayı çokluğu şart değildir. Cemaatin bereketi, çözüm-noktasında açığa
çıkar. Fakat cemaatler, yaptıkları modern etkinlikleri, dînî faaliyetler
zannediyorlar. Cemaatler; tek-başına -gücümüz yetmediği için- yapamayacağımız
şeyleri, “birlikte yapma” yerleri olmalıdır. Aksi-hâlde ha bi eğlencedir. Dîne
ve insanlara zulmeden cemaatlere ve hiziplere karşı bir “cemaat” lâzım:
Hizbullah. Şu-anda böylesine bir cemaatin olduğunu söylemek zor. Zîrâ günümüzdeki
cemaatler, “yarı-İslâm’i” topluluklardır.
Mustafa İslâmoğlu cemaat hakkında şunları söyler:
“Evlerin cemaat olmuş hâline mahalle denir. Cemaat olmak kaostan kosmosa
dönmek demektir. Böylece kimse birbirinin yolunu kesmiyor. Kâinatta cemaat
olmayan hiç-bir şey yoktur. Kanser, cemaatten çıkmış olan hücredir. Göçmen kuşlar
cemaat hâlinde uçarlar. Cemaat: Duygu, düşünce, eylem birliğidir. Cemaat, bir
lîder üzerinde ittifâk etmiş insanlar topluluğudur. Cemaat; tek-başına da
olsa hak üzerinde olandır. Cemaat insanın fıtri bir ihtiyâcıdır. Mânevi
bağın oluşturduğu bir inançtır. Kur’ân’da cemaat kelimesi yoktur. Ümmet kelimesi
vardır. Cemaatin tersi cemâdattır. Namazdaki saf düzeni, İslâm’daki cemaatin
görünümüdür. Cemaat; akıllı/şuurlu birlikteliğe denir. Duygu-düşünce-hedef birlikteliğidir.
Otobüs yolcuları cemaat olmaz. Aynı yere giderler ama hepsinde duygu-düşünce
birliği yoktur. Rûh, cemaatin bir sonucudur. Cemaatte bir toplum rûhu oluşur. Cemaatler
bir-araya geldiklerinde toplamından büyük olurlar. Cemaatler; “bu hakîkatlerdendir”
demesi gerekirken, “bu hakîkattir” demeye başlayınca amacından sapmaya başladı.
Cemaat için 4 önemli unsur; kitap,
sünnet, şahsiyetli çekirdek kadro, cemaat. 3 saldırıya 3 savunma sistemi;
bireysele şahsiyetle, zümreye âileyle, topluma cemaatle olur. Namaz ile
ilgili emirlerin hepsinde “çoğul” takısı kullanılmıştır, bu nedenle namaz
cemaatle kılınmalıdır. Cemaate girmeden, imâmete girmeye çalışma!.
Tevbe sırf ferdî değil, cemaat olarak da olmalı. Sorun, “imam yokluğu” değil, “cemaat
yokluğu”dur. Çünkü imam, cemaatten çıkar. İmam’ın çıkması için önce
cemaat gerekli. STK’lar cemaatin yerini tutamaz. Cemaat hak olandır. İsterse
tek-kişi olsun. Allah’ın rahmet nazarı cemaat üzerinedir. Lâiklik anti-cemaatik
bir sistemdir. Bâtıni cemaatler doğunun tabularıdır. En büyük özelliği lîderin
tabulaştırılmasıdır. Sorgulanamaz. Ne diyorsa o. Dialog değil monolog vardır bu
yapıda. Cemaat de değildirler aslında. Cemaat akıllı birlikteliktir. Örgüt
ise akıl ve irâdelerini tek bir kişiye teslim etmiş insanlar topluluğudur.
Cemaat, “akılların saf tutup namaz kılmasına” dayanır”.
Peygamberimizin bir hadisinde cemaat hakkında şöyle
der:
“(Âhir zamanda) cehennem kapılarına dâvet eden
dâvetçiler olacak, kim onlara icâbet ederse onu cehenneme atarlar”. Dedim ki:
“Ya Resûlullah onları bize tavsif et”. Buyurdular ki; “Onlar öyle kimselerdir
ki, (cildleri) bizim cildimizdendir ve bizim dilimizle konuşurlar”. Ben; “Yâ
Resûlullah!, ben buna erişirsem bana (o zamanda) ne yapmamı emredersin” dedim.
O da; “Müslümanların imamına ve cemaatine yapış. Eğer müslümanların bir cemaati
ve imamı yoksa bütün fırkalardan uzaklaş, (açlıktan) bir ağacın kökünü ısırma
derecesine gelsen bile (onların içine girme) ölüm gelinceye kadar böyle devâm
et” buyurdu”. “İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Üç kişi iki kişiden hayırlıdır.
Dört kişi üç kişiden hayırlıdır. Cemaat olmanız gerekir. Muhakkak ki, Allah’ın
(yardım) eli cemaatle berâberdir. Allah azze ve celle ümmetimi ancak hidâyet
üzere cem eder, toplar. Bilin ki, cemaatten uzak duran her kişi ateşe düşer” (İbn
Mâce, Müslim, Ebu Davud ve Ahmed).
Dikkat edilirse Peygamberimiz, Allah’ın Kur’ân’da
târif ettiği gibi sahih bir cemaat olmadığında: “Eğer müslümanların bir cemaati
ve imamı yoksa bütün fırkalardan uzaklaş, (açlıktan) bir ağacın kökünü ısırma
derecesine gelsen bile (onların içine girme) ölüm gelinceye kadar böyle devâm
et” diyor. Demek ki sapık bir cemaatin olmaması, olmasından daha iyidir ve
sapık bir cemaate üye olmaktansa tek-başına hareket etmek daha doğrudur.
Allah Kur’ân boyunca bizi sürekli olarak bir
topluluğa yönlendiriyor ve zâten hitâbını da ferdî bir kişiye değil, bir
topluma yapıyor:
“Ey inananlar,
Allah’tan korkun ve doğrularla berâber olun” (Tevbe 119).
“Ve topluca
Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah’ın size olan nîmetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kâlplerinizi uzlaştırdı. O’nun
nîmetiyle kardeşler hâline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında
bulunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size âyetlerini böyle açıklıyor
ki, yola gelesiniz” (Âl-i İmran 103).
Ramazan Yılmaz:
“Ey îman edenler!”; yüce Allah (cc), îman edenlere seslenince hep çoğul
kullanıyor ve “ey îman edenler” diyor. Tekil olarak, “ey îman eden” diye
seslenmiyor. Bu nedenle birey olarak kalmayın, yüce Allah’a gereği gibi îman
eden mü’minlerle berâber olun. Unutmayınız ki, Allah’ın rahmeti cemaat
üzerinedir; cemaat içinde olmayan bir kimse, yüce Allah’ın rahmetinden
nasiplenemez.
Kur’ân-ı Kerim, müslümanlara hitâbında; “ey îman edenler” ifâdesi ile
“çoğul” olarak seslenmekte ve onları ancak cemaat olarak muhâtap almaktadır. Bu
nedenle, vahyî esaslar doğrultusunda vahdeti sağlamayan müslümanlar, Kur’ân’ın
hitâbına mazhar olamayacakları gibi, aynı-zamanda yüce Allah (cc) katında
sorumludurlar da. Yüce Allah’ın hitâbına muhâtap olmak ve sorumluluktan
kurtulmak isteyen, Tevhîdî esaslara îman eden kimseler, mutlak anlamda vahdeti
oluşturmak ve cemaat olmak zorundadırlar.
Kur’ân-ı Kerim, yüce Allah’ın rahmetinin cemaat üzerinde olduğunu ve
ancak bunların kurtuluşa ereceklerini bildirmektedir. Vahdeti oluşturmayan
müslümanlar, yüce Allah’ın rahmetinden uzak olacakları için, ne yaparlarsa
yapsınlar, kurtuluşa eremeyeceklerdir” der.
Kur’ân’da bahsedilen böyle sahih bir cemaatin oluşması
çok önemli ve de şarttır. Artık böyle bir cemaat oluşunca da mü’minler birbirlerine
kardeş olarak sıkıca kenetlenmeli, bağlanmalıdırlar. Allah böyle bir cemaati
şiddetle uyarır:
“Hepiniz
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini
hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kâlplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı
ve siz O'nun nîmetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş-çukurunun
kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah,
size âyetlerini böyle açıklar” (Âl-i
İmran 103).
Yeryüzündeki nice mazlumlar böylesine sahih bir cemaat
beklemektedirler. Bu mazlumların sahih bir cemaatten beklediklerini ve
istediklerini Kur’ân bize şöyle söylüyor ve bu istek doğrultusunda bu sahih
cemaate şu görevi veriyor:
“Size ne
oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar,
bize katından bir veli (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden
yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).
Belki de böyle sahih bir cemaatin oluşmasını yürekten
arzulayanlar bir-araya gelse, o cemaat oluşabilecektir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder