10 Temmuz 2023 Pazartesi

Allah’a Tapmak, İnsana Tapmak


“Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz” (Fâtiha 5).

 

Âyette, “biz sâdece Sana taparız” deniyor. Bunu namazlarımızda her gün defâlarca kez okuyoruz. Çünkü İslâm’ın temeli “sâdece Allah’a tapmak”tır. Allah tüm peygamberlerini ve tüm vahiylerini, “sâdece Kendisine” tapılsın diye göndermiştir. Çünkü tüm kâinâtı Allah yaratmıştır ve âhirette de her-şey O’nun kontrôlünde ve elinde olacaktır. O-hâlde yaratan kim ise, tapılmayı hak eden de o olmalıdır ki her-şeyi yaratan elbette Allah’tır. O-hâlde Allah’tan başkasına yada Allah ile birlikte başka şeylere ve kişilere tapmak küfürdür, şirktir, zulümdür.

 

İnsanlık târihi, “sâdece Allah’a tapmak” ile “Allah’tan başkasına yada Allah ile birlikte başkalarına ve başka şeylere de tapma”nın savaşımının târihtir. Modernizme gelene kadar Allah’a tapanlar bâriz bir üstünlüğe sâhipti fakat “sâdece Allah’a” tapanlar târih boyunca her zaman az sayıda olmuştur. “Sâdece Allah’a” tapanların dışındaki herkes, Allah’tan başkasına yada Allah ile birlikte başkalarına ve başka şeylere tapmıştır-tapmaktadır. Biz bu yazıda “Allah’a tapmak” derken “sâdece Allah’a” tapmaktan bahsediyoruz.

 

İnsan iki seçenek vardır; ya “sâdece Allah’a” tapar yada insana tapar. Üçüncü bir şık yoktur. İnsan ya kudreti, merhâmeti ve nîmetleri sonsuz-sınırsız olan âlemlerin Rabbi Allah’a, yada -en nihâyetinde- insana tapar. İnsan yıldızlara, Güneş’e, Ay’a, doğaya, doğa olaylarına, bitkilere, hayvanlara, taşa-toprağa-suya, soyut şeylere, meleklere, cinlere, kahramanlara, lîderlere, ideolojilere, fikirlere, maddeye, kadınlara, altına-gümüşe, paraya-mala-mülke vs. akla gelen-gelmeyen şeylere yâni kısaca maddî ve dünyevî şeylere taptığında, aslında insana tapmış olur. Çünkü bir fikir, düşünce, amel, eylem vs. ya Allah’a yada insana âittir. Zîrâ anlamlandırmayı yapabilecek başka bir varlık yoktur. İnsan bir puta taptığında bile aslında kendisine tapıyor demektir. Çünkü taptığı puta değeri yine kendisi vermiştir, onu kendisi şekillendirmiştir, o putta olmayan özellikleri ona kendisi yüklemiştir. Böyle olunca da aslında şöyle ilginç bir nokta açığa çıkar; insan ya “sâdece Allah’a” tapar yada Allah’ın yarattıklarına. İşte küfür de, şirk de zulüm de budur. Tevhid ise, her-şeyi yaratan ve varlığını devâm ettiren “Allah’a tapmak” demektir. Bu da “sâdece Allah’a tapmak” anlamına gelir.

 

Evet; insan ya “sâdece Allah’a” tapar yada Allah’ın yarattıklarına tapar. Allah’ın yarattıkları arasında anlamlandırma yeteneği ve akla sâhip tek varlık insan olduğu için; “insan ya sâdece Allah’a tapar”, yada “insana-kendisine tapar” sözü doğru bir söz olarak açığa çıkar. Eğer insan “sâdece Allah’a” tapmıyorsa, mutlakâ kendisine tapıyor demektir. Çünkü taptığı putlar ve her-şey yine insanın putlaştırdığı ve ilahlaştırdığı varlıklardır. O-hâlde târihte ya “sâdece Allah’a” tapılmıştır yada insana tapılmıştır. Tevhid, göklerde olduğu gibi yeryüzünde de “sâdece Allah’a” tapmak ve “her-şeyi O’nun denetimine vermek” demektir. Bu da yeryüzündeki her alanda; sosyâl, kültürel, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. her alanda Allah’a göre hareket etmeyi gerektirir. Allah’ın hesâba katılmadığı ve karıştırılmadığı her yerde ve her işte “insana tapılıyor” demektir.

 

Tasavvufta, “kime ve neye tapıyorsanız tapın, yine de Allah’a tapmış olursunuz” gibi küfür ve şirk içeren aptalca ve şerefsizce bir söz vardır. Oysa Allah’tan başkasına tapanlar “insana tapıyor” demektir. Putlara tapanlar, “putlar üzerinden insana tapıyorlar” ve küfre, şirke ve zulme düşerek affedilmeyecek tek günahı boyunlarına doluyorlar demektir.

 

Vahiy-merkezli olarak “sâdece Allah’a” tapmayanlar; mezheplerin, meşreplerin, târikatların, cemaatlerin, hiziplerin, partilerin vs. lîderlerine, şeyhlerine, efendilerine vs. tapar, zîrâ vahyin dediklerine ve peygamberlerin örnekliklerine göre değil de, bu kişilerin düşüncelerine, söylemlerine ve yönlendirmelerine göre yapıp-ederler. Peygamberimiz’in dediği gibi, onların din dediğini din olarak kabûl edip ona göre hareket ederler.

 

Muhyiddin İbn-i Arâbi’nin vahdet-i vücûd sapkınlığı bağlamında söylediği; “Allah’tan gayrı, ister taşa-toprağa, ister hayvana, ister eşyâya, ister puta, ister nefsine, ister şeytana vs. neye taparsan tap, aslında Allah’a tapmış olursun” sözü, hiç-bir temeli olmayan, boş, gereksiz, küfrü ve şirki zirveleştiren şerefsizce bir sözdür. Bu sözün doğrusu şudur: “Allah’tan başka neye taparsan tap, insana tapmış olursun”. 

 

Tapmak, “tapılana göre yapmak” demektir. “Kime göre yapıyorsanız ve edip-eğliyorsanız ona tapıyorsunuz” demektir.

 

Allah’a karşı sevgiden ziyâde korku ve haşyet önemlidir. Allah’a -sözde- âşık olanlar hiç-bir şey üzere değildirler. Allah’a karşı aşırı sevgi olmaz. Hattâ belki de Allah’a sevgi değil korku duyulur. Allah bizi sever ama biz O’ndan korkarız ve haşyet duyarız. Aşırı sevgi “insan tapmak” demektir. Çünkü aşırı sevgiyi de insan ortaya çıkarır. Hristiyanlar Hz. Îsâ’ya yâni bir insana aşırı sevgi besleyince onu insan, kul ve peygamber olmaktan çıkardılar da “Allah’ın oğlu” yaparak ilahlaştırdılar. İlahlaştırınca da artık Allah’a değil Îsâ’ya tapmaya başladılar:

 

“(Bu Kur’ân) ‘Allah çocuk edindi’ diyenleri uyarıp-korkutur. Bu konuda kendilerinin ve atalarının hiç-bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne (kadar da) büyük. Onlar sâdece yalan söylüyorlar” (Kehf 4-5).

 

“Kitap ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belge geldikten sonra fırkalara ayrıldılar. Oysa onlar, dîni yalnızca O’na hâlis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sâdece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka şeyle emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur” (Beyyine 4-5).

 

Yahudiler de daha önce Üzeyir’i ilah edinmişlerdi:

 

“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler; hristiyanlar da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?. Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem-oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibâdet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir” (Tevbe 30-31).

 

Allah’ın “tek İlah ve tek Rab” olarak anılmasına ve tapılmasına katlanamayanlar mutlakâ insana taparlar. Çünkü başka bir seçenekleri yoktur. Zîrâ:

 

“Ve onların kâlbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’ân’da sâdece Rabbini ‘bir ve tek’ (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin-geriye giderler” (İsrâ 46).

 

“Sâdece Allah anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kâlbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar” (Zümer 45).

 

Oysa Allah şöyle der:

 

“Ben, cinleri ve insanları ‘sâdece bana’ ibâdet etsinler diye yarattım” (Zâriyât 56).

 

Protagoras; “insan her-şeyin ölçüsüdür” der. Bu; “insan-aklının ve nefsinin her-şeyin ölçüsü olması” demektir. Oysa insan her-şeyin ölçüsü olamaz. O sâdece, -eğer Allah’ın emri doğrultusunda ideâl bir hayat yaşadıysa- “örnek insan” olabilir. Bu-bağlamda peygamberler “en güzel örneklikler”dir. Her-şeyin  ölçüsü, idâre edicisi ve çıkış-noktası olarak Allah’ı görmediğinizde, mecbûren insanı tanrılaştırır ve ona “her-şeyin ölçüsü” olarak tapmaya başlarsınız. Bu da Allah yerine insana tapmak anlamına gelir. Modernizm denilen melânet, Allah yerine insanı “her-şeyin ölçüsü” olarak görür ve insanı kutsar. Modernizm, Hümanizm bağlamında bir “insan tapıcılığı”dır.

 

İnsana ancak “insan gibi” yaşamak yakışır. “İnsan-altı” yada “insan-üstü” gibi yaşamak “insanca” değildir.

 

Modernizm; vahiy-merkezli yâni “Allah’a göre” olmaktan, akıl-merkezli yâni “insana göre” olmaya bir çevriliştir. Bu-bağlamda modernizmi kabûl eden müslümanların bilgi ve düşünceleri yanlış (câhiliye) olduğu gibi, inançları da sorunludur. Zîrâ modernizmde tevhid yara alır ve “sâdece Allah’a tapmak” düşüncesi ve eylemi kaybolur. Bunun yerine ise insana yâni “insana has” olana tapılmaya başlanır.

 

İnsanın, yapısına göre davranması da “insana tapmak”tır. Allah’ın vahyi kişinin hayat sürecinde oluşan yapısına, huyuna, âdetine, geleneğine vs. aykırı olsa bile yine de vahye uyması gerekir. Çünkü vahiyden uzak kalmış olan insan sapmıştır ve vahiy onu fıtrata, doğal olana ve normâle döndürür. İnsanın hayat boyunca kazanmış olduğu huyu da vahye uygun değilse vahye göre değişmelidir. Meselâ müslüman olduğunu söyleyen bir kişi yumuşak ve naif bir yapıya sâhip olduğunda o kişinin üzerinden İslâm’ın emirleri ve nehiyleri kalkmış olmaz. Çünkü din değiştiricidir, vazgeçiricidir, güç vericidir, dirâyet kazandırıcıdır. Buna rağmen yine de değişmeyen kişi, o dînin dindarı olmuş olmaz.

 

Dîni kendi düşüncesine, bilgisine, görgüsüne, âdetine, geleneğine, arzularına, isteklerine, ihtiraslarına, inançlarına vs. yorumlayanlar ve -sözde- yaşayanlar, Allah’a değil, kendilerine yâni insana tapmaktadırlar.

 

Modern insan apaçık bir şekilde insana tapıyor ve bunu en çok da “akla tapma” üzerinden yapıyor. Aklın târihte hiç olmadığı kadar önemsenmesi ve hattâ akla tapınılması bu nedenledir. Zîrâ akla tapmak da aslında insana tapmak demektir. İnsana tapmak ise nefse tapmaktır, tâğutlara tapmaktır. Bunlara tapmak elbette şeytanın ayartmasının bir sonucudur.

 

Modern insan Allah yerine; lîderleri, önderleri ve kahramanları ilahlaştırmıştır. İlahlaştırdıklarını ise -hâşâ- Allah, peygamber, melek ve ilah” gibi görmektedir. Zâten öyle olur; sâdece Allah’a tapmayanlar Allah’ın yarattıklarını yâni Allah’tan başka her-şeyi ilahlaştırırlar ve onlardan medet umarlar.

 

Michael Jackson öldüğünde bir kız, “ben şimdi kime inanacağımı bilmiyorum” demişti. Çünkü Allah’a tapmadığı için yada sâdece Allah’a tapmadığı için bir insana tapıyordu ki ona göre tapılmayı hak eden en üstün kişi, tüm Dünyâ’ca tanınan ünlü kişi Michael Jackson’dı. Oysa Allah bize Kur’ân’da Hz. İbrâhim üzerinden Allah’tan başkalarını ilahlaştırmanın ve tapmanın saçmalığını ve boş oluşunu öğretir:

 

“Hani İbrâhim, babası Azer’e (şöyle) demişti: ‘Sen putları ilahlar mı edîniyorsun?. Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum’. Böylece İbrâhim’e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: ‘Bu benim rabbimdir’. Fakat (yıldız) kayboluverince: ‘Ben kaybolup-gidenleri sevmem’ demişti. Ardından Ay’ı, (etrâfa aydınlık saçarak) doğar görünce: ‘Bu benim rabbim’ demiş, fakat o da kayboluverince: ‘Andolsun’ demişti, ‘Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum’. Sonra Güneş’i (etrâfa ışıklar saçarak) doğar görünce: ‘İşte bu benim rabbim, bu en büyük’ demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım’. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim” (En-âm 74-79).

 

İdeolojiler üzerinden “Allah’tan başka şeylere tapmak” çok yaygındır. Bu-bağlamda en çok da cumhûriyete, demokrasiye, lâikliğe, komünizme, sosyâlizme, kapitâlizme, feminizme ve modernizme tapılmaktadır. Bu ideolojilere tapmak aslında bunlar üzerinden insana tapmak demektir. Çünkü Allah’ın kânunları ve hâkimiyeti yerine bu beşerî zırvalıklara güvenilmekte ve inanılmaktadır. Hâlbuki bunların şimdiye kadar tüm toplumu kuşatan bir faydası olmamıştır. Zâten “daha fazla demokrasi”, “daha fazla modernlik”, “daha fazla lâiklik” vs. denmesi bu nedenledir. Bu zırvalıklar hiç-bir zaman bütüncül bir fayda sağlamamıştır ve sağlayamaz da. 

 

Demokrasi ve oy kullanmak, insanın tanrılaşmasına imzâ atmaktır. Oy kullanmak; “Allah bizim işimize karışmasın” demektir. İslâm’a aykırı olarak egemenliğin kayıtsız-şartsız -Allah yerine- insana verilmesi, Allah yerine insana tapmak demektir.

 

Allah’a tapmayınca ve “sâdece Allah’a” tapmayınca mecbûren insana ve insan-ürünü şeylere tapılmak zorunda kalınacaktır. Çünkü başka bir seçenek yoktur.

 

Sâdece Allah’a tapmaktan imtinâ edenlerin, en nihâyetinde nefislerine tapmaktan başka çâreleri kalmaz. Nefislerine tapanlar insana yâni kendilerine tapıyorlar demektir.  

 

“(Yer) üzerindeki her-şey yok olucudur; Celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin yüzü (kendisi) bâkî kalacaktır” (Rahmân 26-27).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder