“Allah’ın, bâzısını bâzısına
“üstün” kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler,
kadınlar üzerinde koruyucu-yöneticidir (kavvâm)...” (Nisa 34).
Kadın-erkek eşitliği söylemi,
modern hattâ post-modern bir söylemdir ve “feminizm sapıklığı” ile birlikte
ortaya atılmıştır. Aslında feministler, “kadının erkekten üstün olduğunu”
savunurlar ama bunu bir-anda ve direkt olarak söyleyemedikleri için -ki artık açıkça
söylemeye başladılar-, “kadın-erkek eşittir” söylemini bir “ön söylem” olarak
îcat edip dile getiriyorlar. Bu söylemin bir sonraki söylemi, “kadın erkekten
üstündür” şeklindeki söylem olacaktır. Zâten söylem olarak çok açık olmasa da
pratik hayatta, kadın erkekten üstün tutulmaya başlamıştır ve hattâ erkekler
kadına bağımlı hâle getirilmeye çalışılmaktadır. Tabi bu aslında toplumda bir
karşılık bulmamakta, kadına boğdurulmaya çalışılan erkek, kadına olan
üstünlüğünü “başka” şekillerde göstermektedir. Hem de bu, ileri toplum, geri
toplum meselesi de değildir. Kadına şiddetin ilk sırada olduğu ülke, bir Avrupa
ülkesi olan Danimarka, ondan sonra da Finlandiya ve İsveç’tir.
Aslında erkeklerin
kadınlardan, başta fizîki yapıları olmak üzere bir-çok üstün özelliklerle donatılarak
yaratıldığını ve bunun bâriz bir şekilde görüldüğünü, erkeklerden çok kadınlar
biliyor. Çünkü bu ayan-beyan görülebiliyor. Fakat kadınlar bunu feminizm ve
liberâl-kapitâlist hareketler ve sistemlerin kışkırtmasıyla görmezden gelerek
yok saymak istiyorlar. Sonuçta ise her zaman da kendileri zarar görüyor.
Erkeklerin kadınlara göre
daha üstün özelliklere sâhip olduklarını tartışmak bile abestir. Apaçık olan
bir şeyin tartışmasını yapmak ahmaklık olsa gerektir. Allah, erkekleri çeşitli
nedenlerden dolayı kadınlara göre daha üstün özeliliklerle donatmıştır. Yâni
erkekler üstünlüklerini sonradan kazanmamışlardır ki bunun bir rövanşı olsun ve
kadınlar bir baskınla bunu tersine çevirsin. Allah, erkeği kadına göre üstün
şekilde yaratmıştır. Çünkü onlara daha fazla sorumluluk yüklemiştir. Bu durum
kadınların ezilmesini ve hor görülmesini gerektirmez elbette. Zâten erkekler bu
üstünlüklerinden dolayı kadınlara merhâmet de ederler. Fakat sûni bir durum
olarak, “üstünlük” kadınlara verildiğinde, kadınlar erkeklere karşı son derece
merhâmetsiz davranabiliyorlar. Meselâ kadınlar erkeklere âmir yapıldığında -ki
bu durumu normâl bir erkeğin kabûl etmesi mümkün değildir- erkekleri ezmeye
yöneliyorlar ve sanki bu durumdan derin bir haz alıyorlar. Fakat erkekler buna
bir noktadan sonra katlanamıyorlar ve
sonunda da iş “istenmeyen” yerlere gidebiliyor.
Modern zamanlarda sıkça görülen
ve artan, kadınlara yapılan şiddet eylemleri, birilerinin, kadınları, doğal,
normâl ve fıtrata aykırı olarak erkeklerin önüne geçirmek istemeleri ve erkeklerin
de buna doğal olarak katlanamamalarındandır. Tabi kendini bilmez erkeklerin merhâmetsiz
ve vicdansızca yaptıkları “insan-dışı” eylemler nedeniyle de böyle şeyler
yaşanmaktadır maalesef.
Erkeklerin kadınlar üzerinde
“üstün” olmaları, ta ilk baştan bêridir böyledir ve kıyâmete kadar da böyle olacaktır.
Feminist hareketler boşu-boşuna 2+2’yi 5 olarak göstermek istemektedirler. Modern
zamanlarda kadınlara verilen sözde üstünlük, onların aşırı bir yük yüklenmelerine
ve kendilerinin maddî-mânevî ezilmelerine sebep olmaktadır. Kadının özgürlüğü,
“kadın özellikleriyle hareket etmek”le sağlanabilir ancak. Kadınları kışkırtarak,
erkekler gibi her işe yöneltmek, kadınlara yapılan bir zulümdür. Târihte kadın,
modern zamanlarda olduğu gibi bir zulme hiç-bir zaman mâruz kalmamıştır.
Târihi yapanlar hep erkeklerdir.
Her konuda bir “erkek üstünlüğü ve belirginliği” vardır. Kadınlar da erkelere
destek olmuşlardır tabi târih boyunca. Zâten “normâl” olan da budur. Fakat bu,
kadınların târihte her zaman “ikinci plânda” kaldığı ve kalacağı gerçeğini
değiştirmez. Bu durum kadınların zoruna gitmemelidir. Çünkü Allah’ın dilemesi
ve yaratması böyledir. Kadınlarda erkeklere göre üstün özellikler vardır ki
erkekler bu özellikleri kıskanmazlar ve zâten o konularda üstün olduklarını da
kabûl ederler.
Diyorlar
ki; “artık kadınlar da erkeklerin yaptığı her işi yapabiliyorlar”. Sanki iyi
bir şey söylüyorlarmış gibi bunu övüne-övüne dile getiriyorlar ve acınacak durumlarına
gülüyorlar. Oysa şu bir gerçektir ki, erkekler her işi kadınlardan daha iyi
yaparlar. Buna yemek yapmak ve ev temizliği vs. gibi işler de dahildir. Zâten
iş için direnci daha fazladır erkeğin. Bir işin yapılmasında direnç çok
önemlidir. Direnç düşünce işin kalitesi de düşüyor doğal olarak. Fakat kadında;
erkekte olmayan, Allah tarafından verilmiş bâzı özellikler ve duygular vardır.
Vicdan, merhâmet, şefkat ve bâzı refleksler var; meselâ birisiyle konuşurken
yada televizyon izlerken çocuğunu uyutmuş olan kadın, çocuğun ufak bir hareketlenmesinde,
plânlanmamış bir şekilde çocuğa eliyle küçük dokunuşlar yapar ve çocuk yeniden
uykuya dalar. Bunu yaptığının kadın da farkında değildir. O, Allah tarafından
kadına verilmiş ve meleke hâline gelmiş bir duygu, bir reflekstir.
Feministler ve feminizm
lehine çıkarılan kânunlar, kadınlara sûnî bir özgüven ve konum yüklemiştir.
Kadınlar bu nedenle erkek egemenliği(!)nden kurtulduklarını sansalar da, normâl,
doğal ve fıtrî olan şey, erkeklerin kadınların üzerinde “yönetici” (kavvâm)
oldukları gerçeği ve zâten yaratılış olarak da kadınlara göre daha üstün de
yaratıldıklarıdır. Sözde “kadın lehine” olan hareketler ve söylemlerle kadın, “modern
bir eziklik” yoluna sokuluyor. Kadına, erkeğin önüne geçirilmeye çalışılmakla
zulmediliyor.
Çalışan
kadın kocasına karşı çok aksi davranabiliyor ve kazandığı parayla kocasına hava
atmaya başlayabiliyor. Fıtratları bozulmuş olan layt ve kılıbık erkekler buna
aldırış etmese de normâl ve doğallığını kaybetmemiş olan erkekler bu duruma
tahammül edemiyor ve şiddet içeren “başka yollara” başvuruyor. Üç-beş kuruş
para kazandı diye evde kocasına rest çeken kadın, işyerindeki erkek patronuna
karşı nerdeyse köle gibi hareket ediyor. Yâni sorun erkeklere karşı bir tavır
takınma değil. Kocaya karşı tavır alma; tabî ki “fakir” kocaya karşı alınan bir
tavırdır bu. Bundan sonra ne oluyor?. Ya boşanmalar artıyor, çoluk-çocuk
ortada kalıyor ve toplumun yapısı bozuluyor, yada erkek kadını dövüyor, öldürüyor
ve kadın mezara, erkek hapis-hâneye, çocuklar da çocuk yurduna-yuvasına gitmek
zorunda kalıyorlar. Anne-baba sevgi ve şefkatinden mahrûm yetişen çocukların
olduğu bir toplum tabî ki de batışa doğru sürükleniyor.
Kadınların
çalışması erkeklerin sorumluluklarını unutturuyor ve erkekleri sorumsuz
yapıyor. Ayrıca evin geçimini sağlamakla yükümlü olan erkekleri işsiz bırakıyor.
Artık bir evde kadının çalışıp da erkeğin çocuklara bakması normâl hâle gelmeye
başladı. Evin reisi kadın oldu ve bu rôl değişikliği erkekleri komplekse
sokuyor ve en ufak bir olumsuz durumda da “kas gücünün hâlâ geçerli olduğu”
açığa çıkıyor.
Kadın ve erkek eşit değildir.
Çünkü ikisi farklıdır. Modern Dünyâ’da kadın-erkek eşitliği oluşturulmak
isteniyor. Fakat bu eşitlik, “adâletsiz bir eşitlik” olacaktır. “Mutlak eşitlik”
adâletsizlik demektir. Mutlak eşitlik, eşitsizliktir.
Nârin yapılı kadını erkek
gibi görmek ve ona erkeğe yüklenen şeyleri yüklemek zulüm olur. Ceylana aslan
gibi davranmasını söylemek ve ceylan ile aslanın eşit olduğunu savunmak çok
yanlıştır. Aslan ile ceylan arasındaki fark bârizdir. Erkekler kadınlardan
fizîki olarak daha güçlüdürler. Çünkü kadınların kas sayıları erkeklere göre
daha azdır. Zâten kadınları “çekici” yapan özelliklerden biri de, kadınların
kas sayılarının az olmasıdır. Yâni kadınların erkeklere göre fizîken güçsüz
olmalarıdır onları çekici ve güzel kılan şey. Bu nedenle erkeklerin bu
özelliklerinden dolayı kadınları kıskanmadıkları gibi, kadınların da erkeklerin
kendilerine göre üstün olan özelliklerini kıskanmamaları ve bu yüzden de
onların yerine geçme düşüncelerinden ve isteklerinden vazgeçmeleri gerekir:
“Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize
göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay
(olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan onun fazlını
(ihsânını) isteyin. Gerçekten, Allah her-şeyi bilendir” (Nîsâ 32).
Filimler, diziler, klipler
ve bâzı programlar âileyi ve dolayısı ile toplumu bozup ifsâd etti ve ediyor.
İslâm’a uygun olmayan ve aykırı olan filmlerin ve programların yapımcıları ve
yönetmenleri kadının rôlünü bozarak âileyi dağıtan kişilerdir. Böylece şeytanın
ve tâğutun uşaklığını yapmaktadırlar. Abdurrahman Arslan modern kadının
erkekle eşitlenmek istemesi bağlamında şunları söyler:
“Batı
için artık modası geçmiş, bizde ise hâlâ tedâvülde tutulmaya çalışılan geçen
asrın ideolojilerinden biri olarak ‘kartezyen’ zihin ve buna dayalı ‘feminizm’,
insanın iki cinsi arasındaki bütünlük ilişkisini parçaladı. İnsanlığın bir
kutbuna kadını, diğer kutbuna da erkeği yerleştirerek böylece ‘helâk’ı
başlatmış oldu. Bizim için bunun taşıdığı tehlike, müslüman kadının erkek
karşısında ‘adâlet’i bırakıp ‘eşitlik’ aramasıdır. Müslüman kadın bunu yaparken
müslüman erkeğin bağımsız olduğunu varsaymakta ve bir müslüman olarak erkeğin
ne kadar ezildiğini ise bu yüzden görememektedir. Müslüman kadının
Tanzimat’la başlayan
modernleşme isteği, kendini en çok, ‘erkek karşısındaki eşitlik’
arayışında gösterir.
Bu daha çok, müslüman kadının, bulunduğu konumu ve yaşam
düzeyini artık
erkekle olan eşitliğiyle
ölçmesidir.
Erkekle ne kadar çok eşit konuma geliyorsa durumunun o kadar
çok iyileştiğine inanıyor”.
Modernite ve feminist proje
ile birlikte kendisine aşırı haklar verilen kadın, erkeğin önüne geçirildi ve
kadın erkeğe üstün kılındı. Rôller değişti. Aslında değiştirilmek istenen şey
fıtratlardır ki, bu aslâ değişmez ve değiştirilmeye zorlandığında ise bir fitne
ve ifsâd başlar ve ağır bedeller ortaya çıkar. Kadınlar unutmasınlar ki bu ağır
bedellerin çoğunu kendileri ödemek zorunda kalacaktır. Çünkü normâle, doğala ve
fıtrî olana aykırı bir iş yapıldığında mutlakâ düzen bozulur ve ağır bedeller
ödenmeyi gerektiren sonuçlar açığa çıkar. Zîrâ bu fitneye, önünü-arkasını hiç
düşünmeden ve hesâp etmeden kapılıveriyorsunuz. Erkeklere üstün tutulmak
nefsinize hoş görünüyor. Oysa Allah, âilenin yöneticisi olarak erkeği
seçmiştir.
İbn-i Ömer, Allah Resûlünün
şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz
sürülerinizden sorumlusunuz. Yönetici çobandır. Erkek âilesinin çobanıdır.
Hepiniz çobansınız ve idâreniz altında bulunanlardan sorumlusunuz!”.
Başka bir hadiste de şöyle
der: “Erkek, âilede yöneticidir ve yönetiminden sorumludur. Kadın da kocasının
evinde yöneticidir ve elinin altındakilerden sorumludur” (Buhârî, Cum’a 11;
Müslim, İmâret 20).
Eski putperestlik, bâzı
kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça”
yapma yolunda. Fakat aslında olan şey, kadının bir mal şeklinde
kullanılmasından başka bir şey değildir. Bu uğurda şimdiki kadınların çoğu
cinsini değiştirmiştir. Erkeklere-özgü işlere ve hareketlere sâhip çıkarak
anneliği ve kadınlığı terk ediyorlar. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek Allah’ın
yaratışını değiştirip Allah’ın sünnetine karşı gelmektedirler.
Kadın-erkek eşitliği söylemi
kadını erkeksileştiriyor. Kadının çalışması kadının fıtratını bozunca, bu
bozulma kadının fizîki yapısına da sirâyet ediyor ve çalışan kadın bir-süre
sonra erkeksileşiyor. Kadın normâl-doğal-fıtrî olan hâlinden çıkıp, ev-dışı
işlerde çalışınca hâl ve hareketlerinde erkekleşme yönünde bir değişme oluyor.
Zâten; çalışan, sürekli erkekler arasında bulunan, erkek gibi giyinen, sigara
içen, spor yapan, “anne” ol(a)mayan ve çok okuyan kadınlar erkeksileşiyor.
Çünkü kadının normâl-doğal-fıtrî durumuna aykırıdır bunlar. Zîrâ kadın, erkek
kadar sorumluluk sâhibi değildir. Kadınlar erkeksileşirken, erkekler de
kadınsılaştırılıyor ve bu, -dediğimiz gibi- “bir proje kapsamında” yapılıyor.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284
sayılı kânunla kadın, erkek üzerinde bir “ceberrût” yapılmıştır. Modern kadını
“dokunulmaz” kıldılar. Modern kadına erkeğe karşı o kadar çok silah verilmiştir
ki, duygusal yoğunluğu çok fazla olan kadının, bu silahlarla işleyeceği
“cinâyetler”i şimdiden kestirmek çok kolaydır. Modern kadın bu kânun ile,
tâbiri câizse, gıcık olduğu bir erkeği, iftirâ ile hapse attırabilecek;
boşanmak istediği kocaya, “bana tecâvüz etti” (karı-koca arasındaki tecâvüz)
diyerek evden uzaklaştırabilecek ve hapse attırabilecek; makâmında gözü olduğu
bir erkeğin yerine kolayca geçebilecek fırsatlar bulabilecektir. İşte tüm
bunlar doğallığı ve fıtratı bozduğundan dolayı şiddete ve kadın cinâyetlerine
sebep olmaktadır.
Kadının erkeğe üstün olduğu
tek şey anneliktir. Cennet “annelerin” ayakları altındadır. Kadının kariyerinin
zirvesi “annelik”tir. Ey modern kadınlar!, bilin ki fıtratınıza bir-çok yerde
aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre farklı “artı özellikler”e sâhip
bir şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, ‘”anne”, “eş” olarak yaratmıştır.
Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile dışarıda yapmayı seven çoğu
erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir yemek ve huzurlu bir evdir.
Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat diğer zamanlarda huzurlu
bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir şekilde bir köşede kuzu-kuzu
oturacaktır. Erkekler, evi kadının yönetmesinden memnundurlar. (iç-işleri
bakanı).
Kedi (kadın) ve köpekler
(erkekler) ezelden beri birbirlerine dır-dır ederler ve köpekler kedileri
sürekli kovalarlar. Fakat bu didişmelerinde bir-birlerini yaraladıkları ve
öldürdükleri pek görülmemiştir. Bu kovalamacalarda sonuçta kedi doğal olarak
kaçtığı ve alttan aldığı için kötü sonuçlarla karşılaşılmaz. Fakat modern
zamanlarda feministlerin (kediler birliği) de kışkırtmasıyla kediler çok fazla
öne çıkarıldı ve köpekler de çok fazla geri-plâna itildiler. Öyle ki kediler
çok iyi bakılıp en iyi şekilde beslendiler, yıkandılar, tarandılar,
giydirildiler, bakımları yapıldı ve kibirlendirildiler. Onlar olmadıkları gibi
olduklarına inandırıldılar. Kediler artık köpeklerden üstün olduklarını
düşünmeye başladılar. Çünkü bir kendi durumlarına bakıyorlar, bir de köpeklerin
durumlarına bakıyorlar; kendilerinin (görece) daha üstün olduklarını görüyorlar.
Köpekler artık çöplerden doğru-düzgün bir artık bile bulamaz duruma
düşürülmüşlerdir. Çünkü artık evdeki yemekler çöpe atılmayıp kedilere veriliyor,
köpeklere pek bir şey kalmıyor. Köpekler itildiler, hor görüldüler, hoşt!,
höt!, vs. diyerek uzaklaştırıldılar. Kediler ise tam tersine kucaklarda
taşındılar, “annem”, “kızım” gibi ifâdelerle pohpohlandılar. Köpekler bakımsız
zayıf bir hâlde kaldılar. Kediler ise kendi şişirilmiş sûni durumlarına bakarak
zannettiler ki biz köpeklerden daha üstünüz. Öyle bir duruma geldiler ki
köpekleri yönetmeye, onları aşağılamaya başladılar ve hattâ onları
dövebileceklerini bile zannetmeye başladılar. Fakat unuttukları bir şey var:
Köpekler (erkek) köpekti, kediler (kadınlar) da kedi. Doğal ve fıtrî olarak
değişen bir şey yoktur ve köpeklerin bu kötü duruma katlanması söz-konusu bile
olamaz. Bâzı doğuştan kedileştirilmiş köpeklere bakarak hüküm vermek yanlıştır.
Bu sûni pohpohlanmalara aldanan kediler köpeklerin üstüne gitmeye başladı.
Kediler kedi olduğunu unuttu ve başladılar tıslamaya. Ama netîcede ne oldu?.
Sinirlenen ve kızdırılan köpek kediye saldırdı ve onu ya ağır şekilde yaraladı
yada öldürdü. Bu sonuç çok da şaşırılmayacak bir durumdur. Çünkü köpek köpektir,
kedi de kedi. Kedi, köpeği hizâya sokmaya çalıştı/çalışıyor ama başaramadı ve
başaramaz da. Tam-aksine köpek onu hizâya sokar. İnsanlar el-birlik kediden
yana olsalar da tüm köpekleri denetimde tutamayacakları için önlemleri sonuç
vermez ve hattâ zamanla mâlûm “kötü sonuçlar” çoğalır. Aşırı hırpalanmış ve
kızdırılmış köpekler yapacaklarını yapmaya devâm edeceklerdir. Tâ ki kediler
kediliklerini bilip köpeği görünce doğal-fıtrî durumda olduğu gibi, geri dönüp
ondan kaçmaya ve alttan almaya başlayıncaya kadar..
“Kadın ile erkek eşittir”
dediğimizde, “kadın=erkek yada erkek=kadın” absürd bir laf söylemiş oluruz.
Hâlbuki kadın ve erkek “eşit” değil “farklı”dır ve farklılıklar arasında da
fizikî-psikolojik yapısı îtibârıyla doğaya daha iyi uyum sağlayabilen erkeğe
sorumluluk verilmiştir. Erkeğin kadına olan üstünlüğü “sorumluluk”
nedeniyledir. O hâlde yapılması gereken şey kadın ile erkeği eşitlemek değil,
kadın ile erkeği doğal hâllerinde kabûl edip, mevcut durumlarına uygun şekilde
adâletli davranmaktır.
Sözde kadın-erkek eşitliği
bilimsel bir gerçekliğe ve kanıtlara değil; liberâl-kapitâlist-modern-nefsî
modern reel-politiğe dayamaktadır. Modern politika, sosyoloji ve bilim,
kadın-erkek arasındaki bâzı eşitlikleri insanların gözlerine-gözlerine
sokarken, sayısız farklılıktan ise hiç bahsetmemektedir. Bu farklar kültürden
değil, seküler konjonktürden kaynaklanır. Meselâ erkek çocuklarının kamyonlarla,
kız çocuklarının ise bebeklerle oynaması, sonradan yapılan eğitimle ilgili
değil, doğuştan gelen bir özelliktir ki, bu durum sâdece insanlarda değil, hayvanlar
da aynıdır. Mücahit Gültekin bu konuda şunları söyler:
“Bu görüşü
savunanlar, kadınların siyâsal, sosyâl, kültürel ve âile hayâtında erkekler her
ne hakka sâhipse kadınların da aynı hakka sâhip olması gerektiğini belirtiyor.
Bu konularda erkeklerle kadınlar arasındaki cinsiyetten kaynaklanan
farklılıklara vurgu yapmanın ayrımcılık olarak değerlendirilmesi gerektiğinin
altını çiziyorlar.
Bugüne
kadar çok farklı değişkenlerle kadın-erkek farklılıklarını araştıran
sayılamayacak kadar çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların analiz
edildiği meta-analiz çalışmaları kadınlarla erkeklerin kültürden bağımsız bir
biçimde farklılıklar gösterdiğini bulgulamıştır. Bugüne kadar yapılan pek-çok
bilimsel araştırma kadınlarla erkekler arasında ‘matematik’ gibi sayısal
alanlarda farklılık olduğunu ortaya koymakta, erkeklerin sözü edilen alanlarda
daha başarılı olduğunu ifâde etmektedirler.
Eşel;
‘Kadın ve erkek beyinlerinin farklı oluşu bilimsel araştırma sonuçlarına göre
tartışılmaz bir gerçektir’ der. Erkek beyni kadın beynine oranla daha büyüktür.
Arıkan, kadınların limbik sistemlerinin, yâni duygusal beyinin daha büyük
olduğunu ve bu sebeple daha kolay bağ kurabildiklerini ve yine aynı sebeple
depresyona girme olasılıklarının da erkeklere göre daha yüksek olduğunu
belirtiyor. Arıkan, ‘testosteron erkek beyninin nesnelere, eylemlere ve
rekâbete daha meraklı, yön duygusu, üç boyutlu görme ve matematik konusunda daha
iyi olmasını sağlar. Buna ek olarak beyinde seks ile ilgili bölgeyi
güçlendirir. Bu bölge erkeklerde kadınlara göre iki kat daha büyüktür.
Gerçekten de erkekler cinsellikle daha fazla ilgilidir. Testosteron seviyesi
yüksek kadınların libidosunun daha yüksek olduğu da bilinmektedir’ vurgusunu
yapıyor.
Yapılan
araştırmalar kız-bebeklerin duygulara ve duygusal değişikliklere daha duyarlı
olduğunu göstermiştir. Yapılan bir araştırma, doğumlarının üzerinden henüz 24
saat geçmemiş kız bebeklerin, diğer bebeklerin stresten kaynaklanan
ağlamalarına ve yüz ifadelerine erkek bebeklere kıyasla daha fazla tepki
vermişlerdir. Kızlar daha 1 yaşlarındayken bile gerilim belirtilerine tepki
vermeye başlıyorlar. Araştırmalar özelikle mutsuz yada acı çeken insanlara kız bebeklerin
daha duyarlı olduğunu gösteriyor (McClure, 2000, akt. Brizendine, 2012).
Kadınların
dokunma duyusunun da erkeklere oranla 10 kat daha duyarlı olduğu ifâde
edilmektedir (Amen, 2010). Paglia da (2004, akt. Ersoy, 2009) cinsiyetler
arasındaki farklı davranış özelliklerinin doğuştan gelen yapısal özelliklerle
ilişkili olduğunu vurgulamaktadır.
Uzmanlar
okul-öncesi çocukların ve bebeklerin oyuncak tercihlerinin cinsiyete göre
farklılaşıp-farklılaşmadığına önem vermişlerdir. Özellikle bebekler arasında
görülebilecek cinsiyet temelli bir farklılaşmanın biyolojik kaynaklı
açıklamalara kanıt sağlayacağı düşünülmüştür. Bu konuda farklı ülkelerde
pek-çok araştırma yapılmış ve kızlarla oğlanların oyuncak tercihlerinin
farklılaştığı bulunmuştur. Örneğin Roopnarine, 10, 14 ve 18 aylık bebekler
üzerinde yaptığı bir araştırmada kız-bebeklerin oyuncak bebekleri erkeklere
göre daha fazla tercih ettiklerini bulmuştur. Caldera, Houston ve O’Brien’ın,
18-23 aylık bebekler üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırmada da bebeklerin
kendi cinsiyetine uygun oyuncakları tercih ettiği, karşıt cinsin oyuncaklarıyla
oynamayı reddettikleri ortaya konulmuştur.
Kadın-erkek
eşitliğinin en iyi uygulandığı ülkelerin başında gelen İsveç’te de benzeri
araştırmalar yapılmış ve aynı sonucu vermiştir. Nelson’un 3-5 yaş arasındaki
çocuklarla yaptığı araştırmada çocukların kendi cinsiyetine uygun oyuncaklar
seçtiği bulunmuştur. Çiftçi, 60-72 ay arasındaki çocuklar üzerinde yaptığı
araştırmada çocukların oyuncak tercihini araştırmıştır. Araştırma sonucunda
kızlarla erkeklerin oyuncak tercihlerinin ve oyun etkinliklerinin cinsiyete
göre farklılaştığı bulunmuştur. Erkekler güç, hız ve dayanıklılık gerektiren
oyunları tercih ederken, kızlar bakım vermeyi, ebeveyn rôlünde olmayı ve
grup-içi etkileşimleri gerektiren etkinlikleri tercih etmişlerdir. Erkek
çocuklar daha büyük gruplarla geniş alanlarda yapılan etkinlikleri tercih
ederken, kız çocuklar daha küçük gruplarla dar alanlarda oynanabilen oyunları
tercih etmişlerdir.
Alexander
ve Hines, aynı araştırmayı maymunlar üzerinde de yapmışlardır. Afrika’da
yaşayan yeşil maymun yavrularıyla yapılan araştırma da insanlarla yapılan
araştırma sonuçlarına benzer sonuçlar vermiştir. Erkek maymunlar dişi
maymunlarla karşılaştırıldığında erkek çocuklarının oynadığı (kamyon, silah
gibi) oyuncakları daha fazla tercih etmişlerdir. Hines ve Alexander, benzer
araştırmayı yıllar sonra yeniden yapmışlar ve aynı sonuçları almışlardır.
Araştırmacılar bu sonucu, oyuncak tercihlerinin doğumdan önce belirlendiğini ve
hormonlarla ilişkisi olduğuna bir kanıt olarak yorumlamışlardır.
Brizendine;
‘oysa bize insanlardaki cinsiyet ayrımının âilelerin çocukları kız yada erkek
olarak yetiştirmelerinden kaynaklandığı öğretilmişti. Bugün bunun tamâmen doğru
olmadığını biliyoruz’ der.
Parmak-izi
bir suçlunun kimliğini belirlemede kriminâl bilimi tarafından güvenle
kullanılmaktadır. Diğer bir deyişle parmak-izi kişisel kimliğin bir
göstergesidir. Uzmanlar parmak izinden sâdece kişisel kimliği değil, cinsiyet
kimliğini de belirlemenin mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu bulgu, cinsiyete
dayalı farklılıkların doğuştan geldiğini anlatır gibidir. Parmak-izlerinin
cinsiyetle ilişkisinin araştırıldığı ilginç bir çalışmayı Ceyhan yürütmüştür.
Araştırmada cinsiyetleri bilinmeyen bir grup kişinin parmak-izi kesitleri
alınmış ve sâdece parmak-izlerine bakarak cinsiyetleri başarılı bir şekilde
tahmin edilebilmiştir. Bu çalışmada yapay sinir ağları tabanlı kişinin
parmak-izinden cinsiyetini tanıyan otomatik bir sistem geliştirilmiştir.
Parmak-izinin kişinin kimliğini yansıttığı düşünülürse, bu çalışma cinsiyetin
kişinin kimliğinin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır.
Erkekler ve
kızların arasındaki fiziksel farklılıklar üzerinde de çok sayıda araştırma
yapılmıştır. Erkeklerin güç ve fiziksel aktiviteye dayalı üstünlüğü pek çok
araştırmayla ortaya koyulmuştur. Bu konuda yapılmış iki çalışmaya işâret etmek
yeterli olacaktır. Araştırmalar kilo ve boy gibi en belirgin iki özelliğin
doğumda cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığına da bakmıştır. Bulgular,
erkeklerin doğumda kızlara oranla hem kilo hem de boy açısından istatistiksel
açıdan anlamlı derecede fazla olduğunu ortaya koymuştur.
Erkekler
dayanıklılık ve kas gücü gerektiren işlerde; kadınlar ise ince motor kas
becerileri gerektiren işlerde daha başarılıdır.
Kadın-erkek
konusunun fazlaca politikleştirilmiş olması kadını da, erkeği de doğru bir
şekilde anlamamızı zorlaştırıyor. Kadın ve erkeğin farklılıklarını dikkate alan
ama bu farklılıkları istismar etmeyen ‘cinsiyetler arası adâlete’ dayalı yeni
bir perspektifin mümkün olduğunu daha güçlü bir şekilde vurgulamaya her
zamankinden daha çok ihtiyaç olduğunu belirtmeliyiz”.
Ey kadınlar!, “sözde
kadın-hakları savunucuları” olan feministlerin oyunlarına gelerek tutum
belirlemekten vazgeçin. Erkekleri hizâya getirme düşüncesinden vazgeçin.
Başaramazsınız. Tam tersine erkek sizi “hizâya” sokar. Adama “dır-dır” etmeyin
de adamı zıvanadan çıkarmayın. Biraz susun; şşşşşşşş!.
Tâğutların uşakları
istiyorlar ki âileniz dağılsın (yâni kocanızdan ayrılın) da mecbûren iş
piyasasına atılın. Böylelikle hem kolayca sözlerini dinletecek ve istediği
fiyata çalıştıracak istihdam potansiyeli oluşturmuş olsunlar, hem de işsizlik
artsın ve bunu çok taraflı kullansınlar. Sizin gündeminizi, tutumunuzu,
davranışınızı, kadın hakları, dernekler ve ne-idüğü belirsiz şeytâni kurumlar
değil, Allah/Kur’ân belirlesin. İşte ancak ve ancak o zaman normâl ve doğal bir
durum ortaya çıkabilir ve rahat edersiniz.
Kadının değişimi, “Dünyâ’nın
değişimi”dir. Kadına gerçek ve doğru değerini veren, gerçek ve doğru yerine
koyan sâdece İslâm’dır. Modernizm kadını ifsâd ederek değiştirmek istiyor.
Hâlbuki İslâm, kadını âit olması gereken yere koyar ve koymuştur. Seküler,
feminist, modern kapitâlist sistem, kadını bir “mal” hâline getirdi ve her
yerde teşhir ediyor. Bir meta oldu kadın. İslâm ise kadını, yaratılışına uygun
bir yere koyar. Böylece onu zulmedilmekten kurtarır.
Kadınların hayâtı
erkek-merkezli bir hayattır. Bu durumun doğal olanı fıtrîdir. Allah kadınları
mûnis olarak yaratmıştır çünkü.
Modern dönemde, “ekinin
ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor.
Kadın, önce Allah’a, sonra
da erkeğe karşı haddini bilmedikçe bu Dünyâ düzelmez.
Kadının kariyerinin zirvesi
“annelik”tir. Kadının erkeğe üstün olduğu en önemli şey “annelik”tir. Bu
üstünlük onu “cennet” yapar ve cenneti “annelerin” ayakları altına koyar.
Tabî ki de yazı boyunca
bahsedilen “erkek üstünlüğü”, maddî, fizîki ve “sorumluluk alma” anlamında ve
alanında olan bir üstünlüktür. Yoksa Allah katında “gerçek üstünlük”, “takvâda
üstünlük” şeklindedir ki, kadın yada erkek, takvâda kim daha üstün ise “üstün”
olan odur. Bir kadın takvâca erkekten üstün ise, erkekten tabi ki de üstündür:
“Ey insanlar!, gerçekten,
biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ‘birbirinizi tanımanız ve
tanışmanız’ için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah
katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil)
takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Mutlu âilenin formülü şudur:
Kadınlar erkekler karşısında “haddini” bilecek; erkekler de “emânet”e (kadın)
ihânet etmeyecek..
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder