21 Ekim 2016 Cuma

Allah’ın Dilemesi Ne Demektir?


“Allah barış-yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir” (Yûnus 25).

 

Allah’ın dilemesi, irâdesiz varlıklar için “tek-yönlü bir dileme” olsa da, şuurlu varlıklar için yâni insanlar için “iki-yönlü bir dileme” şeklindedir. İrâde verdiği kulun, yanlışı yâni hayırsız olanı seçmesi-dilemesi, Allah’ın da o şeye “izin vermesi” anlamında dilemesi olur. Tabî ki bu, Allah’ın dilediği her-şeyden râzı da olacağı anlamına gelmez. O, kulun seçtiği yâni dilediği şeye izin vermek anlamında o şeyi diler. Eğer o şey iyi bir şey değilse, Allah o şeyden râzı olmaz. Bu bağlamda şu âyet, Allah’ın dilemesinin ne olduğunu açığa çıkarır:

 

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir 29).

 

Yâni “Allah dilemezse” demek, kulun, irâdesinden yâni seçme kâbiliyetinden dolayı seçtiği-dilediği şeye “izin vermesi”dir. Allah, kulun seçtiği-dilediği iyi şeylere yâni Allah’ın râzı olacağı tüm şeylere izin verir yâni o şeyi Allah da diler. Fakat bâzen rahmetinden dolayı, kul dilese de Allah dilemez. Zâten dilememesi de iyi olur. Kul dileğinin olmamasının iyi bir şey olduğunu bir-zaman sonra anlayabilir ve “iyiki de olmamış” diyebilir. Yada, kul bir şeyi dilemeyebilir ama Allah o şeyin kul için iyi olduğunu bildiğinden dolayı onu diler ve o şey olduğunda da kul bundan râzı olur ve “iyiki de böyle olmuş” diyebilir. Şu da var ki, Allah’ın dilememesi de aslında bir dilemedir. Allah dilememeyi diler. Yâni meselâ “Allah bir şeyin olmasını dilerse “ol” der, olmamasını dilerse “olma” der, dilediği zaman yaratır, dilemediği zaman yaratmaz” ifâdesinden ziyâde, “dilediği zaman yaratır, dilediği zaman yaratmaz” demek daha doğrudur. Allah bilir de biz bilemeyiz. Meselâ savaş konusunda biz ondan hoşlanmasak ve onu dilemesek bile Allah savaşı üzerimize farz kılmıştır. Zîrâ savaş, hiç-bir şeyin düzeltemeyeceği şeyleri düzeltebilir ve savaş, Allah yolunda olup da ölenleri şehit, kalanları gâzi eder. Allah yolunda şehit olanlar ebedî cennette ağırlanacakları için, ilk başta kulun gözünde iyi gibi görünmeyen bir şeyin sonu “hıtâmuhu misk” olur:

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

 

Neyin hayırlı olup-olmadığını biz bilemeyiz ama Allah bilir. Bu nedenle Allah’ın mü’minler için diledikleri şey iyidir. Mü’minler için dilediği savaşta ölenler şehit oluyorlar ve bu durum Dünyâ’da kötü gibi görülse de şehitler bu durumdan pek memnundur. Zâten Kur’ân’da şehâdet için olumsuz tek bir söz bile söylenmez:

 

“Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç-bir korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır” (Âl-i İmran 170).

 

Rabbin dilemesi, “bir şeyi sâdece Allah’ın bilmesi” anlamında da kullanılır. Sâdece Allah’ın bilebileceği şeyler için; “Rabbin dilemesi dışında” ifâdesi kullanılır:

 

“Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır” (Hûd 107).

 

Allah’ın dilemesi, kulun dilemesini dilemesidir. Kula dilemeyi vermesi O’nun bir dilemesidir. Allah bizi “dileyebilen” bir varlık olarak yaratmıştır ki bu Allah’ın bir dilemesidir. İnsanın dileği ile Allah’ın dilemesi şu şekilde örtüşür:

 

“İşte böylece biz yeryüzünde Yûsuf’a güç ve imkân (iktidâr) verdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız” (Yûsuf 56).

 

Allah yeryüzüne dilediğini mîrasçı yapar. Bu diledikleri, emâneti yüklenmeye lâyık olanlardır. Lâyık olmayanları zaman içinde gidererek yerine, bu emânete lâyık olanları getirir. Hakka uygun olan budur çünkü:

 

“Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz?. Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir” (İbrâhim 19).

 

Bu bağlamda Allah’ın dilemesi demek, “uygun bulması, lâyık görmesi” demektir. Allah kimi uygun ve lâyık bulursa ona vahyeder; kimi lâyık bulursa ona zafer verir; kimi lâyık bulursa onu doğru oyla ulaştırır vs.   

 

Allah’ın dilemesi, “izin verirse” anlamında da kullanılır:

 

Ancak: ‘Allah dilerse’ (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir” (Kehf 24).  

 

Allah’ın dilemesi demek; kişinin yaptıklarının sonucuna göre davranması, ama bunu, rahmetini de ortaya koyarak yapmasıdır. Yâni Allah’ın yargılaması, adâlet ve rahmetiyle hüküm vermesidir:

 

“Ve onları kötülüklerden koru. O gün Sen kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten ona rahmet etmişsin. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Mü’min 9).

 

Şu âyete bakarak bir yanlış anlamaya düşenler oluyor:

 

“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; artık dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin…” (Kehf 29).

 

Bu âyet yanlış anlaşılıyor yada çarpıtılıyor ve sanki; “dilerseniz inanın, dilerseniz inanmayın fark-etmez, ikisi de aynı şeydir” deniliyormuş gibi, inanmakla inanmamayı aynı kefeye koyuyorlar. Tabi bu durumda îmânı boş bir îman olmayanlar yâni amele-eyleme dönük olan îman sâhiplerini amelleri-eylemleri de boşa çıkıyor. “Dilerseniz inanın, dilerseniz inanmayın” âyeti ile liberâl-demokratik-lâik şeytâni ideolojilere atıf yapıldığı zannediliyor. Oysa îman edenlerle etmeyenlerin farkı Kur’ân’da çok açık bir şekilde gösterilir:

 

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).

 

Hattâ Allah, îman edenler içinde aktif ve pasif olanları bile ayırır ve şöyle der.

 

“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

 

Yâni Allah, “dilerseniz inanın, dilerseniz inanmayın” derken; “ancak lâyıksanız inanabilirsiniz, lâyık olmadığınızda zâten inanmazsınız” demek istiyor. Yoksa keyfî bir şey değildir. Mustafa İslamoğlu:

 

“Allah dilediğine/dileyene hidâyet nasip eder” âyeti; “Allah lâyık olana hidâyet nasip eder” anlamındadır. Allah için seçilmiş ve kayırılmış bir toplum yoktur, Allah, İslâm liyâkatini kim taşımaya lâyık ise, bayrağı ona verir. İlk önce Araplara verdi, sonra Endülüs’e, sonra Eyyubiler’e, Selçuklular’a, Osmanlılar’a. Allah hiç-bir kimseye de hiç-bir topluma da muhtaç değildir, gerekirse yeni bir toplum oluşturur ve İslâm sancağını ona verir” der.

 

Bir insan neden namaz kılmaz?. Bu sorunun cevâbını: “Allah dilemediği için” diye cevaplayabiliriz. Peki Allah’ın dilemesi ne demektir?. “Allah’ın uygun görmesi” demektir. Allah bir şeyi kimler için uygun görür/bulur?. Lâyık gördüklerine uygun görür. Yâni bir insan, Allah lâyık görmedikçe namaz kılamaz. Namaz bir nîmettir. Allah o nîmeti namaz kılmayan kişiye uygun görmediği için lâyık görmez. Peki o kişi ne zaman lâyık olur o nîmete yâni namaz kılmaya?. Namaza başladığında ve namaz kıldığında. Namaz için zaman ayırdığında. Yâni bizzat kişi dilediğinde/istediğinde/başladığında. Namaz kılmaya başladığı zamanda. İşte o anda Allah da o kişi için namazı lâyık görür ve onun namaz kılmasını dilemiş olur. Bu, Allah ile kulun aynı-anda/zamanda verdikleri bir “dileme”dir, lâyık bulmadır. Yâni kul kendine namazı lâyık bulduğu anda/zamanda, Allah da lâyık bulur. Allah lâyık bulduğu anda/zamanda kul da lâyık bulur. Namaz kılmaya zaman ayırdığında ve namaz kıldığında, Allah da o kul için namaz kılmasını diler. Bu, “Allah ile yaşamak” demektir. Dilemelerin birleşmesidir bu.

 

Zulüm bir şeyi yerli-yerine koymamak demektir. Allah zâlim değildir. Yâni yerli-yerinde olmayan hiç-bir şey yaratmamıştır. Bu bağlamda Allah’ın dilemesi, bir şeyi lâyık olduğu ve dilediği yere koymasıdır. Yaratmayı en hârika şekilde yapmasıdır.

 

Allah hakîkati ona lâyık olmayana vermez. Bu “vermeme” O’nun dilememesidir. Eğer lâyık bularak verseydi, “dilemesi” olurdu. Allah’ın “dilememesi”, olumsuz anlamda bir dilemesidir.

 

Allah’ın, kulu için bir şeyi dilemesi için, kulun o şeyi istemesi gerekir. İnsanın insana yaptığı duâ da böyledir. Karşıdaki kişinin istemediği bir şey için sonsuza kadar duâ edilse de o duâ boşa gider. O hâlde Allah’ın iyi bir şeyi dilemesi için, kulun doğru yolda bulunması-gitmesi gerekir. Yanlış yolda giden bir kul için Allah’ın iyi bir şeyi dilemesi ve o dileğin gerçekleşmesi, kulun “özür dilemesiyle” olur ancak. Dileklerin karşılaması şarttır yâni.

 

Allah’ın birisi için iyi bir şey dilemesi, o kişide o dilek için ehliyet ve liyâkat bulmasıdır. O kişinin o dileğe lâyık olmasıdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2016

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder