“Yoksa insana her dileyip
arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm
24).
Din, “kırmızı çizgi” (sınır) demektir. İslâm demek
“sınır” demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. Sınırsızlık
düşüncesi ise şirktir. Müslüman, “Allah’ın sınırlarına göre hareket eden” kişidir.
____ı_______________________
Bu çizgiyi sonu belli olmayan bir çizgi olarak düşündüğümüzde, eğer kırmızı çizginin
olduğu yerde durmuyorsanız, kırmızı çizginin biraz ilerisinde yada onun biraz
daha ilerisinde de durmazsınız. Çünkü kırmızı çizgiyi yâni sınırı bir kez
aştığınızda, artık sizi durduracak bir sınır olmaz. Çünkü kırmızı çizgide
durmuyorsanız çizginin herhangi bir yerinde niçin durasınız ki!?. Kırmızı çizgi
ile belirtilen sınırda durmadığınızda sizin için bir sınır kalmamış demektir. Zîrâ
“bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur”. Bir sınırda durmayınca artık hiç-bir
sınırda durmazsınız. Çünkü bu size anlamsız ve gereksiz gelmeye başlayacaktır.
Sonuçta da bir süre sonra sınırsızlık bir “din” olarak Dünyâ’ya hâkim hâle
gelecektir ki olan şey an îtibârıyla budur. Sınırsızca yaşamak düşüncesi artık
modern insanın dîni ve felsefesi olmuştur.
Bir tanıdığımın çocuğu çok
fazla bilgisayarda ve internette kaldığı için ona bir süre ve sınır koymak isteyen
anne-babasına, “niye sizin belirlediğiniz sınırda bırakayım ki” demişti. Ona
bir sınırda durmak anlamsız gelmişti. Çünkü bir sınır-bilinci yoktu.
Bir sınır olması için bir
merkez olması gerekir. Bu merkezin bir yaptırım gücü olması için de mutlakâ
ilâhi bir merkez olması gerekir. İnsan, kendini ancak içeriden sınırlarsa o
sınır anlamlı olur. Yoksa dışarıdan sınırlandığında o sınırı aşmak için mutlakâ
çâreler arayacak ve bulacaktır. Sınırı belirleyen bir merkez olmadığında gerçek
anlamda bir sınır da olmayacaktır. Allah’ın sınırlarını takmayanlar,
başkalarının sınırlarını hiç takmazlar.
Allah’ın kırmızı çizgisi ile
seküler-modern dünyânın ve insanın çizdiği kırmızı çizgiler vardır. İnsan Allah’ın
kırmızı çizgilerini pek de takmazken insanın ve seküler sistemin koyduğu
sınırlara harfiyen uymaktadır. Meselâ bomboş bir yolda ve kavşakta kırmızı
ışıkta geçmeyi bile göze alamayan insan, sıra Allah’ın sınırlarına gelince o
sınırlara basmadan ve o sınırları aşmadan duramıyor. Trafiğin olmadığı yada çok
seyrek olduğu bomboş bir yolda yürürken karşımıza birden kırmızı bir ışık
çıkıyor ve kırmızı ışığın sönüp yeşil ışığın yanmasına kadar yürümeden öylece
duruyoruz. Bu hiç normâl bir şey değil. Böyle insanlar Dünyâ’yı kurtarma
hayâlleri kurmasın boşuna. Çünkü Dünyâ, modern dünyânın “kurallara uyularak”
kurtarılamaz. Kırmızı ışıkta âni fren yaparak duran fakat Allah’ın “dur” dediği
yerde durmayan insanlarla olacak iş değildir bu.
Sınırın
“sınır” olması için, bir şeyi aşkın bir varlığın sınırlandırması gerekir. İlâhî
olmayan şey gerçek bir sınır îcâd edemez, şaşmaz bir kırmızı çizgi belirleyemez
ve hattâ ilâhî olmayınca kırmızı çizgiler kalmaz ve tüm sınırlar aşılır. Aşkın
bir varlığın inşâ ettiği sınır ise ebedîdir, çünkü ilâhi sınır, îman ve vicdan
ile birlikte inşâ edilmiştir. Bu nedenle ilâhî sınırlara uyanların o sınırları
aşmak gibi bir düşüncesi bile olamaz.
Kâinâtın
işleyebilmesi için mutlakâ sınırlar gerekir. Meselâ göz, görebilmesi için görmek
istediği şeyi sınırlandırması gerekir. Çünkü göz, sınırsız olanı göremez. Sınırlar
Allah’ın bir lütfudur. Meselâ sınırlı duyarız, sınırlı görürüz, sınırlı
hissederiz. Aksi-hâlde istenmeyen sesleri duyar, nesneleri görür ve bizi
huzursuz edecek şeyleri hissederdik.
Aklın da bir sınırı vardır
ve o sınır gaybın kapısıdır. Buradan ileriye bir adım bile atabilmesi söz-konusu
değildir. Akıl ancak sınırlı olan üzerinde çalışabilir. Çünkü kendisi de
sınırlıdır. Modern insan, aklı sınırsız zannediyor ve bu nedenle de ona
tapıyor. Oysa vahiyle sınırlanmayan akıl, insanı Dünyâ’da rezil edeceği gibi
âhirette de uçuruma götürür.
Müslümanların
hâl-i pür melâlinin nedeni, ülkelerinin arasına sınır koymalarından dolayıdır.
Bu sınırlar ulus-devlet düşüncesiyle “aşılamaz sınırlar” hâline gelmiştir. Bu
da müslümanların arasında “aşılamaz sınırlar”ın oluşmasına neden olmuştur.
Devletin
ve ülkenin sınırlarını aşmayanlar, dînin sınırlarını kolayca aşabiliyorlar.
Sanki dînin hiç-bir kırmızı çizgisi yokmuş gibi sınırları ezip geçiyorlar. Oysa
modern dünyâda bir devletin sınırlarını geçmek için büyük riskleri göze
alabilmek gerekir.
İnsandan
bahseden âyetler sınırı, Allah’tan bahseden âyetler ise sınırsızlığı anlatır.
Çünkü sınırsız olan tek varlık Allah’tır.
Her-şeyi
sınırsız ve serbest bırakmak, bir değersizleştirmeyi de yanında taşır. Hiç-bir
kırmızı çizgi yoksa ve kişiyi sınırlayan bir sınır yoksa, artık değerli bir şey
de kalmaz. Çünkü değerli olan, sınırlı olan demektir. Meselâ altın neden diğer
metâllere ve mâdenlere göre daha değerlidir?. Çünkü Dünyâ’da sınırlı miktarda
bulunur.
Sevgide
bile bir sınır olmalıdır Bir sevgi, Allah’ın koyduğu sınırları çiğnetiyorsa, o
sevgi şeytânî bir sevgidir. Hz. Îsâ’yı o kadar sevdiler ki, sonunda o’nu Tanrı
îlân ettiler. Hâlbuki Hz. Îsâ bir insandır ve dolayısıyla sınırlı bir
varlıktır.
Sınırsız olan,
insanın ihtiyaçları değildir, ihtiraslarıdır, hırslarıdır. Çünkü ihtirasların
ve hırsların kaynağı olan insan nefsi bir türlü doymak bilmez de hep ister
durur. Şeytan insanı cennette “sonu olmayan bir mülk” yâni sınırsızlık ile
kandırmıştı (mülk-ü lâ yeblâ). İnsanın ihtiyaçları sınırsız olamaz. Çünkü
insanın kendisi sınırlıdır.
İnsanlar bâzı şeylere
sınır koymayı hiç istemezler. Meselâ sürekli ve sınırsız olarak eğlenmek
isterler. Sınırsız eğlenmekle değer kazandığını zannedenler vardır. “Ne kadar
eğleniyorsam o kadar iyi yaşıyorumdur” diye düşünenler vardır.
Domuz sınırsızlığı
ifâde eder. Yemede-içmede hiç-bir sınırı yoktur, cinsellikte hiç-bir sınırı
yoktur. Bu yüzden domuz yasağı aslında domuzlaşma yasağıdır. Domuz yasağı ile
“gözün, elin, dilin, belin kırmızı çizgiyi ve sınırı aşıp da domuzlaşmasın”
mesajı verilir. Zîrâ insan sınırsızlaşınca mutlakâ domuzlaşır yada domuzlaşınca
kırmızı çizgisi kalmaz da tüm sınırları çiğner.
Mûsâ-Hızır kıssası “ilmin de bir sınırı
olduğu”ndan bahseder. İlim, ilm-i ledün yâni Allah katından bir ilim olsa da,
Dünyâ’da geçersizdir. Zîrâ sünnetullah vardır, imtihan vardır. Mûsâ-Hızır
kıssası, tasavvufçular, “ilm-i ledün” diye bir ilmin ve bu ilme sâhip olanların
olduğunu zırvalaya-dursun, Dünyâ’da hem böyle bir ilmin geçersiz olacağının ve
hem de böyle bir ilme ulaşmanın mümkün olmadığının göstergesidir.
Dünyâ’da sınırsızca yaşamanın bir karşılığı ve imkânı
yoktur. Zîrâ Dünyâ sınırlıdır. İnsanın hayvâniyeti, yeme-içme ve cinselliktir. Oruç işte
bunları sınırladığından dolayı insanı hayvanlıktan arındırır. Böylece oruçlu
insan melek gibi olur.
Modernizm, “kırmızı
çizgilerin yokluğu” durumudur. Kırmızı çizgilerin yokluğu, “dînin yokluğu”dur.
Allah: “Cum’a günü
alış-verişi bırakın (Cum’a 9)” derken; “Balack Friday”=”Kara Cuma”, “sınırsız
alış-veriş edin” diyor.
Zinâ “sınırı aşma” iken,
tecâvüz “işgâl”dir.
Modernite, sınırlı yaşamak
isteyenleri cezâlandırıyor.
Sınır, yâni ulaşamamak,
fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat oluşmuyor. Bu
nedenle, ulaşmayı çabuklaştıran ve kolaylaştıran makineleşme, fikri ve sanatı
öldürmüştür.
Aklın sınırı vardır ve
Akıl-merkezlilik, Dünyâ yaşamı ile sınırlıdır. Îman ile sınırlanmayan akıl,
nefsin güdümüne girer ve ancak fitne üretir ve ifsâd eder. Modernizm, “îmânın,
akıl karşısında sınırlandırılması”dır. Modernizm, “îmân ne kadar
sınırlandırılırsa, aklın da o kadar gelişeceği”ni zannetme ahmaklığıdır.
Teknoloji sınırsızlaştıkça
insan sınırlanıyor. Çünkü teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği
için, insana has o özellikler kullanılamıyor.
Kullanılan internet,
“sınırsız internet paketi” olsa da, müslümanlar, interneti “sınırsız” şekilde kullan(a)mazlar.
İnternetin hızı ve sınırsızlığı arttıkça, ahlâksızlığın hızı ve sınırsızlığı da
artar.
İnsanlık târihi, tâğutların,
“İslâm’ı sınırlandırmaya çalışması” ve kendi sınırlarını çizmek istemelerine
karşı, mü’minlerin, Allah’ın sınırlarını hâkim kılmaya çalışmasının târihidir.
Bu-bağlamda ABD’nin Türkiye’de uyguladığı “Ilımlı (sınırlı) İslâm Projesi”
başarılı olmuştur. Zîrâ Türk insanı ve müslümanı, Dünyâ’da son 20 yılda en çok
değer kaybı yaşayan, takvâsı en çok azalan ve dinden en çok uzaklaşan halk
olmuştur. Zîrâ Dünyâ’da kırmızı çizgileri ve Allah’ın sınırlarını en çok
çiğneyenler, İslâm yerine demokrasiyi, lâikliği ve modernizmi bayraklaştırıp
ikâme eden Türkler olmuştur. Tabi Dünyâ’da genel anlamda kırmızı çizgiyi en çok
çiğneyen ve sınırları en çok aşanlar Türkler değildir. Zîrâ Türkiye’de ve
Türkler arasında İslâm ve İslâmî gelenek hâlen geçerlidir. Biz son 20 yıldaki
mânevî kopuş istatistiğinden bahsediyoruz.
Anlamlı yaşamak “sınırlı
yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.
İnsanlık târihinin en büyük
yanlışı-günahı-felâketi, liberâlizm adına “insanı sınırsızca serbest bırakmak”
olmuştur. Böylece kırmızı çizgiler yâni ilâhî sınırlar kaybolmaya yüz
tutmuştur. Bu da anlamsız ve Allah’sız bir dünyâ ortaya çıkarmıştır. Böyle bir
dünyâda yaşamak çok büyük bir tâlihsizliktir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder