31 Mayıs 2016 Salı

"Bizi Allah Yarattı, Peki Allah’ı Kim Yarattı” Sorusuna Cevap


“De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed’dir (her-şey O’na muhtaçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğur(t)mamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiç-bir şey O’nun dengi değildir” (İhlâs 1-4).

Îmanla-inançla problemleri olanların; henüz şüpheden kurtulamamış olanların; ateist-deist-agnostik olanların, güyâ inananları köşeye sıkıştıracak târihi bir soruları var. Soru türevleriyle birlikte şu şekilde; “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim yarattı?”; “Allah hiç-bir şey yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “Biz buradayız, O nerede ve oraya nereden geldi?” vs. vs. Bu soruları soranlar sanki çok büyük, çok ciddî ve cevâbı verilemeyecek bir soru soruyormuş gibi ve “cevâbını ne de olsa veremez” zannederek soruyor sorularını ve bunlara cevap yetiştirmeye çalışan müslüman ve inançlı kişi ve kişiler de; târih boyunca “cevap verilemez sorular” olarak ortaya konan bu sorulara “aşırı bir gard alarak” ve dolayısı ile anlamsız ve gereksiz yorumlar katarak cevaplar vermeye çalışıyorlar. Tabi iş iyice karışıyor ve işin içinden çıkılamıyor ve iki taraf da, o soru-cevap sürecindeki gazla sorularını ve cevaplarını güncelliyorlar. Böylece soru(n) ortadan kalkmıyor.

Aslında soruların cevâbı çok basit. Soru çok ciddiye alındığından dolayı net bir cevap verilemiyor. Aslında sorunun cevâbı İhlâs Sûresi’nde çok açık olmasına rağmen, “çok ortada” olan şeylerin netliği kaybolduğu için ve dediğimiz gibi soru çok ciddiye alındığından dolayı, bu sorular “cevap verilemez sorular” olarak çoğalarak farklı seslendirmelerle hâlen soruluyor ve cevaplanmaya çalışılıyor. Hâlbuki bu sorular çökmüştür. Bu sorular anlamsızlaşmıştır. Îmansızlıktan kaynaklanan nedenlerden dolayı bir-türlü iknâ olamayan yada olmak istemeyenler de artık bu soruyu sormaya cesâret edemiyorlar. “Eee, neymiş bu sorunun cevâbı” diye mi soruyorsunuz?. O hâlde verelim cevâbı..

İnsanlar “zaman” ile o kadar çok ve güçlü kayıtlıdırlar ki, “zaman”sız bir düşünüşleri, tasavvurları ve eylemleri ol(a)maz. Zamâna hem bedenlerinden hem de beyin-zihinlerinden sımsıkı bağlı olduklarından, zamansızlığı tasavvur bile edemedikleri ve zamansızlık hakkında bir şey düşünemeyeceklerinden dolayı, sordukları sorular mecbûren “zaman” ile bağlantılı oluyor. Yâni insanlar, zamâna atıf yapmayan sorular soramıyorlar, soramazlar. Bu nedenle de “sözde cevap verilemez” olan bu sorular zamandan bağımsız sorular değildir. İnsanlar diğer insanlara, onlar da kendisi gibi zamanla kayıtlı olduğu için zaman-merkezli sorular sorabilirler ve aldıkları cevaplar iknâ edici olabilir. Fakat insanlar zaman-dışı olan bir şey hakkında zamandan bağımsız olmayan sorular soramazlar ki.

Yukarıda sorulan bu sorular yâni; “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim yarattı?”; “Allah hiç-bir şey yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “Biz buradayız, O nerede ve oraya nereden geldi?” gibi sorularının cevâbı aslında “zaman” ile ilgilidir. Bu sorular Allah için sorulamaz. Çünkü Allah zamanla kayıtlı değildir. Zâten bir tek Allah (yaratıcı) zamanla kayıtlı değildir. Zamâna mahkûm ve mecbur değildir. Çünkü zamânı Allah yaratmıştır. Yâni Allah, zamânı da yaratmıştır. Zamânı yaratandır. Böylece zamânın olmadığı bir durumda-anda Allah’ın vâr olduğu açığa çıkar. Zamânı yaratan Allah olduğu için, zamânı yaratmadan önceki o özel durumda Allah’ın vâr olduğu kesinleşir. Zâten zamânın aslî bir varlığı yoktur ve maddeye bağlıdır. Maddenin hareketinin bir sonucudur. Bir maddenin-nesnenin bir noktadan diğer bir noktaya hareket etmesi, onun zamânındır. Zaman budur. Eğer hareket etmeseydi o maddenin bir zamânı olmayacaktı. Dolayısı ile zaman, maddenin hareketi ile başlamıştır. Meselâ mutlak soğukluk olan -273.15 derecede madde mutlak anlamda duracağından dolayı füzyona uğrayıp içine çökecek ve zamânı bitecektir. Madde durduğunda zaman yok olur. Madde varsa zaman vardır. Dolayısıyla Allah zamânı, maddeyi yaratarak yaratmış oluyor. Allah’ın, zamânı yaratması, maddeyi yaratmasıdır.

Şimdi; Allah zamânı da yaratmış olduğundan ve bu nedenle zamanla kayıtlı olmadığından dolayı bu tarz sorular anlamsızdır ve dolayısıyla da zamanla kayıtlı olan insanın mecbûren zamâna atıf yaparak sorduğu bu sorular geçersizdir. İnsanın bu sorulara bir cevap alabilmesi için, zamanla kayıtlı olmayan Allah hakkında, zamâna atıf yapmadan sorması gerekir sorularını. İşte insanın buna gücü yetmediği-yetmeyeceği için bu tarz sorular anlamsızlaşıyor. Bakın; “Allah bizi yaratmadan önce” sorusu, Allah’ı zamanla kayıtlamaktır. Fakat Allah için önce-sonra yoktur. Allah bizi ve her-şeyi yaratmadan önce (yada durumda) zamânı da yaratmamıştı zâten. Şimdi, insan zamâna yâni maddeye (çünkü kendisi de maddedir) aşırı bağlı olduğundan dolayı zamansızlığı tasavvur edemiyor ve böyle bir tasavvura sâhip olmadığından, zamandan bağımsız bir soru soramıyor. Zamâna atıf yapmadan bir soru soramıyor. “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim yarattı?”; “Hiç-bir şey yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “O nerede ve oraya nereden geldi?” sorularını zamanla ilişkilendirmeden soramıyor ki insan. İnsan bu sorulara bir cevap alabilmesi için, -dolaylı yoldan da olsa- işin içine zamânı katmadan sorması lâzım sorularını. Fakat böyle bir aklî-zihnî gücü yok insanın. Zamandan bağımsız olan Allah, bu sorulara bir melek aracılığı ile zamandan bağımsız bir cevap verse bile, insan bunu anlayamaz ve idrâk edemez ki?. Zîrâ zamansızlığı tasavvur edemiyor. Sorulan bu sorular, zamânın olmadığı anların-durumların öğrenilmesi için “zamanla kayıtlı” sorulardır. Zaman-merkezli sorularla zamansızlık anlaşıl(a)maz. Yanlış bir soruyla doğru cevap alınamaz. Alınsa da idrâk edilemez. Allah madde değildir ki bir zamânı olsun ve zamâna bağımlı olsun. O hâlde önce-sonra ile ilgili bir soru Allah için sorulamaz. “Allah’ı kim yarattı” sorusu, “Allah ne zaman yaratıldı” sorusudur. Çünkü soru “önce” ile alâkalıdır, yâni zamanla alâkalıdır. “Her-şeyi yaratmadan önce” sorusu da aynı şekilde. “Oraya nereden geldi” sorusu da O’na bir öncelik-sonralık atfetmek oluyor. Yâni, bulunduğu yerde “bir zamanlar yoktu da daha sonra geldi” gibi. Netîcede bu sorular Allah’ı -hâşâ- zamânla kayıtlıyor ve zamâna bağımlı kılıyor. Hâlbuki Allah zamâna bağımlı ve kayıtlı değildir.

Bu soruların cevâbı işte şu tek cümledir: “Allah zamânı da yaratmıştır”. Cevap budur.

Madde zamânın bir sonucudur, o hâlde madde olmadığında zaman da yoktur. Bu nedenle maddenin olmadığı bir zaman da yoktur, yâni “Allah maddeyi yaratmadan önce” diye başlayan bir soru sorulamaz. Maddenin öncesi, zamanla alâkalı değildir. Onun ne olduğunu bilmiyoruz. 

İnsan bedenen sınırlı bir yapıya, sınırlı bir güce-kudrete sâhip olduğu gibi, zihnen ve anlayış olarak da sınırlıdır ve tüm her-şeyi anlayıp idrâk edebilmesi mümkün değildir. Daha kâinat ile ilgili yâni Allah’ın yarattıklarıyla ilgili kesin ve net bilgiye bile ulaşamazken, kâinâtı yaratan Allah’ın zâtıyla ilgili bilgiyi idrâk etmesi söz-konusu bile olamaz.

Kur’ân’da Allah ile ilgili âyetler, müteşâbih âyetlerdir. Meselâ: “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misâli, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah her-şeyi bilendir” (Nûr 35). Âyet, açık arapça olmasına ve bildiğimiz-tanıdığımız varlık üzerinden Allah’ın tanıtılması yapılmasına rağmen 1.400 yıldır hiç kimse bu âyete iknâ edici ve tatmin edici bir tefsir-yorum yapamıyor. O hâlde; “mutlak kayıtsız Allah’ın mutlaklığı hakkında, mutlak kayıtlı olan insanın idrâk edebileceği bir şey yoktur”. Bu nedenle biz, “nedir” ile ilgili değil, “ne değildir” ile ilgili konuşabiliriz ancak, o da sınırlı olarak. Zâten Allah hakkında bir tanımlamada bulunmak, “tanımlayan tanımlanandan üstündür” sözü gereği, -hâşâ- Allah’tan daha fazla bir üstünlük demek olur.

Aslında verilen bu cevap da mutlak bir cevap değildir. Mutlak bir cevap verilemez. Yaratılmış olan hiç-bir şey bu sorulara mutlak bir cevap veremez. O cevâbı mutlak olarak yine ancak Allah verir ama o cevâbı da yine sâdece Kendisi idrâk edebilir kudretinden ve kayıtsızlığından dolayı. Bu soruların mü’min için kesin ve net cevâbı, “inanç”tır aslında. “Îman”dır. O îmânı içinin en derinliklerinde duyanlar için bir sorun yoktur ve bu tarz sorgulamalar da yapmazlar. Îman, Allah hakkındaki bu tarz soruların, insan için en net cevâbıdır. Cevap îmandır. Îmânı olmayanlara delil yetmez zâten.

Bir formülün bin problemi çözmesi gibi; îman, samîmi bir mü’min için bu tarzdaki bin soruya bile cevap verebilir. Sesli yada sessiz..

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2016
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder