26 Eylül 2023 Salı

İslâm Değişmez; Değiştirir


“…Oysa hîleli düzen, kendi sâhibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler?. Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın” (Fâtır 43).

 

“Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nîmet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir” (Enfâl 53).

 

İnsanlık târihindeki en büyük değişim, Peygamberimiz Hz. Muhammed ve o’nunla birlikte olan arkadaşlarının, İslâm Dîni ve vahyi ile gerçekleştirdiği o eşsiz değişimdir. Bu değişim İslâm ile olmuş bir değişimdir ki zâten böyle bir değişimin, dönüşümün ve devrimin başka bir açıklaması olamaz. Zâten tüm peygamberler böyle bir değişimin çabası içinde olmuş ve bunun için çalışmışlardır. Zîrâ İslâm, kişiyi İslâm’a dâhil olduğunda büyük bir değişime uğratır ve dış-âlemde de Allah’ın sözünü ve dînini hayâta hâkim kılmak için çalışmaya sevk eder. Bu nedenle İslâm’ın kişide yankı bulup-bulmadığı, İslâm’a dâhil olan kişide bâriz bir değişimin olup-olmamasıyla belli olur. Eğer İslâm’a büyük bir kararlılıkla ve ciddiyetle dâhil olmuşsa, İslâm o kişinin iç-âleminin altını üstüne getirir ve kişiyi bambaşka biri yapar. Bu da onun tasavvur, düşünce, söz ve davranışında külliyen bir değişim başlatır. Lâkin eğer kişi İslâm’â dâhil olduktan sonra, İslâm’a dâhil olmadan önceki gibi bir hayat yaşamaya devâm ediyorsa, o kişide bir değişmenin olmadığı anlaşılır. Bu da kişinin İslâm’a tam bir teslîmiyetle teslim olmadığının göstergesidir.

 

Allah, Peygamberimiz ve arkadaşlarının kâlplerini ve dolayısı ile hayatlarını öyle bir değiştirmişti ki, onları bambaşka insanlar hâline getirmişti. Öyle ki bu değişim onları en kritik zamanda bile korumuştu ve kardeşler kılmıştı:

 

“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idîniz. O, kâlplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nîmetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar” (Âl-i İmran 103).

 

İslâm, mü’minleri değiştirince ve kardeşler yapınca, şeytanın fitnesi bile etkili olmadı da boşa çıktı.

 

İslâm, son vahiy ile tamamlanmış ve Peygamberimiz tarafından en ideâl şekilde ve “güzel bir örneklik” (Ahzâb 21) olarak uygulanmıştır. Böylece İslâm tamamlanmıştır ve insanlar için gerekli olan temel ilkeler yerleştirilmiştir. Bu nedenle artık dîne eklemeler-çıkarmalar yapmak söz-konusu değildir. Ancak yine vahiy-merkezli olmak ve vahye uygun olmak şartıyla gerektiğinde yeni yorumlar  ve geçici kurallar koyulabilir, fakat temel ilkelerde herhangi bir değişikliğin yapılması diye bir şeyden söz edilemez:

 

“Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adâlet bakımından da tastamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek (kimse) yoktur. O, işitendir, bilendir” (En-âm 115).

 

Görüldüğü gibi değişecek ve değiştirilebilecek bir din değildir. Fakat İslâm, samîmi, ciddî, gayretli ve azimli kişileri “örnek insanlar” olacak şekilde değiştirir. Böyle bir değişimin olmazsa-olmaz şartı, İslâm’a sorgusuz-suâlsiz ve kayıtsız-şartsız bir şekilde tam bir teslîmiyetle teslim olmaktır. Çünkü böyle olmadığında ve tam bir teslîmiyetle teslim olunmadığında çok da uzun olmayan bir vâdede gevşeme ve kayma başlayabilir yada belli bir noktadan ileri gitmek mümkün olmaz. Çünkü İslâm tamamlanmış bir din’dir ve kişiyi de bu nedenle tamâmen değiştirmeye niyetlidir. Değişimin yarım olması eksik olması demek olacağından dolayı tam değişmeyen kişilerde eksiklikler görülür. Modern müslümanların amel-eylem noktasında zayıf olmasının nedeni budur. Kişinin iç-âlemi ne kadar eksikse, dış-âlemindeki eksiklik o oranda açığa çıkmaktadır. 

 

İslâm, “insanı değiştiren” şeydir. İnsanın-müslümanın ne durumda olduğu, kendisinde meydana gelen İslâm’a yönelik değişimin oranı ile belli olur. Zâten Dünyâ’yı değiştirecek ve İslâm-merkezli yapabilecek, bunu başlatabilecek yada samîmi bir şekilde bunun için çalışacak olanlar, İslâm’ın büyük bir değişim ile değiştirdiği kişiler olur. Peki değişmemiş ve aslında değişmeye niyetli olmayanlar?.

 

İslâm “Îman ettim” demekle tamamlanan ve biten değil, “îman ettim” demekle başlayan bir din’dir. Hattâ sâdece İslâm, “îman ettim” demekle başlar. Îmânında ciddî ve samîmi olanlar, gözle görülebilecek şekilde hemen değişmeye başlarlar ve bu değişimden zinhar tâviz vermezler. Zâten değişimin ciddî olup-olmadığı, bu süreçte bir tâvizin verilip-verilmediğine göre ölçülür. “Îman ettim” demesine rağmen sürekli tâviz verenler ve bu nedenle de kendilerinde hiç-bir değişim meydana gelmeyen kişiler, aslında İslâm’a psikolojik yada kültürel olarak bağlıdırlar ve peygamberler ve onlarla birlikte olan ve güzel örneklik ortaya koyanlar gibi îman etmiş değildirler. 

 

“Îman ettim” demek; Allah’a, âhirete, gayba, meleklere, vahye, peygamberlere ve dîni olana îmân ettikten başka, İslâm’ın-Kur’ân’ın sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî, kânûnî, hukûkî, askerî, siyâsî vs. tüm alanlarına yönelik emir ve yasaklarına ve Allah’ın sözünü hem iç-âlemde hem de dış-âlemde hâkim kılınacağına bilinçli bir şekilde îman etmektir. Yoksa sâdece “Îman ettim” demekle iş bitmez ve İslâm da bu kişileri değiştirmez. İnsanlar değişmeyince Dünyâ da değişmez. Bir değişim olmayınca da hiç-bir kötülük, çirkinlik, yanlış, adâletsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, küfür, şirk ve zulüm bitmez. 

 

Dünyâ müslümanlarına sorsanız hepsi de “îman ettim” diyecektir. Allah îmanları boşa çıkarmaz ve îmanların inkâr edilmesini hoş görmez. Fakat bakıldığında görülen şey, İslâm’ın müslümanlarda bir değişim yapmadığıdır. Çünkü müslümanların büyük çoğunluğu İslâm’ı Kur’ân ve Sünnet’ten öğrenmediği için İslâm’ı bilmemektedirler. Bildikleri şeyler hurâfeler ve masallardan başkası değildir. Bu durum onların hâl-i pür melâllerinin nedenidir. Bu da onların değişmelerine engel olmaktadır, zîrâ İslâm’ın ne olduğunu bilip göremedikleri için, İslâm’a adanmak yada adanmamak veyâ değişmek yada değişmemek noktasında bir karar verememektedirler.

 

Şimdi; hem müslim olunacak hem de müslim olmadan önceki gibi yaşamaya devâm edilecek.. bu mümkün değildir. Çünkü İslâm vahyi kâlplere inmiştir ve mutlakâ kâlpleri değiştirir. kâlpler değişince insan da değişmeye başlar ve Dünyâ’yı değiştirmeye aday olur. 

 

Hem müslüman olunacak, hem de hayat-tarzı ve davranışlar değişmeyecek.. Böyle bir şey söz-konusu olmaz. Eğer İslâmî yönde değişmiyorsanız, İslâm’ın mesajını ya anlayamamışsınız yada “kabûl edemiyorsunuz” demektir. Böyle olduğu için de “ben de müslimlerdenim” demenize rağmen tasavvurunuzda, düşüncelerinizde, konuşmalarınızda ve en önemlisi de davranışlarınızda bir değişme olmuyor. Bu sisin samîmi ve ciddî olmadığınızı gösterir. Çünkü îman ispât ister. İspât ise en çok da davranışlarda kendini belli eder. Çünkü kimin ne kadar îmânı olduğunu yalnızca Allah bilir. O-hâlde davranışlarınız sizin ne olduğunuzu gösterir.

 

Buna göre, hem îman edip hem de değişmeyerek müslüman olmadan önceki gibi davranmak îman iddiâsını geçersiz kılar. Çünkü îman ettikten ve müslimlerden olduktan sonra ibâdetlerinizi hiç-bir şartta iptâl edemez, erteleyemez ve kalitesizleştiremezsiniz. Hem îman edip hem de namaz kılmamak, oruç tutmamak vs. olmaz. Hem îman edip hem de giyinişiniz önceki gibi olamaz. Hem îman edip hem de konuşmalarınız önceki gibi olamaz. Hem îman edip hem de davranışlarınız önceki ve diğerleri gibi olamaz. Zîrâ îman edip İslâm ‘a dâhil olmak kişiyi değiştirir ve “ben artık önceki gibi değilim, diğerleri gibi değilim” dedirtir insana. O-hâlde önceki gibi, hem îman edip hem de tesettüre yakışmayacak ortamlarda bulunamazsınız. Hem îman edip hem de önceki gibi namaza-niyaza yakışmayacak muhabbetler yapamazsınız. Önceki gibi ekrana bağımlı olamazsınız. Önceki gibi, bir teşhir alanı olan sosyâl medyaya takılamazsınız. Anne-babanıza, eşinize, çocuklarınıza, eşinize-dostuna önceki gibi davranamaz ve onlarla eskisi gibi geyik muhabbetleri yapamazsınız. İslâm sizi artık değiştirdiği için gözünüze, dilinize, elinize, sözünüze, konuşmalarınıza ve davranışlarınıza hâkim olmanız şarttır. Ortamınız, arkadaşlarınız, muhabbetleriniz, alışkanlıklarınız, yatma-kalkma saatiniz hep İslâm’a göre olmalıdır. İslâm sizi öyle bir değiştirmiş olmalı ki, İslâm’a uygun olmayacak olan bir hâl ve hareketiniz kalmamalıdır. İslâm’ın değiştirdiği insanlar böyle olur. Çünkü onlar şu âyeti dillerine pelesenk ederler:

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

Eğer sizde büyük bir değişim olup da davranışlarınız da tümüyle değişmemiş ve değişecek gibi durmuyorsa, sizin Îman iddiânız sakat olduğu gibi, İslâm’a da sâdece kültürel olarak oda körü-körüne dâhil olduğunuz gösterir. Böylece ne  iç-âleminizde ne de dış-âlemde herhangi bir değişiklik yapmanız beklenemez. Zîrâ siz değişmemesinizdir.  

 

Müslümanların anlamak yada yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer müslümanım diyorsanız, İslâm’i bilginiz arttıkça hayâtınız da mü’mince değişmelidir. Kendilerini ilmî anlamda değiştirseler de amel-eylem anlamında değiştirmek istemeyenler, hep aynı muhabbetleri yaparlar. Bu da bir kısır-döngüye yol açar. Oysa anlayışı ve idrâki vahiy ile değiştirmek, davranışı da vahiy ile değiştirmeyi gerektirir. İşte peygamberler bunun için gönderilirler. Onlar değişmenin öncüsü ve örneğidirler. “İslâm bir insanı ve bir toplumu nasıl değiştirir”in cevâbı peygamberler ve onlarla birlikte değişenlerdir.

 

Vahyin bilincine erememiş olan insan, eşyâya göre düşünür ve değişimi de yine eşyâya göre olur. Sonuçta da insanların düşüncesini ve davranışlarını mekân belirler. Değişim İslâm’a göre değil de mekâna göre olur. Mekân değiştikçe insan da bu seküler mekâna göre değişir ki modernizm süreci bunu çok net olarak göstermektedir. İslâm’a göre değişmeyenler yada değişmek istemeyenler, mecbûren mekâna göre değişirler ve İslâm’ı da seküler mekâna göre değiştirmeye kalkarlar. Bunu yapanlar, İslâm ile değişmeyen kişilerdir.     

 

Eğer din adına bir şey yapmıyorsanız, din sizi kötülükten uzaklaştırıp iyiliğe yöneltmiyorsa ve sizi olumlu anlamda değiştirmiyorsa, sizin “îman ettim” demenizin hiç-bir anlamı ve değeri yoktur. Zîra İslâm

 

Eğer yaşamınızda hiç-bir şey değişmeyecekse, müslüman olmakla olmamak arasında bir fark yoktur. Tasavvur, düşünce, konuşma ve davranışlarınızda bir değişme olmadıysa ve yine İslâm’a dâhil olmadan önce yada İslâm’ın ne olduğunu bilmeden önceki gibiyseniz, siz zâten İslâm üzere değilsiniz demektir. “Ben artık müslümanım” dedikten sonra sizde bir değişme yoksa, siz hâlâ önceki gibisiniz ve müslüman falan olmamışsınız demektir. İnsanların içinden “müslümanım” diyenlerin çoğu, müslümanlıktan çıksalar hayatlarında bir değişiklik olmaz. Çünkü zâten müslüman iken de olmamıştı ve herhangi bir değişim gerçeklememişti. Bu nedenle Dünyâ’da değişmemiş durumda olan müslümanların %90’ı dinden çıksa değişen bir şey olmayacaktır. Tüm câmileri yıksanız, tüm Kur’ânları-vahiyleri yaksanız, tüm âlimleri kesseniz, Dünyâ müslümanları (müslim ve mü’minleri değil) için bir değişiklik olmayacaktır.

 

Kendinize şu soruyu sorun; Allah Dünyâ’dan tüm Kur’ân’ları kaldırsa, herkese Kur’ân ile ilgili her-şeyi bir-anda unuttursa ve sanki Kur’ân diye bir şey hiç olmamış gibi olsa,  sizin için ne fark eder?. Yaşamınız alt-üst olur mu?. Ne yapacağınız bilmez bir duruma düşer misiniz?. Yoksa yine dünkü gibi yaşamaya devâm mı edersiniz?. Baktığınızda göreceğiniz şey maalesef şu olacaktır ki; Allah bize sâdece Kur’ân’ı değil de, tüm İslâm’ı bir-anda unuttursa, insanların-müslümanların %90’ı için değişen bir şey olmayacak ve onlar yine bir-önceki gün gibi aynı yada benzer şeyleri düşünecek, konuşacak, yazacak ve yine önceki gibi davranacaklardır. Çünkü daha önce de İslâm %90 oranındaki insanlarda bir değişim meydana getirmemişti. Zîrâ insanlar İslâm’a-dîne dâhil olduklarını söyleseler de kendilerini İslâm’a göre değiştirmemişler ve hattâ böyle bir şeyi çoğu kişi düşünmemişti bile.    

 

Bu nedenledir ki, İslâm, kişinin sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik ve sosyo-ekonomik durumunu değiştirmiyorsa, o kişinin îmânı en fazla “ucundan-kıyısından îman etmek” şeklinde olur. Târih boyunca Dünyâ’yı hep “derdi olanlar” değiştirmiştir. Dünyâ’da zevk, neşe ve refah içinde yaşayanların yada yaşamak isteyenlerin hakka uygun bir değişim yapabilmeleri hattâ bunu düşünebilmeleri bile söz-konusu değildir. Dünyâ İslâm-merkezli olarak haz, zevk ve neşe içinde değiştirilemez. Tam-aksine bir değişimin yaşanması için bir-çok fedâkârlıklar yapmak ve bâzı acılar çekmek icâp eder. Çünkü duruma göre malları ve canları bile ortaya koyabilmeyi göze alabilmek gerekir.

 

Îmânın delîli “yaşam-tarzı değişimi”dir. Seküler-modern dünyâda “herkes gibi yaşayanlar”ın îmânı sorunludur. İnsanın tabiat ve insan hakkındaki düşüncesinin bile değişmesi, Allah hakkındaki düşüncesinin değişmesiyle başlar. Allah’a göre olan bir değişim, tüm her-şey hakkındaki düşüncenin değişmesine neden olur. Zâten Allah’sız değişimler, yakın-uzak vâdede mutlakâ insanın aleyhine olur.

 

Sürekli olarak iyi yönde bir ilerleme yoktur. Hak ve bâtıl arasında bir döngü ve değişim vardır. Değişim neye göreyse, insan ve Dünyâ da ona göre değişir. Herkes için hak-hakîkat, adâlet-eşitlik ve herkes için olacak iyi yönde değişimi ise ancak İslâm sağlayabilir ki İslâm’ın varlık nedenlerinden biri de budur. Dîn mevcut dünyâya göre değil, mevcut dünyâ dîne göre yorumlanıp değiştirmelidir ki bu, eleştirel bir yorum ve değiştirme olacaktır. Çünkü doğru, herkese göre değişen bir değer ölçüsü değildir. Doğru, “Allah’a göre doğru” olandır.

 

Bir insanın değişmesi, ilk önce hayâllerinin değişmesiyle başlar. İnsanın hayâli, onun “ne” olduğunu gösterir.

 

İslâm diğer beşerî din ve inançlar gibi bir süre sonra sıkıcı olmaya başlamaz. Eleştiriye, îtirâza, isyâna ve amele-eyleme dönük bir din olduğu için hedefleri büyüktür ve bu nedenle de sıkıcı değildir. Zîrâ İslâm yoğun bir din’dir. Beşeri dinlerin ise hedefleri yoktur ve kısa zamanda sıkmaya başlar ve bu nedenle de sık-sık ilâveler yapılır ve yenilenir. Meselâ uzunca bir süre Güneş’e tapan aynı toplum, bir süre sonra Ay’a tapmaya başlayabilir. 

 

Kendini/kendilerini paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddi yada mânevî olarak olumlu anlamda değişemez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak birilerinin olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için paralanmayı göze alabilmek” demektir. Bunu yapabilecek olanlar ise ancak, İslâm ile değişmiş olanlardır.  

 

Dünyâ’yı İslâmî yönde değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun bir kısa-yolu da vardır: “Allah’ı râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. İşte ancak O’nun yardımı ile başarabilirsiniz bu işi. O yardım ederse mutlakâ olur. Aksi-hâlde aslâ!.Fakat O’nun yardımı celb-edebilmek için de kâlplerin İslâm-merkezli olarak değişmiş olması gerekir.  

 

İslâm insanın “değişmez ve dokunulmaz” zannettiği şeyleri değiştirir. “Aslâ vazgeçemem” dediği şeyleri iptâl eder. Samîmi olanlar için İslâm’a aykırı olan hiç-bir şey bırakmaz. Hattâ belki de, mü’minler için, tutundukları İslâm-dışı son dalı bile keser atar.  

 

Sıra-dışı durumları değiştirmek için, sıra-dışı bilinç sâhibi olup, sıra-dışı eylemler yapmak gerekir. Bunu yapabilecek olanlar elbette İslâm’ın değiştirdiği kişiler olacaktır.

 

Kişisel ve toplumsal şartları değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açar. Kur’ân’ı okudukça bilginiz-mâlûmâtınız artıyor fakat hayat-tarzlarınız değişmiyorsa, Kur’ân’ı hâlen kavrayamamış ve rûhunu idrâk edememişsiniz demektir. Kur’ân’ın bu kadar çok okunmasına rağmen İslâm âleminde ve Dünyâ’da olumlu anlamda bir değişikliğin olmamasının nedeni, -insanların İslâm ile değişmediği için- Kur’ân’ın hayâta değil de, “boşluğa” okunmasıdır. Lafa gelince: “Kur’ân kusursuz bir kitap, içinde aradığımız her-şey var, insana hem bilgi-bilinç hem de huzûr veren bir kitap, insanın hayâtını tümden değiştiren kitap” denip duruyor, peki o zaman niçin insanlarda ve Dünyâ’da bir değişim meydana gelmiyor. Kur’ân’ın değiştirdiği mü’minler, “değişik” işler yapmaya başlarlar-başlamalıdırlar. Bu onlara zor gelmez. Değişip-değişmediğimiz, değişik işler yapıp-yapmadığımızla belli olur. Peygamberimiz ve o’nunla birlikte olanların yaptığı gibi; olağan-üstü şeyler yapmadıkça olağan-üstü değişimler ve olağan-üstü sonuçlar beklemek abes ve hayâldir.

 

Lâkin sünnetullahın yönü başka, müslümanların yönü bambaşkadır. Müslümanlar “sırât-ı müstakîm” olan sünnetullah yoluna girip de tümden değişene kadar da “değişen” bir şey olmayacaktır.

 

Modern müslümanlar, modern paradigmaya uygun olmayan İslâmî düşünceyi, aşırı yoruma tâbi tutup değiştirmeden kabûl edemiyor. Allah’ın kânunları, beşerin nefsine uyana kadar yorumlanıp değiştirilirken, beşerin kânunlarının değiştirilmesi teklif bile edilemiyor. Şirk denen pislik budur işte. Değiştirilmesi teklif edilemeyecek ve hattâ düşünülemeyecek olan tek kânun, “Allah’ın kânunları”dır. Devletin “değiştirilmesi teklif dâhi edilemeyecek kânunları”na laf edemeyenler, Kur’ân’ın hükümlerinin, “modern zamâna uymuyor(!)” diye değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Dünyâ’da, “değiştirilemez” zannedilen ne “beşerî kânunlar” çıkartıldı ki, şu-anda esâmisi bile okunmuyor. Kıyâmete kadar değişmeyecek olan tek şey Kur’ân’ın hükümleri olacaktır.

 

Allah’ın istediği “değişik”liği yapmayanlar ve İslâm-merkezli olarak değişmeyenler, “Allah’a rağmen” değişiklikler yapmaya başlarlar.

 

Sizin İslâm’a göre değişip-değişmediğiniz Allah için sorun değildir: “Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar” (Muhammed 38).

 

Ey müslümanlar!; şunu iyi bilin ki, değiştiremiyorsanız “değişmemişsiniz” demektir. Zîrâ değişmedikçe değiştiremezsiniz.

 

“Artık dileyen, düşünüp-öğüt alsın” (Abese 12).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2023

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder