“Öyleyse sen yüzünü
Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir; ki
insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir değiştirme
yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30).
Fıtrat lûgatta: “Yaradılış,
tıynet, hilkat” olarak geçer.
Yaratılış, yapı, karakter,
tabiat, mîzaç, hilkat, tabî eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü,
istidât gibi mânâlara da gelir. Terim olarak fıtrat: “Allah Teâlâ’nın mahlûkâtını
kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hâl, bir kabiliyet üzere
yaratması”dır (İbn Manzur, Lisânü’l-Arab).
Tüm târih boyunca ilk defâ,
son 150-200 yıldır, doğal, normâl ve fıtrî olandan bu derece sapılmıştır. Daha
önce doğal ve normâl olandan yâni fıtrî olandan bu derece bir kopma, vazgeçme ve
sapma olmamıştı. Modern dünyâ, doğal, normâl ve fıtrî olanın kötü görüldüğü ve
gösterildiği bir dünyâdır. Fıtrata âdetâ düşman olunmuştur. Bunun nedeni tabî
ki, modern dünyânın aslında doğal, normâl ve fıtrî olanla bire-bir örtüşen
dinden vazgeçmesi ve hattâ ona düşman olması, yerine ise sûni ve sanal bir
dünyânın kurulmuş olmasıdır ki bu dünyâ tam da “nefse uygun” olarak düzenlenmiş
ve bu uğurda her-şeyin kışkırtılmış olduğu bir dünyâdır.
Nefsin önündeki tek engel, “din”dir.
Nefsi ancak din dizginleyebilir ve terbiye edebilir. Onu doğal, normâl ve fıtrî
sınırına ancak din çekebilir. Fakat dînin geçerliliği görece kaldırılınca meydan
nefse kalmıştır. Artık her-şey nefsin isteklerine, arzularına ve ihtiraslarına
göre düzenlenmektedir. Fıtratından sapan nefs tabî ki her-şeyin kışkırtıldığı,
aşırılaştığı bir dünyâdan memnundur ve zâten böyle bir dünyâya özlem duyar.
Nefsin hâkim olduğu bir dünyâ, ihtirasların dinleştiği bir dünyâdır.
Modern dünyâda nefs
fıtrattan sapınca, artık her-şeyin sapması işten bile olmamıştır ve olmamaktadır.
Bakıldığında, ilk başta tabî ki insan olmak üzere her-şey doğal, normâl ve fıtrî
durumundan saptırılmış yada en azından sapmadan etkilenir hâle gelmiştir. Her-şey
doğal ortamından uzaklaşmış, sûni ve sanal bir noktaya gelmiştir. İnsanlar sûni
ve sanal olanı daha çok sever hâle gelmişlerdir, zîrâ nefs “sapkın olan”a daha
çok meyil gösterir. Bu meyil taa çocukluktan îtibâren başlar. Meselâ kahvaltıda
doğal tereyağı, bal, pekmez, yumurta, peynir, zeytin, reçel vs. olsa ve bunların
yanına da sâdece fabrikasyon bir “sürmelik çikolata” koysanız, çocuklar o bir
çok doğal ürünü değil de, fıtrata ve doğala aykırı olan sürmelik çikolatayı
isterler. Çünkü insan nefs sahibidir ve nefs, doğallıktan uzaklaştırılmış ve
çıkarılmış olan şeylere çok düşkün ve meyillidir.
Günümüzde fıtratla alâkası
olmayan bir “din” olan teknolojinin sapkınlığı öyle bir yere varmıştır ki,
artık insanlar “gerçek” olana sırt çevirmiş ve “sanal” olana îtibar etmeye
başlamıştır. Bunu devletler de benimsemiş ve kabûl etmiştir. Sonuçta da insanlar
sanal bir âlem tarafından kuşatılmış ve içinde boğulur hâle gelmiştir. Sanalın
gerçek olana üstün tutulduğuna dâir şöyle bir örnek verelim: Bir keresinde
hastâneden aldığım rapor ile ilacımı almaya gittiğimde -ki rapor A4 kâğıdı
olarak elimde duruyordu-, rapor henüz internet sistemine düşmediği için
ilaçlarımı vermemişlerdi. Bu herkesin yaşadığı sık bir sorun hâline geldi. Elimde
doktorun ıslak imzayla imzâladığı gerçek bir maddeden müteşekkil, kağıt
şeklindeki raporu kabûl etmiyorlar da, sanal şeklinde bilgisayarda görünmesini
bekliyorlar. Elimdeki gerçek kâğıt raporun beş paralık bir değeri ve geçerliliği
yok.
İnsan bozulunca her-şey
bozulmaya başlar ve kısa vâdede de bozulma tüm Dünyâ’ya yayılır. Zamanla bu
bozulma tüm dünyâyı sarınca, bu bozulmadan, başta “hareketli canlılar” olan
hayvanlar ve sonra da “hareketsiz canlılar” olan bitkiler ve en nihâyetinde de
cansızlar bile etkilenir. Hayvanlar artık doğal ve fıtratlarına uygun bir
ortamda yaşamadıkları gibi, fıtratlarına aykırı şekilde besleniyorlar, doğal
olmayan şartlarda hayvanat bahçesi, kafes, akvaryum vs. gibi özgürlüklerinden
kopuk, doğalarına ve fıtratlarına aykırı yerlerde tutuluyorlar ve insana özgü
kıyafetlerle süsleniyorlar. Doğal olmayan çiftleştirmelerle farklı ve absürd
türler ortaya çıkarılıyor. Hayvanları doğal ve fıtrî hâllerinde uzaklaştırmak
ve insanın arzularına ve ihtiraslarına göre yaşamlarını düzenlemek çok üstün ve
eğlenceli görülüyor. Bülent Akyürek, muhabbet kuşlarının konuşması hakkında; “kuşların
konuşması geriliktir” der. Çünkü kuşların doğal ve fıtrî durumu “ötmek”tir.
Fakat artık insanlar kuşların ne kadar öttüklerine değil de kaç kelime
konuşabildiklerine bakıyorlar. Oysa insanın fıtratına uygun olan, kuşların
ötmesi ve yeryüzüne bir müzik fonu katmasıdır.
Yine bitkiler de insanların
yaptıklarından etkilenmişlerdir ve zaten bitkiler artık GDO denilen melânetle
fıtratlarından tamâmen uzaklaştırılmıştır. Bu yolla onların faydaları da etkisizleştirilmiştir.
Öyle ki doğal beslenebilmek için dağlardan doğal bitkiler toplamak ve “doğal et”
yemek için avcılık yapmak gerekmektedir. Yediğimizin-içtiğimiz ne tadı ne de
tuzu kalmıştır. Hele ki su, artık doğal değildir. Suyun fıtratı akmaktır. Suyun
fıtratına müdâhale ederek akışını kestikleri için, doğallığını ve fıtrîliğini
yitirmiş “donuk ve durgun” suları içmekteyiz. Suyun yararından böylece
uzaklaşmış olmaktayız. Bu bize hastalık ve sıkıntı olarak dönmektedir. Çünkü
fıtrata yapılan ihânet aslâ cezâsız kalmaz, zîrâ Allah, fıtrata yapılan ihâneti,
sünnetullah gereği cezâlandırmaktadır ve bu cezâ bize sıkıntı ve ezâ (hastalık)
olarak dönmektedir.
Özellikle kentlerde (şehir
değil) her-yer asfalt ve beton ile kaplanmıştır. Ayağımızı basacak doğal bir yer
kalmamıştır. Bu, “doğanın fıtratını bozmak” demektir. Tabi bozulan fıtratın
sonucu bize sıkıntı olarak dönmektedir ve bu bozulma çoğaldıkça ağır bedeller
ödetmektedir. Sel, yangın, heyelan, deprem vs. hep doğanın fıtratına saldırmanın
bir sonucudurlar. Çünkü insan fıtrattan kopmuş ve artık Allah’ın emrettiği gibi
yaşamaktan vazgeçmiştir. Fıtrata düşman olmuş insanların yaptıklarının cezâsını
çekmekteyiz:
“O, iş başına geçti mi
(yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve
nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
Modern yaşam-şekli, doğala,
normâle ve fıtrata aykırı bir yaşam-tarzıdır. Modernite, fıtrattan ve doğal
olandan bir sapmadır. Modernizm, fıtrata yapılan ihânetin târihidir. Şirk,
“fıtrata ihânet”in bir sonucudur. Son 250 yıllık târih, “doğal ve fıtrî olan”
üzerine, “doğal ve fıtrî olmayan”ın tahakkümünün târihidir.
İnsan fıtrata uygun olarak
“yarı-mahrûmiyete ayarlı” yaratılmıştır. Refah onu hasta eder. Hele “sahte
refah” (aslında refah içinde olunmadığı hâlde refah içindeymiş gibi yaşama)
ise, “aptal hasta” eder. Dünya şu-anda bu durumdadır. İnsan, “özlem odaklı”
yaratılmıştır. Bu özlem “cennet özlemi”dir. Dünyâ’da hiç-bir zaman oluşamayacak
ve tatmin edemeyecek cennet. Âhirete has olan. Mahrûmiyet insanın fıtrî bir
terapisidir. Refah, insanları hasta etti. “Yalancı refah” ise insanları perişân
etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrûm durumdalar. Çünkü fıtrattan kopmuşlardır.
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivâyet
edildiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk fıtrat üzere
doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veyâ Mecûsi yapar” (Buhâri,
Tefsir (Rûm), 2.
İnsanlar fıtratlarına
yaptıkları ihânetin bir sonucu olarak sapıtmışlardır ve bu sapkınlık, kadın ve
erkeklerin birbirine benzemesi, birbirleriyle yer değiştirmesine kadar
gelmiştir. Artık kadınlar erkeklere benzerken, erkekler de kadınlara
benzemektedirler.
Şimdiki kadınların çoğu
cinsini ister-istemez değiştirmiştir yada değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Erkeklere-özgü
işlere ve hareketlere sâhip çıkarak anneliği ve kadınlığı kısıtlamışlar ve terk
etmişlerdir. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek Allah’ın yaratışını
değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine karşı gelmişlerdir.
Eskiden kadın ve erkekler
birbirlerinin gözlerinden etkileniyorlardı. Şimdi ise elbiselerinden
etkileniyorlar. Çünkü kadının bakışı “bakış” değildir. Zîrâ doğal ve fıtrî
değildir. Böyle olunca da “marka” tekstil ürünlerine rağbet artıyor ve bunları
üretenlere gün doğuyor.
Kadın, “kadın” gibi
davranmaktan vazgeçti. Böyle olunca da kadınlık câzibesini kaybetti, o “kadına
has” edâsı yok oldu. Evden, annelikten, ev hanımlığından uzaklaştırılan
kadınlar farklılaştı. Oysa kadınların erkeklere özgü işleri yapması doğru
değildir ve onları doğallıklarından ve fıtratlarından çevirir ve başkalaştırır.
Bakınca görünen şey şudur: Çalışan kadın, geç evlenen yada hiç evlenmeyen bekâr
kadın, çocuğu olmayan kadın, siyâsete atılan kadın, erkek gibi giyinen kadın,
çok okuyan kadın, erkeklerle çok muhâtap olan kadın, teknolojiyle çok uğraşan
kadın, anne ol(a)mayan kadın (bakıcı anne dâhil) ve erkelere âmir yapılan
kadınlar erkeksileşiyor. Aynı şekilde; kadınlarla çok muhâtap olan erkek,
kadınlarla ilgili işleri çok yapan (bayan kuaförü, terzi, bâzı doktorlar) erkek,
kadınsı renklerden oluşan elbiseler giyen erkek, kadın âmirlerin altında
çalışan erkek, ana-baba tarafından “erkek” gibi yetiştirilmeyen erkekler de
kadınsılaşıyor.
Fıtrata ihanet olarak ve
sapıklığın başka bir şekli olan aykırı evlilikler de yaygınlaşıyor. Kadın
kadına (lâti), erkek erkeğe (lûti) ve hattâ insan ve hayvan evlilikleri de
başlamıştır ve her geçen gün artmaktadır. Fıtrata ihânet, insanları sapıklığa
götürmektedir çünkü. Üstelik insanlar gün geçtikçe bunları normâl görmeye
başlamışlardır. Demek ki fıtrata göre yaşamayınca, sanal, sûni ve sapık bir
hayat tarzı normâlleşmektedir.
Toplumda kadınların amirliği
erkeklere göre artmaktadır. Fakat bu doğal değildir ve fıtrata aykırıdır. Çünkü
erkekler fıtraten kadının emrinde olamazlar. Modern hayat bunu ortaya çıkarmış
ve yaygınlaşmıştır. Bu durum kadınların da hoşlarına gitmektedir fakat bu,
fıtrata aykırı olduğundan dolayı cezâsız kalmamakta ve “kadına şiddet” ve “kadın
cinâyetleri”ne sebep olmaktadır. Çünkü doğal ve fıtrî olan, erkeğin kadına âmir
olmasıdır. Zâten doğala, normâle ve fıtrî olana birebir uygun olan Kur’ân’da
da, Allah’ın, erkekleri, kadınlara âmir olarak yarattığından bahsedilir:
“Allah’ın, bâzısını bâzısına
üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler,
kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir’. Sâliha kadınlar, gönülden (Allah’a),
itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır...” (Nîsâ 34).
Modern dönemde, “ekinin
ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor. Kadın
değiştirilip modernleştirilerek fıtratına aykırı bir hâle gelince ve “bir proje
olarak” küresel güçler modern kadını öne çıkarınca, ifsâd da başlamış oldu.
Çünkü modern kadın evde durmak, evlenmek, çocuk doğurmak ve anne olmak, evinin
hanımı olmak istemiyor. Hâlbuki doğal, normâl ve fıtrî olan budur. Fıtrata
aykırı hareket edildiğinde tabî ki de ifsâd da başlayacaktır.
Kadınlar yaratılış
îtibâriyle nârin yapılı insanlardır. Bu yapıda olmaları aslında bir rahmettir.
Çünkü kadınlar en önemli fıtrî görevleri olan anneliği bu rahmet sâyesinde
yapabilirler. Tabi bu nârin yapıları nedeniyle kadınlar bâzen şiddete mâruz
kalıyorlar. Fakat modern zamanlarda fıtratından uzaklaştırılmış ve “sahte bir
üstünlük” verilmiş olan modern kadın, doğala ve normâle aykırı olarak ve tam
tersi bir şekilde erkeğe, tâbiri câizse “posta koymaya” başladı. Tabî ki bir
zulüm olarak ve gereksiz yere kadınların erkekler tarafından şiddete mâruz
kalması durumu vardır fakat günümüzde, erkeğin kadına gösterdiği “fiziksel
şiddet”in nedeni; modernizmin ve kadının erkeğe gösterdiği “psikolojik
şiddet”tir. Kadın, erkeğin doğal ve normâl hâline, fıtratına şiddet
göstermektedir.
Modern Dünyâ ve modern
kadın, “târihsel erkeği” çok bunaltmıştır. Onun rolünü değiştirmiştir. Fıtrata
aykırı olan bu duruma katlanamayan erkek sürekli gergin bir durumda
bulunmaktadır. Kendini aşağılanmış hissetmektedir. Çünkü “bakmakla/korumakla
yükümlü olduğu” kadın (Nîsâ 34), “modern kadın” hâline getirilerek modern çağda
kendisine tercih edilip üstün tutulur olmuş ve erkek ikinci plânda kalmıştır.
Bu gerçekten de fıtrata çok ters bir durumdur. Çünkü kadın ile erkek yan-yana
durduğunda, kadınların dışarıda yaptıkları işlerin ve bulunduğu ortamın erkeğe
daha çok yakıştığı âyan-beyan ortadadır. Bunun aksi bir durumda erkek komplekse
kapılmaktadır. Bu kompleks onu sürekli gerdiğinden dolayı en ufak bir şeyden
dolayı hemen sinirlenmekte ve şiddete baş-vurmaktadır. Böyle yapmakla kadına
bir nevî üstünlüğünü göstermek/kanıtlamak istemektedir.
Ev, kadının doğal ortamıdır.
Apartman denilen modern “sözde evler”de modern kadını tutmak imkânsızdır.
Modern kadın dışarı çıkmadan duramıyor ve dışarıda olmayı “özgürlük” olarak
görüyor. Fakat modern kadın yine de bir
türlü tatmin olmuyor. Bu sebeple de erkeğe sarıyor. Aslında bu “öğretilmiş bir
davranış”tır. Modern kadın, “erkeğin kendisi için vâr olduğuna” inan(dırıl)mış
olan kadındır. Erkekler sürekli olarak kadınları mutlu etmek için uğraşmalıdır
modernizme göre. Fakat erkekler, kadınları ne kadar mutlu etmeye çalışırlarsa,
o oranda mutsuz olduklarının farkındadırlar. Zîrâ bu görev erkeklerden çok
kadınların görevidir. Çünkü kadın, erkeğe göre daha mûnis (cana yakın) olarak
yaratılmıştır.
Eski putperestlik, bâzı
kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça”
yapma yolunda. Kadın, söylediğimiz gibi; fıtraten ya “bacı”, ya “anne”, yada
“eş”tir. İslâm’a göre kadın, daha çocukluktan îtibâren kızlar tecrübe sâhibi
anne/büyükanne tarafından bu konuda bilinçlendirilmeli, oturmasına, kalkmasına,
giyimine, yürüyüşüne dikkat etmeli ve her konuda aşırıya kaçmamalıdır. Hanımlar
ağır-başlılığını korumalı ve “hafif-meşrep” hareketlerden kaçınmalıdırlar.
Ev-hanımlığını, çocuk yetiştirmesini iyi öğrenmeleri gereklidir. Okula gitmesi
ve okuması fakat ilk dört yıl hâriç diğer okulları ya kızlara has okullarda
yada “dışarıdan” okumayla devâm etmesi, mecbûri bir durum yoksa da eğitim
döneminden sonra çalışmaması fıtrata uygun olandır. Lâkin; heyhat!. Modern
kadın bırakın bunları yapmaktan vazgeçmeyi, bunun konusu açıldığı anda, hemen
ânında îtirâza başlıyor ve şeytanın kontrôlündeki tâğutların, tam da kendisine
öğrettiği gibi isyân etmeye başlıyor. Neler, neler.. Modern kadın, modern çağın
sahte ilahlarından bir ilah olmuş durumdadır.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284
sayılı kânunla kadın, erkek üzerinde bir ceberrut yapılmıştır. Modern kadını
“dokunulmaz” kıldılar. Modern kadına erkeğe karşı o kadar çok silah verilmiştir
ki, duygusal yoğunluğu çok fazla olan kadının, bu silahlarla işleyeceği
“cinâyetler”i şimdiden kestirmek çok kolaydır. Modern kadın bu kânun ile,
tâbiri câizse, gıcık olduğu bir erkeği, iftirâ ile hapse attırabilecek;
boşanmak istediği kocaya, “bana tecâvüz etti” (karı-koca arasındaki tecâvüz)
diyerek evden uzaklaştırabilecek ve hapse attırabilecek; makâmında gözü olduğu
bir erkeğin yerine kolayca geçebilecek fırsatlar bulabilecektir. İşte tüm
bunlar doğallığı ve fıtratı bozduğundan dolayı şiddete ve kadın cinâyetlerine
sebep olmaktadır.
Kadının erkeğe üstün olduğu
tek şey anneliktir. Cennet “annelerin” ayakları altındadır. Kadının kariyerinin
zirvesi “annelik”tir. Ey modern kadınlar!, bilin ki fıtratınıza bir-çok yerde
aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre farklı özelliklere sâhip bir
şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, ‘”anne”, “eş” olarak yaratmıştır.
Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile dışarıda yapmayı seven çoğu
erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir yemek ve huzurlu bir evdir.
Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat diğer zamanlarda huzurlu
bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir şekilde bir köşede kuzu-kuzu
oturacaktır. Zâten evi kadın yönetir. (iç-işleri bakanı). O hâlde Allah’ın
emrine uyun:
“Evlerinizde
vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın
süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt,
gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz
kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti
hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).
Fıtrata-doğala-normâle
aykırı bir iş yapılacak ve bir sorun çıkmayacak.. Bu imkânsız bir şeydir. Kötülük,
insanın nefsi ile ilgilidir, fıtratı ile değil. Zîrâ insanın fıtratı İslâm’la
birebir örtüşür. Fakat nefs, fıtrattan sapılınca etki göstermeye başlar.
“De ki: Herkes kendi
yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu hâlde kimin daha doğru yolda olduğunu
Rabbin daha iyi bilir” (İsrâ 84).
Modernizm ile birlikte
başlayan ve çoğalan fıtrata ihânetin çeşitleri ve bolluğu o kadar fazladır ki,
bu konu hacimli bir-kaç bir kitapla ancak toparlanabilir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder