10 Ağustos 2020 Pazartesi

Fıtrata İhânet

 

“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30).

Fıtrat lûgatta: “Yaradılış, tıynet, hilkat” olarak geçer.

 

Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mîzaç, hilkat, tabî eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi mânâlara da gelir. Terim olarak fıtrat: “Allah Teâlâ’nın mahlûkâtını kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hâl, bir kabiliyet üzere yaratması”dır (İbn Manzur, Lisânü’l-Arab).

 

Tüm târih boyunca ilk defâ, son 150-200 yıldır, doğal, normâl ve fıtrî olandan bu derece sapılmıştır. Daha önce doğal ve normâl olandan yâni fıtrî olandan bu derece bir kopma, vazgeçme ve sapma olmamıştı. Modern dünyâ, doğal, normâl ve fıtrî olanın kötü görüldüğü ve gösterildiği bir dünyâdır. Fıtrata âdetâ düşman olunmuştur. Bunun nedeni tabî ki, modern dünyânın aslında doğal, normâl ve fıtrî olanla bire-bir örtüşen dinden vazgeçmesi ve hattâ ona düşman olması, yerine ise sûni ve sanal bir dünyânın kurulmuş olmasıdır ki bu dünyâ tam da “nefse uygun” olarak düzenlenmiş ve bu uğurda her-şeyin kışkırtılmış olduğu bir dünyâdır.

 

Nefsin önündeki tek engel, “din”dir. Nefsi ancak din dizginleyebilir ve terbiye edebilir. Onu doğal, normâl ve fıtrî sınırına ancak din çekebilir. Fakat dînin geçerliliği görece kaldırılınca meydan nefse kalmıştır. Artık her-şey nefsin isteklerine, arzularına ve ihtiraslarına göre düzenlenmektedir. Fıtratından sapan nefs tabî ki her-şeyin kışkırtıldığı, aşırılaştığı bir dünyâdan memnundur ve zâten böyle bir dünyâya özlem duyar. Nefsin hâkim olduğu bir dünyâ, ihtirasların dinleştiği bir dünyâdır.

 

Modern dünyâda nefs fıtrattan sapınca, artık her-şeyin sapması işten bile olmamıştır ve olmamaktadır. Bakıldığında, ilk başta tabî ki insan olmak üzere her-şey doğal, normâl ve fıtrî durumundan saptırılmış yada en azından sapmadan etkilenir hâle gelmiştir. Her-şey doğal ortamından uzaklaşmış, sûni ve sanal bir noktaya gelmiştir. İnsanlar sûni ve sanal olanı daha çok sever hâle gelmişlerdir, zîrâ nefs “sapkın olan”a daha çok meyil gösterir. Bu meyil taa çocukluktan îtibâren başlar. Meselâ kahvaltıda doğal tereyağı, bal, pekmez, yumurta, peynir, zeytin, reçel vs. olsa ve bunların yanına da sâdece fabrikasyon bir “sürmelik çikolata” koysanız, çocuklar o bir çok doğal ürünü değil de, fıtrata ve doğala aykırı olan sürmelik çikolatayı isterler. Çünkü insan nefs sahibidir ve nefs, doğallıktan uzaklaştırılmış ve çıkarılmış olan şeylere çok düşkün ve meyillidir.

 

Günümüzde fıtratla alâkası olmayan bir “din” olan teknolojinin sapkınlığı öyle bir yere varmıştır ki, artık insanlar “gerçek” olana sırt çevirmiş ve “sanal” olana îtibar etmeye başlamıştır. Bunu devletler de benimsemiş ve kabûl etmiştir. Sonuçta da insanlar sanal bir âlem tarafından kuşatılmış ve içinde boğulur hâle gelmiştir. Sanalın gerçek olana üstün tutulduğuna dâir şöyle bir örnek verelim: Bir keresinde hastâneden aldığım rapor ile ilacımı almaya gittiğimde -ki rapor A4 kâğıdı olarak elimde duruyordu-, rapor henüz internet sistemine düşmediği için ilaçlarımı vermemişlerdi. Bu herkesin yaşadığı sık bir sorun hâline geldi. Elimde doktorun ıslak imzayla imzâladığı gerçek bir maddeden müteşekkil, kağıt şeklindeki raporu kabûl etmiyorlar da, sanal şeklinde bilgisayarda görünmesini bekliyorlar. Elimdeki gerçek kâğıt raporun beş paralık bir değeri ve geçerliliği yok.

 

İnsan bozulunca her-şey bozulmaya başlar ve kısa vâdede de bozulma tüm Dünyâ’ya yayılır. Zamanla bu bozulma tüm dünyâyı sarınca, bu bozulmadan, başta “hareketli canlılar” olan hayvanlar ve sonra da “hareketsiz canlılar” olan bitkiler ve en nihâyetinde de cansızlar bile etkilenir. Hayvanlar artık doğal ve fıtratlarına uygun bir ortamda yaşamadıkları gibi, fıtratlarına aykırı şekilde besleniyorlar, doğal olmayan şartlarda hayvanat bahçesi, kafes, akvaryum vs. gibi özgürlüklerinden kopuk, doğalarına ve fıtratlarına aykırı yerlerde tutuluyorlar ve insana özgü kıyafetlerle süsleniyorlar. Doğal olmayan çiftleştirmelerle farklı ve absürd türler ortaya çıkarılıyor. Hayvanları doğal ve fıtrî hâllerinde uzaklaştırmak ve insanın arzularına ve ihtiraslarına göre yaşamlarını düzenlemek çok üstün ve eğlenceli görülüyor. Bülent Akyürek, muhabbet kuşlarının konuşması hakkında; “kuşların konuşması geriliktir” der. Çünkü kuşların doğal ve fıtrî durumu “ötmek”tir. Fakat artık insanlar kuşların ne kadar öttüklerine değil de kaç kelime konuşabildiklerine bakıyorlar. Oysa insanın fıtratına uygun olan, kuşların ötmesi ve yeryüzüne bir müzik fonu katmasıdır.   

 

Yine bitkiler de insanların yaptıklarından etkilenmişlerdir ve zaten bitkiler artık GDO denilen melânetle fıtratlarından tamâmen uzaklaştırılmıştır. Bu yolla onların faydaları da etkisizleştirilmiştir. Öyle ki doğal beslenebilmek için dağlardan doğal bitkiler toplamak ve “doğal et” yemek için avcılık yapmak gerekmektedir. Yediğimizin-içtiğimiz ne tadı ne de tuzu kalmıştır. Hele ki su, artık doğal değildir. Suyun fıtratı akmaktır. Suyun fıtratına müdâhale ederek akışını kestikleri için, doğallığını ve fıtrîliğini yitirmiş “donuk ve durgun” suları içmekteyiz. Suyun yararından böylece uzaklaşmış olmaktayız. Bu bize hastalık ve sıkıntı olarak dönmektedir. Çünkü fıtrata yapılan ihânet aslâ cezâsız kalmaz, zîrâ Allah, fıtrata yapılan ihâneti, sünnetullah gereği cezâlandırmaktadır ve bu cezâ bize sıkıntı ve ezâ (hastalık) olarak dönmektedir.

 

Özellikle kentlerde (şehir değil) her-yer asfalt ve beton ile kaplanmıştır. Ayağımızı basacak doğal bir yer kalmamıştır. Bu, “doğanın fıtratını bozmak” demektir. Tabi bozulan fıtratın sonucu bize sıkıntı olarak dönmektedir ve bu bozulma çoğaldıkça ağır bedeller ödetmektedir. Sel, yangın, heyelan, deprem vs. hep doğanın fıtratına saldırmanın bir sonucudurlar. Çünkü insan fıtrattan kopmuş ve artık Allah’ın emrettiği gibi yaşamaktan vazgeçmiştir. Fıtrata düşman olmuş insanların yaptıklarının cezâsını çekmekteyiz:  

 

“O, iş başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

 

Modern yaşam-şekli, doğala, normâle ve fıtrata aykırı bir yaşam-tarzıdır. Modernite, fıtrattan ve doğal olandan bir sapmadır. Modernizm, fıtrata yapılan ihânetin târihidir. Şirk, “fıtrata ihânet”in bir sonucudur. Son 250 yıllık târih, “doğal ve fıtrî olan” üzerine, “doğal ve fıtrî olmayan”ın tahakkümünün târihidir.

 

İnsan fıtrata uygun olarak “yarı-mahrûmiyete ayarlı” yaratılmıştır. Refah onu hasta eder. Hele “sahte refah” (aslında refah içinde olunmadığı hâlde refah içindeymiş gibi yaşama) ise, “aptal hasta” eder. Dünya şu-anda bu durumdadır. İnsan, “özlem odaklı” yaratılmıştır. Bu özlem “cennet özlemi”dir. Dünyâ’da hiç-bir zaman oluşamayacak ve tatmin edemeyecek cennet. Âhirete has olan. Mahrûmiyet insanın fıtrî bir terapisidir. Refah, insanları hasta etti. “Yalancı refah” ise insanları perişân etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrûm durumdalar. Çünkü fıtrattan kopmuşlardır.

 

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veyâ Mecûsi yapar” (Buhâri, Tefsir (Rûm), 2.

 

İnsanlar fıtratlarına yaptıkları ihânetin bir sonucu olarak sapıtmışlardır ve bu sapkınlık, kadın ve erkeklerin birbirine benzemesi, birbirleriyle yer değiştirmesine kadar gelmiştir. Artık kadınlar erkeklere benzerken, erkekler de kadınlara benzemektedirler. 

 

Şimdiki kadınların çoğu cinsini ister-istemez değiştirmiştir yada değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Erkeklere-özgü işlere ve hareketlere sâhip çıkarak anneliği ve kadınlığı kısıtlamışlar ve terk etmişlerdir. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek Allah’ın yaratışını değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine karşı gelmişlerdir.

 

Eskiden kadın ve erkekler birbirlerinin gözlerinden etkileniyorlardı. Şimdi ise elbiselerinden etkileniyorlar. Çünkü kadının bakışı “bakış” değildir. Zîrâ doğal ve fıtrî değildir. Böyle olunca da “marka” tekstil ürünlerine rağbet artıyor ve bunları üretenlere gün doğuyor.

 

Kadın, “kadın” gibi davranmaktan vazgeçti. Böyle olunca da kadınlık câzibesini kaybetti, o “kadına has” edâsı yok oldu. Evden, annelikten, ev hanımlığından uzaklaştırılan kadınlar farklılaştı. Oysa kadınların erkeklere özgü işleri yapması doğru değildir ve onları doğallıklarından ve fıtratlarından çevirir ve başkalaştırır. Bakınca görünen şey şudur: Çalışan kadın, geç evlenen yada hiç evlenmeyen bekâr kadın, çocuğu olmayan kadın, siyâsete atılan kadın, erkek gibi giyinen kadın, çok okuyan kadın, erkeklerle çok muhâtap olan kadın, teknolojiyle çok uğraşan kadın, anne ol(a)mayan kadın (bakıcı anne dâhil) ve erkelere âmir yapılan kadınlar erkeksileşiyor. Aynı şekilde; kadınlarla çok muhâtap olan erkek, kadınlarla ilgili işleri çok yapan (bayan kuaförü, terzi, bâzı doktorlar) erkek, kadınsı renklerden oluşan elbiseler giyen erkek, kadın âmirlerin altında çalışan erkek, ana-baba tarafından “erkek” gibi yetiştirilmeyen erkekler de kadınsılaşıyor.

 

Fıtrata ihanet olarak ve sapıklığın başka bir şekli olan aykırı evlilikler de yaygınlaşıyor. Kadın kadına (lâti), erkek erkeğe (lûti) ve hattâ insan ve hayvan evlilikleri de başlamıştır ve her geçen gün artmaktadır. Fıtrata ihânet, insanları sapıklığa götürmektedir çünkü. Üstelik insanlar gün geçtikçe bunları normâl görmeye başlamışlardır. Demek ki fıtrata göre yaşamayınca, sanal, sûni ve sapık bir hayat tarzı normâlleşmektedir.  

 

Toplumda kadınların amirliği erkeklere göre artmaktadır. Fakat bu doğal değildir ve fıtrata aykırıdır. Çünkü erkekler fıtraten kadının emrinde olamazlar. Modern hayat bunu ortaya çıkarmış ve yaygınlaşmıştır. Bu durum kadınların da hoşlarına gitmektedir fakat bu, fıtrata aykırı olduğundan dolayı cezâsız kalmamakta ve “kadına şiddet” ve “kadın cinâyetleri”ne sebep olmaktadır. Çünkü doğal ve fıtrî olan, erkeğin kadına âmir olmasıdır. Zâten doğala, normâle ve fıtrî olana birebir uygun olan Kur’ân’da da, Allah’ın, erkekleri, kadınlara âmir olarak yarattığından bahsedilir:

 

“Allah’ın, bâzısını bâzısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir’. Sâliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır...” (Nîsâ 34).

 

Modern dönemde, “ekinin ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor. Kadın değiştirilip modernleştirilerek fıtratına aykırı bir hâle gelince ve “bir proje olarak” küresel güçler modern kadını öne çıkarınca, ifsâd da başlamış oldu. Çünkü modern kadın evde durmak, evlenmek, çocuk doğurmak ve anne olmak, evinin hanımı olmak istemiyor. Hâlbuki doğal, normâl ve fıtrî olan budur. Fıtrata aykırı hareket edildiğinde tabî ki de ifsâd da başlayacaktır.

 

Kadınlar yaratılış îtibâriyle nârin yapılı insanlardır. Bu yapıda olmaları aslında bir rahmettir. Çünkü kadınlar en önemli fıtrî görevleri olan anneliği bu rahmet sâyesinde yapabilirler. Tabi bu nârin yapıları nedeniyle kadınlar bâzen şiddete mâruz kalıyorlar. Fakat modern zamanlarda fıtratından uzaklaştırılmış ve “sahte bir üstünlük” verilmiş olan modern kadın, doğala ve normâle aykırı olarak ve tam tersi bir şekilde erkeğe, tâbiri câizse “posta koymaya” başladı. Tabî ki bir zulüm olarak ve gereksiz yere kadınların erkekler tarafından şiddete mâruz kalması durumu vardır fakat günümüzde, erkeğin kadına gösterdiği “fiziksel şiddet”in nedeni; modernizmin ve kadının erkeğe gösterdiği “psikolojik şiddet”tir. Kadın, erkeğin doğal ve normâl hâline, fıtratına şiddet göstermektedir.

 

Modern Dünyâ ve modern kadın, “târihsel erkeği” çok bunaltmıştır. Onun rolünü değiştirmiştir. Fıtrata aykırı olan bu duruma katlanamayan erkek sürekli gergin bir durumda bulunmaktadır. Kendini aşağılanmış hissetmektedir. Çünkü “bakmakla/korumakla yükümlü olduğu” kadın (Nîsâ 34), “modern kadın” hâline getirilerek modern çağda kendisine tercih edilip üstün tutulur olmuş ve erkek ikinci plânda kalmıştır. Bu gerçekten de fıtrata çok ters bir durumdur. Çünkü kadın ile erkek yan-yana durduğunda, kadınların dışarıda yaptıkları işlerin ve bulunduğu ortamın erkeğe daha çok yakıştığı âyan-beyan ortadadır. Bunun aksi bir durumda erkek komplekse kapılmaktadır. Bu kompleks onu sürekli gerdiğinden dolayı en ufak bir şeyden dolayı hemen sinirlenmekte ve şiddete baş-vurmaktadır. Böyle yapmakla kadına bir nevî üstünlüğünü göstermek/kanıtlamak istemektedir.

 

Ev, kadının doğal ortamıdır. Apartman denilen modern “sözde evler”de modern kadını tutmak imkânsızdır. Modern kadın dışarı çıkmadan duramıyor ve dışarıda olmayı “özgürlük” olarak görüyor. Fakat  modern kadın yine de bir türlü tatmin olmuyor. Bu sebeple de erkeğe sarıyor. Aslında bu “öğretilmiş bir davranış”tır. Modern kadın, “erkeğin kendisi için vâr olduğuna” inan(dırıl)mış olan kadındır. Erkekler sürekli olarak kadınları mutlu etmek için uğraşmalıdır modernizme göre. Fakat erkekler, kadınları ne kadar mutlu etmeye çalışırlarsa, o oranda mutsuz olduklarının farkındadırlar. Zîrâ bu görev erkeklerden çok kadınların görevidir. Çünkü kadın, erkeğe göre daha mûnis (cana yakın) olarak yaratılmıştır. 

 

Eski putperestlik, bâzı kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça” yapma yolunda. Kadın, söylediğimiz gibi; fıtraten ya “bacı”, ya “anne”, yada “eş”tir. İslâm’a göre kadın, daha çocukluktan îtibâren kızlar tecrübe sâhibi anne/büyükanne tarafından bu konuda bilinçlendirilmeli, oturmasına, kalkmasına, giyimine, yürüyüşüne dikkat etmeli ve her konuda aşırıya kaçmamalıdır. Hanımlar ağır-başlılığını korumalı ve “hafif-meşrep” hareketlerden kaçınmalıdırlar. Ev-hanımlığını, çocuk yetiştirmesini iyi öğrenmeleri gereklidir. Okula gitmesi ve okuması fakat ilk dört yıl hâriç diğer okulları ya kızlara has okullarda yada “dışarıdan” okumayla devâm etmesi, mecbûri bir durum yoksa da eğitim döneminden sonra çalışmaması fıtrata uygun olandır. Lâkin; heyhat!. Modern kadın bırakın bunları yapmaktan vazgeçmeyi, bunun konusu açıldığı anda, hemen ânında îtirâza başlıyor ve şeytanın kontrôlündeki tâğutların, tam da kendisine öğrettiği gibi isyân etmeye başlıyor. Neler, neler.. Modern kadın, modern çağın sahte ilahlarından bir ilah olmuş durumdadır. 

 

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kânunla kadın, erkek üzerinde bir ceberrut yapılmıştır. Modern kadını “dokunulmaz” kıldılar. Modern kadına erkeğe karşı o kadar çok silah verilmiştir ki, duygusal yoğunluğu çok fazla olan kadının, bu silahlarla işleyeceği “cinâyetler”i şimdiden kestirmek çok kolaydır. Modern kadın bu kânun ile, tâbiri câizse, gıcık olduğu bir erkeği, iftirâ ile hapse attırabilecek; boşanmak istediği kocaya, “bana tecâvüz etti” (karı-koca arasındaki tecâvüz) diyerek evden uzaklaştırabilecek ve hapse attırabilecek; makâmında gözü olduğu bir erkeğin yerine kolayca geçebilecek fırsatlar bulabilecektir. İşte tüm bunlar doğallığı ve fıtratı bozduğundan dolayı şiddete ve kadın cinâyetlerine sebep olmaktadır.

 

Kadının erkeğe üstün olduğu tek şey anneliktir. Cennet “annelerin” ayakları altındadır. Kadının kariyerinin zirvesi “annelik”tir. Ey modern kadınlar!, bilin ki fıtratınıza bir-çok yerde aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre farklı özelliklere sâhip bir şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, ‘”anne”, “eş” olarak yaratmıştır. Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile dışarıda yapmayı seven çoğu erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir yemek ve huzurlu bir evdir. Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat diğer zamanlarda huzurlu bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir şekilde bir köşede kuzu-kuzu oturacaktır. Zâten evi kadın yönetir. (iç-işleri bakanı). O hâlde Allah’ın emrine uyun:

 

“Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).

 

Fıtrata-doğala-normâle aykırı bir iş yapılacak ve bir sorun çıkmayacak.. Bu imkânsız bir şeydir. Kötülük, insanın nefsi ile ilgilidir, fıtratı ile değil. Zîrâ insanın fıtratı İslâm’la birebir örtüşür. Fakat nefs, fıtrattan sapılınca etki göstermeye başlar.  

 

“De ki: Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu hâlde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir” (İsrâ 84).

 

Modernizm ile birlikte başlayan ve çoğalan fıtrata ihânetin çeşitleri ve bolluğu o kadar fazladır ki, bu konu hacimli bir-kaç bir kitapla ancak toparlanabilir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder