“Onlar yalnızca zanna
uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan (ve hakîkatten) yana hiç-bir yarar
sağlamaz” (Necm 28).
İnsanlık-târihi boyunca hep
bir “hakîkati aramak” çabası olmuştur. Herkes hakîkati arıyor ve hep hakîkati
bulmaktan bahsediyor. Fakat sorun şu ki, hakîkatin nerede ve nasıl
bulunacağında ortak bir görüşleri yok. Herkes kendi kafasına, inancına ve
düşüncesine göre hakîkati arıyor ama bir türlü de bulamıyor. Çünkü hakîkat öyle
karambôle aranacak ve şans-eseri denk gelinip de bulunacak bir şey değildir.
Zâten hakîkati aramak düşüncesinin ve çabasının kendisi bâtıldır. Hakîkat bir
yerlerde gizli ve saklı mı ki hakîkat sürekli olarak aranıp duruluyor ve bulmaya
çalışılıyor. Hayır!; hakîkat yapısından ve özelliğinden dolayı “apaçık”
olandır, onu aramak ve bulmaya çalışmak diye bir şey olamaz. Apaçık ortada olan
şeyin neyi aranacak ve bulunacaktır ki!. O-hâlde “hakîkati arıyorum” diyenler
aslında keyiflerine göre bâzı gerçeklikler aramaktan başka bir şey
yapmamaktadırlar.
İşin ilginç yanı, “hakîkati
arıyorum” diyenlerin çoğu hakîkati bâtılın içinde yada bâtıl ile birlikte
bulmaya çalışmaktadır. Bu-bağlamda herkes hakîkatin kendi uzmanlık ve ilgi alanı
içinde ve kişisel düşüncesine uygun olduğunu söyleyerek kendi aradıkları yerde
aranmasını söylüyor. Hakîkatin ancak böyle bulunabileceğini iddiâ ediyor.
Felsefeciler binlerce yıldır
hakîkati arıyorlar ama bir türlü de bulamıyorlar. “Gerçekten de hakîkatin
arayışı içinde midirler yoksa onlar keyiflerine göre mi takılıyorlar?” diye
sorulsa, hakîkati aradıkları iddiâlarının gerçek-dışı olduğu ortaya çıkacaktır.
Onlar ön-bilgi ve on-yargılarına delil aramaktan başkasını yapmıyorlar.
Târihçiler, matematikçiler,
fizikçiler, kimyâgerler, biyologlar, antropologlar, astronomlar, jeologlar,
tasavvufçular, modern bilimi ve teknolojiyi din yapmış olanlar vs. herkes hakîkati
arıyor ve herkes de kendi alanı içinde bulacağını zannediyor. Şimdiye kadar
“hakîkati bulduk” diyen de olmamıştır. Hiç-bir zaman da olmayacaktır. Çünkü
hakîkati bulma adına bir kriterleri, dayanacakları sağlam bir temelleri yoktur.
Yola nereden ve nasıl çıkacaklarını bilmiyorlar yada biliyorlar ama o yola
girmek istemiyorlar.
Hakîkat aranacak bir şey
değildir. Zîrâ apaçık ortadadır. Peki nedir bu apaçık olan hakîkat?. Hakîkat “Hak’tan
gelen”dir. Hak’tan yâni Allah’tan gelendir. Allah’tan gelen elbette vahiydir.
Peygamberlere indirilen vahiy hakîkatin ta kendisidir. Peygamberler de zâten
hakîkatin tebliğini yapmışlar, hakîkate dâvet etmişler, o hakîkate göre hareket
etmişler ve o hakîkate göre yaşam-tarzları ortaya koymuşlardır. Kimisi de o
hakîkati ve güzel örnekliği hayâta hâkim kılabilmiştir.
Hakîkati aramak ve bulmaya
çalışmak diye bir şey yoktur. “Hakîkati bilmek ve ona uymak” vardır ve aslolan
budur. Allah hakîkati zâten bize apaçık bir şekilde indirmiştir ve
Peygamberimiz de apaçık bir şekilde hakîkate göre nasıl yaşanacağının örneğini göstermiştir.
Öyleyse hâlâ “hakîkati aramak ve bulmaya çalışmak” saçmalığı da nedir?. Hakîkat
ortada işte!; Kur’ân’ı okuyup idrâk etmek ve Peygamber örnekliğine uyarak
hakîkati günümüzde de yaymak ve hayâta
hâkim kılmaktır. Yapılacak olan budur.
Bakmayın siz yana-yakıla
hakîkati arıyorum havasında olanlara. Onlar apaçık hakîkate teslim olamadıkları
için, teslim olabilecekleri ve keyifle yapabilecekleri şeyleri arıyorlar. Herkes
de kendi keyfine, kendi düşüncesine ve kendi aklına uygun bir hakîkat arıyor ve
bulmak istiyor. Aslında kafa ve beden konforunu bozmayacak şeyi arıyorlar. Bunlar
hakîkati arama konusunda samîmi değiller. Bu yüzden “hakîkati arıyorum” diyenlerle
hiç muhâtap olmaya değmez. Çünkü onlar aslında Hak’tan ve hakîkatten kaçıyorlar.
İşin ilginç yanı, hakîkati Hak’tan
bağımsız arayanların olmasıdır. Hakkı hesâba katmadan hakîkatin bulunması
söz-konusu bile olamaz. Zîrâ hakîkatin kaynağı zâten Hak’tır. Siz Hak’tan başka
bir hakîkat mi arıyorsunuz?. Hakîkat Hak’tan gelendir, hakîkati ancak Hak bildirir
ve gösterir. Hakîkati bulmanın daha doğrusu bilmenin başka da bir yolu yoktur.
Hakîkat modern-bilim ve teknoloji
ile de bulunamaz. Bakmayın siz onların hakîkati aramak, bulmak ve görebilmek
için “tanrı parçacı”ğı falan aradıklarına. Onlar maddeyi ilahlaştırmalarını
meşrûlaştırmaya çalışmaktan başkasını yapmıyorlar. Bu yüzden de
tanrılaştırdıkları maddenin bir parçasını bulabilirler sâdece. Hakîkatin maddede
mündemiç olduğu ne mâlûm ki?. Madde de bir gerçekliktir ama “mutlak gerçeklik”
yâni “hakîkat” değildir. Modern-bilim ve teknoloji ile bâzı gerçeklikler
bulunabilse de mutlak gerçeklik olan hakîkatin maddenin içinde bütünüyle bulunması
mümkün değildir. Çünkü hakîkat “maddeye içkin” değil “maddeye aşkın”dır. Bu nedenle
maddeyi parçaladıkça-parçalamakla ve tanrı parçacığı falan aramakla hakîkat bulunamaz.
Hattâ böyle bir arama çabası hakîkatin daha beter üstünü kapatır da bulunmasını
daha doğrusu bilinmesini engeller. Modern-bilim hakîkat yerine hep “zan” bulmuştur
ve bir süre onun hakîkat olarak kabûl eder ama sonra yanıldığını görüp
anlayınca yeni arayışlara girer. Bu-bağlamda modern-bilim için “çürütülebilir
olandır” diye bir kabûl ortaya atmışlardır.
Hakîkat insanda, akılda,
eşyâda, doğada yâni maddede bulunamaz, bu nedenle maddeyi ne kadar
parçalarsanız-parçalayın yine de hakîkati bulamayacağınız gibi tam-aksine büyük
bir yalanın içine düşmüş olursunuz. Çünkü parçaladıkça bütünlük bozulacağı için
hakîkat olarak anlamlandırılacak bir şey kalmaz ortada. Bu nedenle de en sonunda
“hakîkat yoktur” sonucuna ulaşmak kaçınılmaz olur. Hakîkat ne göklerde, ne
yerin dibinde, ne makroda, ne mikrodadır. Hakîkat bir bütündür ve hakîkat
yüzde-yüz hakîkattir. Parçalanamaz, bölünemez, bir kısmına bakarak idrâk edilemez.
Zîrâ hakîkat “Hak’kın sözü”dür.
Hakîkat tasavvufla da bulunamaz.
“Hakîkat aramakla bulunamaz ama bulanlar arayanlardır” sözünü söyleyip dururlar
ama hakîkati buldukları da görülmez, çünkü onlar da felsefeciler gibi aslında
işin eğlencesindedirler. Aslında hakîkati bulmak istemezler. Zîrâ hakîkat insana
icâbında ağır sorumluluklar yükler ve malları ve canları bile ortaya koymayı
gerektirebilir. Hakîkati görenler ve bilenlerin hayatlarını ona adamaları gerekir,
hakîkat-merkezli bir hayat yaşamaları gerekir ki hakîkat bütün bâtılları ve yalanları
ortaya serip yok edeceği için hakîkati arıyorum diyenler aslında içten-içe
“inşaallah bulamayız” demektedirler. Bu nedenle de hakîkate uymamak için
hakîkati aramakla oyalanıp dururlar. Oysa hakîkat aranacak ve bulunacak bir şey
değil, bilinip idrâk edilecek ve uyulacak bir şeydir.
Hakîkat modern paradigma
içerisindeyken bulunamaz. Bâtılın içindeyken, bâtılı seviyor ve savunuyorken,
bâtılı mahvedecek olan hakîkati aradıklarını söyleyenler yalancıdır.
Târih boyunca hakîkat yanlış
yerde arandığı için bulunamamıştır. Oysa peygamberler kendilerine inen
vahiyleri Îlân ederek “işte hakîkat budur!” diye haykırmışlar ve insanları bu
hakîkate dâvet etmişlerdir. Fakat onlar yine de apaçık hakîkat yerine, şeytanın
fısıldadıklarını, nefislerinin arzuladıklarını ve tâğutların uydurduklarını aramaya
devâm etmişlerdir. Dolayısı ile de hep eksik ve yanlış sonuçlara ulaşmışlar ve
buldukları bâtılları hakîkat olarak kabûl etmişlerdir. Lâkin hakîkat zannettikleri
ama kısa süre sonra onun da hakîkat olmadığını gördüklerinde yeniden arayış başlar.
Akıl, hakîkati tek-başına ve
vahiyden bağımsız olarak idrâk edemez, bulamaz. Ancak vahyin kılavuzluğunda
hakîkate doğru gidebilir ve hakîkati idrâk edebilir. Aslında hakîkat ancak akıl-üstü
bir bilgiyle bulunabilir ki o bilgi elbette vahiy bilgisi ve bilincidir.
İnsanlık-târihi vahyin “aklı
tokatlama” târihidir. Vahiy, aklı tokatlaya-tokatlaya yola sokmuştur hep. Fakat
o her fırsatını buldukça yoldan çıkmıştır.
Hakîkat her-şeyden yola çıkarak
bulunamaz. “Hak’ka ve hakîkate giden yollar insanların nefesleri sayısınca” falan
değildir, hakîkate giden yol ancak tek bir tânedir o da Hak’kın indirdiği vahiy
yoludur. Gerisi bâtıldır, sapıklıktır.
“İşte bu, sizin gerçek
Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var?. Peki,
nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (Yûnus
32).
Hakîkat Allah’ın bildirdiğidir
ki o da ancak vahiydir. Vahiy tümüyle bir hakîkattir. Vahye göre davrandığınızda
hakîkate göre yaşamış olursunuz.
“Hak geldi, bâtıl yok
olup gitti; bâtıl her zaman yok olmaya mahkûmdur” (İsrâ 81).
Dünyâ’ya ya hak ve hakîkat
hâkimdir yada bâtıl. Üçüncü bir şık yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder