“De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed’dir (her-şey O’na
muhtaçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğur(t)mamıştır ve
doğurulmamıştır. Ve hiç-bir şey O’nun dengi değildir” (İhlâs 1-4).
Îmanla-inançla problemleri
olanların; henüz şüpheden kurtulamamış olanların; ateist-deist-agnostik
olanların, güyâ inananları köşeye sıkıştıracak târihi bir soruları var. Soru
türevleriyle birlikte şu şekilde; “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim
yarattı?”; “Allah hiç-bir şey yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “Biz
buradayız, O nerede ve oraya nereden geldi?” vs. vs. Bu soruları soranlar sanki
çok büyük, çok ciddî ve cevâbı verilemeyecek bir soru soruyormuş gibi ve “cevâbını
ne de olsa veremez” zannederek soruyor sorularını ve bunlara cevap yetiştirmeye
çalışan müslüman ve inançlı kişi ve kişiler de; târih boyunca “cevap verilemez
sorular” olarak ortaya konan bu sorulara “aşırı bir gard alarak” ve dolayısı
ile anlamsız ve gereksiz yorumlar katarak cevaplar vermeye çalışıyorlar. Tabi
iş iyice karışıyor ve işin içinden çıkılamıyor ve iki taraf da, o soru-cevap
sürecindeki gazla sorularını ve cevaplarını güncelliyorlar. Böylece soru(n)
ortadan kalkmıyor.
Aslında soruların cevâbı çok
basit. Soru çok ciddiye alındığından dolayı net bir cevap verilemiyor. Aslında
sorunun cevâbı İhlâs Sûresi’nde çok açık olmasına rağmen, “çok ortada” olan
şeylerin netliği kaybolduğu için ve dediğimiz gibi soru çok ciddiye
alındığından dolayı, bu sorular “cevap verilemez sorular” olarak çoğalarak
farklı seslendirmelerle hâlen soruluyor ve cevaplanmaya çalışılıyor. Hâlbuki bu
sorular çökmüştür. Bu sorular anlamsızlaşmıştır. Îmansızlıktan kaynaklanan
nedenlerden dolayı bir-türlü iknâ olamayan yada olmak istemeyenler de artık bu
soruyu sormaya cesâret edemiyorlar. “Eee, neymiş bu sorunun cevâbı” diye mi
soruyorsunuz?. O hâlde verelim cevâbı..
İnsanlar “zaman” ile o kadar
çok ve güçlü kayıtlıdırlar ki, “zaman”sız bir düşünüşleri, tasavvurları ve
eylemleri ol(a)maz. Zamâna hem bedenlerinden hem de beyin-zihinlerinden sımsıkı
bağlı olduklarından, zamansızlığı tasavvur bile edemedikleri ve zamansızlık
hakkında bir şey düşünemeyeceklerinden dolayı, sordukları sorular mecbûren “zaman”
ile bağlantılı oluyor. Yâni insanlar, zamâna atıf yapmayan sorular soramıyorlar,
soramazlar. Bu nedenle de “sözde cevap verilemez” olan bu sorular zamandan
bağımsız sorular değildir. İnsanlar diğer insanlara, onlar da kendisi gibi zamanla
kayıtlı olduğu için zaman-merkezli sorular sorabilirler ve aldıkları cevaplar
iknâ edici olabilir. Fakat insanlar zaman-dışı olan bir şey hakkında zamandan
bağımsız olmayan sorular soramazlar ki.
Yukarıda sorulan bu sorular
yâni; “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim yarattı?”; “Allah hiç-bir şey
yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “Biz buradayız, O nerede ve
oraya nereden geldi?” gibi sorularının cevâbı aslında “zaman” ile ilgilidir. Bu
sorular Allah için sorulamaz. Çünkü Allah zamanla kayıtlı değildir. Zâten bir
tek Allah (yaratıcı) zamanla kayıtlı değildir. Zamâna mahkûm ve mecbur
değildir. Çünkü zamânı Allah yaratmıştır. Yâni Allah, zamânı da yaratmıştır. Zamânı
yaratandır. Böylece zamânın olmadığı bir durumda-anda Allah’ın vâr olduğu
açığa çıkar. Zamânı yaratan Allah olduğu için, zamânı yaratmadan önceki o
özel durumda Allah’ın vâr olduğu kesinleşir. Zâten zamânın aslî bir varlığı
yoktur ve maddeye bağlıdır. Maddenin hareketinin bir sonucudur. Bir
maddenin-nesnenin bir noktadan diğer bir noktaya hareket etmesi, onun zamânındır.
Zaman budur. Eğer hareket etmeseydi o maddenin bir zamânı olmayacaktı. Dolayısı
ile zaman, maddenin hareketi ile başlamıştır. Meselâ mutlak soğukluk olan
-273.15 derecede madde mutlak anlamda duracağından dolayı füzyona uğrayıp içine
çökecek ve zamânı bitecektir. Madde durduğunda zaman yok olur. Madde varsa zaman
vardır. Dolayısıyla Allah zamânı, maddeyi yaratarak yaratmış oluyor. Allah’ın,
zamânı yaratması, maddeyi yaratmasıdır.
Şimdi; Allah zamânı da
yaratmış olduğundan ve bu nedenle zamanla kayıtlı olmadığından dolayı bu tarz
sorular anlamsızdır ve dolayısıyla da zamanla kayıtlı olan insanın mecbûren
zamâna atıf yaparak sorduğu bu sorular geçersizdir. İnsanın bu sorulara bir
cevap alabilmesi için, zamanla kayıtlı olmayan Allah hakkında, zamâna atıf
yapmadan sorması gerekir sorularını. İşte insanın buna gücü
yetmediği-yetmeyeceği için bu tarz sorular anlamsızlaşıyor. Bakın; “Allah bizi
yaratmadan önce” sorusu, Allah’ı zamanla kayıtlamaktır. Fakat Allah için
önce-sonra yoktur. Allah bizi ve her-şeyi yaratmadan önce (yada durumda) zamânı
da yaratmamıştı zâten. Şimdi, insan zamâna yâni maddeye (çünkü kendisi de
maddedir) aşırı bağlı olduğundan dolayı zamansızlığı tasavvur edemiyor ve böyle
bir tasavvura sâhip olmadığından, zamandan bağımsız bir soru soramıyor. Zamâna
atıf yapmadan bir soru soramıyor. “Her-şeyi Allah yarattı da, Allah’ı kim
yarattı?”; “Hiç-bir şey yokken, varlığı yaratmadan önce ne yapıyordu?”; “O
nerede ve oraya nereden geldi?” sorularını zamanla ilişkilendirmeden soramıyor
ki insan. İnsan bu sorulara bir cevap alabilmesi için, -dolaylı yoldan da olsa-
işin içine zamânı katmadan sorması lâzım sorularını. Fakat böyle bir aklî-zihnî
gücü yok insanın. Zamandan bağımsız olan Allah, bu sorulara bir melek aracılığı
ile zamandan bağımsız bir cevap verse bile, insan bunu anlayamaz ve idrâk
edemez ki?. Zîrâ zamansızlığı tasavvur edemiyor. Sorulan bu sorular, zamânın
olmadığı anların-durumların öğrenilmesi için “zamanla kayıtlı” sorulardır.
Zaman-merkezli sorularla zamansızlık anlaşıl(a)maz. Yanlış bir soruyla doğru
cevap alınamaz. Alınsa da idrâk edilemez. Allah madde değildir ki bir zamânı
olsun ve zamâna bağımlı olsun. O hâlde önce-sonra ile ilgili bir soru Allah
için sorulamaz. “Allah’ı kim yarattı” sorusu, “Allah ne zaman yaratıldı”
sorusudur. Çünkü soru “önce” ile alâkalıdır, yâni zamanla alâkalıdır.
“Her-şeyi yaratmadan önce” sorusu da aynı şekilde. “Oraya nereden geldi” sorusu
da O’na bir öncelik-sonralık atfetmek oluyor. Yâni, bulunduğu yerde “bir
zamanlar yoktu da daha sonra geldi” gibi. Netîcede bu sorular Allah’ı -hâşâ-
zamânla kayıtlıyor ve zamâna bağımlı kılıyor. Hâlbuki Allah zamâna bağımlı ve kayıtlı
değildir.
Bu soruların cevâbı işte şu
tek cümledir: “Allah zamânı da yaratmıştır”. Cevap budur.
Madde zamânın bir sonucudur,
o hâlde madde olmadığında zaman da yoktur. Bu nedenle maddenin olmadığı bir
zaman da yoktur, yâni “Allah maddeyi yaratmadan önce” diye başlayan bir soru
sorulamaz. Maddenin öncesi, zamanla alâkalı değildir. Onun ne olduğunu
bilmiyoruz.
İnsan bedenen sınırlı bir
yapıya, sınırlı bir güce-kudrete sâhip olduğu gibi, zihnen ve anlayış olarak da
sınırlıdır ve tüm her-şeyi anlayıp idrâk edebilmesi mümkün değildir. Daha
kâinat ile ilgili yâni Allah’ın yarattıklarıyla ilgili kesin ve net bilgiye
bile ulaşamazken, kâinâtı yaratan Allah’ın zâtıyla ilgili bilgiyi idrâk etmesi
söz-konusu bile olamaz.
Kur’ân’da Allah ile ilgili âyetler,
müteşâbih âyetlerdir. Meselâ: “Allah,
göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misâli, içinde çerağ bulunan bir
kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır
ki, doğuya da batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu
öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) nûr
üstüne nûrdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip-iletir. Allah
insanlar için örnekler verir. Allah her-şeyi bilendir” (Nûr 35). Âyet, açık
arapça olmasına ve bildiğimiz-tanıdığımız varlık üzerinden Allah’ın tanıtılması
yapılmasına rağmen 1.400 yıldır hiç kimse bu âyete iknâ edici ve tatmin
edici bir tefsir-yorum yapamıyor. O hâlde; “mutlak kayıtsız Allah’ın
mutlaklığı hakkında, mutlak kayıtlı olan insanın idrâk edebileceği bir şey
yoktur”. Bu nedenle biz, “nedir” ile ilgili değil, “ne değildir” ile ilgili
konuşabiliriz ancak, o da sınırlı olarak. Zâten Allah hakkında bir tanımlamada
bulunmak, “tanımlayan tanımlanandan üstündür” sözü gereği, -hâşâ- Allah’tan daha
fazla bir üstünlük demek olur.
Aslında verilen bu cevap da
mutlak bir cevap değildir. Mutlak bir cevap verilemez. Yaratılmış olan hiç-bir
şey bu sorulara mutlak bir cevap veremez. O cevâbı mutlak olarak yine ancak
Allah verir ama o cevâbı da yine sâdece Kendisi idrâk edebilir kudretinden ve
kayıtsızlığından dolayı. Bu soruların mü’min için kesin ve net cevâbı, “inanç”tır
aslında. “Îman”dır. O îmânı içinin en derinliklerinde duyanlar için bir sorun yoktur
ve bu tarz sorgulamalar da yapmazlar. Îman, Allah hakkındaki bu tarz soruların,
insan için en net cevâbıdır. Cevap îmandır. Îmânı olmayanlara delil yetmez
zâten.
Bir formülün bin problemi
çözmesi gibi; îman, samîmi bir mü’min için bu tarzdaki bin soruya bile cevap
verebilir. Sesli yada sessiz..
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2016