11 Ekim 2016 Salı

Büyü ve Nazar Gerçek Midir?


“(Mûsâ:) ‘Siz atın’ dedi. (Asâlarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular” (A’raf 116).

 

“İnkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. ‘O, gerçekten bir delidir’ diyorlar” (Kalem 51).

 

Büyü

 

Büyü: “Tabiat kânunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiâsında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad. Efsun, sihir, füsun, (Mecâzi), karşı durulmaz güçlü etki” (TDK).

 

Türklerin büyüye olan bağlılığının arkasında, hâlen izlerini gördüğümüz, eski dinleri-inanışları ve büyük-ölçüde bir büyü-sihir dîni olan Şamanizm vardır.

 

Târih boyunca insanların çekindikleri ve korktukları şeylerden biri de “büyü”dür. Peki ama büyü nedir?. Aslında büyü, “büyülenmek” demektir. İnsanları büyüleyen her-şey “büyü”dür. Bu bağlamda varlığın tamâmı büyü için araç olarak kullanılabilir. Fakat “sözde etkiyi” gösteren şey aslında o şeyin bizzat kendisi değildir. Çünkü büyü için kullanılan o şey sâdece bir nesnedir. Bir gücü de yoktur. Sâdece yaratılıştan gelen bir enerjisi, şekli, kokusu vs. vardır. Nesnelerin kimyâsal anlamda bir zehir yada radyasyon gibi etkilerinden başka olumsuz hiç-bir güçleri ve etkileri yoktur.  

 

Büyü pagan bir eylemdir. Zîrâ büyüde kullanılan nesnelerin bir etkisinin, gücünün ve rûhunun olduğu inanışı vardır büyücülükte. Büyü yapmada kullanılan “şunun kökü, bunun sapı, diğerinin kuyruğu, tozu, suyu, tüyü” vs. tüm malzemeler aslında basit birer eşyâ olmasına rağmen bu malzemelerin bilinmedik gizli bri gücü olduğu vehmedilir ve bir büyü aracılığı ile bir etki oluşturabileceğine inanılır. Bildiğimiz-gördüğümüz şeyler büyü malzemesi olarak kullanıldığı için sanki tılsımlı gibi düşünülür. Aslında hiç-bir gizli ve etkileri ve tılsımları falan yoktur. Allah onları nasıl yarattıysa öyledirler. Bu malzemeler bırakın başkasına etki etmeyi yada zarar-yarar vermeyi, kendilerine bile yararları-zararları olmaz.Tabi bâzı şeylerin gizli değil ama açık etkileri vardır. Uranyum, radyum gibi elementlerde olduğu gibi. Fakat bunların etkileri zâten açıktır ve kişiye özel olmaz.

 

Meselâ büyüde en çok kullanılan “domuz-yağı”, haram kılınmaktan başka bir özelliği olmayan sâdece bir yağ çeşididir aslında. Birisi kapısına domuz-yağı sürüldüğünü gördüğünde, “eyvah bana büyü yapılmış” düşüncesiyle büyüleniyor. Zâten böyle düşünmesi ve endişelenmesi onu etkiliyor. Yoksa domuz-yağı sâdece bir yağdır ve haram olmasından başka “kuyruk-yağı” yada “tere-yağı” gibi yağlardan bir farkı yoktur. O yağın “domuz-yağı” olması ve kapıya-bacaya vs. sürülmüş olması ve de böyle bir şeyin “büyü” olduğunu bilmesi kişiyi etkiler ve sinirlendirir, psikolojisini bozar ve derin düşüncelere sevk-eder. İşte kişi o zaman büyülenmiş olur. Hele ki bir de sevmediği yada düşmanı olan biri varsa.. tamam, “o kesin olarak büyüdür” düşüncesi kişiye hâkim olur ve onu hasta edip yatağa bile düşürür ve belki de kafayı yemesine neden olur. Hâlbuki o etki, “kapıya-bacaya” sürülmüş olan domuz-yağının etkisi değildir. O etki, kişinin, ön-bilgi olarak büyünün ne olduğunu bilmesi ve büyünün etki edeceğine olan inancıdır. Bu şekilde inşâ olan bilinç-altı ve nefsi, ona hemen fısıldamaya başlar: Eyvah!.. Aslında ortada gerçekten etkileyici olan bir şey olmadığından, korkulacak bir şey de yoktur. Büyünün en büyük panzehiri, yapılan büyüyü “takmamak”tır. Dolayısı ile büyü psikolojik bir şeydir ve büyü için kullanılan araçların hiç-birinde kişiyi etkileyecek bir güç yoktur. O şeye istenildiği kadar okunsun-üflensin. Etkilenme, kişinin o şeylerin mutlakâ etkisi olacağına olan inancından kaynaklanan psikolojik etkidir. Büyü için araç olarak kullanılan o şeyin ne olduğunu bilmese yapılan büyüden bir etkilenme olmayacaktır. Zâten büyü, delilere ve çocuklara işlemez. Onlara büyü tutmaz. Zîrâ deliler ve çocuklar büyü için kullanılan araçların ne olduklarını bilmediklerinden büyülenmezler. İşin günah olan tarafı ise, insanları boş şeylere meylettirmek ve zihinlerini bunlarla meşgûl etmektir. Kişi, “büyü”yü kabûl ettiği anda büyü ve büyülenme gerçekleşir.

 

“Ve onlar tutup Süleyman’ın yöntemi sırasında (o dönemin) şeytanlarının uydurduğu yalan ve desîselerin peşine takıldılar. Oysa ki Süleyman küfre sapıp nankörlük yapmadı, aksine o(na düzen kuran) şeytanlar küfre sapıp nankörlük yaptılar: insanlara sihri öğrettiler. Yine (Medîne Yahudileri) Bâbil’li iki güç-sâhibine; Hârut ve Mârut’a verileni izlediklerini (iddiâ ettiler). Oysa o ikisi: ‘Baksanıza!, biz (Bâbil esâretiyle) sınanmaktayız, sakın küfre sapma(yın)!”, demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat (Bâbil’deki düzenbazlar) bu ikiliden kişi ile eşinin arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ne var ki o (Bâbil’li düzenbazlar), Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezlerdi; ama yine de zarar verip yarar sağlamayan şeyler öğreniyorlardı. Doğrusu onlar, bu türden bir alış-verişe giren kimsenin âhirette eli boş kalacağını çok iyi biliyorlardı. Kişiliklerini sattıkları şey ne fenâdır; keşke bunu olsun bilebilselerdi” (Bakara 102).

 

Büyü yâni sihir, âyetin söylediği gibi şeytandandır. Şeytanın bir vesvesesidir. İnsanların şeytandan yada şeytanın uşaklarından öğrendikleri şey, “insanlara nasıl vesvese verildiği”dir. Büyü; vesvesedir, vehimdir, kuruntudur yâni. Büyü, bir şeyi araç olarak kullanarak, onunla karşıdaki kişide sûni bir etki meydana getirmektir.

 

Tanıdığım biri şöyle bir şey anlatmıştı: “Kapımıza domuz-yağı sürdüler. O günden sonra eşimle anlaşamamaya başladık ve bir zaman sonra büyük tartışmalar bile çıktı. Neredeyse boşanma aşamasına geldik”. Bu durumu domuz-yağı ile yapılan büyüye bağlamışlardı. Hâlbuki işin gerçeği şu idi: Babası onu, sevdiği kişiye vermediği için, o da sevdiği kişiye kaçmıştı. Tabi artık babası ile küsmek zorunda kalmışlardı. Fakat babası bu durumu içine sindiremeyince, bir akrabâsına, kızının yaşadığı evin kapısına domuz-yağı sürdürerek büyü yapmıştı. Onlar da o yağı görünce kendilerine büyü yapıldığını hemen anlamışlar ve tabi büyüyü kimin yaptığını hemen çözmüşlerdi. Bu durum evde huzursuzluk çıkararak tartışmaya sebep oldu ve mesele büyüdü gitti. Fakat aslında etki eden şey domuz-yağı değildi. Zâten gergin olan kayınpeder tarafı ile olan gerginliğin artması ve bu durumun, onları sinirlendirmesi ve aşırı bir şekilde kızdırmasıydı. Kızdıkları şey, karşı tarafın kendileriyle uğraşmasıydı. Çünkü karşı taraf onları rahat bırakmıyordu. Yâni büyü zannedilen şey, iki taraf arasındaki düşmanlık ve küslük idi. Domuz-yağı o düşmanlığı körükleyen bir etkendi sâdece. Fakat o etkiyi yapan “domuz-yağı”nın bizzat kendisi değildi. Herhangi bir margarin de sürülse yine aynı etki olacak ve tartışma çıkacaktı zâten. Hattâ birinden bir söz duymaları bile aynı etkiyi yapardı. Demek ki büyü denilen şey aslında bir fitnedir.   

 

Büyü denilen şey, büyülenmedir. İnsanı büyüleyen her-şey büyüdür. İnsanların o şeyden rahatsız olup-olmayacakları, büyü nesnesi olan o şeyin kendilerini olumsuz etkileyip-etkilemeyeceğine bağlıdır. İnsan kendisini rahatsız etmeyen büyülenmelerden olumsuz etkilenmez. O hâlde büyü, “bir şeyden olumsuz etkilenme” demektir:

 

“Mutlakâ: ‘Gözlerimiz döndürüldü, belki büyülenmiş bir topluluğuz’ diyeceklerdir” (Hicr 15).

 

Uykunun da bir büyüsü vardır. Suhr=seher=sihir; hepsi birbirleri ile alâkalıdır.

 

İftirâ atmak da büyü yapmak yada büyülemektir. Kişiye yada bir topluma karşı bir düzen, bir komplo kurmak, o kişiyi yada toplumu büyülemektir. Kitle-iletişim araçları ile topluma çok kolay büyü yapılabilmekte ve toplum büyülenebilmektedir. Modern büyü, özellikle televizyon ve diğer iletişim araçları ile toplumu büyüleyip yanlış yönlendirebilir. Meselâ; birilerini F-16’larla bombalayıp öldürünce onu; “demokrasi getirmek/silah gücü/savunma hakkı” vs. olarak kabûl ettirirlerken; zulme uğramış bir kişinin kendisini (mecbûren) canlı bomba yapıp patlattığında ve karşı taraftan birilerini öldürdüğünde “terör”-“terörist” olarak kabûl ettirebilirler. Ve kendisine “müslüman” diyenlerin büyük çoğunluğu bile buna inanır ve kabûl eder. İşte medya-teknoloji büyüsü budur. Bu oyuna ancak câhiller inanır ve katılır.

 

Modernizm, insanın ve kâinâtın pozitif büyüsünü bozdu ve onu negatif büyü ile büyüledi-büyülemektedir.

 

Târih boyunca insanlar çeşitli ifâdelerle söylenegelen sözlerle büyülenmiş, kandırılmış ve sömürülmüştür. Günümüzde de bu büyü, “demokrasi” sözü ile yapılmakta ve insanlar yine demokrasi büyüsü ile büyülenmekte, kandırılmakta ve sömürülmektedir. Bu büyüyü yapanlar, kendi büyülerini saklamak için, apaçık belgeler ve âyetler olan ve “bir sihir=büyü olmayan” vahyi, sihir=büyü olarak göstermişlerdir, göstermektedirler:

 

“Onlara açık belgeler olarak âyetlerimiz okunduğu zaman, o inkâr edenler, kendilerine gelmiş olan hak için dediler ki: ‘Bu, apaçık bir büyüdür” (Ahkâf 7).

 

Bunu yapmalarının nedeni, kendi sistemlerinin-dinlerinin devâm etmesini sağlamak ve hak dîni blôke etmektir. Bunu, elçilere iftirâ atarak onları sihirbaz=büyücü gibi göstererek yaparlar:

 

“Dediler ki: ‘Bunlar her hâlde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dîninizi) yok etmek istiyorlar” (Tâ-hâ 63).

 

Mûcize büyü değildir. Allah’ın, peygamberleri aracılığı ile ortaya koyduğu olağan-üstü şeylerdir. Biz mûcizenin mâhiyetini mutlak anlamda idrâk edemeyiz. Fakat mûcizelerin sihir=büyü olmadığını anlayabilecek kapasitede olanlar hemen îman ederler. Çünkü onlar illüzyon ile mûcize arasındaki farkı ânında anlarlar:

 

 “Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hîlesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar: ‘Hârûn’un ve Mûsâ’nın Rabbine îman ettik’ dediler” (Tâ-hâ 69-70 ).

 

Kitleleri büyüleyenler, onları aşağılayarak ve kendilerini büyük, halkı ise küçük görerek ve göstererek büyülüyorlar. Halk bir-zaman sonra bu durumu kabûl edip inanmaya başlıyor. Çünkü kendisi ile tâbi oldukları kişileri kıyaslayınca aradaki aşırı farkı görüyorlar ve büyüleniyorlar:

 

“Böylelikle Firavun kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).

 

Kur’ân bir büyü=sihir değildir. Peygamberimiz de bir büyücü ve sihirbaz değildir. Büyünün ve sihrin gücü, Peygamberimiz gösterdiği “örnekliği” göstermeye yetmeyeceği gibi; vahiy de sihrin=büyünün çok ötesinde bir olaydır.

 

Büyüyü, daha doğrusu büyülenmeyi bozmanın en etkili yolu, “felak” ve “nas” sûreleridir. Hattâ bu sûreler büyüye karşı koruyucudurlar.

 

Velhâsıl kelam; büyü diye bir şey yoktur. Büyü, insanın, kendisine yapılan bir fitneyi-vesveseyi kabûl edip onun etkisi altına girmesidir. Bu etki sebebiyle de sorunlar yaşamasıdır.  

 

Nazar

 

Nazar: “Bakış, bakma, göz atma. Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke, hattâ cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcı ve öldürücü güç” (TDK).

 

“İnkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. ‘O, gerçekten bir delidir’ diyorlar” (Kalem 51).

 

Nazarın yâni bakmanın da aslında direkt olarak  bir etkisi yoktur, olamaz. Çünkü göz, görmeye yarayan bir organcıktır sâdece ve onun gerçek bir etkisi yoktur. Tabî ki çok güzel gözler vardır ve güzellik anlamında etkileyicidir. Nazarın etki etmesi, iki kişi arasında gerçekleşen olumsuz-çirkin bakışmadan kaynaklanan negatif elektriklenmeden kaynaklanır. Kişinin irrite olmasıdır. Ortam bir-anda negatif elektrikle dolar ve hassas insanlar bu negatif elektrikten hemen etkilenebilirler. Bu negatif elektrik, insanın vücut elektriğine etki ederek akışını bozar ve kişi bu nedenle rahatsız olur. Uyku hâli, odaklanamama gibi sorunlar baş gösterir. Bunlar aslında biraz da, karşıdaki kişinin pis-pis bakışından kaynaklanan sinirden ve gıcık olmaktan dolayıdır. Aynı kişi aynı gözlerle ona gözlerinin içi gülerek baksaydı böyle bir sorun olmayacaktı. Demek ki nazar, göz ile değil, bakışın vermiş ve söylemiş olduğu sözlerin psikolojik-mânevi etkisi ile ilgili bir durumdur.

 

Bir-keresinde bir ortamda vahye tam aykırı bir konu (tasavvuf) hakkında konuşma yapan birine pis-pis bakınca, adam çok rahatsız olmuş ve ben oradan gidince, birlikte oraya gittiğim arkadaşıma; “kimdi o ya!, ne biçim bakıyor öyle; söyle ona da bir daha gelmesin buraya” demiş. Çünkü ben gözlerimle konuşmuş ve ona “yalancı şerefsiz” demiştim. Gözlerin birbiriyle konuşmasıdır nazar. Her zaman da kötü bir diyalog olmaz tabi. Bâzen de bir sevgi oluşturur ve bir âilenin doğmasına neden olur. “Gözler kâlbin aynası” olduğundan, aslında nazar, kâlpten geçenlerin göz yoluyla karşı tarafa iletilmesidir.   

 

Nazara karşı takılan nazar-boncuğunun gerçek bir gücü yoktur. Onun etkisi sâdece, karşıdaki kişinin size değil de, nazar boncuğunun dikkat çekici renklerinden dolayı gözün ona kaymasıyla, olumsuz olacak bir bakışın sizin üstünüzden sekmesine neden olmasıyla olur. Tabi bu ille de nazar-boncuğu ile olacak diye bir şey yoktur. Kralların-pâdişahların başlarındaki tâc ve kavuklardaki göz-alıcı mücevherler de böyledir. Karşıdaki kişi kralın-pâdişahın direkt olarak gözlerine değil de o mücevhere odaklanır ve böylece kral-pâdişah o nazardan (kötü bakıştan) kurtulmuş olur. Nazar-boncuğunun çarpıcı renginden dolayı değil de direkt kendisinde bir etki olduğunu düşünüp onu kendi üstüne yada eve, arabaya, işyerine asarak ondan bir koruyuculuk beklemek günah ve hattâ şirktir.

 

Bâzı kişilerin nazarı çok değiyorsa, o zaman nazarı değen kişi, istediği kişiyi istediği zaman olumsuz olarak etkileyip, yıkıp-devirebilir mi?. Böyle bir şey olacak olsaydı, ortalıkta nazardan dolayı perişân olmuş sayısız insan görürdük.

 

Peki birbirlerine baka-baka âşık olanlara niye nazar değmiyor?. Çünkü sürekli olarak birbirlerine bakıyorlar. Yoksa tüm âşıklara nazar mı değmektedir ve aşk denilen şey bir nazar mıdır?. 

 

Bu nazar denilen şey en çok da kadınlara ve çocuklara değiyor. Peki neden?. Kanımca, kadınlar gittikleri gün ve dâvetlerde bol miktarda pasta-börekleri, çayları-kahveleri yiyip-içiyorlar ve daha akşamında ağırlaşmaya başlıyorlar. Çünkü mîdeler şişiyor ve tansiyonlar yükseliyor. Bu da onlarda bir sıkıntı doğuruyor. Bu sıkıntıyı kendilerine değil de başkalarına yüklemek istedikleri için “o kişinin nazarı değdi” diyor. Günlere ve dâvetlere gidip orada hamur işlerini ve tatlıları bol-bol yiyorlar, akşam olunca da ağırlaşıyorlar. “Bana nazar değdi, oradaki kadın dik-dik bana bakmıştı, herhâlde onun nazarı değdi” diyorlar. Hâlbuki aşırı karbonhidrattan kaynaklanan bir ağırlıktır o.

 

Yine çocuklara çok nazar deyiyor. Çünkü çocuklar gittikleri parklarda terliyor, ter üstlerinde kuruyor. Parklarda bulunan oyuncaklarda, herkesin ayakkabılarıyla bastıkları yerlere ellerini değiriyorlar ve sonra ellerini ağızlarına sokuyorlar. Sonuçta da mikrop, virüs ve bakteriler vücutlarına giriyor ve onları hasta ve huzursuz ediyor, en azından bir rahatsızlık oluşturarak olumsuz etkiliyor. Anneler de çocuklarının bu hâllerinin nedeninin, “parkta nazar değmiştir” olarak yorumluyorlar.

 

Erkeklere pek nazar değmez. Çünkü işlerinde-güçlerindedirler ve nazar değecek bir zaman ve fırsat yoktur. Erkekler sâdece, kedilerine pis-pis bakan kişilerden rahatsız olurlar. Fakat bu “nazar” değil, gıcık bakışın vermiş olduğu rahatsızlıktır.

 

Körler nazardan etkilenmezler, çünkü o “pis bakışı” görmezler. Dolayısıyla görmeyince gıcık da olmazlar ve böylece etkilenmemiş olurlar.

 

Allah da nazar eder ve Allah’ın rahmet nazarı “cemaat” üzerinedir. Mustafa İslamoğlu: “Kâlbiniz sizin en değerli yerinizdir. Çünkü Allah sürekli oraya nazar eder” der.

 

Peygamberimiz: “Hoşa giden bir şeyi görünce, “mâşâallah, la kuvvete illâ billah” denirse o şeye nazar değemez” buyurmuştur (Beyheki, İbni Sünni).

 

Büyü ve nazar muhabbetlerini düşünenler, konuşanlar ve yayanlar genelde kadınlardır.

 

Büyü ve nazarın direkt bir etkisi yoktur, olamaz da. Psikolojik bir etki vardır ki bu etki, büyüye ve nazara mâruz kalan kişinin, büyü yapanlara ve nazar edenlere sinir olması ve bu nedenle morâlinin bozulmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle büyü yapılanlar ve nazara mâruz kalanların büyü ve nazardan etkilenmesi için akıllı bir varlık olması gerekir. Akıllı olmayan varlıklara ve henüz aklî olgunluğa gelmemiş olanlara yada akıldan yoksun olanlara ne büyü etki eder ne de nazar değer.

 

İnsanlar başlarına gelen olumsuzlukları, kendi fiziksel yâhut zihinsel bozukluklarına değil de, büyüye, nazara ve bu bağlamda cinlere bağlarlar. Oysa Kur’ân, cehâletin hâkim olduğu tüm zamanlarda ve mekânlarda, insanların varlığına inandıkları ve yerine göre kendilerinden yardım dilendikleri, yerine göre korktukları cinlerin, büyünün ve nazarın düzmece ve asılsız olduğunu îlân etmektedir: Bu durumda, Allah’ı bırakıp yakınlık (sağlamak) için edindikleri ilahlar, onlara yardım etselerdi ya!. Hayır, onlar, kendilerinden kaybolup gittiler. Bu (yalancı ilahlar ve onlara yükledikleri), onların yalanları ve uydurduklarıdır” (Ahkâf 28).

 

Sonsöz: Büyü ve nazar bâtıl inançlardır. Felâk ve Nas sûreleri, büyü ve nazar denilen olumsuz ve sinir bozucu durumlara karşı mükemmel rahatlatıcı sûrelerdir. Bu gibi durumlarda Allah’a sığınıldığı için daha baştan büyüye ve nazara karşı “kalkan” vazîfesi görürler.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder