“Andolsun Allah,
elçisinin gördüğü rüyânın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlakâ
siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de)
kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi
bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı” (Fetih 27).
Bu âyetin tefsiri olarak şöyle denir: “Peygamberimiz, rüyâsında
kendisinin ve ashâbının başlarını tıraş ederek emniyet içerisinde Mekke’ye
girdiklerini görmüş ve bunu ashâbına haber vermişti. Onlar da çok
sevinmişlerdi. Nihâyet hazırlıklarını yapıp, kurbanlıklarını alarak sefere
çıktılar. Fakat Hudeybiye’de alıkonulup, kurbanları orada keserek geri dönmek
zorunda kaldılar. Bu durum onları gerçekten çok üzdü. İşte âyet,
Peygamberimiz’in gördüğü rüyânın doğru olduğunu ve rüyâda gösterildiği gibi,
müslümanların Mekke’ye girip umre yapacaklarını müjdelemiştir. Nitekim bir sene
sonra Peygamberimiz iki bin kişi kadar ashâbıyla birlikte gelip kazâ umresini
yapmıştır. Âyetin haber verdiği gaybî mûcize aynen tahakkuk etmiştir”.
Bu âyette önemli
olan şey şudur ki, Peygamberimiz ve onlarca sahabe, Peygamberimiz’in “bir rüyâ
gördüm” diyerek insanları Mekke’ye gitmeye yönlendirmesi yada dâvet etmesi ve
sahabenin de “rüyâ ile iş mi yapacağız” gibi bir şey demeden dâvete icâbet
etmesidir ki bu açıkça, “rüyâ ile amel etmek” demektir.
Rüyâ, amel
edilecek şeyden ziyâde, tâbir edilmesi gereken şeydir ki bu da her rüyâ için
olmaz. Nice anlamsız rüyâlar vardır ki üzerine konuşmaya değmez. Bu tür rüyâlara
herkes birbirine zıt yorumlar yapar durur. Uyurken görülen şeylerin çoğu
bilinç-altına yerleşmiş olan düşüncelerin şekil bulmasıyla olur. Halkın,
görülen şeyin hiç-bir anlamının olmadığını belirtmek için kullandığı “vücûtta
bir yerlerin açıkta kalması nedeniyle” dediği rüyâlar da vardır. Dolayısıyla
hayat elbette rüyâ ile gitmez. Fakat rüyâların
etkileyici ve kişiyi değiştirip başkalaştırdığı da görülür ki bunlar gerçekten
de çok etkili rüyâlardır. Her ne kadar “rüyâ ile amel olmaz”, “rüyâ delil
değildir”, “işimiz rüyâlara mı kaldı?” gibi sözler edilse de, Kur’ân’a
baktığımızda, peygamberlerin de rüyâları ciddiye aldıklarını ve bâzen buna göre
hareket ettikleri yada karar verdikleri görülür. Bu nedenle rüyâların etkisi
için kesin tepkiler koymak yanlıştır. Rüyânın hak olup-olmaması yada ne kadar
etkili olup-olmadığı önemlidir. Çünkü netîcede rüyâ denilen bir şey vardır ve
herkesin sıkça yaşadığı bu görüntülerin hiç-bir anlamının olmadığını söylemenin
bir anlamı yoktur.
Peygamberimiz’e
ilk âyetlerin sahih rüyâlar şeklinde geldiğini ve Peygamberimiz’in ilk 6 ayda
rüyâ yoluyla vahiy aldığı söylenir. Bu yüzden “sâlih rüyâ nübüvvetin 46’da biri”
olarak nitelenir. Tabi bu konu istismâra çok açık bir şeydir ve bunu târikat ve
tasavvuftan bir-çok kişi istismâr etmiştir ve hâlen de etmektedir.
Peygamberimiz’in gördüğü sahih rüyâlar, “nübüvvetten önce kendisini vahye
hazırlamak için görmüş olduğu etkili ve anlamlı rüyâlar olabilir” diye
düşünüyoruz.
Tabi, peygamber bile olsa
hiç-kimsenin rüyâsı bağlayıcı değildir. Hele efendilerin, şeyhlerin, kutupların,
gavsların, hazretlerin, lîderlerin vs. rüyâlarıyla ortaya koydukları ve fıkıh
ve şeriat belirledikleri rüyâlar hiç bağlayıcı değildir. Bağlayıcı ve ibret verici
olabilecek olan rüyâlar Kur’ân’da anlatılan rüyâlardır.
Burada önemli
olan konu, “rüyâlar düşüncemizi ve amellerimizi etkiler mi?” ve “rüyâ ile amel
etmek doğru mudur?” sorularıdır. Bu sorulara elbette Kur’ân ve peygamber
örneklikleri üzerinden bakacağız.
Kur’ân’da
Peygamberimiz’in gördüğü üç rüyâ vardır:
“Hani Allah, onları sana
uykunda az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten yılgınlığa
kapılacaktınız ve iş konusunda gerçekten çekişmeye düşecektiniz. Ancak Allah
esenlik (kurtuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sînelerin özünde saklı duranı
bilendir” (Enfâl 43).
Âyette: “Eğer sana sayıyı
çok gösterseydi yılgınlığa kapılacaktınız” deniyor ki, rüyânın Peygamberimiz’i
ve sahabeyi etkileyebileceği söylenmiş oluyor. Böylece rüyânın ister-istemez
etkileyici ve yönlendirici bir yanının olduğu ortaya çıkmış oluyor.
“Hani biz
sana: ‘Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır’ demiştik. Sana
gösterdiğimiz o rüyâyı insanları denemek için yaptık, Kur’ân’da lânetlenmiş
ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan
başka bir şey arttırmıyor”
(İsrâ 60).
Seyyid Kutub bu
âyetinde tefsirinde şöyle der: “İsrâ olayından sonra Peygamber’e îman edenlerin
bir kısmı dinden dönmüştü. Bir kesim ise dîninde direnmiş ve inancını arttırmıştı.
İşte bu nedenle yüce Allah’ın kuluna bu gecede gösterdiği rüyâ insanlar için
bir deneme olmuştu”. Bu âyete göre de rüyâlar insanları etkilemede ve
hareketlerini belirlemede yönlendirici olurlar.
“Andolsun Allah,
elçisinin gördüğü rüyânın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlakâ
siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de)
kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi
bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı” (Fetih 27). Bu âyetin
tefsiri bâbında söylenenleri yukarıda yazmıştık.
“Peygamberler
rüyâ yoluyla vahiy alır mı?” sorusunun cevâbı Hz. İbrâhim’in gördüğü rüyâdır.
Hz. İbrâhim bu rüyânın bir sonucu olarak amel etmiş ve oğlu İsmâil’i boğazlamak
için harekete geçmişti:
“Biz de onu
halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) yanında koşabilecek çağa erişince
(İbrâhim ona): ‘Oğlum’ dedi. ‘Gerçekten ben seni rüyâmda boğazlıyorken gördüm.
Bir bak, sen ne düşünüyorsun’. (Oğlu İsmâil) Dedi ki: ‘Babacığım, emrolunduğun
şeyi yap. İnşâallah, beni sabredenlerden bulacaksın’. Sonunda ikisi de
(Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmâil’i kurbân etmek için)
onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: ‘Ey İbrâhim’ diye seslendik. Gerçekten sen,
rüyâyı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsânda bulunanları böyle ödüllendiririz’.
Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbânı fidye olarak verdik” (Sâffât 101-107).
Hz. İbrâhim
burada, gördüğü rüyâ ile harekete geçmişti. Üstelik Hz. İsmâil de, babasının
rüyâya göre hareket etmesi gerektiğini söyledi. Fakat Allah’ın murâdı Hz.
İbrâhim’in rüyâyı gerçekleştirmesi değil, tâbir etmesi ve ona göre hareket
etmesiydi. Zâten rüyâların tâbir edilmesi gerektiğinin söylenmesinin nedeni de
budur. Rüyânın tâbirini de Allah yapıyor ve Hz. İbrâhim’e büyük bir kurban
veriyor. Lâkin burada önemli olan ve konumuzu ilgilendiren şey, bir rüyânın bir
peygamberi harekete geçirebildiğinin örneğini görmüş olmamızdır. Çünkü Allah,
Hz. İbrâhim’e “oğlunu kurbân et” demiyor ve rüyâ gösteriyor. Hz. İbrâhim de
ısrarla gördüğü rüyâyı uygulamaya girişiyor yâni rüyâyı delil olarak görüp rüyâ
ile amel ediyor.
Hz. İsmâil’in; “Ey babacığım!, emrolunduğun şeyi yap!.
İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” demişti, denmesi, rüyâ aracılığı ile
Allah’ın emir verebileceği ve Hz. İbrâhim’in de buna göre kurban eylemine
geçtiği görülüyor. Hz. İbrâhim’in gördüğü bu rüyâ açık bir vahiy ile
desteklenmiştir. Çünkü “rüyâyı gerçekleştirdin” deniyor. Hz. İbrâhim rüyâsında gördüğü
şeyin gereğini yerine getirmeye teşebbüs edince, Yüce Allah ona seslenmiş ve
“rüyâyı doğruladın ve gereğini yaptın” demiştir. Rüyâ ile amel etmeyi Hz. Mûsâ’nın
annesinde görmekteyiz. Çünkü oğlunu nehre bırakabilmesi rüyâda gördüğü şeydir.
Rüyada kendisine söyleneni (vahiy) yapmıştır.
Rüyâdan
bahsedilince akla ilk gelen peygamber elbette Hz. Yûsuf’tur. Yûsuf kıssasında
Hz. Yûsuf’un hayâtını etkileyen üç rüyâ vardır:
“Hani Yûsuf
babasına: ‘Babacığım, gerçekten ben (rüyâmda) onbir yıldız, Güneş’i ve Ay’ı
gördüm; bana secde etmektelerken gördüm’ demişti. (Babası) Demişti ki: ‘Oğlum,
rüyânı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan
için apaçık bir düşmandır’. Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin
yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların
İbrâhim ve İshak’a (nîmetini) tamamladığı gibi senin ve Yâkub âilesinin
üzerindeki nîmetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet
sâhibidir” (Yûsuf 4-6).
Hz. Yâkub burada
Hz. Yûsuf’a rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını, çünkü eğer rüyâyı duyarlarsa
bir kıskançlığa düşüp o’na bir zarar verebileceklerini söylüyor, sonra da
rüyâyı tâbir ediyor. Burada da rüyânın etkisini ve rüyâya göre olacak kötü
amellerin ortaya çıkabileceği ihtimâlini görüyoruz. Zâten rivâyetlere göre Hz.
Yûsuf’un kardeşleri görülen rüyâyı bir-şekilde öğreniyorlar ve yaptıkları
kötülükleri de rüyânın etkisiyle yapıyorlar.
“Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri:
‘Ben (rûyâmda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm’ dedi. Öbürü: ‘Ben de kendimi
başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi’ dedi. ‘Bunun
yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz’.
Dedi ki: ‘Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlakâ size daha
gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, rabbimin bana
öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a îman etmeyen, âhireti de
tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dînini terk-ettim. Atalarım
İbrâhim’in, İshak’ın ve Yâkub’un dînine uydum. Allah’a hiç-bir şeyle şirk
koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf
ve ihsânındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. ‘Ey zindan arkadaşlarım,
birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa Kahhâr (kahredici)
olan bir tek Allah mı?. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri
hakkında hiç-bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak
adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O,
kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur,
ancak insanların çoğu bilmezler’. Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri
efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak, kuş onun başından yiyecek. İşte
hakkında fetvâ istemekte olduğunuz iş (artık) olup bitmiştir” (Yûsuf 36-41).
Hz. Yûsuf,
kendisinden rüyâlarına tâbir isteyen kişilere ilk önce tebliğ ve dâvet yapıyor
ve rüyânın sonucunu anladığı için onları İslâm’a sıkıca bağlamak istiyor.
Sonunda da rüyânın kesinliğini dile getiriyor ve zâten rüyâların sonucu da
aynen tezâhür ediyor. Burada bize “rüyâ tâbirinden önce hakîkat tebliği yap”
emri verilmiş oluyor.
“Hükümdar: ‘Ben
(rüyâmda) yedi besili inek görüyorum, onları yedi zayıf inek yiyor; bir de yedi
yeşil başak ve diğerleri ise kupkuru. Ey önde gelen (kâhin-bilginler,) eğer
rüyâ yorumluyorsanız benim bu rüyâmı çözüverin’ dedi. Dediler ki: ‘(Bunlar)
Karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenler değiliz’. O
(zindandan) kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve: ‘Ben bunun yorumunu
size haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin’ dedi. (Zindana gidip:) ‘Yûsuf,
ey doğru (sözlü insan).. Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi
yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüyâ) konusunda bize fetvâ ver. Umarım ki
insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını)
öğrenmiş olurlar’. Dedi ki: ‘Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekinleri
ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında
bırakın. Sonra bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir,
sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip
bitirecektir. Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda
bol-bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar’. Hükümdar dedi ki:
‘Onu bana getirin’. Ona elçi geldiğinde (Yûsuf:) Efendine dön de ona sor: Ellerini
kesen o kadınların durumu neydi?. Doğrusu benim Rabbim, onların hîleli düzenlerini
gerçekten bilendir”
(Yûsuf 43-50).
Burada Hz. Yûsuf
hem rüyâyı tâbir ediyor hem de ne ve nasıl yapılması yâni nasıl amel edilmesi
gerektiğini ayrıntılı bir şekilde söylüyor. Duruma göre rüyâ ile amel
edilebilecek olmanın en bâriz göstergesi burada anlatılanlardır. Zâten burada
rüyâ ve rüyânın tâbirine göre hareket etmeye mecburdular. Çünkü rüyâya yapılan
yoruma göre amel etmeselerdi hem kendileri hem de o coğrafyadaki tüm insanlar
kıtlık ve açlık çekeceklerdi. Üstelik bu olay bir-çok iyiliklere de vesîle
oldu. Kral ve tüm halk, rüyâya göre amel etti. Tabi Hz. Yûsuf’un rüyâya yaptığı
tâbir ve aklını kullanmasının etkisi inkâr edilemez. Görülen rüyânın yönlendirmesi
ile hareket etmeselerdi büyük sıkıntılara gireceklerdi. O-hâlde “rüyâ ile amel
etmeme”yi bu kadar büyütmenin anlamı
yoktur. Rüyâ ile amel edip-etmemek, görülen rüyâya göre değişir.
“Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için
secdeye kapandılar. Dedi ki: ‘Ey Babam, bu, daha önceki rûyâmın yorumudur.
Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan
çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi
getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi.
Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sâhibi O’dur” (Yûsuf 100).
Rüyâ ile başlayan serüven
yüne bir rüyâ ile bitti. Rüyâ gerçeklemiş ve sonuçlanmış oldu.
Peki biz de
rüyâlara göre emel ediyor muyuz ve rüyâ bizi bizi bir şeyler yapmaya
yönlendiriyor mu?. Elbette!. Rüyâda ihtilâm olunca, uyandığımızda netîcede
gusül bize farz oluyor. “Ne de olsa rüyâda oldu, rüyâ ile amel edilmez” deyip
de gusletmekten vazgeçmiyoruz. Rüyâda gördüğümüzün sonucuna göre hareket
ediyoruz.
İstihâre diye
bir şey vardır. İstihâre: “Hayırlı olanı isteme”
anlamına gelen istihâre, terim olarak “bir iş veyâ davranışta Allah
katında hayırlı olanı, kılınan nâfile bir namaz ve duâ ile talep etme”
mânasında kullanılır. “Bir işâret almak
amacıyla kişinin veyâ bir başkasının onun adına rüyâ görmek üzere uyuması ve
görülen şeyin yorumlanarak ona göre hareket edilmesi” uygulamasıdır. İstihâre, Allah’a
tevekkül edip tedbir alınması ve aklın işletilmesi sonucu bir karara varmada
araç olabilir. Fakat istihâre de istismâra açık bir konu olduğu için yapılması
çok uygun değildir ve bunun yerine istenecek şeyi ve yardımı Allah’tan istemek
doğrudur.
Anlatılanlara
göre Çanakkale Savaşı’nda Albay Cevat, denize dizdiği 26 mayını, gördüğü
rüyâdaki sıraya ve yere göre dizmiş. Rivâyete göre rüyâsında bu tâlimâtı
Peygamberimiz vermiş. (Çanakkale Mahşeri, Mehmet Niyazi). Burada “rüyâya göre
amel etme” durumu vardır ama kitap olayları roman tadında anlatan bir kitaptır.
Gerçekliği nedir Allah bilir.
Peki; “rüyâ ile
amel olmaz”, “rüyâ delil değildir” sözlerinin kaynağı nedir?. Sanki bu sözler
Kur’ân’ın sözleriymiş gibi ha-bire kullanılıp duruyor. Allah bizi “sakın ha!, rüyâ
ile amel etmeyin, rüyâ delil değildir” diye uyarıyor mu?. Peki nereden çıktı bu
sözler?. Nerden olacak; modernitenin, pozitivizmin ve maddeciliğin etkisiyle
ortaya çıkan “olağan-üstü olan”a karşı duyulan alerjiden. Hâlbuki sahih rüyâlar
olağan-üstü şeylerdir. İslâm âlimlerinin bâzılarının bu konuda yorum yaparken
kullandıkları sözlerdir sâdece. Yoksa ne âyettirler ne de hadis.
1996 yılında
gördüğüm ve sanki dün gece görmüşüm gibi hatırladığım ve etkilendiğim bir rüyâ
beni değiştirmiş ve bambaşka biri hâline getirmişti. Düşüncelerimin,
konuşmalarımın ve davranışlarımın İslâmî yönde değişmesi, gördüğüm o rüyâ ile
başlamıştı. Görülen her rüyânın yorumuna bakıp araştırmak ve ciddiye alarak
herkese yorum yaptırmak yanlış olsa da rüyâların etkileyici olabildiği ve
kişiyi amel-eylem noktasında değiştirebildiği de bir gerçektir.
Bizim
düşüncelerimizi elbette Kur’ân belirler ve amellerimizi de elbette ancak Kur’ân
ve Peygamber örnekliğine göre yaparız. “Bir rüyâ görsem de ona göre hareket
etsem” diye bir beklentiye girmeyiz. Fakat sahih rüyâlar etkili, yönlendirici
ve değiştiricidirler. Bu nedenle; kendisiyle amel edilecek rüyâlar da vardır,
lafını bile etmeye değmeyecek rüyâlar vardır. Rüyânın sahihi de sahtesi de
kendini belli eder vesselam..
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder