“Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda
harcamayanlar... Onlara acı bir azâbı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem
ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla
dağlanacak (ve:) işte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır;
yığıp-sakladıklarınızı tadın (denilecek)” (Tevbe 34).
Kur’ân boyunca servet ile
ilgili ifâdeler sürekli olarak “olumsuz anlamda” kullanılmıştır. Yâni
birilerinde servetin birikmesi ve tekelleşmesi hoş karşılanmamıştır. Zîrâ servetin
bir-kaç kişide olması ve birikmesi, diğerinde çok az olması ve hattâ hiç olmaması
anlamına gelir ki, bu durum toplumda bir eşitsizliğin, adâletsizliğin ve
çeşitli uçurumların oluşmasına neden olacağından, toplum kendi arasında barış
içinde yaşayamaz. Böyle bir toplum içinde bir “kardeşlik” kurulamaz ve fitne
büyür gider ve hem her türlü ahlâksızlık hem de her türlü uçurum giderek açılır
ve önü alınamaz çatışmalar baş gösterir. Yâni toplumda bir nifak başlar. Zîrâ
infak yoktur ve infâkın sonucunda ekonomik bir adâlet oluşmamıştır. “İnfâk
olmadığında nifak olur” sözü gereğince toplum bozulmaya yüz tutar.
Şeytan biriktiricidir. Bilgi
biriktirmiştir, kibir biriktirmiştir. Bu birikimdir onu kibirli yapan. İnfâk
etmeyen şeytan bu yüzden Âdem’e secde etmemiştir.
Eskiden biriktirmek insanlar tarafından hoş
karşılanmaz ve kötü-yanlış görülürdü. Zîrâ biriktirilen mal yada şey,
“paylaşılmayan mal yada şey”dir. Bu bakımdan bu kişiler cimri-bencil olarak
görülür ve toplum tarafından dışlanırlardı. Biriktirme, kapitâlizm ile birlikte
başladı. Kapitâlizm, biriktirmeyi bir “araç” için değil de “amaç” için yapan
sistemin adıdır. Kapitâlizm bir dindir ve bu dinin en büyük ibâdeti “para-mal
biriktirmek”tir. Kapitâlizm bir “biriktirme dîni”dir. Oysa İslâm’a göre birikim
ve harcama sâdece “ihtiyaç” içindir. Bâzen
güzellik (tahsiniyyat) için olsa da genelde zorunlu olan ihtiyaçlar için olur.
İslâm’da “ihtiyaçta zarûret fıkhı” vardır çünkü.
Kapitâlizm bir biriktirme
sistemidir. İslâm’da amaçsız biriktirmek yasaktır. Kur’ân biriktirmeyi şu
âyetleriyle yasaklar:
“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki:
ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki
düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne
verdiği fey; Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara,
yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve
servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın.
Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan
sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli
olandır” (Haşr 7).
İhtiyaç fazlası fazla malın elden
çıkarılarak verilmesinin en iyi örneğini Ensar’da görüyoruz. Ensar, Medîne’deki
fazla arâzilerini muhâcirlere vermek üzere Peygamberimize bağışlamışlardı. Zâten
onlar evlerini de aylarca muhâcirlerle paylaşmışlardı.
“İhtiyaçtan arta-kalan” şey
verildiğinde bir birikimin olması mümkün değildir. Biriktirmek aynı-zamanda “cimrilik”
demektir. Cimrilik ise güvensizliği berâberinde getirir. Bu “güven yokluğu”,
îmandaki bir zaafının netîcesidir. Dolayısı ile Allah’a ve âhiret-gününe güçlü
îmânı olmayanlar cimrileşirler ve bu nedenle de mallarını hiç-bir zaman bir
yerlerde kullan(a)mazlar. Onlar, sürekli bir birikimlerinin olmasını ve
günden-güne o birikimin artmasını isterler. Hattâ bir nedenle o birikimde bir
azalma olacak olsa çok rahatsız olurlar ve Dünyâ başlarına yıkılır. Onlar artık
“biriktirdikleri” olmuşlardır. Biriktirdikleri onları yönetmekte ve gütmektedir.
Allah bir yanlışın-günahın
cezâsını Dünyâ’da kendi türünden verir. Biriktirmenin cezâsı “daha fazla
biriktirmek”tir. İhtiyaçtan arta kalanı infâk etmeyip de onu biriktirenler,
artık sürekli biriktirmek zorunda kalarak biriktirmenin nesnesi olurlar. “Varlık
içinde darlık çekmek”, ihtiyaç dışında biriktirip duranlara Allah’ın bir cezâsıdır.
Artık kişiler biriktirme-merkezli düşünürler, konuşurlar ve hareket ederler.
Bir arkadaşım bana bir zamanlar; “Kur’ân’da ‘veririm ama yedirmem’ diye bir âyet
var mı?” diye sormuştu da çok gülmüştüm ve böyle bir âyet olmadığını
söylemiştim. Fakat bu söz âyet olarak değil de, biriktirmenin bir cezâsı ve
sonucu olarak geçerlidir. İhtiyaçtan fazlasını isteyip duranlara Allah
yedirmeyeceği mal verir.
Biriktirmenin yan-etkisi
“daha çok biriktirmek”tir. Allah verdikçe kişi daha fazlasını ister. Çünkü bir
îman-güven sorunu vardır ve biriktirmek insanın gözlerini kör ettiğinden dolayı
âyetler onu uyarmada etkili olmaz:
“Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu
adam)ı Bana bırak; ki Ben ona, alabildiğine çok mal (servet) verdim. Göz-önünde
hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim. Sonra,
daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). Hayır; çünkü o,
Bizim âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır” (Müddesir 11-16).
Sophokles, Antigone adlı
ünlü oyununda şunları yazar: “Çünkü insanoğlunun hiç-bir îcâdı para kadar
kötülük saçıcı değildir. Ülkeleri harap ve yerle-bir eden odur: Dessaslığı
öğreterek mertliği bozar ve böylece asil ruhları fenâlığın iğrenç yoluna saptırır.
İnsanları her türlü hîleye baş-vurdurur ve onlara her günahı işletir”.
Marx: “Paranın-malın, hiç-bir
şeye saygısı yoktur, en kutsal da dâhil” der.
Biriktirenler aynı-zamanda
bir kibre de sâhip olurlar ve yersiz gururlara kapılırlar. Hattâ biriktirme
belli bir seviyeye gelince, biriktiren kişi kendisi kadar biriktiremeyenlere
yada biriktirmemiş olanlarla alay eder ve karşısındaki kişiyi “ezik” görmeye
başlar, tabî ki kendi ezikliğine ve rezilliğine bakmadan:
“…Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki:
“Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan-sayısı bakımından da daha
güçlüyüm” (Kehf 34).
“Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle
alay eden her kişinin vay hâline; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça
sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze 1-3).
“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi
tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize
(kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).
İnsan sürekli mal ve evlat
biriktirir ama Allah Kur’ân’da diyor ki:
“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir
fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır” (Enfâl 28).
“Ey îman edenler!, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi
Allah’ı zikretmekten tutkuya kaptırarak-alıkoymasın; kim böyle yaparsa, artık
onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Münâfikûn 9).
Çocuklara daha doğru-düzgün konuşmaya
bile başlamadan alınan “kumbara”lar bir “biriktirme” araçlarıdır. “Biriktiren
insan yetiştirme tuzağı”dır kumbaralar.
Eskiden çocuklar
oyuncaklarını kendileri yada babaları-anneleri yapardı, “bebek” ve “araba”
şeklinde. Şimdiki çocuklara “hazır oyuncak”lar sunuluyor ve bu oyuncaklar birikiyor
da birikiyor. Emeksiz sâhip olmak biriktirmeyi kışkırtıyor. Biriktirilmiş
olanın gerçek bir değeri olmuyor. Biriktirilen şey “kullanılmadığı için” insan
ona gerçek bir değer vermiyor. Bu nedenle çocuklar büyüdüklerinde oyuncaklarını
hatırlamıyorlar. Oysa oyuncaklarını kendileri yapanlar, o oyuncakları hayatları
boyunca unutmuyorlar. Yine çocuklar biraz büyüdüklerinde atari-bilgisayar
oyunlarıyla ilgileniyorlar ve bu oyunlar tamâmen biriktirmek ile ilgili. Puan
biriktirme, altın biriktirme, can biriktirme vs. vs. Biriktirmek artık kişinin
dîni hâline geliyor. Hayâtı boyunca biriktiriyor.
Harca(ya)mayacakları kadar mal
biriktirmek, mal biriktiren kişilerin bir zaman sonra “dinleri” (gittikleri
yol) hâline gelir. Biriktir(e)mediği yada bir nedenle birikimini sonuna kadar
tükettiğinde onlar için sıkıntılı bir hayat başlar. Böylelerinin bir kenarda
birikimleri olmadığında yüzlerinin gülmesi mümkün değildir. Bu bir çeşit mânevi
ve hattâ fizîki bir hastalıktır.
Biriktirmenin zıddı, “sonuna
kadar dağıtmak” değildir. Ölçülü harcamak ve ihtiyaçtan fazlasını infâk
etmektir. Biriktirmeyeceğim diye de malı çar-çur etmek yada sonuna kadar infâk
etmek doğru değildir. Kur’ân bu konuda bizi şöyle uyarır:
“Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de
açık tutma!. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın” (İsrâ 29).
Para kazanma/biriktirme
hırsıyla çabalamanın bir sonu yoktur. İnsan Dünyâ’nın sâhibi olsa, bu sefer de dönüp
Ay’a ve yıldızlara gözünü diker. Bu yola müptelâ olmuş insanlar bir-zaman sonra
delirerek “şeytan çarpmış”a dönerler. Atasoy Müftüoğlu:
“Konformist bir kültür/toplum, her durumda hiç-bir
risk içermeyen yolları seçer. Bunun içindir ki, bu-gün, İslâm’ı ancak soyut
duyarlılıklar biçiminde temsil etmeye çalışıyoruz. Aşırı tüketim, lüks tüketim,
servet biriktirme, müslümanlar için de statü tezâhürü hâline gelmiştir. Servet
biriktirmek, bir statü konusu olmaktan çok bir patoloji konusudur. Servet
biriktirmekten ibâret bir hayat-tarzı, “servete tapmak” demektir” der.
Bilgi biriktirmek de bir tür
biriktirmektir. Şeytanın bir bilgi-birikimi netîcesinde secde etmediğini
unutmayalım. Birikimler, “secde etmeyi” engelliyor demek ki.
Bilgi biriktirmek de bir
hastalıktır. Niçin o kadar çok bilgi biriktiriliyor?. Ortalık bilgi-çöplüğüne
dönmüş durumda. Ey bilgi biriktirenler!; ne yapacaksınız ki biriktirdiğiniz o
bilgileri?. Nerede kullanacaksınız?. O bilgiler hayâta yansıtılmadıkça beş para
etmez. O hâlde bilginin infâkı, hem onu birileri ile paylaşmak hem de hayatta
görünür kılmaktır. Biriktirilmiş bilgi bir işe yaramaz-yaramıyor. Eyleme
geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz. Amele-eyleme geçmemiş bilgi, ha bi
eğlencedir. Oyun ve oyalanmacadır. Ey sürekli bilgi biriktirenler!; yapılan
onca birikimin amacı ve hedefi ne?. Ne için bu çabalar, koşuşturmacalar?.
Derdiniz ne?. Bir hedefiniz var mı?. Sonunda ne yapacaksınız?. Ulaştığınız ve
biriktirdiğiniz bilgileri, yazdığınız kitapları, kaydettiğiniz konferansları-konuşmaları-dersleri
vs. nerede kullanacaksınız?. Bunları sâdece yazmış-konuşmuş-söylemiş olmak
Allah’ın ve Kur’ân’ın bir emri ve Peygamberin örnekliği midir?. Bilgi
biriktirme anlamındaki çalışmalarınız dünyâ-çapında bir yaraya merhem oldu mu-oluyor
mu?. Pratik anlamda, ıslah anlamında bir sonuca ulaşılmış mıdır?. Meselâ Kur’ân’ı
komple tefsir ederek, bu tefsiri haftalık dersler şeklinde bir-kaç senede
bitirdikten sonra ne yaptınız?. Tekrar başa dönüp tekrar tefsir etmeye neden
başladınız?. İlk tefsirde anlayamadınız mı?. “Kur’ân’ı yeniden okumak” mı?. Ne
olacak ki yeniden okuyunca?. Ne değişecek?. Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle
bir beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın “Kur’ân’ı okuyup harekete
geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey yapmadan sürekli okuma
kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme ve eylemde olma
kılavuzudur. Kur’ân bilgisini biriktirmek de bir çeşit biriktirmedir. Onu ancak
hayatta görünür kılmakla bu birikim bir işe yarayabilir.
Biriktirilen şey her zaman
para olmayıp; hevâ ve heves, tutku ve “sanal tatminler” de olabiliyor. Fatma
Barbarosoğlu:
“Bizim yaşamak değil, biriktirmek hastalığımız var.
Para, şöhret biriktiremeyenler tâkipçi biriktiriyor. Eskiden ‘sen benim kim
olduğumu biliyor musun’ efelenmesi vardı. Şimdi ‘sen benim kaç bin/yüz
bin/milyon tâkipçim olduğunu biliyor musun’ efelenmesi var” der.
Dünyâ’nın en büyük sorunu
“biriktirme” sorunudur. Bu biriktirmenin bir çeşidi de “silah biriktirme”dir.
Fakat bu birikimde bir fark var ki; biriktirilen bu silahlar bâzen caydırıcı
güç olarak bulundurulsa da, genelde mâsum ve mazlumların başlarına boca
ediliyor ve nice mazlûmiyetler yaşanıyor. Mallar infâk edilmeyince, -tâbir-i
câizse- silahlar-bombalar infâk ediliyor. Fakat silahla yapılan infâk,
birilerinin yüzünü güldürmüyor, gözleri sürekli yaş ve acı içinde
bırakıyor.
Peygamberimiz: “Elinizde
kullanmadığınız 4.000 bin dirhemden fazla para tutmayın, ateştir” der.
Bir insan belli bir miktar
paradan fazlasını ne yapar?. Meselâ diyelim ki 4 kişilik bir âile var.
Kişi-başı yıllık 4.000 dirhem, yâni
yaklaşık 24.000 TL eden bir para var. Bu para aylık kişi-başı 2.000 TL
civârındadır. (4.000 dirhem=12 kg gümüş=24.000 TL). Bu 2.000 lirayı âile 4 kişi
olduğu için 4 ile çarparsak aylık 8.000 lira eder. Bu gelir âilenin sağlam ve
geniş bir ev; kullanışlı ve dayanıklı eşyâlar; bir de yolda bırakmayacak sağlam
bir arabayı bir-zaman sonra alabilecek bir gelirdir. Bu temel-ihtiyaçları
edinene kadar dikkatli bir harcama yaparak artan parayı biriktirmekte mahzur
yoktur. Bu hedefe ulaşılmış olduğunu ve babanın, yukarıda bahsettiğimiz
aylık 8.000 lira geliri olduğunu kabûl ederek konuştuğumuzda; bu âile8.000 lira
tutarındaki bu parayla ne yapamaz?. Neyden mahrum kalırlar?. Çok-çok a-normâl
bir durum yoksa bu parayla en iyi şekilde geçinebilecekler, zekat/sadaka/hayr
anlamında infaklarını bile bu parayla yapabileceklerdir. Bu miktardaki para tüm
bu şeyleri yapabilecek mâkûl miktarda bir paradır. Bu nedenle bu miktardan daha
fazla olan parayı en fazla üç-gün içinde infâk etmeleri gerekir. Aksi-hâlde
Peygamberimizin dediği gibi “ateş” olur. Zâten bir âile bu paradan daha fazla
olan bir geliri ancak ve ancak isrâf ederek tüketebilir.
Peygamberimiz, ticârî bir malı pahalanması gâyesiyle stoklayıp
piyasaya arzını geciktirmeyi (ihtikâr)
yasaklamıştır. Çünkü bu, fiyatların sûnî bir şekilde yükselmesine ve
normâl piyasa seviyesinin üstüne çıkmasına yol açmaktadır. Ele geçen paranın
piyasaya sürülmeyip de elde tutulup biriktirilmesini yasaklar ve der ki:
“Kim bir akar veyâ ev satıp da parasını onun
benzeri bir şeye yatırmazsa, onun bereketini görmemeye müstehak olmuştur” (İbn Mâce, II, 832).
Hem, “cennet” varsa ihtiyaçtan fazlasını
biriktirmeye ne gerek vardır?. Mustafa İslamoğlu:
“Cennetteki nîmetleri tasavvur edemeyenler biriktirmeye
giderler” der.
En iyi birikim herhâlde takvânın birikimidir.
Ne de olsa üstünlük takvâdadır. O hâlde ey müslümanlar!; mal-mülk biriktirme
takvâyı azaltır. O hâlde mal-mülk değil, takvâ biriktirin.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder