“…De ki:
‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt
alıp-düşünürler” (Zümer 9).
Bu
âyet, “diploması olanlarla olmayanlar bir olmaz” demiyor. Çünkü “bilmek” ile “diploma
sâhibi olmak” farklı şeylerdir.
Modernizm
bir “diploma uygarlığı”dır. Bir kişinin diploması varsa, o kişi daha iyi
bilenlerden, daha ahlâklı olanlardan, daha iyi çalışandan ve işini daha iyi yapanlardan
üstün tutulur. Çünkü diploma modern insan tarafından âdetâ tapınılacak bir şeye
dönüşmüştür. Hiç-bir zaman kullanılmayacak olsa da “bir diplomam olsun”
düşüncesi çok popülerdir.
Hiç iş
bilmeyen yeni yetme bir acemi, kırk yıllık süper bir ustaya, sâdece diploması
var diye tercih ediliyor. Bu neden böyledir?. Çünkü artık işi iyi bilmek para
etmiyor. “Yeter ki yetki-sâhibi olduğunu gösteren bir diplomaya sâhip olsun” deniyor.
Çünkü artık bir iş için ustalık gerekmiyor. Bozulan yada eskiyen şeyin yenisi
satılıyor ve alınıyor. Bu da bu alış-satışı yapacak yetkiye yâni diplomaya
sâhip olanlarca yapılabilecek kolaylıkta bir iş olduğu için diplomalılar tercih
ediliyor. Zâten artık makineleşmeyle birlikte kol-kas gücüne ve el-becerisine de
çok ihtiyaç duyulmuyor.
Okullar ise
birer “diploma alma merkezleri” olarak işlev görüyor. Okullar diploma dağıtan
bürolar hâline geldi. Okullar büyük çoğunluk için bir bilgi, bilinç ve
farkındalık oluşturan yerler olmaktan çıkmıştır. Bir-şekilde parayla, ricayla,
kartvizitle, torpille vs. diplomayı almışsanız başarılısınızdır ve halk tarafından
övülürsünüz. Fakat ne kadar iyi, temiz, ahlâklı, işini iyi yapan biri olsanız
da diplomanız yoksa bir işe yaramıyor ve “vasıfsız” sayılıyorsunuz. Modernite,
mesleğinizde ne kadar hünerli olursanız-olun, o işin diplomasına sâhip
değilseniz sizi “vasıfsız” sayıyor. Oysa nice diplomalılar vardır ki işi
diplomasızlardan öğreniyorlar.
Diploma
sâhibi olmak cehâletten kurtulmak anlamına gelmez. Cehâlet, diploma ile
giderilemez. Diploma sâhibi olmak, cehâletten kurtulmak ve “entelektüel olmak”
demek değildir; nice okuma-yazma bilmeyenler vardır ki ilim-irfân sâhibidirler.
Aslında herkesin
diploma sâhibi olması, “insanların yarısının işsiz olması” demektir. Çünkü hiç-bir
zaman tüm diplomalılara iş sağlayacak bir durum olmaz. Günümüzde artık herkes
yüksek okul diplomasına sâhip olduğu hâlde büyük bir işsizliğin olmasının
nedeni budur. Çünkü diploma sâhibi olmak “iş bilmek” demek değildir. İşverenler
de zâten sâdece az sayıda diplomalıyı işe alıp, “işi bilen” kişiler istiyorlar.
Bir seferinde iş-adamları derneğinin başkanı, “yarın kalifiyeli on bin kişiyi
işe alabilirim” demişti. Fakat diplomalı ama kalifiyesiz insan ihtiyâcından
bahsetmemişti. Bu nedenle de diplomalılar boşta gezmektedirler yada mecbûren vasıfsız
kategorisinde diploma gerektirmeyecek işler yapmaktadırlar.
Körü-körünelik
bir cehâlettir ama bu cehâlet “tahsilli olmak”la çok da alâkalı değildir.
Niceleri vardır ki okul bitirmiş ve diploma sâhibidir ama körü-körüne tâkip
ettikleri yada bağlı oldukları kişiler yada kurumlar vardır. Bu kişiler bir
yanlış gördüklerinde yada duyduklarında, aslında kendilerine ters gelse de yine
de o yapıya bağlılıklarını sürdürürler. Çünkü körü-körüne olan bağlılıklar
doğruyu ve hakkı boğar ve o kişiden gizler. Böylece artık körü-körüne olan
bağlılıklar çoğalmaya başlar. Kimileri “ata”ya, kimileri atalara, kimileri
lîderlere, kimileri bilim-adamlarına, kimileri ünlülere, kimileri ideolojilere
ve bâtıl sistemlere ve hattâ tâğutlara ve şeytana bile körü-körüne bağlanırlar.
Nice sapık lîderlere bağlanılmıştır da onlar insanları uçuruma sürüklemiştir.
Çünkü bu körü-körüne bağlılıklar, diploma sâhibi olmakla giderilebilecek şeyler
değildir.
Toplumdaki
yanlışları ve sapkınlıkları çoğunlukla -sanıldığının aksine- diplomasızlar
değil diplomalılar ortaya çıkarır. Âilenin dayanıksızlaşması ve bozulması daha
çok diplomalılar nedeniyledir. Çünkü diploma Allah’tan, din’den ve hayattan
kopuk olan okullardan alınıyor ve insanlar hayattan kopuk oldukları için hayat
onları yetiştirmemiş oluyor. Bu da onların sabırsız ve çiğ olmalarıyla
sonuçlanıyor. Meselâ boşanma oranlarına baktığımızda boşananların çok büyük
çoğunluğunun bir diplomaya sâhip olanlar olduğunu görürüz. Bu bağlamda bir
yazıda şunlar söylenir.
“Çağımızda âile yok oluş sürecinden geçiyor. Batı’da boşanma
oranı % 60-65’lerde seyrediyor. Bizde ise evlenme ve boşanma oranları giderek
eşit hâle gelmekte. Evlenme yaşı 29’lara dayanmış, ‘evde kalma’ dediğimiz
hâdise adım-adım artmakta fakat bu vahim durumun üzeri üniversite
diplomalarıyla örtülmektedir”.
Dünyâ’nın en
başarılı insanları peygamberler ve onlarla birlikte olanlardır. Peki hangi
peygamberin ve hangi sahabenin bir diploması vardı?. Hiç-birinin. Çünkü onlar
bilgiyi değil bilinci, sonra da amel-eylemi çoğaltmakla uğraşıyorlardı. Nebevî
hareketin her biri diğerinden daha göz doldurucu, ibretlerle dolu sayfaları
vardır. Mîlâdî yedinci yüzyıl Mekke’sinde hiç-bir siyâset dersi almamış, bir
tek diplomaya bile sâhip olmayan bu insanların bu siyâsî bilinçleri nereden
geliyordu?. Allah onları, “insanlığın hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet ve
mârufu emreden, münkerden nehyeden bir nesil” olarak vasıflandırmıştır (Âl-i
İmran 110). Hudeybiye’de Resûlullah’a biat eden sahabeler, “Allah’ın eli
onların elleri üzerindedir” (Fetih 10); “O ağacın altında sana biat
etmelerinden dolayı Allah o mü’minlerden râzı olmuş, kâlplerinde olanı bilmiş,
onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle müjdelemiştir”
(Fetih 18) âyetleriyle, bir kulun Dünyâ’da elde edeceği en büyük lütufla taltif
edilmişlerdir.
Yine târih
boyunca büyük işler başarmış olanların hiç-birinin diploması yoktur. En büyük
imparatorlukları kurmuş olanların diploması yoktu. Meselâ en geniş kara
imparatorluğunu kurmuş olan Cengiz Han okuma-yazma bile bilmiyordu.
Hayât
dersini almadan, bilgi ve bilince ermeden ve ahlâklanmadan bir diplomaya sâhip
olanlar bize tepeden bakıyorlar. Bu tüm alanlarda böyledir. Ali Şeriati bu
bağlamda şunları söyler:
“Câhil bir
bilgin olmak, okumuş birisi olarak bilinçsiz kalmak, çok kabarık diplomalar ve
hayli ciddî unvanlarla doktor, mühendis, yüksek lisans, doçent, profesör ve
benzeri bir insan olmak; ama bilinç, anlama, bilgi yönünden, toplumu ve
kendisini bir-birine bağlayan zamâna karşı sorumluluk duygusu ve târihin
hareketinin belirlenmesi bakımından sıfır olmak, kör ve sağır olmak büyük bir
tehlikedir, acıklı bir durumdur. Bu, bilgin olduğu hâlde câhil olma
tehlikesidir. Bunun tehlikesi de insanın genellikle bilgiyle doyunca, düşünsel
açlık hissetmemesi bakımındandır. Bu-gün Dünyâ’da ortaya konan durum -buna
bakar ve görürsek- tamâmen ayrı bir meseledir, ‘bilimsel meselelerden’ ayrı
‘düşünsel bir mesele’dir. Modern çağlar, modern yanlışlıları da yanında
getirir. Târih, insanın bilinçli hareket etmesinden çok, ahmakça hareket
örnekleriyle doludur”.
Bir yazıda diploma hakkında
şunlar söylenir:
“Diploma,
icâzetname ve benzeri belgeler, mêzun olan kişinin bilgi ve beceride
yeterliliğini gerçek anlamda kanıtlamaz. Çünkü değer, belgeye değil, bilgiye
âittir. Belgesiz de olsa bilgi her zaman geçerlidir. Fakat bilgisiz belge
hiç-bir anlam taşımaz. Onun için diploma ve icâzetname gibi belgelerin
(organize iş-disiplinini sağlama amacı dışında) herhangi bir değer taşıdığı,
mantıksal olarak kanıtlanamaz. Bu nedenledir ki adları bilim-târihine kazınmış
olan âlim ve filozofların diplomalarını hemen hiç kimse merak etmez. Nitekim
Ebu Hanife’nin, İbn-i Sinâ’nın, Fârâbî’nin, Gazâlî ve benzeri âlimlerin
icâzetnamelerini arşivlerde bulmak mümkün değildir”.
Hiç-bir
diploma, cenneti garanti edemez. Hattâ diploma sâhipleri bu konuda belki de
daha riskli durumdadırlar. Çünkü iş-başına getirilenler genelde diploma
sâhibidirler ve sorumlulukları çok büyük olur. Fakat sorumluluk verilenlerin
çoğu sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmemektedirler.
Dünyâ’da diploma
almak olmazsa-olmaz hâline geldiyse bir diplomaya sâhip olmak şarttır. Fakat
bir de âhiret vardır. Allah orada hesâbı diplomaya bakarak değil, insanın
yapıp-ettiklerine bakarak yapacaktır. Diplomayı hangi elinizle aldığınız önemli
değildir ama âhirette defterini sağ elinle alanlardan olmak şarttır:
“Artık
kitabı sağ-eline verilen kişi der ki: ‘Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben,
gerçekten hesâbıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım’. Artık o, hoşnut bir
yaşama içindedir” (Hâkka 19-21).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder