12 Ekim 2016 Çarşamba

Biriktirme Hastalığı



“Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azâbı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) işte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın (denilecek)” (Tevbe 34).

Kur’ân boyunca servet ile ilgili ifâdeler sürekli olarak “olumsuz anlamda” kullanılmıştır. Yâni birilerinde servetin birikmesi ve tekelleşmesi hoş karşılanmamıştır. Zîrâ servetin bir-kaç kişide olması ve birikmesi, diğerinde çok az olması ve hattâ hiç olmaması anlamına gelir ki, bu durum toplumda bir eşitsizliğin, adâletsizliğin ve çeşitli uçurumların oluşmasına neden olacağından, toplum kendi arasında barış içinde yaşayamaz. Böyle bir toplum içinde bir “kardeşlik” kurulamaz ve fitne büyür gider ve hem her türlü ahlâksızlık hem de her türlü uçurum giderek açılır ve önü alınamaz çatışmalar baş gösterir. Yâni toplumda bir nifak başlar. Zîrâ infak yoktur ve infâkın sonucunda ekonomik bir adâlet oluşmamıştır. “İnfâk olmadığında nifak olur” sözü gereğince toplum bozulmaya yüz tutar. 

Şeytan biriktiricidir. Bilgi biriktirmiştir, kibir biriktirmiştir. Bu birikimdir onu kibirli yapan. İnfâk etmeyen şeytan bu yüzden Âdem’e secde etmemiştir.

Eskiden biriktirmek insanlar tarafından hoş karşılanmaz ve kötü-yanlış görülürdü. Zîrâ biriktirilen mal yada şey, “paylaşılmayan mal yada şey”dir. Bu bakımdan bu kişiler cimri-bencil olarak görülür ve toplum tarafından dışlanırlardı. Biriktirme, kapitâlizm ile birlikte başladı. Kapitâlizm, biriktirmeyi bir “araç” için değil de “amaç” için yapan sistemin adıdır. Kapitâlizm bir dindir ve bu dinin en büyük ibâdeti “para-mal biriktirmek”tir. Kapitâlizm bir “biriktirme dîni”dir. Oysa İslâm’a göre birikim ve harcama sâdece “ihtiyaç” içindir.  Bâzen güzellik (tahsiniyyat) için olsa da genelde zorunlu olan ihtiyaçlar için olur. İslâm’da “ihtiyaçta zarûret fıkhı” vardır çünkü.

Kapitâlizm bir biriktirme sistemidir. İslâm’da amaçsız biriktirmek yasaktır. Kur’ân biriktirmeyi şu âyetleriyle yasaklar:

“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey; Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).

İhtiyaç fazlası fazla malın elden çıkarılarak verilmesinin en iyi örneğini Ensar’da görüyoruz. Ensar, Medîne’deki fazla arâzilerini muhâcirlere vermek üzere Peygamberimize bağışlamışlardı. Zâten onlar evlerini de aylarca muhâcirlerle paylaşmışlardı.

“İhtiyaçtan arta-kalan” şey verildiğinde bir birikimin olması mümkün değildir. Biriktirmek aynı-zamanda “cimrilik” demektir. Cimrilik ise güvensizliği berâberinde getirir. Bu “güven yokluğu”, îmandaki bir zaafının netîcesidir. Dolayısı ile Allah’a ve âhiret-gününe güçlü îmânı olmayanlar cimrileşirler ve bu nedenle de mallarını hiç-bir zaman bir yerlerde kullan(a)mazlar. Onlar, sürekli bir birikimlerinin olmasını ve günden-güne o birikimin artmasını isterler. Hattâ bir nedenle o birikimde bir azalma olacak olsa çok rahatsız olurlar ve Dünyâ başlarına yıkılır. Onlar artık “biriktirdikleri” olmuşlardır. Biriktirdikleri onları yönetmekte ve gütmektedir.  

Allah bir yanlışın-günahın cezâsını Dünyâ’da kendi türünden verir. Biriktirmenin cezâsı “daha fazla biriktirmek”tir. İhtiyaçtan arta kalanı infâk etmeyip de onu biriktirenler, artık sürekli biriktirmek zorunda kalarak biriktirmenin nesnesi olurlar. “Varlık içinde darlık çekmek”, ihtiyaç dışında biriktirip duranlara Allah’ın bir cezâsıdır. Artık kişiler biriktirme-merkezli düşünürler, konuşurlar ve hareket ederler. Bir arkadaşım bana bir zamanlar; “Kur’ân’da ‘veririm ama yedirmem’ diye bir âyet var mı?” diye sormuştu da çok gülmüştüm ve böyle bir âyet olmadığını söylemiştim. Fakat bu söz âyet olarak değil de, biriktirmenin bir cezâsı ve sonucu olarak geçerlidir. İhtiyaçtan fazlasını isteyip duranlara Allah yedirmeyeceği mal verir.

Biriktirmenin yan-etkisi “daha çok biriktirmek”tir. Allah verdikçe kişi daha fazlasını ister. Çünkü bir îman-güven sorunu vardır ve biriktirmek insanın gözlerini kör ettiğinden dolayı âyetler onu uyarmada etkili olmaz:

“Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; ki Ben ona, alabildiğine çok mal (servet) verdim. Göz-önünde hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). Hayır; çünkü o, Bizim âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır” (Müddesir 11-16).

Sophokles, Antigone adlı ünlü oyununda şunları yazar: “Çünkü insanoğlunun hiç-bir îcâdı para kadar kötülük saçıcı değildir. Ülkeleri harap ve yerle-bir eden odur: Dessaslığı öğreterek mertliği bozar ve böylece asil ruhları fenâlığın iğrenç yoluna saptırır. İnsanları her türlü hîleye baş-vurdurur ve onlara her günahı işletir”.

Marx: “Paranın-malın, hiç-bir şeye saygısı yoktur, en kutsal da dâhil” der.

Biriktirenler aynı-zamanda bir kibre de sâhip olurlar ve yersiz gururlara kapılırlar. Hattâ biriktirme belli bir seviyeye gelince, biriktiren kişi kendisi kadar biriktiremeyenlere yada biriktirmemiş olanlarla alay eder ve karşısındaki kişiyi “ezik” görmeye başlar, tabî ki kendi ezikliğine ve rezilliğine bakmadan:

“…Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan-sayısı bakımından da daha güçlüyüm” (Kehf 34).

“Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze 1-3).

“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).

İnsan sürekli mal ve evlat biriktirir ama Allah Kur’ân’da diyor ki:

“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır” (Enfâl 28).

“Ey îman edenler!, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten tutkuya kaptırarak-alıkoymasın; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir” (Münâfikûn 9).

Çocuklara daha doğru-düzgün konuşmaya bile başlamadan alınan “kumbara”lar bir “biriktirme” araçlarıdır. “Biriktiren insan yetiştirme tuzağı”dır kumbaralar.

Eskiden çocuklar oyuncaklarını kendileri yada babaları-anneleri yapardı, “bebek” ve “araba” şeklinde. Şimdiki çocuklara “hazır oyuncak”lar sunuluyor ve bu oyuncaklar birikiyor da birikiyor. Emeksiz sâhip olmak biriktirmeyi kışkırtıyor. Biriktirilmiş olanın gerçek bir değeri olmuyor. Biriktirilen şey “kullanılmadığı için” insan ona gerçek bir değer vermiyor. Bu nedenle çocuklar büyüdüklerinde oyuncaklarını hatırlamıyorlar. Oysa oyuncaklarını kendileri yapanlar, o oyuncakları hayatları boyunca unutmuyorlar. Yine çocuklar biraz büyüdüklerinde atari-bilgisayar oyunlarıyla ilgileniyorlar ve bu oyunlar tamâmen biriktirmek ile ilgili. Puan biriktirme, altın biriktirme, can biriktirme vs. vs. Biriktirmek artık kişinin dîni hâline geliyor. Hayâtı boyunca biriktiriyor.

Harca(ya)mayacakları kadar mal biriktirmek, mal biriktiren kişilerin bir zaman sonra “dinleri” (gittikleri yol) hâline gelir. Biriktir(e)mediği yada bir nedenle birikimini sonuna kadar tükettiğinde onlar için sıkıntılı bir hayat başlar. Böylelerinin bir kenarda birikimleri olmadığında yüzlerinin gülmesi mümkün değildir. Bu bir çeşit mânevi ve hattâ fizîki bir hastalıktır.


Biriktirmenin zıddı, “sonuna kadar dağıtmak” değildir. Ölçülü harcamak ve ihtiyaçtan fazlasını infâk etmektir. Biriktirmeyeceğim diye de malı çar-çur etmek yada sonuna kadar infâk etmek doğru değildir. Kur’ân bu konuda bizi şöyle uyarır:

“Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma!. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın” (İsrâ 29).

Para kazanma/biriktirme hırsıyla çabalamanın bir sonu yoktur. İnsan Dünyâ’nın sâhibi olsa, bu sefer de dönüp Ay’a ve yıldızlara gözünü diker. Bu yola müptelâ olmuş insanlar bir-zaman sonra delirerek “şeytan çarpmış”a dönerler. Atasoy Müftüoğlu:

“Konformist bir kültür/toplum, her durumda hiç-bir risk içermeyen yolları seçer. Bunun içindir ki, bu-gün, İslâm’ı ancak soyut duyarlılıklar biçiminde temsil etmeye çalışıyoruz. Aşırı tüketim, lüks tüketim, servet biriktirme, müslümanlar için de statü tezâhürü hâline gelmiştir. Servet biriktirmek, bir statü konusu olmaktan çok bir patoloji konusudur. Servet biriktirmekten ibâret bir hayat-tarzı, “servete tapmak” demektir” der.

Bilgi biriktirmek de bir tür biriktirmektir. Şeytanın bir bilgi-birikimi netîcesinde secde etmediğini unutmayalım. Birikimler, “secde etmeyi” engelliyor demek ki.

Bilgi biriktirmek de bir hastalıktır. Niçin o kadar çok bilgi biriktiriliyor?. Ortalık bilgi-çöplüğüne dönmüş durumda. Ey bilgi biriktirenler!; ne yapacaksınız ki biriktirdiğiniz o bilgileri?. Nerede kullanacaksınız?. O bilgiler hayâta yansıtılmadıkça beş para etmez. O hâlde bilginin infâkı, hem onu birileri ile paylaşmak hem de hayatta görünür kılmaktır. Biriktirilmiş bilgi bir işe yaramaz-yaramıyor. Eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz. Amele-eyleme geçmemiş bilgi, ha bi eğlencedir. Oyun ve oyalanmacadır. Ey sürekli bilgi biriktirenler!; yapılan onca birikimin amacı ve hedefi ne?. Ne için bu çabalar, koşuşturmacalar?. Derdiniz ne?. Bir hedefiniz var mı?. Sonunda ne yapacaksınız?. Ulaştığınız ve biriktirdiğiniz bilgileri, yazdığınız kitapları, kaydettiğiniz konferansları-konuşmaları-dersleri vs. nerede kullanacaksınız?. Bunları sâdece yazmış-konuşmuş-söylemiş olmak Allah’ın ve Kur’ân’ın bir emri ve Peygamberin örnekliği midir?. Bilgi biriktirme anlamındaki çalışmalarınız dünyâ-çapında bir yaraya merhem oldu mu-oluyor mu?. Pratik anlamda, ıslah anlamında bir sonuca ulaşılmış mıdır?. Meselâ Kur’ân’ı komple tefsir ederek, bu tefsiri haftalık dersler şeklinde bir-kaç senede bitirdikten sonra ne yaptınız?. Tekrar başa dönüp tekrar tefsir etmeye neden başladınız?. İlk tefsirde anlayamadınız mı?. “Kur’ân’ı yeniden okumak” mı?. Ne olacak ki yeniden okuyunca?. Ne değişecek?. Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle bir beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın “Kur’ân’ı okuyup harekete geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey yapmadan sürekli okuma kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme ve eylemde olma kılavuzudur. Kur’ân bilgisini biriktirmek de bir çeşit biriktirmedir. Onu ancak hayatta görünür kılmakla bu birikim bir işe yarayabilir.

Biriktirilen şey her zaman para olmayıp; hevâ ve heves, tutku ve “sanal tatminler” de olabiliyor. Fatma Barbarosoğlu:

“Bizim yaşamak değil, biriktirmek hastalığımız var. Para, şöhret biriktiremeyenler tâkipçi biriktiriyor. Eskiden ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ efelenmesi vardı. Şimdi ‘sen benim kaç bin/yüz bin/milyon tâkipçim olduğunu biliyor musun’ efelenmesi var” der.

Dünyâ’nın en büyük sorunu “biriktirme” sorunudur. Bu biriktirmenin bir çeşidi de “silah biriktirme”dir. Fakat bu birikimde bir fark var ki; biriktirilen bu silahlar bâzen caydırıcı güç olarak bulundurulsa da, genelde mâsum ve mazlumların başlarına boca ediliyor ve nice mazlûmiyetler yaşanıyor. Mallar infâk edilmeyince, -tâbir-i câizse- silahlar-bombalar infâk ediliyor. Fakat silahla yapılan infâk, birilerinin yüzünü güldürmüyor, gözleri sürekli yaş ve acı içinde bırakıyor.   

Peygamberimiz: “Elinizde kullanmadığınız 4.000 bin dirhemden fazla para tutmayın, ateştir” der.

Bir insan belli bir miktar paradan fazlasını ne yapar?. Meselâ diyelim ki 4 kişilik bir âile var. Kişi-başı yıllık 4.000 dirhem, yâni  yaklaşık 24.000 TL eden bir para var. Bu para aylık kişi-başı 2.000 TL civârındadır. (4.000 dirhem=12 kg gümüş=24.000 TL). Bu 2.000 lirayı âile 4 kişi olduğu için 4 ile çarparsak aylık 8.000 lira eder. Bu gelir âilenin sağlam ve geniş bir ev; kullanışlı ve dayanıklı eşyâlar; bir de yolda bırakmayacak sağlam bir arabayı bir-zaman sonra alabilecek bir gelirdir. Bu temel-ihtiyaçları edinene kadar dikkatli bir harcama yaparak artan parayı biriktirmekte mahzur yoktur. Bu hedefe ulaşılmış olduğunu ve babanın, yukarıda bahsettiğimiz aylık 8.000 lira geliri olduğunu kabûl ederek konuştuğumuzda; bu âile8.000 lira tutarındaki bu parayla ne yapamaz?. Neyden mahrum kalırlar?. Çok-çok a-normâl bir durum yoksa bu parayla en iyi şekilde geçinebilecekler, zekat/sadaka/hayr anlamında infaklarını bile bu parayla yapabileceklerdir. Bu miktardaki para tüm bu şeyleri yapabilecek mâkûl miktarda bir paradır. Bu nedenle bu miktardan daha fazla olan parayı en fazla üç-gün içinde infâk etmeleri gerekir. Aksi-hâlde Peygamberimizin dediği gibi “ateş” olur. Zâten bir âile bu paradan daha fazla olan bir geliri ancak ve ancak isrâf ederek tüketebilir.

Peygamberimiz, ticârî bir malı pahalanması gâyesiyle stoklayıp piyasaya arzını geciktirmeyi (ihtikâr) yasaklamıştır. Çünkü bu, fiyatların sûnî bir şekilde yükselmesine ve normâl piyasa seviyesinin üstüne çıkmasına yol açmaktadır. Ele geçen paranın piyasaya sürülmeyip de elde tutulup biriktirilmesini yasaklar ve der ki:

“Kim bir akar veyâ ev satıp da parasını onun benzeri bir şeye yatırmazsa, onun bereketini görmemeye müstehak olmuştur” (İbn Mâce, II, 832).

Hem, “cennet” varsa ihtiyaçtan fazlasını biriktirmeye ne gerek vardır?. Mustafa İslamoğlu:

“Cennetteki nîmetleri tasavvur edemeyenler biriktirmeye giderler” der.

En iyi birikim herhâlde takvânın birikimidir. Ne de olsa üstünlük takvâdadır. O hâlde ey müslümanlar!; mal-mülk biriktirme takvâyı azaltır. O hâlde mal-mülk değil, takvâ biriktirin.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder