26 Şubat 2023 Pazar

Diplomaya Tapmak


“…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

Bu âyet, “diploması olanlarla olmayanlar bir olmaz” demiyor. Çünkü “bilmek” ile “diploma sâhibi olmak” farklı şeylerdir.

 

Modernizm bir “diploma uygarlığı”dır. Bir kişinin diploması varsa, o kişi daha iyi bilenlerden, daha ahlâklı olanlardan, daha iyi çalışandan ve işini daha iyi yapanlardan üstün tutulur. Çünkü diploma modern insan tarafından âdetâ tapınılacak bir şeye dönüşmüştür. Hiç-bir zaman kullanılmayacak olsa da “bir diplomam olsun” düşüncesi çok popülerdir.

 

Hiç iş bilmeyen yeni yetme bir acemi, kırk yıllık süper bir ustaya, sâdece diploması var diye tercih ediliyor. Bu neden böyledir?. Çünkü artık işi iyi bilmek para etmiyor. “Yeter ki yetki-sâhibi olduğunu gösteren bir diplomaya sâhip olsun” deniyor. Çünkü artık bir iş için ustalık gerekmiyor. Bozulan yada eskiyen şeyin yenisi satılıyor ve alınıyor. Bu da bu alış-satışı yapacak yetkiye yâni diplomaya sâhip olanlarca yapılabilecek kolaylıkta bir iş olduğu için diplomalılar tercih ediliyor. Zâten artık makineleşmeyle birlikte kol-kas gücüne ve el-becerisine de çok ihtiyaç duyulmuyor.

 

Okullar ise birer “diploma alma merkezleri” olarak işlev görüyor. Okullar diploma dağıtan bürolar hâline geldi. Okullar büyük çoğunluk için bir bilgi, bilinç ve farkındalık oluşturan yerler olmaktan çıkmıştır. Bir-şekilde parayla, ricayla, kartvizitle, torpille vs. diplomayı almışsanız başarılısınızdır ve halk tarafından övülürsünüz. Fakat ne kadar iyi, temiz, ahlâklı, işini iyi yapan biri olsanız da diplomanız yoksa bir işe yaramıyor ve “vasıfsız” sayılıyorsunuz. Modernite, mesleğinizde ne kadar hünerli olursanız-olun, o işin diplomasına sâhip değilseniz sizi “vasıfsız” sayıyor. Oysa nice diplomalılar vardır ki işi diplomasızlardan öğreniyorlar.

 

Diploma sâhibi olmak cehâletten kurtulmak anlamına gelmez. Cehâlet, diploma ile giderilemez. Diploma sâhibi olmak, cehâletten kurtulmak ve “entelektüel olmak” demek değildir; nice okuma-yazma bilmeyenler vardır ki ilim-irfân sâhibidirler.

 

Aslında herkesin diploma sâhibi olması, “insanların yarısının işsiz olması” demektir. Çünkü hiç-bir zaman tüm diplomalılara iş sağlayacak bir durum olmaz. Günümüzde artık herkes yüksek okul diplomasına sâhip olduğu hâlde büyük bir işsizliğin olmasının nedeni budur. Çünkü diploma sâhibi olmak “iş bilmek” demek değildir. İşverenler de zâten sâdece az sayıda diplomalıyı işe alıp, “işi bilen” kişiler istiyorlar. Bir seferinde iş-adamları derneğinin başkanı, “yarın kalifiyeli on bin kişiyi işe alabilirim” demişti. Fakat diplomalı ama kalifiyesiz insan ihtiyâcından bahsetmemişti. Bu nedenle de diplomalılar boşta gezmektedirler yada mecbûren vasıfsız kategorisinde diploma gerektirmeyecek işler yapmaktadırlar.    

 

Körü-körünelik bir cehâlettir ama bu cehâlet “tahsilli olmak”la çok da alâkalı değildir. Niceleri vardır ki okul bitirmiş ve diploma sâhibidir ama körü-körüne tâkip ettikleri yada bağlı oldukları kişiler yada kurumlar vardır. Bu kişiler bir yanlış gördüklerinde yada duyduklarında, aslında kendilerine ters gelse de yine de o yapıya bağlılıklarını sürdürürler. Çünkü körü-körüne olan bağlılıklar doğruyu ve hakkı boğar ve o kişiden gizler. Böylece artık körü-körüne olan bağlılıklar çoğalmaya başlar. Kimileri “ata”ya, kimileri atalara, kimileri lîderlere, kimileri bilim-adamlarına, kimileri ünlülere, kimileri ideolojilere ve bâtıl sistemlere ve hattâ tâğutlara ve şeytana bile körü-körüne bağlanırlar. Nice sapık lîderlere bağlanılmıştır da onlar insanları uçuruma sürüklemiştir. Çünkü bu körü-körüne bağlılıklar, diploma sâhibi olmakla giderilebilecek şeyler değildir.

 

Toplumdaki yanlışları ve sapkınlıkları çoğunlukla -sanıldığının aksine- diplomasızlar değil diplomalılar ortaya çıkarır. Âilenin dayanıksızlaşması ve bozulması daha çok diplomalılar nedeniyledir. Çünkü diploma Allah’tan, din’den ve hayattan kopuk olan okullardan alınıyor ve insanlar hayattan kopuk oldukları için hayat onları yetiştirmemiş oluyor. Bu da onların sabırsız ve çiğ olmalarıyla sonuçlanıyor. Meselâ boşanma oranlarına baktığımızda boşananların çok büyük çoğunluğunun bir diplomaya sâhip olanlar olduğunu görürüz. Bu bağlamda bir yazıda şunlar söylenir.

 

“Çağımızda âile yok oluş sürecinden geçiyor. Batı’da boşanma oranı % 60-65’lerde seyrediyor. Bizde ise evlenme ve boşanma oranları giderek eşit hâle gelmekte. Evlenme yaşı 29’lara dayanmış, ‘evde kalma’ dediğimiz hâdise adım-adım artmakta fakat bu vahim durumun üzeri üniversite diplomalarıyla örtülmektedir”.

 

Dünyâ’nın en başarılı insanları peygamberler ve onlarla birlikte olanlardır. Peki hangi peygamberin ve hangi sahabenin bir diploması vardı?. Hiç-birinin. Çünkü onlar bilgiyi değil bilinci, sonra da amel-eylemi çoğaltmakla uğraşıyorlardı. Nebevî hareketin her biri diğerinden daha göz doldurucu, ibretlerle dolu sayfaları vardır. Mîlâdî yedinci yüzyıl Mekke’sinde hiç-bir siyâset dersi almamış, bir tek diplomaya bile sâhip olmayan bu insanların bu siyâsî bilinçleri nereden geliyordu?. Allah onları, “insanlığın hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet ve mârufu emreden, münkerden nehyeden bir nesil” olarak vasıflandırmıştır (Âl-i İmran 110). Hudeybiye’de Resûlullah’a biat eden sahabeler, “Allah’ın eli onların elleri üzerindedir” (Fetih 10); “O ağacın altında sana biat etmelerinden dolayı Allah o mü’minlerden râzı olmuş, kâlplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle müjdelemiştir” (Fetih 18) âyetleriyle, bir kulun Dünyâ’da elde edeceği en büyük lütufla taltif edilmişlerdir.

 

Yine târih boyunca büyük işler başarmış olanların hiç-birinin diploması yoktur. En büyük imparatorlukları kurmuş olanların diploması yoktu. Meselâ en geniş kara imparatorluğunu kurmuş olan Cengiz Han okuma-yazma bile bilmiyordu.

 

Hayât dersini almadan, bilgi ve bilince ermeden ve ahlâklanmadan bir diplomaya sâhip olanlar bize tepeden bakıyorlar. Bu tüm alanlarda böyledir. Ali Şeriati bu bağlamda şunları söyler:

 

“Câhil bir bilgin olmak, okumuş birisi olarak bilinçsiz kalmak, çok kabarık diplomalar ve hayli ciddî unvanlarla doktor, mühendis, yüksek lisans, doçent, profesör ve benzeri bir insan olmak; ama bilinç, anlama, bilgi yönünden, toplumu ve kendisini bir-birine bağlayan zamâna karşı sorumluluk duygusu ve târihin hareketinin belirlenmesi bakımından sıfır olmak, kör ve sağır olmak büyük bir tehlikedir, acıklı bir durumdur. Bu, bilgin olduğu hâlde câhil olma tehlikesidir. Bunun tehlikesi de insanın genellikle bilgiyle doyunca, düşünsel açlık hissetmemesi bakımındandır. Bu-gün Dünyâ’da ortaya konan durum -buna bakar ve görürsek- tamâmen ayrı bir meseledir, ‘bilimsel meselelerden’ ayrı ‘düşünsel bir mesele’dir. Modern çağlar, modern yanlışlıları da yanında getirir. Târih, insanın bilinçli hareket etmesinden çok, ahmakça hareket örnekleriyle doludur”.

 

Bir yazıda diploma hakkında şunlar söylenir:

 

“Diploma, icâzetname ve benzeri belgeler, mêzun olan kişinin bilgi ve beceride yeterliliğini gerçek anlamda kanıtlamaz. Çünkü değer, belgeye değil, bilgiye âittir. Belgesiz de olsa bilgi her zaman geçerlidir. Fakat bilgisiz belge hiç-bir anlam taşımaz. Onun için diploma ve icâzetname gibi belgelerin (organize iş-disiplinini sağlama amacı dışında) herhangi bir değer taşıdığı, mantıksal olarak kanıtlanamaz. Bu nedenledir ki adları bilim-târihine kazınmış olan âlim ve filozofların diplomalarını hemen hiç kimse merak etmez. Nitekim Ebu Hanife’nin, İbn-i Sinâ’nın, Fârâbî’nin, Gazâlî ve benzeri âlimlerin icâzetnamelerini arşivlerde bulmak mümkün değildir”.

 

Hiç-bir diploma, cenneti garanti edemez. Hattâ diploma sâhipleri bu konuda belki de daha riskli durumdadırlar. Çünkü iş-başına getirilenler genelde diploma sâhibidirler ve sorumlulukları çok büyük olur. Fakat sorumluluk verilenlerin çoğu sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmemektedirler.

 

Dünyâ’da diploma almak olmazsa-olmaz hâline geldiyse bir diplomaya sâhip olmak şarttır. Fakat bir de âhiret vardır. Allah orada hesâbı diplomaya bakarak değil, insanın yapıp-ettiklerine bakarak yapacaktır. Diplomayı hangi elinizle aldığınız önemli değildir ama âhirette defterini sağ elinle alanlardan olmak şarttır:

 

“Artık kitabı sağ-eline verilen kişi der ki: ‘Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesâbıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım’. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir” (Hâkka 19-21).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder