26 Şubat 2023 Pazar

2 S, 2 Ş ve 1 C

 

“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi” (Tekâsür 1).

 

“Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).

 

“Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârûn’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler” (Kasas 79).

 

“Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?. Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz” (Neml 55).

 

“Onlar hâlâ câhiliye hükmünü mü arıyorlar?. Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Mâide 50).

 

2 S, 2 Ş ve 1 C; târih boyunca Allah’ı hesâba katmayan insanların peşinden koştuğu, sâhip olmak için her-şeyi yaptıkları, fakat ulaştıklarında da kendilerini yoldan çıkaran işte bu 5 şeydir. Nedir bunlar?: Servet-siyaset, şehvet-şöhret ve cehâlet. İnsanı bencilce hırs sâhibi yapan, her türlü günahı, haramı, suçu ve ayıbı işleten, adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, yolsuzluğun, şirkin, küfrün ve zulmün sebebi işte bu 5 şeydir. Şeytan insanı işte bu 5 şey ile kandırıp durur. İnsan bu 5 şeye ne kadar da tutkun ve düşkündür. Bu tutku nedeniyle şeytana ve nefsine hep yenilir. Hırsın, tutkunun, acımasızlığın, merhâmetsizliğin, vicdansızlığın nedeni hep bu 5 şeydir. İnsanoğlu târih boyunca bu beş şey ile kuşatılmıştır ve tutuklanmıştır.    

 

Şeytan ve nefs, insana bu beş şey ile tüm cihetlerden saldırır. Sağdan siyâsetle, soldan servetle, arkadan şöhretle, önden şehvetle ve tepeden cehâletle saldırır ve kuşatır insanı, tâ ki alttaki toprağa girinceye kadar. Zâten şeytan daha ilk başta insanlara tüm bu yönlerden saldıracağını söylemişti:

 

“Dedi ki: Mâdem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlakâ senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulmayacaksın” (A’raf 16-17).

 

Şeytan bu dediklerini yapmış ve bu konuda başarılı olmuştur ve insanların çoğunu bu 5 şey ile kandırmakta ve ayartıp durmaktadır. Artık insanların çoğu servete, siyâsete, şöhrete, şehvete ve cehâlete tapmaktadırlar. Müslümanların da düşüp yıkıldığı yer burasıdır. Tabi eğer bir kalkış ve diriliş olacaksa, insan bu 5 şeye gem vurup rûhu, kâlbi, merhâmeti, vicdânı, adâleti, hakkı-hakîkati ve tevhidi bayraklaştırınca olacaktır. İnsanlar şu âyetlerin farkına ve bilincine varıp nefsini değiştirmeye başlayınca o büyük değişim olabilecektir:

 

“Kadınlara, oğullara, kantar-kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünyâ-hayâtının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır. De ki: Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi?. Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızâsı vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir” (Âl-i İmran 14-15).

 

Yâni servete, Allahsız siyâsete, şehvete, şöhrete ve cehâlete dur deyip de cennet hedefiyle rûha, kâlbe, merhâmet ve vicdâna dönüldüğünde bir şeyler değişmeye ve dönüşmeye başlayacaktır.

 

Tüm zamanlarda ilâhi mesaj ve tebliğ-dâvetler, “servet eleştirisi” ile başlamıştır. Çünkü devlete dönüşüp tekelleşecek olan bir servet, mutlakâ Allah’a mülkte ortak koşmaya başlayacaktır.

 

Sahabe ile modern müslümanlar arasındaki bâriz fark, sahabelerin şehâdete koştukları şevkle, modern müslümanların servete ve şehvete koşmasıdır. İnsanlar en büyük tâvizleri, refah ve servetlerinin artması için vermiştir. Bu durum zengin ile gariban arasındaki makasın günden-güne açılıp genişlemesine neden olmuştur-olmaktadır. Fakat insanlık târihinde zengin ile yoksul arasındaki servet farkı, hiç-bir zaman modern dönemde olduğu kadar açılmamıştı. 

 

Zenginlerin servetlerini katlamaları, garibanların da zenginleşmeleri demek değildir. Gariban her zaman yerinde sayar. Birileri, çoğunluğu oluşturan garibanlar yerinde sayarken yada gerilerken, zenginlerin servetlerinin artmasını “ülkenin ve toplumun zenginleşip gelişmesi” zannediyor. Sermâyedarların servetlerini katlamaları “büyüme” demek değildir.

 

Servet, sâhiplerinde şiddetli bir “yönetme ve yönlendirme isteği/arzusu” oluşturur. Parayı bulanlar, yönetimi de kendileri yapmak isterler. Servetin oranı, yönetilecek alanın büyüklüğünü belirler. Tüm insanların sâhip olduklarından daha çok servete sâhip olanlar, tüm Dünyâ’yı ve tüm insanları yönetmek ister. İşte şirk budur. Bu yüzden sınırı aşmış olan zenginlik, mutlakâ şirki, küfrü, sapmayı ve zulmü de yanında getirir.

 

Sünnet denilen “güzel örneklik”, Hz. Muhammed’in Kur’ân-merkezli siyâsetidir. Müslümanların siyâset yapması, lâik-seküler-demokratik siyâset değil, “dînî siyâset” yapması demektir. Müslümanlar dîni karıştırmadan “dinsiz siyâset” yap(a)mazlar. Dinsiz siyâset, “halkı kandırma sanatı”dır.

 

Seküler siyâset, “insanın insan üzerindeki egemenliği” iken; İslâmî siyâset; “Allah’ın insan ve tüm varlık üstündeki hâkimiyeti”dir. Gayri İslâmî siyâset ve siyâsetçiler; küresel sermâyedarları, tâğutları ve dolayısı ile “şeytanı râzı etmek” ile görevlidirler ve tüm çabaları bunun içindir. Siyâset yalnızca İslâmî düzende “ekonomik güçler” tarafından belirlenmez.

 

Siyâset dîne âlet edilmezse yâni dînin bir aracı olmazsa, din siyâsete âlet edilmeye başlar. Siyâset dîne âlet edilmediğinde, din, her türlü siyâsete her zaman âlet edilmeye çalışılmıştır. O-hâlde ya -“siyâset dîne” âlet edilecek ve doğru iş yapılmış olacak yada -yanlış olarak- “din siyâsete” âlet edilecektir. Ya “din’li siyâset” yada “din’siz siyâset”. Üçüncü bir seçenek yoktur.

 

İslâm coğrafyasının en büyük sorunu, örnek alabilecekleri mevcut bir devlet, bir siyâset ve topluluğun olmamasıdır. Müslüman, bir delikten iki kere ısırılmaz. Fakat “seküler siyâset” yüzünden müslümanlar da dâhil, insanlar aynı delikten onlarca kez ısırılmaktadır. İslâmî siyâsetten kaçmanın cezâsı, “seküler siyâset”tir. İslâmî siyâsetten vazgeçildiğinde, seküler siyâsete meftûn ve râm olunur. Tabi böyle olunca da müslümanlara işin sâdece ilmi-teorik yönüyle uğraşmak kalır. Müslümanların en büyük yanlışlarından biri de; “ancak siyâsetle çözülebilecek” olan şeyleri, eğitim-öğretim ile çözebileceklerini zannetmeleridir.

 

Şöhret de kişiyi yoldan çıkaran bir şeydir. Bir insan ne kadar uğraşsa da şeytan kadar meşhûr olamaz. Fakat şeytanın şöhreti işe yaramamıştı da Allah’ın huzûrundan kovularak ebedî cehennemlik olarak aşağılara atılmıştı.

 

Modernizm bir “şehvet uygarlığı”dır. Modernizm; “şehvetin kölesi” olmaya “özgürlük” diyor. Hâlbuki bu, şehveti köleliği en yaygın ve âdi bir köleliktir. İnsanlık târihinde hiç-bir zaman şehvet bu kadar övülmemişti ve insanlar hiç-bir zaman küresel anlamda bu kadar kışkırtılıp da şehvetin kölesi ve esiri olmamıştı.

 

Tüm bunlar aslında cehâletin yâni kendini bilmemenin bir sonucudur. Klâsik cehâlet, “modern cehâlet” olarak devâm etmektedir. Ağaca çaput bağlayıp dilekte bulunmakla, ağaca ampûl ve süs bağlayıp dilekte bulunmak arasında, şirk ve cehâlet olması bakımından bir fark yoktur. Cehâletten ve câhillikten “bilgili olmak”la değil, “kendinizi bilmek”le kurtulabilirsiniz. Kadim bir cümledir: “Kendini bil”. 

 

Modern insanın târifi; “cehâlet içinde, sürekli haz alma hâlinde yaşamak isteğinde olan varlık” şeklinde yapılabilir. Câhilce, “bana hiç kimse ne yapacağımı söyleyemez” diyenler, şeytanın her emrini yerine getirdiklerinin farkında değildirler.

 

Câhil, bilgi ile değil, duygu ile yönetilir. Câhil toplumları kontrol etmek için dâima yeni mitolojilere ve yeni masallara ihtiyaç duyulur. Her grup ve devlet, kendi mitolojisini uydurarak varlığını devâm ettirebilir.

 

Câhil; “kötü olan şey”i, “başına gelmedikçe” idrâk edemeyen kişidir. Dolayısı ile, toplumun geneli (ekser-un nas) câhildir. Câhil; belâyı ancak, başına gelip de kendisini kuşatınca fark edendir. Çünkü cehâlet bir “kendini bilmeme” durumudur ve diploma ile giderilebilecek bir şey değildir.  

 

Modern insan, her-şeyi bildiğini ve bilebileceğini zanneden bir câhildir. Cehâlet zâten budur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2022

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder