“Şimdi de
Allah size kitabı, içinde her-şey inceden-inceye açıklanmış olarak göndermişken
Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim?. Kendilerine kitap verdiklerimiz de
bilirler ki, o tamamıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın
şüphelenenlerden olma!. Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adâlet
bakımından da tastamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek (kimse)
yoktur. O, işitendir, bilendir” (En-âm
114-115).
Müslümanlar, modernizmin etkisi ve baskısı karşısında
dünyevî yorumlamalarından sonra mânevî yorumlarını bile modernizme uydurmanın
yoluna girmişler. Modernizme uygun olmayan yorumlama çeşitleri ise ilgisizliğe
yada anlamsızlığa terk ediliyor ve bu tarz yorumlamalarda bulunanlar mîzahın
konusu yapılıyor ve yalnızlaştırılıyor. Fakat mezhep, parti ve modernizm-merkezli
yorumlamalar yapıldığında yâni sistem-içi söylemlerde bulunulduğunda, bu tarz
yorumların bir kıymeti ve edebî yönden değeri olmasa bile gündem edilebiliyor.
Bu tarz yorumlar aşırı desteklenirken, farklı bir yorumlama tarzı köstekleniyor
ve hattâ bu yorumlama tarzı az-biraz siyâsi olarak görünüm kazandığında hemen
şiddete bile başvurulabiliyor. En azından sözlü hakâretler edilebiliyor. Şeytan
ve tağutlar, kendi keyiflerine-çıkarlarına aykırı olan yorumlara-düşüncelere
katlanamıyorlar ve buna karşı her-türlü önlemi alıyorlar. “İpin ucu”nu
ellerinde tutanlar için bu durum çok da zor olmuyor zâten. Çünkü mevcut Dünyâ
“göz ve kulak medeniyeti”dir ve gözüyle gördüğünü ve kulağıyla duyuverdiğini, daha
doğrusu gözüne gösterildiğini ve kulağına fısıldananı doğru zannedenler,
gördüklerinin ve duyduklarının dışında hiç-bir şeyi kabûl etmiyor. Zâten
bir-süre sonra kabûl ettiklerinin militanı hâline geliyorlar. Zîrâ modernizm
onları bu şekilde kuşatma altına almış durumda. Böylelikle “sistem” güçlenerek
yolunda emin adımlarla ilerlemeye devâm ediyor. Öyle bir duruma geliniyor ki,
artık kimse farklı bir yorumda bulunamadığı gibi, farklı bir yorum yapmayı
düşünemez oluyor ve böyle bir yola girmeyi radikâllik olarak görmeye başlıyor.
Böylece şeytanın hoşuna gidecek yorumlar ayyuka çıkıyor. Şeytan Dünyâ’da görece
bir hâkimiyet kuruyor.
İnsanlar Dünyâ’ya göbeklerinden bağlıdırlar ve bu
bağın kopması hayattan kopmak demek olduğundan, bu bağı koparmamak çabasıyla mevcuda
bağlanmaları zor olmuyor. Bu bağın kopup-kopmamasının önem derecesi, mânevî bağın
gücü ve sağlamlığı ile alâkalıdır. Mânevî bağ maddî bağdan daha güçlü
olduğunda, yâni ebedî hayat geçici hayata tercih edildiğinde hayattan kopmak mü’min
için çok da sorun olmuyor ve yorumunu ve eylemini modenizme aykırı şekilde
yapmaktan çekinmiyor. Tabi kişinin bunu yapabilmesi için ilk-önce; iç âlemini,
dış âlemini şekillendiren modernist yorumlama tarzından farklı bir yorumlama
tarzıyla değiştirmesi gerekiyor ki aslında Kur’ân baştan-sona bu tarz bir
yorumlama şekline sâhiptir. Kur’ân, mevcudun eleştirisini ve îtirâzını yapan
bir tarza-söyleme sâhiptir. İşte bu tarza sâhip olunmadan iç âlem
zenginleştirilerek îmanlar arttırılamıyor. Kur’ânî yorumlama tarzına sâhip olan
mü’min için hayattan kopmak, “ebedî âleme geçmek” demek olacağından, bundan
çekinilmez bir duruma gelinir ki, modernizmin en çok korktuğu şey, ölümden
korkmayan bu tarz kişilerin çoğalmasıdır. Bu tarz kişilerin çoğalması, modernizme
alternatif yorumlama şeklinin de çoğalması demek anlamına geliyor ki, bu, modernizme
yapılabilecek en büyük îtirâz ve isyândır. O hâlde bir mü’minin, Kur’ân-merkezli
bir idrâk edip yorumlama ve sünnet-merkezli bir edip-eyleme yoluna girmesi
gerekir ki dînini hakkıyla idrâk edip yaşayabilsin.
Peki böyle olması gerekmesine rağmen müslümanlar
yorumlarını neyi baz alarak yapıyorlar?. El cevap: Modernist-merkezli yorumlama
tarzını baz alarak. Mezhep lîderlerinin, târikat şeyhlerinin, parti
lîderlerinin, sermâyedarların, popüler olanların vs. vs. kısaca şeytan ve
tağutların isteği doğrultusundaki yorumlama tarzına göre ki bu bâtıl bir
yorumlama tarzıdır. Bunu, ya çıkar için yada cehâletten dolayı yapıyorlar. Öyle
bir duruma gelindi ki, modenizme uygun olmayan Kur’ân yorumları yapılamaz ve
seslendirilemez oldu. Hiç alâkası olmadığı hâlde bir parantez-içi yada yanlış
ve takdirî kelimelerle tam da modern bilime, ideolojiye, siyâsete, sosyâl hayâta,
ekonomik düzene göre yorumlamalar yapılıyor. Hâlbuki modern dönemin bu konulardaki
söylem ve eylemleri ile Peygamberimizin gönderildiği Mekke toplumundaki aynı
konulardaki söylem ve eylem arasında fark yoktur. Hattâ modern dönemde bu
sapıklıklar artarak devâm ediyor. Yâni şirk ayyuka çıkmış durumda. Ellerinde
Kur’ân olanlar ve güyâ Kur’ân’a göre bir anlama faaliyeti yürüttüğünü
zannedenler bile tağutlara rahmet okuyabiliyorlar ve onlara “tam destek”
veriyorlar. Ellerinde Kur’ân olması buna engel olmuyor. Kur’ân’ı yorumlama
tarzları Kur’ân’a uygun değil. Kur’ân’ın bütünlüğüne uygun değil. Sünnete
ise hiç uygun değil. Kur’ân ve Peygamber zâten şu-an yaşadığımız mevcut ve
benzer bir hayâta-duruma eleştiri, îtirâz ve isyân olarak gönderilmiştir ve Kur’ân’ın
yeni bir yorumlama, idrâk ve eylem-plânı vardır. Bir devlet-medeniyet rüyâsı ve
potansiyeli vardır İslâm’ın. Bir hayat-anlayışı getirmiştir. Özgün bir
yorumlama tarzına sâhiptir. Modernizmin kuşatması altında maddî ve psikolojik
olarak ezilenler, bu yükten kurtulmak için Kur’ân’ı Kur’ân ile değil,
modernizm-merkezli yorumluyorlar. Böylelikle Kur’ân’ın yetersizliği gibi bir
durum çıkıyor ortaya. Hâlbuki Kur’ân bir hayat kitabıdır ve tüm zamanlarda bir
bilinç-kültür-siyâset-sosyâl hayat-din-ahlâk vs. vâzeder. Her konuda tüm asırları
aydınlatacak potansiyele sâhiptir. İslâm ve Kur’ân bu potansiyele sâhiptir
fakat müslümanlar sâhip değildir. Çünkü ellerinden Kur’ân’ı bırakmasalar da
zihinleri modernizme göre işliyor.
Kur’ân aynı-zamanda bir kültür de oluşturur. Diğer
kültürleri tümden görmezden gelmese de, onun kendine-özgü bir ilim-kültürü
vardır.
İslâm’da yorumlama, kendi dışındaki kaynaklar-merkezli
olamaz. O kaynaklar da kullanılarak yorum zenginleştirilmesi yapılabilir fakat
bu, esastan olamaz, usûlden olabilir. İslâm akla aykırı olmasa da aklı da aşan
yönleri vardır ve bu nedenle salt akıl ile yorum yapan felsefeyle sınırlı bir
ilişki kurulması gerekir. Çünkü İslâm, felsefe gibi salt akıl ile yorumlama
yapmaz. İslâm’da, vicdan-rûh-kâlp (akleden kâlp) vs. gibi meta-fizik unsular da
vardır ve bu nedenle zâten bir “İslâm felsefesi”nden bahsedilemez. Tabî ki
“ilim mü’minin yitik malıdır, onu nerde bulursa alır” sözüne göre felsefeye
tamâmen de arkasını dönmez.
Her ne kadar İslâm’ı zenginleştirdiği söylense de, Dâr-ül
Hikme’den (bilgelik evi) sonra din, felsefe-merkezli yorumlanmaya başlandı ve
Kur’ân, felsefenin -ki bu felsefe yunan felsefesidir- etkisi altında kalarak yunan
felsefesinin nesnesi durumuna getirildi. Böylece “Kur’ân başka felsefeler-kaynaklar
olmadan anlaşılamaz düşüncesi” hâkim olmaya başladı ki hâlen devâm eden bu
yorumlama düşüncesiyle müslümanlar zamanla kendilerine olan güvenlerini
kaybettiler. “Kimin ekmeğini yersen onun davulun çalarsın” misâli, “kimin
felsefesini-ilmini kullanırsan, onun kültürünü ve ürettiği alırsın” prensibi
ayyuka çıktı zamanla. İslâm’ı daha doğrusu müslümanları durduran, gerileten ve
yenilgiye uğratan ana-sebep budur. Aristo-Plâton-Plotinus (yeni eflâtunculuk)
merkezli yorumlama tarzı, “Kur’ân’ın Kur’ân’ı tefsiri ve sünnet-merkezli yorumlama
düşüncesi”ni blôke etti.
Zeki Özcan:
“9-13. yüzyıllarda yeni-Plâtoncu/Aristotelesçi düşünme biçimi
anlamındaki İslâm Felsefesi, bilindiği gibi, daha ziyâde Süryânice ve grekçeden
arapçaya yapılan tercümelerin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu felsefe daha önce
hint felsefesinin, grek felsefesinin ve hristiyan felsefesinin geliştiği gibi
gelişti. Orijinâlitesi bir yana, gerek İslâm dünyâsında gerekse batı orta
çağını etkileyen çok önemli eserler verdi. Bu eserlerde, zorunlu olarak grek
felsefesinin derin etkileri görülmektedir. Özetle söyleyecek olursak,
kültürümüzün özellikle teorik ve spekülatif yönü, doğrudan ve dolaylı biçimde,
Plotinus’un Ennadlar’ının bâzı bölümlerinin etkilerini taşımaktadır” der.
Mü’min, yorumunu sâdece akıldan aldığı tâlimatlarla
yapmaz. Kâlbine-vicdânına da danışmalı, iyice düşünüp tartmalıdır. Çünkü aklî
yorumlar -aynen Plâton ve Aristo gibilerinde olduğu gibi- çok çarpıcı olsa da,
çok da uzun olmayan vâdelerde, eylemde kötü ve üzücü sonuçlara çıkar ve yol
açar. Bir yorumun doğru ve yanlış olduğunu delili, eylemde belli eder
kendini. Modern dünyâ siyâsi alanda Fransa-İngiltere; felsefî alanda
Almanya, ahlâkî alanda ABD-İsrâil-İngiltere; askerî alanda da ABD güdümündedir.
Buna, düşüncede yunan, siyâsette Roma da diyebiliriz. İşte modern dünyânın
ilk-başta çok câzip görünen düşünce ve görüşlerinin sonuçları, şu-an yaşadığımız
dünyâdır. Bu dünyâdan memnun olanlar beri gelsin..
Müslümanların kimi; kapıldıkları ideolojiye, kimi bir
lîdere, kimi bir partiye, kimi bir târikata-mezhebe-cemaate, kimi ekonomiye, kimi
millî duygulara, kimi bilime, kimi ezoterik-bâtıni-hermetik tasavvufa, kimileri
direkt olarak şeytana (satanizm), kimi de sapık başka yollarla göre yorumlamalarda
bulundukları için hayat anlayışları da buna uygun oluyor. Kişinin fikri ne ise
zikri ve eylemi de o oluyor.
Peki neden böyle oluyor? yâni genelde tüm insanlar ve
özelde müslümanlar “nefs-merkezli modernizm”e uygun yorumlar yapıyorlar?. Çünkü
bunun için bir bedel ödemeleri gerekmiyor. Oysa Kur’ân insana bir sorumluk yâni
bir yük yüklüyor. Kur’ân’ı yine Kur’ân ile yorumlamak bu yükü omuzlamak anlamına
geliyor ki bu eyleme döndüğünde zamandan, konfordan, mallardan ve en nihâyetinde
de canlardan bile ferâgat etmeyi göze almayı gerektirebiliyor. İşte bunu göze
alamayan insanlar ve müslümanlar, böyle bir düşünme-yorumlama ve edip-eyleme
sürecine ve yoluna giremiyorlar. Bu nedenle konjonktür tam da şeytanın istediği
gibi güçlenerek devâm ediyor.
Modernist yorumlama tarzında Kur’ân bütünsel olarak
okunup yorumlanamıyor ve yaşanılamıyor. Bu durum Kur’ân’a göre hem Dünyâ da hem
âhirette büyük azap nedenidir:
“…Yoksa
siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık
sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır.
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).
Müslüman-mü’min için yorumun kaynağı Kur’ân-sünnettir;
“batı paradigması” değil.
Eğer bir yama yapılacaksa, yama yine İslâm’dan alınan
aynı kumaşla yapılmalıdır. “Kırk-yamalı bohça”ya dönmüş bâtılın kumaşından
alınarak yapılan yamalar, İslâm’ı tanınmaz bir hâle getirecektir.
Kur’ân kimsenin babasının malı değildir. Bu nedenle
hiç kimse, Kur’ân’a keyfine göre yaklaşamaz. Kur’ân’a yine Kur’ân’ın gösterdiği
şekilde uyulmalıdır:
“Şüphesiz, Allah’ın
sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak
olarak indirdik. (Sakın) hâinlerin savunucusu olma!” (Nîsâ 105).
“Ey îman
edenler!. Kâfirlere uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre)düşürürler. Siz de (o
zaman) hüsrâna uğramış olursunuz” (Âl-i
İmran 149).
Seyyid Kutub bu âyete şöyle yorum yapar:
“Demek ki bunun sonucu, kesin bir hüsrandır. Çünkü akîde-sâhibinin,
akîde-düşmanlarına meyletmesi, vesveselerine kulak vermesi ve direktiflerine
uyması, rûhî bozgundan başka bir şey değildir. Hezîmet doğuran bir hezîmettir.
İşin sonunda, bu hezîmetten koruyacak ve gerisin-geriye küfre dönüşü
engelleyecek hiç-bir şey yoktur. İlk adımda fark edilmese de, bu umutsuz sona
doğru yol alıp gitmektir. Bir mü’min, dîninin düşmanlarına danışmaya aslâ gerek
bırakmayan yeterliliği; kendi akîde ve metodunda bulur. Bir-tek kere bile
onları dinlerse, gerisin-geriye irtidâda doğru gidiyor demektir. Bu, fıtrî bir
hakîkattir. Yüce Allah’ın dikkat çektiği bir hakîkattir. Dâvânın asıl sâhibi
olan Yüce Allah’ın, dâvetçi ve mü’minleri uyardığı bir hakîkattir. Onları
kendisine bağlayan “îman”la seslenerek sakındırdığı bir hakîkattir”.
Müslümanlar “Kur’ân-merkezli yorumlama” ve
“sünnet-merkezli eylem” yoluna girmedikleri müddetçe ve bu durum Dünyâ’da
dikkat çekecek seviyeye gelmedikçe seküler-liberâl-modernist sistem, tağutları
görece güçlendirecek, mazlumları ise ezdikçe ezecektir. O hâlde Kur’ân’ı,
idrâkın-bilincin-yorumlamanın kaynağı; sünneti de edip-eylemenin yâni eylemin kaynağı
yapmadıkça hiç-bir şeyin değişmeyeceğini ve yapılan etkinliklerin hiç-bir
yaraya merhem olmayacağını bilelim. Unutmayalım ki, yorumunuzun kaynağı ne ise
düşüncenizin-tasavvurunuzun ve eyleminizin kaynağı da odur. Yada, kimin
ekmeğini yiyorsanız onun davulunu çalarsınız.
Çoğunluğun bâtıl yolda olması kişiyi kurtarmaz. Çoğunluğa
uymak “yanılgıya uymak” demektir Kur’ân’a göre:
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar
ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder