“Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’ndan başka
ilah yoktur. O, ilim bakımından her-şeyi kuşatmıştır” (Tâ-hâ 98).
En üstün ilim, amele-eyleme
ve nihâyet âhirete dönük olan ilimdir. Zîrâ ilmin üstünlüğü, genişliği ile
alâkalıdır. En geniş ilim ise, hem Dünyâ’yı-kâinâtı hem de madde-ötesini
birlikte ele aldığı için “din ilmi”dir ki bu din elbette Allah katındaki tek
hak din olan İslâm’dır ve en üstün ilim bu nedenle İslâm ilmidir.
En üstün ilim, Allah’a
dayanan ilimdir. Allah’a, âhirete, gayba, vahye, dîne-İslâm’a dayanan ilim en
üstün ilimdir. Zîrâ sonu yoktur, sınırı yoktur. İnsanın çapı-kapasitesi belli
bir noktaya kadar gitse de İslâm ilmi bitirilemez, çünkü sonu ve sınırı yoktur.
Kur’ân’da bu şöyle ifâde edilir:
“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de
-onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın
kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve
hikmet sâhibidir” (Lokmân 27)
İlim zâten İslâm’a mahsustur
ve ancak İslâm-merkezli olursa ve İslâm’a dayanırsa o şeye “ilim” denir.
Aksi-hâlde ona ilim değil “bilim” denir. O da sâdece “bilmek” ile alâkalıdır.
Bilmek “sâdece bilmek” iken, ilim ise “ilmek-ilmek dokuma”ya dönüktür. İlim,
bilmeyi ve yapmayı birlikte taşıyan şeydir ki bu sâdece İslâm’a has olan bir
şeydir. Zîrâ sâdece İslâm ilmi Allah’a dayanır. İslâm’ın dışındaki bilimler ise
insana, akla ve maddeye dayanır, yâni sınırlı olana dayanır ki bu yüzden de ona
“bilim” denir ve “sâdece bilmek”le yetinilir. Sınırlı olması bu nedenledir.
İslâm “sâdece bilme” ile
yetinmez, çünkü İslâm “bilim” değil ilimdir. Bu nedenle de iki kapak arasında
bir Kitap olarak değil de, belli bir süre içinde bir peygambere-insana safha-safha
indirilerek gelmiştir ki “bilindikten sonra ikâme de edilsin” ve amele-eyleme
dökülsün, hattâ “hayâta hâkim kılınsın” istenmiştir. Peygamberler ve onların
güzel örneklikleri yâni sünnetleri bu nedenle vardır. Yoksa Kur’ân;
masa-başında okunup-okunup meâllendirilsin, tefsir edilsin, kritiği yapılsın,
te’vil edilsin ve sâdece bilginin ve bilmenin konusu yapılsın diye değil, idrâk
edildikten sonra eyleme de dökülsün diye indirilmiştir. İşte bunu en iyi
yapanlar yada yapmak için çabalayanlar peygamberlerdir. Zâten literatürde
Sünnet denilen örneklik işte bunun örnekliğidir.
İslâm dışındaki tüm alanlar
ilme değil de bilime dayanır. Çünkü sınırlıdır. Zîrâ akla, insana ve maddeye
dayanır. Bunların kendi aralarında daha üstünü ve daha düşüğü vardır. Meselâ
felsefe “bilim” noktasında diğerlerinin en üstünüdür. Zâten bilimler felsefeden
dolayı vardır. O bilimleri filozoflar ortaya çıkarmıştır. Meselâ matematik
bilimini sistemli şekilde ortaya atan -eğer onu filozof olarak görürsek-
Pisagor ve Pisagorcular’dır. Onlar işi târikat noktasına getirmişlerdi.
Matematik, bir filozofun
felsefî düşüncesinin sonucunda ortaya çıkmaya başlamış bir şey olduğu için
matematik felsefeden üstün olamaz. Zâten matematik sınırlıdır ve esnek olmadığı
için belli bir çalışma alanıyla sınırlıdır. Aslında matematik sâdece bir
kurgudur. Kâinatta matematik diye bir şey yoktur. Sayılar, rakamlar, işâretler,
-dâire hâriç- geometrik şekiller, sabîteler, formüller falan yoktur kâinatta.
Tüm bunlar insanların yaptıkları kurgular ve kurdukları hayâllerin bir sonucudur.
Üstelik matematiğin, kâinâtın her noktasında aynı sonucu verip-vermediği de
bilinmiyor ki, dönen nötron yıldızları olan pulsarlarda hesapların alt-üst olduğu
söylenir. Bu nedenle de birilerinin zannettiği gibi Allah kâinâtı matematik ile
donatmış falan değildir. Eğer öyle olsaydı peygamberler matematik dâhileri
olurlardı.
Matematik soyut olmadığı
için sınırlı kalmaya mahkûmdur. Meselâ 2+2’nin sonucuna kesin bir ifade ile 4 demek
zorundasınız ki bu da onun hakkında konuşmayı ve düşünmeyi ânında bitirir. Şu şu
nedenle 2+2’nin sonucu 4.0000,1 diyemezsiniz ki matematik bilimi genişlesin. Matematikte
bir işlemi bir-kaç şekilde yapabilirsiniz, ama hepsi o kadar. Matematik
sınırlıdır, sınırları vardır, zâten sınırları olduğu için üzerinde
çalışılabilir. Böyle olduğu için de modernlerin zannettiği gibi matematik hem
“ilim” değildir hem de “en üstün bilim” değildir. Günümüzde matematiğin bu
kadar popüler olmasının ve ona âdetâ tapılmasının nedeni, modern-bilim ve
teknoloji nedeniyle mühendisliğin çok fazlalaşmış ve yaygınlaşmış olmasından
dolayıdır.
Aynı
şey edebiyat için de geçerlidir. Eğer Allah ve İslâm-merkezli değilse edebiyat
da “bilim” olarak kalmaya mecburdur. Fakat edebî bir dil ile Allah’ı, âhireti
ve İslâm’ı anlatmanın bir sonu olmayacağı için, İslâm-merkezli olduğunda
edebiyat ilim olmayı hak eder ve üstün bir hâle gelir. Aksi-hâlde edebiyat çok
sınırlı bir bilimdir. Çünkü harfler, kelimeler, imlâlar ve kurallar sınırlıdır.
Bir yerden sonra biter yada gelişmesi çok-çok yavaşlar ve artık tat vermez hâle gelir ki edebiyat alanında ilerleyen
kişilerin belli bir yerden sonra din, felsefe, sosyoloji gibi alanlara
kaydıkları çok görülür. Açıkçası edebiyat hep başka şeylere ihtiyaç duyar.
Üzerinde edebiyat yapacak şeylere ihtiyaç duyduğu için edebiyat hem ilim değildir
hem de “en üstün bilim” değildir. Şu da var ki edebiyatçılar -herhâlde
edebiyatın sınırlı olmasından olsa gerek- biraz gevşek insanlardır. Ya yanlış
kararlar verip dururlar ya işi sâdece sözde bırakırlar yada sisteme kolay
entegre olurlar. Tabi edebiyat ile çok derin şiirler yazılır, edebi bir dille ççok
etkili hitâbetler gerçekleştirilir. Fakat bu, edebiyatı bir araç olmaktan
kurtarmaz.
Diğer
sayısal (fizik, kimyâ, biyoloji vs.) ile sözel (sosyoloji, psikoloji vs.) gibi
tüm dallar da insana, akla ve maddeye dayandığı ve dayanmak zorunda olduğu için
hem ilim değildirler hem de en üstün bilim değildirler. Bu bilimlerin içinde en
üstünü felsefe olsa da o da akıl, insan ve madde ile sınırlıdır ve oradan ileriye
bir adım bile gidemez. Zâten madde-ötesini çoğunlukla inkâr eder. Bu da onu
kısıtlar, sınırlar. En üstün bilim olan felsefe bile sâdece “nasıl”ı açıklar ve
“neden-niçin” hakkında tek bir tutarlı laf edemez. Sâdece atıp tutar ve boş-boş
konuşur. Bu nedenle felsefe için “hakîkati arama ilmi” sözü zinhar geçerli bir
söz olamaz. Çünkü hem felsefenin hakîkati bulmaya çağı ve dirâyeti yetmez -ki
şimdiye kadar bulamadıysa bundan sonra niye bulsun- hem de felsefe hakîkati
değil “gerçek”i arar, arar ama bir türlü de bulamaz ve bulamamıştır, hiç-bir
zaman da bulamayacaktır. Çünkü hakîkat bilinmedikçe gerçek de bilinemez. Hakîkat
Allahsız bilinemezken, gerçek de ancak Allah’a bağlandığında netlik kazanabilir.
Yoksa felsefenin ulaştığı gerçekler de “geçici ve sahte gerçekler” olmaktan
kurtulamaz.
Felsefe
günümüzde modern-bilim ve teknoloji olarak görünmektedir. Tüm dünyâ da bu
ikisini ilah edinmiş, tapınıp durmaktadır. Birileri modern-bilim ve teknoloji
geliştikçe soruların ve sorunların biteceğini hattâ bâzıları da insanın
tanrılaşacağını bekleye-dursun, bu gerçekleşmediği gibi hiç-bir zaman da gerçekleşmesi
mümkün değildir. Zîrâ felsefenin modern bir görünümü olan modern-bilim ve teknoloji,
mecbûren insan, akıl ve madde üzerinde çalışabildiği ve hattâ madde-ötesini
inkâr ettiği için net, kesin ve üstün bilgiye hiç-bir zaman ulaşamaz, ulaşamıyor
da. Modern-bilim ve teknoloji ancak, suyun başını tutmuş olanlar tarafından insanları
büyülemek ve kandırmak için kullanılıyor.
İlim
yâni İslâm yoksa, yâni bir şey, kudreti sonsuz, âlemlerin Rabbi Allah’a dayanmıyorsa,
hem ilim olamaz, hem en üstün olamaz, hem de en doğruya yâni hakîkate ulaşamaz:
“İşte onların ilimden
yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Şüphesiz, senin Rabbin; kendi yolundan
sapanı en iyi bilen O’dur ve hidâyet bulanı da en iyi bilen O’dur” (Necm 30).
Peki
modern insan neden ilmi değil de bilimi üstün görmek istiyor?. Çünkü:
“Hayır siz, dünyâ-hayâtını seçip üstün tutuyorsunuz” (A’lâ 16).
Evet;
dünyâ-hayâtını üstün tutuyorlar, çünkü dünyâ-hayâtının belli şartları
sağladıktan sonra çok da ağır bir yönü yoktur ve haz ve zevk verip durur. Zâten
bilim insana, akla ve maddeye dayandığı için mecbûren haz-merkezlidir .İnsana
bir sorumluluk yüklemez ve onu nefsiyle baş-başa bırakır.
Bir sözümüz de modern
müslümanlara olsun: “Kur’ân’ı; modern aklın, modern-bilimin, teknolojinin ve
modern çağın ışığında yorumlama ve bunlara uydurma düşüncesi” içindeler. Bu “en
üstün” olanı daha düşük olana göre okumak-anlamak-yorumlamak demektir. İslâm ve
Kur’ân aklın, insanın ve maddenin nesnesi yapılacak bir kitap değildir ve
tam-aksine, aklı, maddeyi ve insanı şekillendirmek için indirilmiştir. Zâten
“ne üstün” olan vahyin, düşük olan bilimlere göre yorumlanması ve idrâk
edilmesi imkânsızdır. İslâm ve Kur’ân, ancak kendi iç-dinamiğine göre okunup
idrak edilebilir ki zâten ancak o zaman amel-eylem olarak kendini gösterip
etkili olabilir. O-hâlde müslümanlar şu uyarıyı akıllarından çıkarmasınlar:
“İşte böylece biz onu
(Kur’ân’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden
sonra, onların hevâ(istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan
ne bir yardımcı-dost, ne bir koruyucu vardır” (Ra’d 37).
Buna rağmen Allah’ın
indirdiği yerine, insanların bildirdiğini din yapmak, küfür, şirk, zulüm ve
küstahlıktan başkası değildir:
“Ey insan!.
Sana bu kadar cömert olan Rabbine karşı, seni bu kadar gururlu kılan nedir?” (İnfitâr 6).
Allah katında tek din İslâm’dır.
Allah katında en üstün ilim İslâm ilmidir. Zâten “ilim” bir tek İslâm’dadır. Bu
yüzden sözlerin en üstünü Allah’ın sözleri olan vahiylerdir, insanların en üstünü
de “güzel örneklik”leri kıyâmete kadar geçerli olan peygamberlerdir.
Müslümanlar Kur’ân’a uymalı ve Peygamber’i örnek almalıdır. Bunun için de şu
âyetin direktiflerini yerine getirmelidirler:
“Hak olan, biricik
hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’ân’ı
(okumada) acele etme ve de ki: Rabbim, ilmimi arttır” (Tâ-hâ 114).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder