28 Ekim 2023 Cumartesi

Tasavvuf ve Felsefe

 

“Hayır, zulmedenler, hiç-bir bilgiye dayanmaksızın kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah’ın saptırdığını kim hidâyete erdirebilir?. Onların hiç-bir yardımcıları yoktur” (Rûm 29).

 

Tasavvuf: “Allah’ın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği (vahdet-i vücut) anlayışıyla açıkladığını iddiâ eden dînî ve felsefî akım”.

 

Tabi tasavvuf “felsefî tasavvuf” ve “amelî tasavvuf” diye yada “enfüsî tasavvuf” ve “âfâkî tasavvuf” diye ikiye ayrılır. Amelî-âfâkî tasavvuf, enfüsî-felsefî tasavvuf gibi, sâdece kuru laf yapmak ve güçten-güçlüden yana durmak gibi değildir. Amelî-âfâkî tasavvufçuların, meselâ âhilerin zulme rızâları yoktur ve insanlara faydalı işler yaparlar. Tabi amelî-âfâkî tasavvuf da tasavvuftur ama tasavvuf felsefesinden dem vursalar da “şatahat” denilen sözlere pek girmezler yada bunu yaygın olarak kullanmazlar. Bu nedenle daha dengelidirler. Ayrıca ilim, kültür ve sanat erbâbıdırlar. Enfüsî-felsefî tasavvuf müntesipleri ise, sapkınlığa varan düşünceler ve sözler (şatahat) ederler ki zâten tüm yaptıkları budur. Âhi Evren amelî-âfâkî tasavvuf tarafındayken, Celâleddin Rûmî enfüsî-felsefî tasavvuf tarafındadır.

 

Felsefe: “Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması. Bir bilimin veyâ bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü. Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi. Dünyâ görüşü. Bir konuda soyut düşünüş”.

 

“Felsefe (Yunanca: φιλοσοφία, philosophia, ‘bilgelik sevgisi’ veya ‘hikmet arayışı’; varlık, bilgi, gerçek, adâlet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgili özsel sorunlara ilişkin yapılan çalışmalardır. Felsefe düşünce sanatı olarak da bilinir” denir fakat bunlar hep felsefenin, felsefecilerin ve filozofların iddiâlarıdır. Bertrand Russell’e, “felsefe nedir?” diye sorulduğunda şu yanıtı vermiştir: “Oldukça tartışmalı bir sorudur bu. Size aynı cevâbı verecek iki ayrı filozof yoktur. Benim görüşüm ise şu şekilde; felsefe, kesin bilginin henüz mümkün olmadığı meseleler üzerine yürütülen tahminlerden meydana gelmektedir. Bana göre filozofun işi Dünyâ’yı değiştirmek değil, onu anlamaktır”.

 

Bâzılarının zannettiği gibi din, tasavvuf ve felsefe aynı şey değildir ve zâten aynı şeyden yola çıkmadıkları gibi, aynı sonuçlara da ulaşmazlar. Tasavvuf ve felsefe kesin bir temele yâni ilâhî bir köke dayanmadığı için nihâî bir sonuca ulaşamaz. Kesin ve nihâi sonuca ulaşmak için ilâhî bir temele dayanmak şarttır. Bu temel de ancak Allah, âhiret, gayb, melek, vahiy, peygamber yâni İslâm-temelli ve İslâm-merkezli bir temel olabilir. Yoksa bunları göz-ardı edip de akla, beyne, zihne, insana, eşyâya, doğaya yâni maddeyi merkeze alarak hakka ve hakîkate ulaşabilmek söz-konusu bile değildir. İşte tasavvuf ve felsefe, Hak’tan geleni değil de, aslında şeytandan, nefsten ve tâğutlardan gelenleri hakîkat zannederek bâtılın peşine düşmekte ve ulaştığı bâtıl ve boş şeyleri ise gerçeklik zannetmektedirler. Sorsanız hem tasavvufçular hem de felsefeciler “hakîkat arayıcısı”dırlar ve kendilerini -güyâ- hakîkati bulmaya adamışlardır. Fakat sağlam bir temele dayanmadıkları için hakîkat yerine hep bâtıla ulaşmaktadırlar ve ulaştıkları bâtılı hakîkat zannederek kabûl edip baş-tâcı yapmaktadırlar. Oysa hakîkat ancak Hak’tan gelendir ki o da güzel bir örneklikle (Sünnet) pratiğe dökülmüş olan Kur’ân ile açığa çıkar.

 

Lâkin hem tasavvufçularda hem de felsefecilerde aşırı bir kibir vardır ve kendilerini dev-aynasında görmektedirler. “Ancak biz biliriz” havasındadırlar. Bu da felsefecilerin çoğunun vahyi hesâba katmamalarına, tasavvufçuların büyük çoğunluğunun ise vahyi-Kur’ân’ı, altını üstüne getirecek şekilde yorumlamadan kabûl edememelerine sebep olmaktadır.

 

Aslında felsefenin de tasavvufun da -bir temele dayanmadığı için- bilgiyi ve bilinci amele-eyleme dökme düşünceleri ve niyetleri yoktur. Bu nedenle de onların bir sorunu çözdükleri hattâ bir sorunu çözmeye çalıştıkları görülmez. Bir yaraya merhem olmazlar ve hattâ yaralı parmağa bile işemezler. Bunlar kendilerini “çözümcü” olarak değil, “çözümlemeci” olarak tanıtırlar. Fakat çözüm olmadıkça çözümlemenin hiç-bir faydası yoktur. Tasavvufun ve felsefenin kibri, hakîkate daha doğrusu -bunların hakîkate ulaşma ihtimâli olmadığı için- gerçeğe ulaşma yolunda şaşmaz ve değişmez bir ölçüleri ve hiç-bir işâret levhaları yoktur. Zâten bu nedenle birinin söylediği diğerinin söylediği ile birebir tezat teşkil eder. Şeytan her birine farklı şeyler fısıldadığı için her biri farklı düşünceler ve fikirler üretir. Bu düşünce ve fikirler çoğunlukla saptırıcıdır ama hiç-biri de iknâ edici değildir. Zâten kutsal metinler bile onları iknâ etmez de kendilerine şeytanın fısıldadığı vahiylerden oluşan felsefeyi ve tasavvufu vahiyden üstün görürler. Bu da onların bâtıla kaymasına, şaşırmalarına ve yoldan çıkmalarına neden olur. Bunların güvenilir rehberler olamamalarının nedeni budur.

 

Tasavvufun da felsefenin de bir sistematiği yoktur. Seyr-i sülûk ve felsefi öğretiler net ve kesin bir görüşü ve düşünceyi ortaya koymaz. Zîrâ -dediğimiz gibi- şaşmaz bir temele dayanmadıkları için buna güçleri yetmez. Bu da önüne gelenin keyfine, daha doğrusu nefsine göre konuşmasına sebep olur. Tasavvufta da felsefede de “ne desen gider” durumu vardır. Çünkü temelsiz oldukları için söylenen havalı ama bâtıl bir sözü bile çürütemezler. Bu nedenle herkes, felsefe bilmese de felsefe yapabilir, tasavvuf bilmese de tasavvufça konuşabilir. Zîrâ ikisi de “ne desen gider felsefeleri”dir. İkisinde de birbirine tamâmen zıt düşüncelerin olmasının nedeni budur. Bunların bir temeli yoktur, kriterleri yoktur. Boş laf ve zırvalık üretmekten başka bir şey değildir yaptıkları. O-anda şeytan ne fısıldarsa dile getirebilirsiniz ve bunları tasavvuf ve felsefe olarak kabûl edebilirsiniz ki zâten tasavvuf “kadim bir şirk felsefesi” olduğu gibi, felsefe ise dinsizlikten dolayı “sonsuz bir şirk felsefesi”dir. İkisi birbirinin neden-sonucudur. Hakkın ve hakîkatin yâni Allah katındaki tek hak din olan İslâm’ın tahrif edilmesi en başta dînin felsefe ve tasavvufa dönüşmesiyle başlar. Tasavvuf kadim bir şirk felsefesidir ki felsefe zâten insanlığın en kadim şirk düşüncesidir.

 

Hem tasavvuf hem de felsefe, insanı ve aklı yüceltir ve ilahlaştırır. Felsefede “üst-insan”, tasavvufta ise “insan-ı kâmil” denilen süpermenler vardır ki bu insanlar -güyâ- kâinâtı ve Dünyâ’yı yönetip ayakta tutan güçlerdir. Oysa bu kişiler daha büyük-abdestlerini bile tutmaktan âcizdirler.

 

İkisinin de aşkın bir ilah yâni Allah inancı yoktur. Çünkü felsefeye göre Allah denilen şey “doğa” iken, tasavvufa göre ise Allah, doğa da dâhil her-şeydir. Bu nedenle tasavvuf ve felsefenin birbirini inkâr etmesi çok saçma olur. Çünkü ikisi birbirinin besinleridirler. Zâten felsefecilerin tasavvufu hoş görmeleri ve sıcak bakmaları, tasavvufçuların da felsefeyi çok sevmesi ve benimsemesinin nedeni budur. Tasavvuf aslen bir felsefedir. Hint, Çin, Îran, Anadolu, Mısır, Yahudilik, Hristiyanlık, Yunan felsefesi ve Yeni Eflâtunculuk gibi felsefî sistemlere dayanır. Kendilerini İslâm’dan göstermek için aşırı yorumlarla ters-yüz edilmiş âyetleri ve özellikle de hadis-i kutsî denilen uydurmaları tuz-biber ve sos olarak kullanırlar. Felsefe ise zâten tüm düşüncesini dîne karşı çıkmak ile sağlar. Vahiy-merkezli İslâm bunları mahveden en etkili panzehirdir.

 

Hak öğreti olan vahiy ve peygamber örnekliği ifsâd edildiğinde ortaya çıkacak olan şey en temelde felsefe yada sözde dînî adıyla tasavvuftur ki bunun önceki isimleri bâtınîlik ve mistisizmdir. Hakîkat tahrif edildiğinde ortaya ilk başta felsefe yada tasavvuf çıkar. Sonuçta Allah yerine insana tapılmaya başlanır, akıl ilahlaşır ve madde kutsanır. Zâten felsefede maddenin sonu olmadığı gibi madde yok-olucu da değildir. Tasavvufta ise madde -hâşâ- bizzat Allah’ın kendisidir.

 

Tasavvuf da felsefe de din zayıfladığında ve etkisizleştiğinde ortaya çıkar. Hristiyanlık en etkili olduğu zamanda felsefeyi ezip geçmişti. Tasavvufun en etkili olduğu zamanlar ise, İslâm devletlerinin Haçlı Seferleri ve Moğol akınlarıyla zayıfladığı zamanlardır. Hristiyanlık henüz tam olarak bozulmadığı zamanlarda antik felsefeyi ortadan kaldırmış ve onu 1.000 yıl boyunca yer-altına itmişti. Ne zaman ki Hristiyanlık iyice yozlaştı, “antikçağ düşüncesine yeniden dönüş” demek olan Rönesans ile dinsiz felsefe yeniden hortladı ve günümüzdeki seküler düşünceyi ve küresel dünyâyı ortaya çıkardı.

 

Felsefenin tasavvufu yada tasavvufun felsefeyi kötülemesi çok tutarsız ve saçma bir şeydir. Gazâli’nin felsefeye iyice bir sövdükten sonra -Kur’ân ve Sünnet yolu dururken- en sonunda gidip tasavvufun yoluna girmesi çok büyük bir absürdlüktür.

 

İç-âlemlerin inşâsında sonra dış-âleme yâni hayâtın sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. her alana karışmayan şey din değil, tasavvuf yada felsefedir. Oysa din bir “hayat-felsefesi” değil, “hayat-tarzı”dır.

 

Tasavvuf ve felsefe argümanlarını fil-dişi kulelerinde oluşturur ve oradan seslendirir. Çünkü ikisinde de amel-eylem sorunu vardır ve boş laftan vakit bulup da amel-eylem anlamında harekete geçemezler ki zâten öyle bir niyetleri de yoktur.

 

Dîni sekülerleştirdiğinizde yâni dîni dinden-Kur’ân’dan bağımsız yorumlamaya başladığınızda ortaya felsefe-tasavvuf çıkar. Felsefe-tasavvuf, dînin fesada uğratılmış şeklidir. Felsefe ve tasavvuf “eylemi olmayan şey”dir. Vahiy de eylemden koparıldığında tasavvufa ve felsefeye döner. Fakat İslâm dîni, pasifliği sembôlize eden bir felsefe ve aslında din görünümlü bir felsefe olan “tasavvuf” değildir. Tasavvuf bir felsefedir, din değil. Platon felsefesinin İslâm’casına “tasavvuf” denir.

 

Felsefe ve tasavvuf târihi; filozofların ve tasavvufçuların “bir mûcize olarak” yaratılmış olan varlığı net olarak açıklayamayınca, (çünkü en doğrusunu sâdece Allah bilir) varlığı ya “mutlak varlık” olarak görmeleri, yada “varlığı yok saymalarının” târihidir.

 

Peygamberi olmayan yâni pratiği olmayan dinler, bir felsefe ve tasavvuf olmaktan öteye gidemez.

 

Bir din, inanç, düşünüş ve felsefe yada tasavvuf “basit ve uygulanabilir” değilse, “hak” değildir, “Hak’tan” gelmemiştir, Hak’ka da götürmez. İnsanı yarı-yolda bırakır.

 

Dünyevileşmek, dinden uzaklaşıp felsefeye, tasavvufa ve bilime yaklaşmayla sonuçlanır.

 

Felsefe, “Allah’ı hesâba katmadan” düşünme, konuşma ve yazma sanatıdır. Çünkü tasavvuf ve felsefe, bir “söz tapıcılığı”dır.

 

Felsefe, eyleme dönük değildir. O yüzden İslâm’da temel bir konu değildir.

 

Modern müslümanlar; “dinde şu yok, bu yok, şöyle değildir, böyle değildir, şu anlamdadır” vs. diye-diye İslâm’ı eleyip, tam da moderniteyle uyumlu bir felsefe ortaya çıkarıyorlar. Tasavvufa da felsefî içerikli olduğu için yanaşmaya başlıyorlar.

 

Tasavvuf tüm dinlerden ve felsefelerden etkilenmiş ve alıntı yapmış eklektik bir felsefi sistemdir. Fakat en az alıntıyı Kur’ân’dan yâni İslâm’dan yapmıştır. Çünkü tasavvuf, her türlü bâtıl düşünceyi kabûl edip içselleştirmeye uygun bir felsefedir. Bu yüzden müslümanların tasavvufa ve felsefeye kapılmaları ve destek vermesi, İslâm’a yapılan bir ihânettir.

 

Nefsinin güdümünde olanlar, aradıklarını Kur’ân’da bulamamışlarsa daha doğrusu Kur’ân’ın cevaplarını beğenmedilerse, felsefeye ve tasavvufa kapılmaktan başka çâreleri yoktur.

 

Çüke dil takılsaydı, felsefe ve tasavvuftan bahsederdi. Çünkü felsefe ve tasavvuf “çük”üne göre konuşmaktır.

 

Tasavvuf ve felsefe, bozuk psikolojilerin düşünceleridir. Psikoloji bozulup anormâlleşince, felsefi ve tasavvûfî düşünce ortaya çıkmaya başlar.

 

Kibir, iki bâtıl akımın ortak özellikleridir ve ikisi de genel halkı câhil ve avam olarak görürler. Fakat aslında kendileri de bir bok değildirler.

 

İslâm adına hiç-bir sorumluluk almak ve hiç-bir şey yapmak istemiyorsanız, mecbûren tasavvufa ve felsefeye sığınmak zorunda kalırsınız.

 

Felsefe, mistisizm, bâtınîlik ve tasavvuf, “işgüzarlık”tan başkası değildir. Allah’ın insanlardan böyle bir beklentisi yoktur.

 

“Tasavvuf ve felsefe nedir?” sorusuna verilecek tek kelimelik cevap şudur; “tembellik”.

 

Tasavvuf ve felsefe, laçkalığın bir sonucudur. İnsan laçkalaştıkça tasavvufa ve felsefeye yamanır.

 

Dikkat edin!; “aldatıcı” sizi tasavvuf ve felsefe ile aldatmasın. Zîrâ:

 

“..Allah kimi saptırırsa ona doğruyu gösterecek yoktur” (R’ad 33).

 

Tasavvuf ve felsefe, “kitlelerin afyonu”dur vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder