“Ey îman edenler, size açıklandığında sizi üzecek
şeyleri sormayın; Kur’ân indirilirken (Kur’an
ışığında) sorarsanız, size açıklanır.
Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır” (Mâide
101).
Hemen söyleyelim ki, biz bu
yazıda “sorgulamayı” değil “aşırı sorgulamayı” tartışıyoruz. Aşırı sorgulama,
“aşırı soru sorma”nın sonucunda meydana çıkar. Soru aşırıya kaçtığında sorgulamaya
dönüşür. Sorgulama devâm edince de “aşırı sorgulama”ya dönüşerek inanıcı
yıpratır ve hattâ yok edebilir.
Modernizm ile birlikte bir
de “sorgulama” başladı ve kısa-zamanda bu durum “aşırı sorgulama”ya dönüştü.
İşin kötüsü, bin yıllık kültür ve uygarlık, “dînî bir uygarlık” olduğundan,
sorgulama bu nedenle “dînin sorgulaması”na dönük oldu daha çok. Artık insanlar
“sorgulama” deyince, ya karakoldaki sorgulamayı, yada dînin sorgulanmasını
anlıyorlar. Dîni sorgulamak lâik-seküler ideolojilere göre üstünlük ölçüsü gibi
algılandığından -çünkü bu sorgulama onları bâtıl dinlerinden kurtarmıştır- ve bu
tutum tüm Dünyâ’ya da yayıldığından, artık, dîni sorgulayanlar alkışlanmaya
başlandı. Tabi bu durum “mutlakâ yapılması gereken sorgulamaları” blôke ediyor.
Açlık, susuzluk, çıplaklık, ekonomik uçurum, ahlâksızlık, zulüm, savaş, sömürü,
adâletsizlik, şerefsizlik vs. sorgulanmıyor. Sorgulanmayınca da bir
eleştiri-îtirâz oluşmuyor ve bunun sonucunda da bir düzeltmeye gidilmiyor.
Böylece Dünyâ yaşanamayacak bir yere dönüşmeye başlıyor.
Atasoy Müftüoğlu: “Batı
dünyâsında, Rönesans, lâiklik ve Reformasyon süreçleri/hareketleri, dîne
ilişkin bütün yapıların meşrûiyetlerini tartışılabilir, sorgulanabilir hâle
getirmişti” der. Batı dünyâsında yapılan dîni sorgulama, -din, tahrif olmuş ve
bâtıllaşmış bir din olduğundan-, batı’nın yaptığı din sorgulaması onların işlerine
yaradı ve o dîni dört duvar arasına hapsettiler. Böylece görece bir özgürlük
kazandılar.
İslâm’da ise, soru sorma
vardır fakat bunun aşırı bir şekilde yapılmasına izin verilmez. Zîrâ İslâm dîni
en başta, “îman etme” dînidir, “sorgulama dîni” değil. Sorgulama, belki de
uzak-doğu ahlâk dinlerine özgü olabilir. Tabi bu sorgulama, “dîni sorgulamak”
şeklinde olacaktır. İslâm’da kişinin aklına gelen soruda, eğer kişi samîmi ise,
sorusuna en kısa-zamanda bir cevap bulabilir. Bir-çok kez, sabah kalktığımda aklımda
oluşan bir sorunun cevâbını, biraz sonra Kur’ân’ın kapağını açtığımda, okuma
sırasındaki ilk âyette bulabildiğimi biliyorum. “Kur’ân indirilirken-okunurken”
sorulduğunda zâten cevap geliyor. O hâlde sorulması gereken sorular, “sormazsam
ölürüm” türünden olmalıdır. Demek ki samîmi ve gayretli kişiler çok da fazla
soru sormazlar. O hâlde çok soru soranların başka bir sorunları olabilir. Dediğimiz
gibi; çok soru soranlar bir-süre sonra sorgulamaya başlayabiliyorlar.
Çok soru ve sorgulama, bir
çeşit ciddiyetsizliktir. Çünkü soruların cevâbını kendisi de bulabilir. Hattâ
belki de biliyordur da yine soruyordur. Mevcut cevap hoşuna gitmemiştir. Çünkü
baştaki âyette de söylendiği gibi kendisini üzecek bir cevap almıştır ve bu
cevâbın sıkıntısını başka sorularla aşmaya çalışmaktadır. Eğer aşamazsa soru,
sorgulamaya dönüşmeye başlar ve aşırı sorgulamaya kadar giderek inançta hasar
ortaya çıkar. Peygamberimiz:
“Sizden önceki ümmetleri çok
suâl sormaları ve peygamberlerine karşı münâkaşaya dalmaları helâk etti. Size
herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi
emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz” (Buhârî, İ’tisâm
2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131) der.
Dinde sorgulama yapılmaz, fakat
“soru sorma” yapılabilir. “Namaz kılın” emrinin sorgulanması olmaz meselâ.
Sorgulama, “suç niteliğinde bulunan bir sorun üzerine ilgili bulunanlara
sorular sormak” olarak geçer TDK sözlüğünde. Yâni kişi sorgulamayı, beğenmediği
bir şey hakkında yapar. Zâten kişi, ona karşı baskın bir cevap verildiğinde
bile sorgulamasından vazgeçmez. Âyet, çok açık bir şekilde soruların
sorgulamaya dönmemesini söyler ve bu konuda aşırıya kaçıldığında bunun nelere
yol açabileceği hakkında bizi uyarır:
“Sizden önce bir topluluk onu sormuştu da sonra kâfir
olmuşlardı” (Mâide 102).
Artık sorgulama deyince
müslümanların da aklına “dîni sorgulamak” geliyor. Çünkü modern
insanın/müslümanın zihni-beyni, batı zihniyeti ile iğdiş edilmiş durumda. Batı,
dîni sorgulayarak en sonunda dîni, ya -sözde- vicdanlara hapsederek yada inkâr
ederek hayattan uzaklaştırdı. Batı’lı için sorgulamak, “dîni sorgulamak” anlamındadır.
İşte kafası batı’nın değerleriyle inşâ olmuş, daha doğrusu iğdiş edilmiş insanlar/müslümanlar
da sorgulama deyince “dîni sorgulamayı” anlıyorlar. Fakat hiç kimse; Allah dışında
hüküm vermeyi, lâikliği, demokrasiyi, kapitâlizmi, liberâlizmi, sömürgeyi, adâletsizliği
sorgulamıyor. Zîrâ bunlar, sorgulamayı başlatan batı’nın îcatları ve
dinleridir.
Gençler aşırı sorguluyorlar.
Dîni ve mânevi değerleri sorguluyor, geleneği-göreneği-âdetleri sorguluyor.
Fakat; cipsi, kolayı, hamburgeri, marka giysileri, yabancı şarkıları sporu,
dizileri, filmleri sorgulamıyor. Hangi yolda gittiğini sorgulamıyor. Bir türlü
iknâ olmuyorlar ve soruyorlar, sorguluyorlar. Sorgulamaktan uygulamaya vakit
kalmıyor. Belki de uygulamamak için soruyorlar ve sorguluyorlar. Bir rivâyette
şöyle denir:
“Hz. Peygamber’e sorular
sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, bir-gün minbere çıkıp (öfkeyle): ‘Sorun,
her sorunuza cevap vereceğim’ dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını
öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular”. (Buhârî,
Tefsir, Maide 12; Rikâk 27; İ’tisam 3; Müslim, Fedâil 134-138, (2359); Tirmizî,
Tefsir, Mâide (3058).
Ne kadar soru varsa o kadar
yükümlülük var demektir. Ayrıntılı soru, “ayrıntılı uygulama” bekler çünkü. Bu
nedenle cevâbı verildiğinde uygulamayacağınız soruları sormamanız gerekir.
Akıl yürütmek ile sorgulamak
aynı şey değildir. Sorgulama “sormak” değildir. İnsan bilmediğini sorar ama “karşı
olduğu şey”i sorgular. Bu sorgulama, inanmak için değil, inançsızlığını devâm
ettirmek içindir.
Sorgulanması gereken, ilk
başta insanın kendisidir. İnsanın ilk başta kendisini sağlamca bir sorgulaması
gerekir. Kendini sorgulamayanlar her-şeyi sorgulamaya başlarlar fakat kesin bir
sonuca ulaşamazlar. Zîrâ ilk başta kendilerini sorgulamamışlardır ve her-şeyi
sorgular hâle gelmişlerdir. Her-şeyi sorgulayanlar hiç-bir sonuca ulaşamazlar.
Bu durum onların kendilerini sorgulamalarını da blôke etmektedir.
Sorgulanacak şeyleri
sorgulamayanlar, sorgulanmaması gereken şeyleri sorgularlar. Meselâ Allah’ın
zâtını, yaratılıştan öncesini sorgulayıp dururlar. Modernizmin sorguladığı
her-şeyi sorgularlar.
Dinde sorgulama yoktur
demek, “soruları çığırından çıkararak, aşırı sorgulamaya dönüştürmek yoktur”
demektir. Dinde sorgulama, Allah’a ve vahye karşı yoktur. Zîrâ onlar gaybın
konusudur. Dinde “hiç soru sormamak” durumu da yoktur. Tasavvufta, târikatta
böyle bir inanış vardır. Sorulması gereken sorular ve sorgulanması gereken
kişiler sorgulan(a)maz. “Ölü yıkayıcının elinde ölü gibi olma” inancına sâhip
olanlar ne soru sorabilirler, ne de sorgulanabilir olanları sorgulayabilirler.
Şeyhini, efendisini, mezhebini, cemaâtini, cemaâte has kitaplarda yazılanları sorgulamazlar,
sorgulayamazlar. İzin de verilmez zâten. Bunlar daha çok sorgulanmaması gereken
Kur’ân’ı sorgularlar. Oysa müslümanlar vahyi sorgulayamazlar. Çünkü:
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min
bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir
sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).
Dinde aşırı sorgulama îmânın
zıddıdır ve vâr olan îmânı da yok edebilir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder