28 Ekim 2023 Cumartesi

Sünnet ve Gelenek

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

Gelenek: “Öteden bêri yapıla-gelen şeyler, alışkanlıklar. Geçmişle olan bağlantı” anlamlarındadır. Gelenek ya İslâm geleneğidir yada beşerî geleneklerden bir gelenektir. Gelenek ya Allah’a yada insana dayanır, üçüncü bir şık yoktur.  

 

Allah tüm peygamberlere indirdiği vahiylerde, “İslâm’ı yâni Allah’ın dînini hayâta egemen kılın” der. “Dîni dosdoğru ayakta tutmak” onu hayâta hakim kılmakla olur. Allah dînin “hayâta” egemen kılınmasını ister, yoksa sâdece zihinlere zapt-edilmesini değil. Yâni Allah, “Kur’ân’ı zihinlerinize iyice belletin ve iyice ezberleyin” demiyor. Çünkü İslâm sâdece zihinlerin ve iç-âlemin değil, dış-âlemin de İslâm ile belirlenmesini ve İslâm’ın iç-âlemlerde olduğu gibi dış-âlemde de hâkim olmasını ister ve emreder (Şûrâ 13). İslâm’ın hayâta hâkim olması elbette İslâmî yaşayış tarzının ve davranışının hayâta hâkim olması demektir ki bu yaşayış da elbette Peygamberimiz’in örnek yaşayışına göre olacaktır. Çünkü o, tamamlanmış vahye göre olan yaşanmışlığın ve davranmanın en ideâl ve güzel örnekliği ve pratiğidir.

 

Peygamberimiz’deki güzel örnek, en ideâl ve en güzel örnekliktir. Çünkü vahye göre ortaya konmuş bir örnekliktir. Vahye göre oluşturulmuş bir gelenektir. Sünnet denilen bu örneklik, “İslâm geleneği”dir. Fakat şunu hemen söylemek gerekir ki İslâm geleneği, 1.400 yıl boyunca yaşanan ve davranışlar sergilenen “müslümanların târihi” değildir. 1.400 yıl boyunca elbette İslâm’a ve İslâm geleneğine uygun bir-çok yaşayışlar ve davranışlar olmuştur. Fakat bir o kadar da yanlış ve çirkin yaşayışlar ve davranışlar da gösterilmiştir. Bu nedenle İslâm geleneği, mezheplerin ve târikatların zannettiği gibi, “müslümanların 1.400 yıllık târihinin tamâmı” olarak anlamak ve kabûl etmek yanlıştır. İslâm geleneği vahye göre oluşmuş olduğu için, vahye aykırı olan ve uygun olmayan hiçbir davranış İslâm geleneği değildir. Onlar beşerî geleneklerden bir gelenektir sâdece. Açıkçası müslümanların 1.400 yıllık târihi çok büyük oranda sorunlu bir târihtir ve büyük oranda İslâm geleneğine yâni Sünnet’e yâni vahye uygun değildir ve aykırıdır. O-hâlde “İslâm geleneği” ile “müslümanların geleneğini” ayırmak şarttır. 

 

İslâm’ın Hz. Âdem ile yâni ilk peygamber ile başlayan bir geleneği vardır ve kıssalar bu geleneklerin ete-kemiğe bürünmüş anlatımlarını içerirler. Tüm peygamberler İslâm geleneği üzeredirler ve İslâm geleneğini yaşatmışlardır yada bunun için çalışmışlardır. Her peygamber bozulan İslâm geleneğini düzeltmiş yada düzeltmek için çabalamıştır. İslâm geleneği en nihâyet vahyin tamamlanmasıyla Kur’ân’a dayanır hâle gelmiştir ve artık Kur’ân ile belirlenip ve Peygamberimiz’in ve elbette o’na uyanların örnek yaşamı ile tezâhür etmiştir.

 

Tüm müşrik ve kâfirlerin İslâm’a karşı çıkmaları aslında “İslâm’ın geleneğine karşı çıkmaları”dır. Yoksa fikir ve düşünce olarak vahye karşı çıkmamışlardır. Zâten hanifler tevhide uygun söylemlerini yapıyorlardı ve Mekke’liler bunları duyuyorlardı. Fakat hanifler işi amele-eyleme döküp de tevhidi “gelenek” hâline getirmiyorlardı ve böylece Mekke’deki mevcut geleneğe söylem anlamında karşı çıksalar da amel-eylem anlamında karşı çıkmamış oluyorlardı. Günümüzde olduğu gibi “o da onun düşüncesi” deyip geçip gidiyorlardı. Zâten İslâm ne zaman bir hayat-tarzı olarak ortaya çıkıp da konuşulmaya ve amele-eyleme dökülmeye ve mevcudu eleştirip îtirâz etmeye başlamışsa ve de davranmışsa, kâfir ve müşrikler de o zaman Peygamberimiz ile ve mü’minlerle mücâdele etmeye başlamışlar, o’na o zaman düşman olmuşlardır. Çünkü İslâm bir gelenek oluşturmak ister ve bu gelenek, Mekke’lilerin atalardan kalma mevcut geleneğine aykırıdır ve hattâ o atalar geleneğini de yıkıp onu ortadan kaldırmak istediği gibi, İslâm geleneğini hâkim kılmak da ister. İşte kâfir ve müşriklerin tüm zamanlarda İslâm’a düşman olmalarının nedeni budur. Bu -bağlamda müşrikler hep şöyle demişlerdir:

 

“Dediler ki: Bizim için fark-etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da. Bu, geçmiştekilerin geleneksel tutumundan başkası değildir” (Şuârâ 136-137).

 

“Onlara: ‘Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin’ denildiğinde, ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter’ derler. (Peki,) ya ataları bir şey bilmiyor ve hidâyete ermiyor idilerse?” (Mâide 104).

 

Şimdilerde İslâm’ı savunanlara yobaz, gerici, orta-çağ karanlığında yaşayan, terörist, ilkel ve çağ-dışı gibi sözler söyleniyor ya, işte bu âyetler, tüm zamanlarda söylene-gelen benzer sözlerin özetidir. Yâni zımnen demek istiyorlar ki, bizim gelişmiş, modern ve ileri geleneğimiz varken eskilerde kalmış geleneklerle mi hareket edeceğiz?. Meselâ şimdilerde şöyle diyorlar: “1.400 yıl öncesinin köhnemiş uygulamalarını yâni geleneğini mi getireceksiniz?, biz bunlara niçin uyalım?. Fakat aslında istemedikleri şey, nefislerinin İslâm geleneği ile kısıtlanmasıdır. Çünkü onlar 1.400 yıl öncesi uygulamalara karşı çıkarken 2.500 yıl öncesi uygulamaları baş-tâcı eden kişilerdir. Üzerinde uzun zaman geçmiş uygulamaları ve gelenekleri istemiyorlarsa 2.500 yıl önceki uygulama olan demokrasiyi neden bu kadar savunuyorlar ki o zaman?. Çünkü o daha eski ama nefse aykırı değil ve çok uygun. Mesele o. Meselâ Türkiye’de günümüzde Atatürk’ün ortaya koyduğu gelenek hâkimdir ve başka gelenekleri işe karıştırmıyorlar hattâ buna katlanamıyorlar. Hele ki İslâm geleneğini hayâta karıştırılmasına zinhar izin vermiyorlar. Fakat Atatürk de getirdiği geleneği batı’dan -sözde- yendiği düşmanlardan almıştır. Yâni Türklere has bir gelenek yâni din değildir inanılan ve yaşanan gelenek. Şamanizm geleneği olsa neyse..

 

Gelenek aslında “ahlâk” demektir ve İslâm geleneği ahlâk-timsâli peygamberler ve ahlâkın kaynağı olan vahiy ile belirlenirken, kötü ve çirkin gelenekler ise beşerî ve yanlış düşüncelerle açığa çıkar ki bunları fısıldayan elbette -Allah olmadığı için- şeytan, nefs ve tâğutlardır. İnsanlık târihi İslâm geleneği ile beşerî gelenekler yâni dinler arasındaki mücâdelenin târihidir.

 

Kıssalarda ortaya konan peygamberlerin vahiy-merkezli hayatları İslâm geleneğini ortaya koyar. Tabi onların ortaya koyduğu bu gelenek vahye uymanın bir sonucudur. Vahye göre davranıldığında İslâm geleneği ortaya çıkar ki buna ilk ortaya koyanlar peygamberler olduğu için onların bu örnek davranışlarına Sünnet diyoruz. Peygamberlerin vahiy-merkezli ideâl ve örnek davranışları “İslâm geleneği”dir. Tüm peygamberler kendilerinden önceki peygamberlerin sünnetlerine yâni ortaya koymuş oldukları geleneklere uymakla emrolunmuşlardır. İslâm geleneğinde çok az değişiklik olmuştur ki bu değişiklikler İslâm Dîni’nin ve geleneğinin temel ilkelerine aykırı olan değişimler değildir.

                                                                                                    

İslâm geleneğine hep “esâtir” yâni “eskilerin masalları ve uygulamaları” denilmesi, yeni geleneğe meftûn ve râm olunmasından dolayıdır. Geleneğe düşmanlık en çok ve en bâriz bir biçimde Modernizm sürecinde olmuştur. Zîrâ Modernizm hayâtiyetini genelde tüm eski olana, özelde ise İslâm geleneğine karşı çıkmakla sağlar ve kendi geleneğini oluşturmak ve insanları buna yönlendirebilmekle ayakta tutar ve devâm ettirir. Modernite, gelenek düşmanıdır. Oysa kendisi de bir gelenek kurmuştur ve zâten kurmak zorundadır. Zîrâ insanlar ancak geleneğe göre hareket ederler ve geleneği tâkip ederler. Çünkü geleneğin etkisi çok güçlüdür, zîrâ gelenek yaşamın kendisidir. Bilmenin etkisi “yapma”nın etkisine göre çok zayıftır. Öyle ki, bilinenler değişir yada unutulur gider ama, yapılanlar âdet ve gelenek olarak -saçma bile olsa- çok uzun yıllar boyunca sürer gider.

 

İslâm’ın kurucu unsuru Kur’ân’dır. Fakat İslâm sâdece ilmî bir konu değildir ve Kur’ân da sâdece bir “ilim kitabı” değildir ve ilmiyle âmil olmak bağlamında iç-âlemleri inşâ edip belli bir seviyeye gelmiş olan kişileri dış-âleme yönlendirir ve dış-âlemin inşâsı için görevlendirir. Buna göre bunu en ideâl olarak gerçekleştiren kişi, güzel örnekliğimiz (Ahzâb 21) Peygamberimizdir ki literatürde onun o örnek davranışı Sünnet olarak bilinir. Bu nedenle Kur’ân “kurucu bilgi ve bilinç” iken, Sünnet “kurucu amel-eylem”dir. “Peygamberimiz’in bizzat ağzından çıkan hikmetli sözleri ve vahiy-merkezli ve vahiy-çıkışlı yada vahiy-kaynaklı amel-eylemleri” demek olan Sünnet “kurucu amel-eylem”dir. Bu, vahye bağlı ve vahye dayalı olan amel-eylem, İslâm’ın geleneği olmuştur. “Sahih gelenek” budur. Vahyin oluşturduğu gelenek, Sünnet olarak yâni “en güzel örneklik” olarak ortaya koyulmuş ve hâkim kılınmıştır. Artık mü’minlerin görevi bu geleneği yeniden diriltmektir. Bunu yapabilecek olanlar da elbette Kur’ân ile bilgilenip bilinçlenen ve Sünnet örnekliğini tâkip edenler olacaktır.

 

Sünnet-hadis ayrımı yapmanın bir anlamı yoktur, çünkü Peygamberimiz hem Kur’ân’ın açık emri ve uyarısıyla, yapmadığı bir şeyi söylemeyeceğinden dolayı, hem de yaptıkları şeyler ortadayken bir de ayrıca “ne dedi”yi araştırmak ve tam metni bulup ortaya çıkarma çabaları çok önemli değildir. Zâten geleneği de bunlar belirlemez, belirlememelidir. Peygamberimiz’in vahyin ışığında neyi nasıl yaptığı önemlidir. Zâten Peygamberimiz’in çeşitli sıfatlarla da söyledikleri sözler yâni hadisler vardır ki bunların hepsini vahye dayandırmak gerekmez. Fakat ne yaptığı önemlidir. Çünkü bir peygamberin davranışlarını vahyin inşâ etmiş olması gerekir. Tabi kendisine bir konu hakkında sorulduğunda buna söz ile cevap da vermiştir ki bu sözler değersiz görülemez. İmam Âzam şöyle der:

 

“Allah’ın Elçisi Allah’ın kitabına aykırı söz söylemez; Allah’ın kitabına aykırı söz söyleyen Allah’ın Elçisi olmaz. Benim reddettiğim kişiler Kur’ân’a aykırı sözleri hadis diye rivâyet etmekteler. Allah’ın Elçisi’nin duyduğumuz ve duymadığımız bütün sözleri başımız-gözümüz üstündedir. Ama biz, Allah Elçisi’nin Allah’ın emrettiği bir şeyi yasaklamadığına, yasakladığı bir şeyi de emretmeyeceğine inanmaktayız. Allah’ın Elçisi, bir şeyi Allah’ın nitelendirmesinin dışında bir nitelemeye de tâbi tutmaz. Onun, bütün işlerinde Allah’a uyma hâlinde olduğuna tanıklık ederiz. O, ne dinde kendinden bir şey îcat eder ne de Allah’ın söylemediği bir sözü Allah’a isnât eder. İşte bu böyle olduğu içindir ki Kur’ân, ‘Resûl’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur’ buyurmaktadır” (İmam-ı Âzam, el-Âlim ve’l-Müteâllim, 32-33).

 

“Kur’ân bilgi ve bilincin kaynağı” iken “Sünnet ise amel ve eylemin kaynağı”dır. Kur’ân amele-eyleme dökülmedikçe kuruculuğu eksik kalacağı için Sünnet Kur’ân’ın amel-eylem yönü olmuştur. Böylece Kur’ân ve Sünnet, İslâm geleneğini oluşturur ve ortaya koyar. Amaç, beşerin ortaya koyduğu geleneklere karşı Allah’ın vahiyleriyle İslâm geleneğini oluşturmak ve hâkim kılmaktır.

 

Çeşitli nedenlerden dolayı insanların büyük çoğunluğu Kur’ân’ı okumaz-okuyamaz, öğrenemez, üzerinde çalışamaz ve ayrıntılı olarak bilip idrâk edemez. Zâten Allah da insanların tümünden bunu beklemez ve herkesin din konusunda uzmanlaşmasını ve âlim olmasını emretmez. Fakat gelenek ile dîni öğrenmeyi ve yaşamayı kolayca yapabilir. İşte bu nedenle Sünnet ile yâni vahiy-merkezli en ideâl yaşanmışlık ile ortaya konan İslâm geleneği ile insanların İslâm’ı öğrenmesi ve uygulaması çok daha kolay ve mümkün olur. Zâten târih boyunca müslümanlar genelde dinlerini kitaptan değil, gelenekten öğrenmiştir fakat sorun şudur ki gelenek vahiy-merkezli olduğunda sorun olmazken, vahye aykırı düşüncelerle, kişilerle yada şeylerle belirlendiğinde fitne ortaya çıkmakta ve toplum ayrışıp ifsâd olmaktadır. Artık ortada sâhih din ve gelenek değil, birilerinin vahye aykırı düşünceleri ve görüşleri kalır. Bunlar kısa zamanda gelenek hâline gelir ve kolayca yayılır gider.

 

Günümüzde ise modern gelenek vardır ve tüm Dünyâ’ya hâkimdir. Dîni dışlayarak ortaya konan bir gelenektir bu. İnsana, akla, eşyâya, doğaya yâni maddeye dayalı bir gelenektir. Hak ile alâkasını kesmiş olduğu için bir türlü Hakkı ve hakîkati ortaya koyup da yaygınlaştırmayan ve bunu yapması mümkün de olmayan bir gelenek.

 

“İslâm’ın hâkim olması” demek, “İslâm geleneğinin hâkim olması” demektir. Vahiy ancak bu şekilde hayâta hâkim olur, yoksa masa-başı çalışmalarına mahkûm oluruz ki günümüzde yapılan çoğunlukla budur. Çünkü müslümanlar Kur’ân’ı okuyorlar ama modern geleneğe teslim olmuş durumdadırlar. Üstelik modern geleneğe teslim oldukları için Kur’an’ı da modern geleneğe uygun yorumlamak için çabalıyorlar. Tabi Kur’ân ile modernizmin uyuşması mümkün olmadığı için (çünkü ikisi bambaşka gelenekler üretir) yaptıkları şey “Kur’ân’ı modernizme uydurmak”tan başkası değildir.

 

Eski gelenekten kurtulma isteği, “yeni geleneğe kolayca bağlanma ve adapte olmak”tan kaynaklanır. Bir geleneğe karşı çıkmak mecbûren başka bir gelenek ile olabilir. O-hâlde yeni gelenek -meselâ modern gelenek- de eski geleneğin tümüyle ortadan kalkmasını istemez. Zîrâ ona sürekli olarak bir “düşman gelenek” lâzımdır.

 

Beşerî gelenek ve görenekler, eski yada yeni dinlerin uygulamalarıdırlar. Bu ya İslâm geleneğidir yada beşerî geleneklerden biridir. Romalılar, Roma Uygarlığı’nın köklü geleneklerinden nasiplenmemiş olanları “barbar” sözcüğüyle tanımlanıyorlardı. Bu tutum şu-anda da geçerlidir. Modernizm bir greko-romen gelenek ve uygarlıktır. Bu uygarlığa ayak uydur(a)mayanlar barbar, yobaz, ilkel, gerici ve terörist olarak kabûl ediliyor.

 

Türkler her dîne kolayca girip-çıktılar. Sâdece İslâm’ı çok zor kabûl ettiler. Zâten onu da Kitap-merkezli olarak değil, tasavvuf-bâtınî senkretik ve eklektik şekilde ve kendi şaman geleneklerine uydurduktan sonra benimsediler. Bu -istisnâları saymazsak- hâlen de büyük oranda böyledirler.

 

Bu-gün Modernizm adına bir-çok müslümanın uygarlık olarak algıladığı/bildiği şey, İslâmî gelenekte câhiliye diye bilinen değerlerin uyanışıdır. Modernizmin ağır kuşatması altında seküler sistemlere îtirâza cesâret edemeyen müslümanlar, “gelenek eleştirisi”yle idâre ediyor. Gelenek eleştirisi de olmasa müslümanlar işsiz kalırlardı. Fakat bilsinler ki bu yaptıkları da “modernizm geleneğine göre davranmak”tır.

 

Bir insan, modern-bilim ve teknolojiyi övüyorsa, sürekli olarak kadınları öne çıkaran şeyler söylüyorsa, demokrasiye, lâikliğe ve moderniteye eleştirisi yoksa ve sürekli olarak İslâmî geleneği eleştiriyorsa, o kişi İslâm’dan ziyâde, “modernite dîni ve geleneği” üzeredir.

 

1.400 yıllık “müslüman geleneği”nin (İslâm geleneği değil) eleştirilmeyi hattâ düşman olmayı gerektirecek hak edecek bir-çok yönü vardır. Fakat şu da var ki, Dünyâ’da batı’nın hâkim olduğu modern-seküler şirk geleneğinin içinde yaşamaktansa, Dünyâ’ya müslümanların hâkim olduğu klâsik-geleneksel şirkin içinde yaşamayı tercih ederim. Çünkü İslâm’ın bâtılı yâni “müslümanların 1.400 yıllık geleneği, modernizm denilen şerefsizlikten daha iyidir.

 

Müslüman gelenekçiler, İslâm geleneğinin yozlaştırılmış tarafına “mest” olurlarken; gelenek düşmanları olan modernler ise, İslâmî geleneğin yozlaşmış-yozlaşmamış her tarafına “düşman” oluyorlar. Çünkü onlar kendi geleneklerine şirk koşmazlar ve koşturmazlar.

 

İslâmî gelenek ile beşerî gelenekler bâriz şekilde farklıdır. Geleneksel toplumda bilgelik yaşlılardayken, modern toplumda gençler, modernitenin etkisiyle yaşlıları “bunak” olarak görmektedirler.

 

Modern-bilim ve teknoloji çağı Allahsız olduğu için Allah’ı hatırlatmaz. Oysa doğal-geleneksel İslâmî toplumda doğayla iç-içe yaşandığı için Allah sürekli hatırdadır. Bir çiçek doğal olarak insana Allah’ı hatırlatır, fakat bir entegre Allah’ı hatırlatmaz ve tam-aksine O’nu unutturur. Bu nedenle de doğallıktan uzaklaşıldıkça Allahsızlaşma başlar.

 

Muhâfazakârlık, “İslâm geleneği”ni değil, “geleneksel müslümanlık”ı savunmaktır.

 

Modern dünyâyı ve geleneğini kucaklarken müslüman geleneğini yada İslâmî gelenek eleştirisi yapmak samîmiyetsizliktir.

 

Gelenek ya ilâhî yada şeytânî, nefsî ve tâğûtîdir. Üçüncü bir şık yoktur. İslâm geleneği vahiy-merkezli ve vahye dayalı Sünnet’tir. (Ahzâb 21).

 

Klâsik yada modern anlamda İslâm-*dışı geleneklerden kurtulmadıkça iyi bir dünyâ kurulamaz.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder