22 Temmuz 2023 Cumartesi

En Üstün İlim

 

“Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. O, ilim bakımından her-şeyi kuşatmıştır” (Tâ-hâ 98).

 

En üstün ilim, amele-eyleme ve nihâyet âhirete dönük olan ilimdir. Zîrâ ilmin üstünlüğü, genişliği ile alâkalıdır. En geniş ilim ise, hem Dünyâ’yı-kâinâtı hem de madde-ötesini birlikte ele aldığı için “din ilmi”dir ki bu din elbette Allah katındaki tek hak din olan İslâm’dır ve en üstün ilim bu nedenle İslâm ilmidir.

 

En üstün ilim, Allah’a dayanan ilimdir. Allah’a, âhirete, gayba, vahye, dîne-İslâm’a dayanan ilim en üstün ilimdir. Zîrâ sonu yoktur, sınırı yoktur. İnsanın çapı-kapasitesi belli bir noktaya kadar gitse de İslâm ilmi bitirilemez, çünkü sonu ve sınırı yoktur. Kur’ân’da bu şöyle ifâde edilir:

 

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokmân 27)

 

İlim zâten İslâm’a mahsustur ve ancak İslâm-merkezli olursa ve İslâm’a dayanırsa o şeye “ilim” denir. Aksi-hâlde ona ilim değil “bilim” denir. O da sâdece “bilmek” ile alâkalıdır. Bilmek “sâdece bilmek” iken, ilim ise “ilmek-ilmek dokuma”ya dönüktür. İlim, bilmeyi ve yapmayı birlikte taşıyan şeydir ki bu sâdece İslâm’a has olan bir şeydir. Zîrâ sâdece İslâm ilmi Allah’a dayanır. İslâm’ın dışındaki bilimler ise insana, akla ve maddeye dayanır, yâni sınırlı olana dayanır ki bu yüzden de ona “bilim” denir ve “sâdece bilmek”le yetinilir. Sınırlı olması bu nedenledir.

 

İslâm “sâdece bilme” ile yetinmez, çünkü İslâm “bilim” değil ilimdir. Bu nedenle de iki kapak arasında bir Kitap olarak değil de, belli bir süre içinde bir peygambere-insana safha-safha indirilerek gelmiştir ki “bilindikten sonra ikâme de edilsin” ve amele-eyleme dökülsün, hattâ “hayâta hâkim kılınsın” istenmiştir. Peygamberler ve onların güzel örneklikleri yâni sünnetleri bu nedenle vardır. Yoksa Kur’ân; masa-başında okunup-okunup meâllendirilsin, tefsir edilsin, kritiği yapılsın, te’vil edilsin ve sâdece bilginin ve bilmenin konusu yapılsın diye değil, idrâk edildikten sonra eyleme de dökülsün diye indirilmiştir. İşte bunu en iyi yapanlar yada yapmak için çabalayanlar peygamberlerdir. Zâten literatürde Sünnet denilen örneklik işte bunun örnekliğidir.

 

İslâm dışındaki tüm alanlar ilme değil de bilime dayanır. Çünkü sınırlıdır. Zîrâ akla, insana ve maddeye dayanır. Bunların kendi aralarında daha üstünü ve daha düşüğü vardır. Meselâ felsefe “bilim” noktasında diğerlerinin en üstünüdür. Zâten bilimler felsefeden dolayı vardır. O bilimleri filozoflar ortaya çıkarmıştır. Meselâ matematik bilimini sistemli şekilde ortaya atan -eğer onu filozof olarak görürsek- Pisagor ve Pisagorcular’dır. Onlar işi târikat noktasına getirmişlerdi.

 

Matematik, bir filozofun felsefî düşüncesinin sonucunda ortaya çıkmaya başlamış bir şey olduğu için matematik felsefeden üstün olamaz. Zâten matematik sınırlıdır ve esnek olmadığı için belli bir çalışma alanıyla sınırlıdır. Aslında matematik sâdece bir kurgudur. Kâinatta matematik diye bir şey yoktur. Sayılar, rakamlar, işâretler, -dâire hâriç- geometrik şekiller, sabîteler, formüller falan yoktur kâinatta. Tüm bunlar insanların yaptıkları kurgular ve kurdukları hayâllerin bir sonucudur. Üstelik matematiğin, kâinâtın her noktasında aynı sonucu verip-vermediği de bilinmiyor ki, dönen nötron yıldızları olan pulsarlarda hesapların alt-üst olduğu söylenir. Bu nedenle de birilerinin zannettiği gibi Allah kâinâtı matematik ile donatmış falan değildir. Eğer öyle olsaydı peygamberler matematik dâhileri olurlardı.

 

Matematik soyut olmadığı için sınırlı kalmaya mahkûmdur. Meselâ 2+2’nin sonucuna kesin bir ifade ile 4 demek zorundasınız ki bu da onun hakkında konuşmayı ve düşünmeyi ânında bitirir. Şu şu nedenle 2+2’nin sonucu 4.0000,1 diyemezsiniz ki matematik bilimi genişlesin. Matematikte bir işlemi bir-kaç şekilde yapabilirsiniz, ama hepsi o kadar. Matematik sınırlıdır, sınırları vardır, zâten sınırları olduğu için üzerinde çalışılabilir. Böyle olduğu için de modernlerin zannettiği gibi matematik hem “ilim” değildir hem de “en üstün bilim” değildir. Günümüzde matematiğin bu kadar popüler olmasının ve ona âdetâ tapılmasının nedeni, modern-bilim ve teknoloji nedeniyle mühendisliğin çok fazlalaşmış ve yaygınlaşmış olmasından dolayıdır.   

 

Aynı şey edebiyat için de geçerlidir. Eğer Allah ve İslâm-merkezli değilse edebiyat da “bilim” olarak kalmaya mecburdur. Fakat edebî bir dil ile Allah’ı, âhireti ve İslâm’ı anlatmanın bir sonu olmayacağı için, İslâm-merkezli olduğunda edebiyat ilim olmayı hak eder ve üstün bir hâle gelir. Aksi-hâlde edebiyat çok sınırlı bir bilimdir. Çünkü harfler, kelimeler, imlâlar ve kurallar sınırlıdır. Bir yerden sonra biter yada gelişmesi çok-çok yavaşlar ve artık tat  vermez hâle gelir ki edebiyat alanında ilerleyen kişilerin belli bir yerden sonra din, felsefe, sosyoloji gibi alanlara kaydıkları çok görülür. Açıkçası edebiyat hep başka şeylere ihtiyaç duyar. Üzerinde edebiyat yapacak şeylere ihtiyaç duyduğu için edebiyat hem ilim değildir hem de “en üstün bilim” değildir. Şu da var ki edebiyatçılar -herhâlde edebiyatın sınırlı olmasından olsa gerek- biraz gevşek insanlardır. Ya yanlış kararlar verip dururlar ya işi sâdece sözde bırakırlar yada sisteme kolay entegre olurlar. Tabi edebiyat ile çok derin şiirler yazılır, edebi bir dille ççok etkili hitâbetler gerçekleştirilir. Fakat bu, edebiyatı bir araç olmaktan kurtarmaz.

 

Diğer sayısal (fizik, kimyâ, biyoloji vs.) ile sözel (sosyoloji, psikoloji vs.) gibi tüm dallar da insana, akla ve maddeye dayandığı ve dayanmak zorunda olduğu için hem ilim değildirler hem de en üstün bilim değildirler. Bu bilimlerin içinde en üstünü felsefe olsa da o da akıl, insan ve madde ile sınırlıdır ve oradan ileriye bir adım bile gidemez. Zâten madde-ötesini çoğunlukla inkâr eder. Bu da onu kısıtlar, sınırlar. En üstün bilim olan felsefe bile sâdece “nasıl”ı açıklar ve “neden-niçin” hakkında tek bir tutarlı laf edemez. Sâdece atıp tutar ve boş-boş konuşur. Bu nedenle felsefe için “hakîkati arama ilmi” sözü zinhar geçerli bir söz olamaz. Çünkü hem felsefenin hakîkati bulmaya çağı ve dirâyeti yetmez -ki şimdiye kadar bulamadıysa bundan sonra niye bulsun- hem de felsefe hakîkati değil “gerçek”i arar, arar ama bir türlü de bulamaz ve bulamamıştır, hiç-bir zaman da bulamayacaktır. Çünkü hakîkat bilinmedikçe gerçek de bilinemez. Hakîkat Allahsız bilinemezken, gerçek de ancak Allah’a bağlandığında netlik kazanabilir. Yoksa felsefenin ulaştığı gerçekler de “geçici ve sahte gerçekler” olmaktan kurtulamaz.

 

Felsefe günümüzde modern-bilim ve teknoloji olarak görünmektedir. Tüm dünyâ da bu ikisini ilah edinmiş, tapınıp durmaktadır. Birileri modern-bilim ve teknoloji geliştikçe soruların ve sorunların biteceğini hattâ bâzıları da insanın tanrılaşacağını bekleye-dursun, bu gerçekleşmediği gibi hiç-bir zaman da gerçekleşmesi mümkün değildir. Zîrâ felsefenin modern bir görünümü olan modern-bilim ve teknoloji, mecbûren insan, akıl ve madde üzerinde çalışabildiği ve hattâ madde-ötesini inkâr ettiği için net, kesin ve üstün bilgiye hiç-bir zaman ulaşamaz, ulaşamıyor da. Modern-bilim ve teknoloji ancak, suyun başını tutmuş olanlar tarafından insanları büyülemek ve kandırmak için kullanılıyor.

 

İlim yâni İslâm yoksa, yâni bir şey, kudreti sonsuz, âlemlerin Rabbi Allah’a dayanmıyorsa, hem ilim olamaz, hem en üstün olamaz, hem de en doğruya yâni hakîkate ulaşamaz: 

 

“İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Şüphesiz, senin Rabbin; kendi yolundan sapanı en iyi bilen O’dur ve hidâyet bulanı da en iyi bilen O’dur” (Necm 30).

 

Peki modern insan neden ilmi değil de bilimi üstün görmek istiyor?. Çünkü:

 

“Hayır siz, dünyâ-hayâtını seçip üstün tutuyorsunuz” (A’lâ 16).

 

Evet; dünyâ-hayâtını üstün tutuyorlar, çünkü dünyâ-hayâtının belli şartları sağladıktan sonra çok da ağır bir yönü yoktur ve haz ve zevk verip durur. Zâten bilim insana, akla ve maddeye dayandığı için mecbûren haz-merkezlidir .İnsana bir sorumluluk yüklemez ve onu nefsiyle baş-başa bırakır. 

 

Bir sözümüz de modern müslümanlara olsun: “Kur’ân’ı; modern aklın, modern-bilimin, teknolojinin ve modern çağın ışığında yorumlama ve bunlara uydurma düşüncesi” içindeler. Bu “en üstün” olanı daha düşük olana göre okumak-anlamak-yorumlamak demektir. İslâm ve Kur’ân aklın, insanın ve maddenin nesnesi yapılacak bir kitap değildir ve tam-aksine, aklı, maddeyi ve insanı şekillendirmek için indirilmiştir. Zâten “ne üstün” olan vahyin, düşük olan bilimlere göre yorumlanması ve idrâk edilmesi imkânsızdır. İslâm ve Kur’ân, ancak kendi iç-dinamiğine göre okunup idrak edilebilir ki zâten ancak o zaman amel-eylem olarak kendini gösterip etkili olabilir. O-hâlde müslümanlar şu uyarıyı akıllarından çıkarmasınlar:

 

“İşte böylece biz onu (Kur’ân’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların hevâ(istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir yardımcı-dost, ne bir koruyucu vardır” (Ra’d 37).

 

Buna rağmen Allah’ın indirdiği yerine, insanların bildirdiğini din yapmak, küfür, şirk, zulüm ve küstahlıktan başkası değildir:

 

“Ey insan!. Sana bu kadar cömert olan Rabbine karşı, seni bu kadar gururlu kılan nedir?” (İnfitâr 6).

 

Allah katında tek din İslâm’dır. Allah katında en üstün ilim İslâm ilmidir. Zâten “ilim” bir tek İslâm’dadır. Bu yüzden sözlerin en üstünü Allah’ın sözleri olan vahiylerdir, insanların en üstünü de “güzel örneklik”leri kıyâmete kadar geçerli olan peygamberlerdir. Müslümanlar Kur’ân’a uymalı ve Peygamber’i örnek almalıdır. Bunun için de şu âyetin direktiflerini yerine getirmelidirler:

 

“Hak olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’ân’ı (okumada) acele etme ve de ki: Rabbim, ilmimi arttır” (Tâ-hâ 114).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2023

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder