10 Temmuz 2023 Pazartesi

Kırmızı Çizgiyi Geçmek Yada Sınırı Aşmak


“Yoksa insana her dileyip arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm 24).

 

Din, “kırmızı çizgi” (sınır) demektir. İslâm demek “sınır” demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. Sınırsızlık düşüncesi ise şirktir. Müslüman, “Allah’ın sınırlarına göre hareket eden” kişidir.

 

____ı_______________________ Bu çizgiyi sonu belli olmayan bir çizgi olarak düşündüğümüzde, eğer kırmızı çizginin olduğu yerde durmuyorsanız, kırmızı çizginin biraz ilerisinde yada onun biraz daha ilerisinde de durmazsınız. Çünkü kırmızı çizgiyi yâni sınırı bir kez aştığınızda, artık sizi durduracak bir sınır olmaz. Çünkü kırmızı çizgide durmuyorsanız çizginin herhangi bir yerinde niçin durasınız ki!?. Kırmızı çizgi ile belirtilen sınırda durmadığınızda sizin için bir sınır kalmamış demektir. Zîrâ “bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur”. Bir sınırda durmayınca artık hiç-bir sınırda durmazsınız. Çünkü bu size anlamsız ve gereksiz gelmeye başlayacaktır. Sonuçta da bir süre sonra sınırsızlık bir “din” olarak Dünyâ’ya hâkim hâle gelecektir ki olan şey an îtibârıyla budur. Sınırsızca yaşamak düşüncesi artık modern insanın dîni ve felsefesi olmuştur.

 

Bir tanıdığımın çocuğu çok fazla bilgisayarda ve internette kaldığı için ona bir süre ve sınır koymak isteyen anne-babasına, “niye sizin belirlediğiniz sınırda bırakayım ki” demişti. Ona bir sınırda durmak anlamsız gelmişti. Çünkü bir sınır-bilinci yoktu.

 

Bir sınır olması için bir merkez olması gerekir. Bu merkezin bir yaptırım gücü olması için de mutlakâ ilâhi bir merkez olması gerekir. İnsan, kendini ancak içeriden sınırlarsa o sınır anlamlı olur. Yoksa dışarıdan sınırlandığında o sınırı aşmak için mutlakâ çâreler arayacak ve bulacaktır. Sınırı belirleyen bir merkez olmadığında gerçek anlamda bir sınır da olmayacaktır. Allah’ın sınırlarını takmayanlar, başkalarının sınırlarını hiç takmazlar.

 

Allah’ın kırmızı çizgisi ile seküler-modern dünyânın ve insanın çizdiği kırmızı çizgiler vardır. İnsan Allah’ın kırmızı çizgilerini pek de takmazken insanın ve seküler sistemin koyduğu sınırlara harfiyen uymaktadır. Meselâ bomboş bir yolda ve kavşakta kırmızı ışıkta geçmeyi bile göze alamayan insan, sıra Allah’ın sınırlarına gelince o sınırlara basmadan ve o sınırları aşmadan duramıyor. Trafiğin olmadığı yada çok seyrek olduğu bomboş bir yolda yürürken karşımıza birden kırmızı bir ışık çıkıyor ve kırmızı ışığın sönüp yeşil ışığın yanmasına kadar yürümeden öylece duruyoruz. Bu hiç normâl bir şey değil. Böyle insanlar Dünyâ’yı kurtarma hayâlleri kurmasın boşuna. Çünkü Dünyâ, modern dünyânın “kurallara uyularak” kurtarılamaz. Kırmızı ışıkta âni fren yaparak duran fakat Allah’ın “dur” dediği yerde durmayan insanlarla olacak iş değildir bu.

 

Sınırın “sınır” olması için, bir şeyi aşkın bir varlığın sınırlandırması gerekir. İlâhî olmayan şey gerçek bir sınır îcâd edemez, şaşmaz bir kırmızı çizgi belirleyemez ve hattâ ilâhî olmayınca kırmızı çizgiler kalmaz ve tüm sınırlar aşılır. Aşkın bir varlığın inşâ ettiği sınır ise ebedîdir, çünkü ilâhi sınır, îman ve vicdan ile birlikte inşâ edilmiştir. Bu nedenle ilâhî sınırlara uyanların o sınırları aşmak gibi bir düşüncesi bile olamaz. 

 

Kâinâtın işleyebilmesi için mutlakâ sınırlar gerekir. Meselâ göz, görebilmesi için görmek istediği şeyi sınırlandırması gerekir. Çünkü göz, sınırsız olanı göremez. Sınırlar Allah’ın bir lütfudur. Meselâ sınırlı duyarız, sınırlı görürüz, sınırlı hissederiz. Aksi-hâlde istenmeyen sesleri duyar, nesneleri görür ve bizi huzursuz edecek şeyleri hissederdik.

 

Aklın da bir sınırı vardır ve o sınır gaybın kapısıdır. Buradan ileriye bir adım bile atabilmesi söz-konusu değildir. Akıl ancak sınırlı olan üzerinde çalışabilir. Çünkü kendisi de sınırlıdır. Modern insan, aklı sınırsız zannediyor ve bu nedenle de ona tapıyor. Oysa vahiyle sınırlanmayan akıl, insanı Dünyâ’da rezil edeceği gibi âhirette de uçuruma götürür.

 

Müslümanların hâl-i pür melâlinin nedeni, ülkelerinin arasına sınır koymalarından dolayıdır. Bu sınırlar ulus-devlet düşüncesiyle “aşılamaz sınırlar” hâline gelmiştir. Bu da müslümanların arasında “aşılamaz sınırlar”ın oluşmasına neden olmuştur.  

 

Devletin ve ülkenin sınırlarını aşmayanlar, dînin sınırlarını kolayca aşabiliyorlar. Sanki dînin hiç-bir kırmızı çizgisi yokmuş gibi sınırları ezip geçiyorlar. Oysa modern dünyâda bir devletin sınırlarını geçmek için büyük riskleri göze alabilmek gerekir.

 

İnsandan bahseden âyetler sınırı, Allah’tan bahseden âyetler ise sınırsızlığı anlatır. Çünkü sınırsız olan tek varlık Allah’tır.

 

Her-şeyi sınırsız ve serbest bırakmak, bir değersizleştirmeyi de yanında taşır. Hiç-bir kırmızı çizgi yoksa ve kişiyi sınırlayan bir sınır yoksa, artık değerli bir şey de kalmaz. Çünkü değerli olan, sınırlı olan demektir. Meselâ altın neden diğer metâllere ve mâdenlere göre daha değerlidir?. Çünkü Dünyâ’da sınırlı miktarda bulunur.    

 

Sevgide bile bir sınır olmalıdır Bir sevgi, Allah’ın koyduğu sınırları çiğnetiyorsa, o sevgi şeytânî bir sevgidir. Hz. Îsâ’yı o kadar sevdiler ki, sonunda o’nu Tanrı îlân ettiler. Hâlbuki Hz. Îsâ bir insandır ve dolayısıyla sınırlı bir varlıktır.

 

Sınırsız olan, insanın ihtiyaçları değildir, ihtiraslarıdır, hırslarıdır. Çünkü ihtirasların ve hırsların kaynağı olan insan nefsi bir türlü doymak bilmez de hep ister durur. Şeytan insanı cennette “sonu olmayan bir mülk” yâni sınırsızlık ile kandırmıştı (mülk-ü lâ yeblâ). İnsanın ihtiyaçları sınırsız olamaz. Çünkü insanın kendisi sınırlıdır.

 

İnsanlar bâzı şeylere sınır koymayı hiç istemezler. Meselâ sürekli ve sınırsız olarak eğlenmek isterler. Sınırsız eğlenmekle değer kazandığını zannedenler vardır. “Ne kadar eğleniyorsam o kadar iyi yaşıyorumdur” diye düşünenler vardır.

 

Domuz sınırsızlığı ifâde eder. Yemede-içmede hiç-bir sınırı yoktur, cinsellikte hiç-bir sınırı yoktur. Bu yüzden domuz yasağı aslında domuzlaşma yasağıdır. Domuz yasağı ile “gözün, elin, dilin, belin kırmızı çizgiyi ve sınırı aşıp da domuzlaşmasın” mesajı verilir. Zîrâ insan sınırsızlaşınca mutlakâ domuzlaşır yada domuzlaşınca kırmızı çizgisi kalmaz da tüm sınırları çiğner.

 

Mûsâ-Hızır kıssası “ilmin de bir sınırı olduğu”ndan bahseder. İlim, ilm-i ledün yâni Allah katından bir ilim olsa da, Dünyâ’da geçersizdir. Zîrâ sünnetullah vardır, imtihan vardır. Mûsâ-Hızır kıssası, tasavvufçular, “ilm-i ledün” diye bir ilmin ve bu ilme sâhip olanların olduğunu zırvalaya-dursun, Dünyâ’da hem böyle bir ilmin geçersiz olacağının ve hem de böyle bir ilme ulaşmanın mümkün olmadığının göstergesidir.

 

Dünyâ’da sınırsızca yaşamanın bir karşılığı ve imkânı yoktur. Zîrâ Dünyâ sınırlıdır. İnsanın hayvâniyeti, yeme-içme ve cinselliktir. Oruç işte bunları sınırladığından dolayı insanı hayvanlıktan arındırır. Böylece oruçlu insan melek gibi olur.

 

Modernizm, “kırmızı çizgilerin yokluğu” durumudur. Kırmızı çizgilerin yokluğu, “dînin yokluğu”dur.

 

Allah: “Cum’a günü alış-verişi bırakın (Cum’a 9)” derken; “Balack Friday”=”Kara Cuma”, “sınırsız alış-veriş edin” diyor.

 

Zinâ “sınırı aşma” iken, tecâvüz “işgâl”dir.

 

Modernite, sınırlı yaşamak isteyenleri cezâlandırıyor.

 

Sınır, yâni ulaşamamak, fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat oluşmuyor. Bu nedenle, ulaşmayı çabuklaştıran ve kolaylaştıran makineleşme, fikri ve sanatı öldürmüştür.

 

Aklın sınırı vardır ve Akıl-merkezlilik, Dünyâ yaşamı ile sınırlıdır. Îman ile sınırlanmayan akıl, nefsin güdümüne girer ve ancak fitne üretir ve ifsâd eder. Modernizm, “îmânın, akıl karşısında sınırlandırılması”dır. Modernizm, “îmân ne kadar sınırlandırılırsa, aklın da o kadar gelişeceği”ni zannetme ahmaklığıdır.

 

Teknoloji sınırsızlaştıkça insan sınırlanıyor. Çünkü teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için, insana has o özellikler kullanılamıyor. 

 

Kullanılan internet, “sınırsız internet paketi” olsa da, müslümanlar, interneti “sınırsız” şekilde kullan(a)mazlar. İnternetin hızı ve sınırsızlığı arttıkça, ahlâksızlığın hızı ve sınırsızlığı da artar.

 

İnsanlık târihi, tâğutların, “İslâm’ı sınırlandırmaya çalışması” ve kendi sınırlarını çizmek istemelerine karşı, mü’minlerin, Allah’ın sınırlarını hâkim kılmaya çalışmasının târihidir. Bu-bağlamda ABD’nin Türkiye’de uyguladığı “Ilımlı (sınırlı) İslâm Projesi” başarılı olmuştur. Zîrâ Türk insanı ve müslümanı, Dünyâ’da son 20 yılda en çok değer kaybı yaşayan, takvâsı en çok azalan ve dinden en çok uzaklaşan halk olmuştur. Zîrâ Dünyâ’da kırmızı çizgileri ve Allah’ın sınırlarını en çok çiğneyenler, İslâm yerine demokrasiyi, lâikliği ve modernizmi bayraklaştırıp ikâme eden Türkler olmuştur. Tabi Dünyâ’da genel anlamda kırmızı çizgiyi en çok çiğneyen ve sınırları en çok aşanlar Türkler değildir. Zîrâ Türkiye’de ve Türkler arasında İslâm ve İslâmî gelenek hâlen geçerlidir. Biz son 20 yıldaki mânevî kopuş istatistiğinden bahsediyoruz.    

 

Anlamlı yaşamak “sınırlı yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.

 

İnsanlık târihinin en büyük yanlışı-günahı-felâketi, liberâlizm adına “insanı sınırsızca serbest bırakmak” olmuştur. Böylece kırmızı çizgiler yâni ilâhî sınırlar kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu da anlamsız ve Allah’sız bir dünyâ ortaya çıkarmıştır. Böyle bir dünyâda yaşamak çok büyük bir tâlihsizliktir.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder