Her-şey zamânında uygun ve güzeldir. Koca-koca adamların
küçük çocuk oyunlarını oynamaları gülünç olur meselâ. Zamansız bir misâfirlik
hoş olmaz. Zamânında sünnet olmak, zamânında okula gitmek, zamânında evlenmek
ve çocuk sâhibi olmak, zamânında bir işe girişmek uygun olandır. Bir-şey zamânında
olmadığında can sıkıcı olur. Meselâ vakitsiz öten horozu keserler. Dînî alanda
da öyle; Namaz zamânında kılınmalıdır. Zâten bir yoruma göre namazın kazâsı
olmaz. Oruç zamânında, hac zamânında (bilinen aylarda) yapılır. Kurban zamânında
kesilir. Ölmeden önce zamânında helâlleşilmelidir. Demek ki zamanlama çok
önemlidir ki varlık zamanla birlikte hareket eder yada tam tersi. Zamânı iyi kullanmamak
zamânı heder eder. Her-şeyin bir zamânı vardır ve bir şeyi erken yapmak ne
kadar yanlış ise geç yapmak da o oranda yanlıştır. Fakat kanımca geç yapmak
erken yapmaktan daha kötü sonuçlara yol açar. En basitinden; biten tuvalet
kağıdının yerine yenisini zamânında koymayıp da geç koymak, hiç koymamak
gibidir. Zîrâ tuvalet kağıdı bittiğinden, kişinin poposu ıslak kalır. O hâlde
bir şeyi geç yapmak, hiç yapmamak gibidir.
Bir tarla tam zamânında sürülmeli ve ekilmelidir.
Aksi-hâlde tohum çürür yada işe yaramaz ve verim alınamaz. Yine tarla tam zamânında
hasat edilmelidir. Aksi-hâlde ürün çürür gider. Meyveler de tam zamânında ve
olgunlaştığında toplanmalıdır. Aksi-hâlde ya yen(e)mez yada çürür ve bozulur
gider. Demek ki geç kalmak çürütücü ve bozucudur. Geç kalmamak için “biraz
önce” yapmak daha doğrudur. Meselâ geç kalarak otobüsü kaçırmamak için, otobüs
gelmeden bir-kaç dakika önce durakta olmak gerekir. Hattâ insanlara verilen
randevuya 5-10 dakika erken gitmek daha iyi ve doğru olur. Alınan borcu
gününden önce ödemek karşı tarafa güven verir. Aksi-hâlde borç veren kişi tekrar
borç vermek istemez ve borç verdiği kişi hakkında yanlış kanılara kapılabilir.
Bir işi taahhüdünden önce yapmak, işi yapılan kişiyi memnun eder. Aksi-hâlde
kişi başka bir işinde onu tercih etmeyebilir.
İşte aynen bunun gibi; İslâm’a da geç kalmamak
gerekir. Bilgi-bilinç-eylem-devlet ve medeniyete de geç kalmamak gerekir. Bu
sürece farklı bir yoldan ulaşmaya çalışarak geç kalmanın cezâsı hem Dünyâ’da
hem de âhirette görülür. O hâlde “Peygamber örnekliği” üzerinden giderek
eyleme-devlete ve medeniyete de geç kalmamak gerekir. Dünyâ’nın oyalamalarına
kapılarak her-şeye geç kalmak, cennete de geç kalmayı yanında getirir. Cennete
geç kalmak ne kadar da ürperticidir. Bilgiye geç kalmamalı, bilince geç
kalmamalı, eyleme, devlete ve medeniyete geç kalmamalıdır. Bunu için Kur’ân ve
sünnet bize yol gösterecektir. Tam zamânında eyleme geçilerek hicret-devlet
başlatılmalıdır. Beklemeye alışmak geç kalmaya yol açar. Birilerinin ilim
yolunda sonsuz süreçlere girmelerini beklemek de geç kalmaya sebep olur-oluyor.
Öyle ki artık eylem-devlet-medeniyet unutuluyor. Zamânın ne zaman “tam zamânı”
olduğu yâni o şeye geç kalmamanın örneği Peygamberimiz ve asr-ı saadet
örnekliği ile önümüzde duruyor. Hiç-bir zaman eğitim dönemi bitmez zâten. Bu
nedenle bir şeyleri beklemek geç kalmaya neden olur-oluyor.
Peygamberimiz, Medîne’ye hicreti gerçekleştirdiğinde
ve Medîne Site Devleti’ni kurduğunda Kur’ân’ın inişi henüz tamamlanmamıştı.
Yarısı inmişti, yarısı da henüz inmemişti. Başta Peygamberimiz olmak üzere
mü’minleri, “Kur’ân’ın inşâ edip ‘adam’ ettiğini” düşünürsek; Kur’ân’ın inişi
tamamlanmadığı için inşânın da henüz tamamlanmadığı ortaya çıkar. Yâni Peygamberimiz
hicret edip devleti kurduğunda inşâ yâni eğitim bitmemişti, devâm ediyordu.
Hâliyle ahlâk da kemâle ermemişti. Çünkü henüz emirleri-yasakları bildiren
âyetlerin/sûrelerin inişi bitmemişti.
Fakat buna rağmen Peygamberimiz: “Kur’ân’ın tamâmı
inmedi, tamamlansın, ondan sonra hicret eder devleti kurarız” demedi, o-süreçte
devleti kurdu. Zâten yolun yarısına gelindiğinde devletiniz yâni yaşam-alanınız
yoksa inşâ/eğitim/ahlâklanma/adam-olma süreci devâm edemez/ileri gidemez. Çünkü
artık “uygulama alanı” ihtiyâcı doğmuştur.
Demek ki zamânımızda sürekli tekrarlanan: “Biz
kendimize bakalım; önce ahlâklanalım; önce eğitimimizi tamamlayalım; tam kıvâma
gelelim; tepeden inmeyle olmaz; haftada bir gün oruç tutalım; teheccüde
kalkalım” vs. gibi düşünceler eksiktir/yanlıştır ve mü’minleri yarı-yolda
bırakır/bırakıyor. Bunlar zâten o süreçte yapılacak şeylerdir. Bunlar hangi
konumda olursak-olalım zâten yapılması gereken görevlerdir ki bunlar bize bir
iç-enerjisi verir ve bizi dik tutar.
Hem belki de birileri yolun yarısına gelmiş ve
yapması gereken “işi” yapma durumundadırlar. Eee; bu kişiler henüz o noktaya
gelmemiş olanları mı bekleyecek?. Bu işin sonu yok ki.. Toplumun tamâmının
tam-ahlâklı hâle topluca gelmesi zâten matematiksel olarak da imkânsızdır.
Çünkü bu “süreç” en az 13-15 sene sürer ve sürecin tamamlanmasına yakın bir
zamanda doğan birileri varsa onları da beklemek lâzım gelir. Birileri hicret
etme/devlet kurma aşamasına gelmişse artık hareket başlamalıdır. Velev ki
arkadan gelenler daha yolun başında olsun ve Kur’ân henüz tam anlaşılmamış ve
toplum da tam ahlâklanmamış olsun. Yâni bir işi eyleme sokmak için illâki
tam-anlamıyla eğitim tamamlanmış, ahlâklanma bitmiş ve kıvâma gelinmiş olması
gerekmez. Kervan yolda düzülür biraz da. Kur’ân’da hangi âyetteysen o âyeti
eyleme dökmelisin. Kim neredeyse, hangi âyetteyse o âyetin eylemini
gerçekleştirmeli ve o âyeti diriltmelidir. Bu tarzda olmayan modern eğitim
süreçlerini tâkip etmek zorunda değiliz, Allah/Kur’ân bunu bizden beklemiyor ve
tam tersine diyor ki: “Câhillerden yüz çevir”.
Îman etmek Dünyâ’da iken olmalıdır. Yoksa son
pişmanlık fayda vermez. Firavun’un “son dakîka îmânı” geçerli değildir.
“Biz,
İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun):
‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım
ve ben de müslümanlardanım’ dedi. Şimdi, öyle mi?. Oysa sen önceleri isyân
etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın” (Yûnus 90).
“Suçlu-günahkârları,
Rableri huzûrunda başları öne eğilmiş olarak: ‘Rabbimiz, gördük ve işittik;
şimdi bizi (bir kere daha Dünyâ’ya) geri çevir, sâlih bir amelde bulunalım,
artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız’ (diye yalvaracakları zamanı)
bir görsen” (Secde 12).
“Gerçekleştikten
sonra mı O’na îman edeceksiniz?. Hemen şimdi mi?. Oysa siz, onun (azâbın)
erkence gelmesini istiyordunuz” (Yûnus
51).
Geç kalmak, “batı’ya-modernizme geç kalmak” değildir,
“İslâm’a-hakîkate geç kalmak” demektir ki, müslümanın yakalaması gereken
seviye, batı’nın bâtıl seviyesi değil, İslâm’ın hak-hakîkat seviyesidir.
Bir-kere geç kalmışsanız, yetişmeniz çok zor hattâ
imkânsız olabilir. Müslümanlar şu-anda geç kalmış durumdadırlar. Bu nedenle bir-an
önce “yol”a çıkıp bâtılı yakalamaları ve onları “İslâm kulvarını kullanarak”
geçmelidirler. Zîrâ mü’minler Allah’ın dînini yeniden Dünyâ’ya hâkim kılmakla
görevlidirler:
“Fitne
kalmayıncaya ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet
vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
Son-söz olarak: Sakın şükretmeye de geç kalma!.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder