“Allah
barış-yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir” (Yûnus 25).
Allah’ın dilemesi, irâdesiz varlıklar için “tek-yönlü
bir dileme” olsa da, şuurlu varlıklar için yâni insanlar için “iki-yönlü bir
dileme” şeklindedir. İrâde verdiği kulun, yanlışı yâni hayırsız olanı seçmesi-dilemesi,
Allah’ın da o şeye “izin vermesi” anlamında dilemesi olur. Tabî ki bu, Allah’ın
dilediği her-şeyden râzı da olacağı anlamına gelmez. O, kulun seçtiği yâni
dilediği şeye izin vermek anlamında o şeyi diler. Eğer o şey iyi bir şey
değilse, Allah o şeyden râzı olmaz. Bu bağlamda şu âyet, Allah’ın dilemesinin
ne olduğunu açığa çıkarır:
“Âlemlerin
Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir 29).
Yâni “Allah dilemezse” demek, kulun, irâdesinden yâni
seçme kâbiliyetinden dolayı seçtiği-dilediği şeye “izin vermesi”dir. Allah,
kulun seçtiği-dilediği iyi şeylere yâni Allah’ın râzı olacağı tüm şeylere izin
verir yâni o şeyi Allah da diler. Fakat bâzen rahmetinden dolayı, kul dilese de
Allah dilemez. Zâten dilememesi de iyi olur. Kul dileğinin olmamasının iyi bir
şey olduğunu bir-zaman sonra anlayabilir ve “iyiki de olmamış” diyebilir. Yada,
kul bir şeyi dilemeyebilir ama Allah o şeyin kul için iyi olduğunu bildiğinden
dolayı onu diler ve o şey olduğunda da kul bundan râzı olur ve “iyiki de böyle
olmuş” diyebilir. Allah bilir de biz bilemeyiz. Meselâ savaş konusunda biz
ondan hoşlanmasak ve onu dilemesek bile Allah savaşı üzerimize farz kılmıştır.
Zîrâ savaş, hiç-bir şeyin düzeltemeyeceği şeyleri düzeltebilir ve savaş, Allah
yolunda olup da ölenleri şehit, kalanları gâzi eder. Allah yolunda şehit
olanlar ebedî cennette ağırlanacakları için, ilk başta kulun gözünde iyi gibi
görünmeyen bir şeyin sonu “hıtâmuhu misk” olur:
“Savaş,
hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza
gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için
bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
Neyin hayırlı olup-olmadığını biz bilemeyiz ama Allah
bilir. Bu nedenle Allah’ın mü’minler için diledikleri şey iyidir. Mü’minler
için dilediği savaşta ölenler şehit oluyorlar ve bu durum Dünyâ’da kötü gibi
görülse de şehitler bu durumdan pek memnundur. Zâten Kur’ân’da şehâdet için
olumsuz tek bir söz bile söylenmez:
“Allah’ın
kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından
henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç-bir korku yoktur, mahzun
da olmayacaklardır” (Âl-i İmran
170).
Rabbin dilemesi, “bir şeyi sâdece Allah’ın bilmesi”
anlamında da kullanılır. Sâdece Allah’ın bilebileceği şeyler için; “Rabbin
dilemesi dışında” ifâdesi kullanılır:
“Onlar,
Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz
kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır” (Hûd 107).
Allah’ın dilemesi, kulun dilemesini dilemesidir. Kula
dilemeyi vermesi O’nun bir dilemesidir. Allah bizi “dileyebilen” bir varlık
olarak yaratmıştır ki bu Allah’ın bir dilemesidir. İnsanın dileği ile Allah’ın
dilemesi şu şekilde örtüşür:
“İşte
böylece biz yeryüzünde Yûsuf’a güç ve imkân (iktidâr) verdik. Öyle ki, orada
(Mısır’da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek
rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız” (Yûsuf 56).
Allah yeryüzüne dilediğini mîrasçı yapar. Bu
diledikleri, emâneti yüklenmeye lâyık olanlardır. Lâyık olmayanları zaman
içinde gidererek yerine, bu emânete lâyık olanları getirir. Hakka uygun olan
budur çünkü:
“Allah’ın
gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz?. Dilerse sizi giderir-yok
eder ve yeni bir halk getirir” (İbrâhim
19).
Bu bağlamda Allah’ın dilemesi demek, “uygun bulması,
lâyık görmesi” demektir. Allah kimi uygun ve lâyık bulursa ona vahyeder; kimi lâyık
bulursa ona zafer verir; kimi lâyık bulursa onu doğru oyla ulaştırır vs.
Allah’ın dilemesi, “izin verirse” anlamında da
kullanılır:
Ancak: ‘Allah
dilerse’ (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: Umulur
ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir” (Kehf 24).
Allah’ın dilemesi demek; kişinin yaptıklarının
sonucuna göre davranması, ama bunu, rahmetini de ortaya koyarak yapmasıdır.
Yâni Allah’ın yargılaması, adâlet ve rahmetiyle hüküm vermesidir:
“Ve onları
kötülüklerden koru. O gün Sen kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten ona
rahmet etmişsin. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Mü’min 9).
Şu âyete bakarak bir yanlış anlamaya düşenler oluyor:
“Ve de ki:
Hak Rabbinizdendir; artık dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin…” (Kehf 29).
Bu âyet yanlış anlaşılıyor yada çarpıtılıyor ve
sanki; “dilerseniz inanın, dilerseniz inanmayın fark-etmez, ikisi de aynı
şeydir” deniliyormuş gibi, inanmakla inanmamayı aynı kefeye koyuyorlar. Tabi bu
durumda îmânı boş bir îman olmayanlar yâni amele-eyleme dönük olan îman
sâhiplerini amelleri-eylemleri de boşa çıkıyor. “Dilerseniz inanın, dilerseniz
inanmayın” âyeti ile liberâl-demokratik-lâik şeytâni ideolojilere atıf
yapıldığı zannediliyor. Oysa îman edenlerle etmeyenlerin farkı Kur’ân’da çok
açık bir şekilde gösterilir:
“Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).
Hattâ Allah, îman edenler içinde aktif ve pasif
olanları bile ayırır ve şöyle der.
“Mü’minlerden,
özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri
oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaâdetmiştir;
ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).
Yâni Allah, “dilerseniz inanın, dilerseniz inanmayın”
derken; “ancak lâyıksanız inanabilirsiniz, lâyık olmadığınızda zâten
inanmazsınız” demek istiyor. Yoksa keyfî bir şey değildir. Mustafa İslamoğlu:
“Allah dilediğine/dileyene hidâyet nasip eder” âyeti; “Allah lâyık olana
hidâyet nasip eder” anlamındadır. Allah için seçilmiş ve kayırılmış bir toplum
yoktur, Allah, İslâm liyâkatini kim taşımaya lâyık ise, bayrağı ona verir. İlk
önce Araplara verdi, sonra Endülüs’e, sonra Eyyubiler’e, Selçuklular’a,
Osmanlılar’a. Allah hiç-bir kimseye de hiç-bir topluma da muhtaç değildir,
gerekirse yeni bir toplum oluşturur ve İslâm sancağını ona verir” der.
Bir insan neden namaz kılmaz?. Bu sorunun cevâbını:
“Allah dilemediği için” diye cevaplayabiliriz. Peki Allah’ın dilemesi ne
demektir?. “Allah’ın uygun görmesi” demektir. Allah bir şeyi kimler için uygun
görür/bulur?. Lâyık gördüklerine uygun görür. Yâni bir insan, Allah lâyık
görmedikçe namaz kılamaz. Namaz bir nîmettir. Allah o nîmeti namaz kılmayan
kişiye uygun görmediği için lâyık görmez. Peki o kişi ne zaman lâyık olur o
nîmete yâni namaz kılmaya?. Namaza başladığında ve namaz kıldığında. Namaz için
zaman ayırdığında. Yâni bizzat kişi dilediğinde/istediğinde/başladığında. Namaz
kılmaya başladığı zamanda. İşte o anda Allah da o kişi için namazı lâyık görür
ve onun namaz kılmasını dilemiş olur. Bu, Allah ile kulun aynı-anda/zamanda
verdikleri bir “dileme”dir, lâyık bulmadır. Yâni kul kendine namazı lâyık
bulduğu anda/zamanda, Allah da lâyık bulur. Allah lâyık bulduğu anda/zamanda
kul da lâyık bulur. Namaz kılmaya zaman ayırdığında ve namaz kıldığında, Allah
da o kul için namaz kılmasını diler. Bu, “Allah ile yaşamak” demektir.
Dilemelerin birleşmesidir bu.
Zulüm bir şeyi yerli-yerine koymamak demektir. Allah
zâlim değildir. Yâni yerli-yerinde olmayan hiç-bir şey yaratmamıştır. Bu
bağlamda Allah’ın dilemesi, bir şeyi lâyık olduğu ve dilediği yere koymasıdır. Yaratmayı
en hârika şekilde yapmasıdır.
Allah hakîkati ona lâyık olmayana vermez. Bu “vermeme”
O’nun dilememesidir. Eğer lâyık bularak verseydi, “dilemesi” olurdu. Allah’ın
“dilememesi”, olumsuz anlamda bir dilemesidir.
Allah’ın, kulu için bir şeyi dilemesi için, kulun o
şeyi istemesi gerekir. İnsanın insana yaptığı duâ da böyledir. Karşıdaki
kişinin istemediği bir şey için sonsuza kadar duâ edilse de o duâ boşa gider. O
hâlde Allah’ın iyi bir şeyi dilemesi için, kulun doğru yolda bulunması-gitmesi
gerekir. Yanlış yolda giden bir kul için Allah’ın iyi bir şeyi dilemesi ve o
dileğin gerçekleşmesi, kulun “özür dilemesiyle” olur ancak. Dileklerin
karşılaması şarttır yâni.
Allah’ın birisi için iyi bir şey dilemesi, o kişide o
dilek için ehliyet ve liyâkat bulmasıdır. O kişinin o dileğe lâyık olmasıdır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme