Seküler-modern zamanlarda müslümanların büyük
çoğunluğu da dâhil, insanlar vazgeçemeyecekleri alışkanlıklar edindiler-ediniyorlar.
Bu alışkanlıkların çoğu gereksiz ve zararlı olmasına ve insanlar bunu çok net
görmelerine rağmen bu alışkanlıklarından ve hayat-tarzından vazgeç(e)miyorlar
ve hattâ vazgeçmeyi düşünmüyorlar bile. Zâten modernizm, bu alışkanlıkların
kötü sonuçlarını örtmek için insanlara, bu zararları -görece- örtecek başka
alışkanlıklar kazandırıyor ki artık o yeni alışkanlıklardan da vazgeçmek mümkün
olmuyor. Gayr-ı İslâm’i bâtıl yollar, insanları sûni alışkanlıklara müptelâ
ediyor ve vazgeçemeyecekleri şeylere kilitliyor ve mahkûm ediyor. Artık
insanlar vazgeçemeyecekleri şeylere sâhip olmak için yarışa giriyor ve bu
yarışta öne geçmek için her türlü gayreti sarf ediyorlar. Her-türlü alışkanlık,
her-türlü vazgeçemeyişleri de berâberinde getirir. Bu nedenle Peygamberimiz
sık-sık; “Allah’ım alıştırma!” diye duâ ederdi.
“İnsanların
kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı.
Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine
tattırmaktadır” (Rûm 41).
İnsanların, zararlarına rağmen vazgeçemedikleri
şeyler, nefislerine uyarak, kendi yaptıkları yüzünden alıştıkları şeylerden
dolayıdır. Hattâ şöyle bir şey desek yanılmış olmayız herhâlde: “İnsanların hâl-i
pür melâli, vazgeçemeyişleri nedeniyledir”. Bir-kez vazgeçiş bile Dünyâ’nın
dengesizliğini değiştirmeye başlayacaktır. Bu nedenle vazgeçmenin büyük bir
gücü vardır. Zâten şeytanın, vazgeçmeyi bilenlere gücü yetmez:
“Şüphesiz,
kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım
üzerinde zorlayıcı hiç-bir gücün yoktur” (Hicr 42).
Peki nelerden vazgeçmeliyiz?..
Kur’ân’ın yasakladığı tüm şeylerden vazgeçmeliyiz.
Fakat bu vazgeçişi sürdürebilmek için de yine Kur’ân’ın emirlerini
uygulamalıyız. Vazgeçişin samîmi ve kalıcı olduğunun delîli bu olacaktır. “Emr-i
bil mâruf ve nehyi anil münker” denilen şeydir bu.
Fâiz, içki, kumar, zinâ, yalan, gıybet, iftirâ, hırsızlık,
cinâyet, saygısızlık, tembellik vs. Kur’ân’ın yasakladığı tüm bu şeylerden
vazgeçmemiz ve bu vazgeçişte sebât etmek için de namaz, oruç, zekat-infak, hac,
kurban, ana-babaya saygı-sevgi, gayretli çalışma ve kimseyi Allah kadar güçlü
ve etkili görmeyerek (tevhid) hayâtımızı sürdürmeliyiz. Bunları yapmak için de
bir-çok şeyden ferâgat etmeliyiz. Unutmayalım ki bu Dünyâ inananlar için, helâlinden
geçinilecek ve az-biraz tadı çıkarılacak olan fakat, geçici bir imtihan yeri
olduğu bilinciyle yaşanılacak yerdir. Asıl kalıcı ve üstün olan ise âhiret hayâtıdır.
Bu bilinçle bakıldığında vazgeçişin bir anlamı ve değeri olacaktır. Bu
vazgeçişlerin motoru, âhirete olan îmandır.
Vazgeçişler yapmak için Kur’ân-merkezli idrâk etme
yoluna girdikten sonra, sünnet-merkezli vazgeçişler ve eylemlerde bulunma
yoluna da girilmelidir. Tabi bunun için; Uykumuzun bir bölümünden vazgeçmeliyiz
ilk başta ve bilinç-eylem için zaman açmalıyız. “Yapmasak da olur” cinsinden
olan film-dizi-televizyon izlemekle kaybettiğimiz zamânı geri kazanmak için
bunlardan büyük ölçüde vazgeçmeliyiz. Bilindiği gibi televizyon-bilgisayar
bizim zamânımızın büyük bir kısmını (ç)alıyor. Türkiye’de günde ortalama 4-5
saat televizyon izlendiği istatistikleri var. Bu nedenle bu vazgeçişi yapmak
olmazsa-olmazdır. Zâten bunlar bizim gerçek ve zarûri ihtiyaçlarımız değildir. “Kişi
yediği ve içtiğidir” sözüne göre, yediğimiz-içtiğimiz-giydiğimiz bir-çok şeyden
de vazgeçmeliyiz ki hem tükettiğimiz gereksiz ve yararsız ve aksine zararlı
olanların olumsuz etkilerinden kurtulalım, hem de ekonomimiz boş yerlere
akmasın. Sırf bu paragrafta yazdıklarımızdan büyük oranda vazgeçtiğimizde bile
muazzam bir zaman, enerji ve maddiyat bize kalacaktır ve bunu İslâm’i alana
kanaliz edebileceğiz. Bereketin artması bu demektir zâten.
Boş konuşmalardan ve sözlerden de kaçınmalıyız. Hiç-bir
yaraya merhem olmayan buluşmalar ve konuşmalardan vazgeçip hayırlı olana yönelmeliyiz.
“Ya hakkı konuş yada sus” sözü îcâbı. Unutmayalım ki dîni olarak kabûl edilen
bir-çok konuşmada-sohbette bile bir fayda yoktur. Zâten çok-çok büyük bir kısmı
eyleme dönmeyen ve sâdece ses çıkaran şeylerdir bunlar. Bu nedenle boş yere
sözde dîni amaçla bir-araya gelmekten bile vazgeçmeliyiz.
Yine zırt-pırt misâfirliğe yada gezmelere de bir
sınır koymalıyız. Normâl bir seviyeye düşürmeliyiz bu gidip-gelmeleri. Tabî ki
bundan tümden vazgeçmek yanlıştır ve İslâm insanlara misâfirliği ve gezmeyi de
öğütler (sıla-i rahim). Fakat meselâ faydasız bir filmi seyretmeye gitmek neden
bir ihtiyaç olsun?. Büyük ihtimâlle o tarz filmlerin yararı olmadığı gibi
zararı vardır. Fakat çok yararlı olan ve hattâ seyredilmesi tavsiye edilen film
ve belgeseller de vardır. Bu-arada, biz şu-anda bir ruhbanlıktan bahsetmiyoruz
ve zâten İslâm’da ruhbanlık yasaklanmıştır ve ruhbanlıktan ve hastalık
boyutunda dînî konularla uğraşmaktan da vazgeçmeliyiz. Bilindiği gibi Peygamberimiz,
ruhbanlığa kapılan bir-kaç sahabeyi biraz da sert bir şekilde uyarmıştı:
“Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin nâfile ibadetlerini
öğrenmek üzere, üç kişilik bir grup, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin
hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibâdetleri
bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve;
‘Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz?. Onun geçmişteki ve
gelecekteki günahları bağışlanmıştır’ dediler.
İçlerinden biri:
‘Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz
kılacağım’ dedi.
Bir diğeri:
‘Ben de hayâtım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz
gün geçirmeyeceğim’ dedi.
Üçüncü kişi de:
‘Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, aslâ
evlenmeyeceğim’ diye söz verdi.
Bir müddet sonra Peygamber efendimiz onlarla karşılaştı ve
kendilerine şunları söyledi:
‘Biraz önce şöyle-şöyle diyen sizler misiniz?’ buyurdu.
Onlar:
‘Evet ey Allah’ın elçisi’ dediler.
Resûlullah:
‘Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok
korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bâzen oruç tutar, bâzen
tutmam. Geceleri hem namaz kılar, hem de uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim
benim sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden değildir, benim sünnetimden yüz
çeviren kimse benden değildir’ buyurdu. (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5)”.
O hâlde “aşırı dincilik” diyebileceğimiz şeytanın
sağdan yaklaşmalarından uzak durarak vazgeçmeliyiz. Biz “vasat” biz ümmetiz
zîrâ.
Aşırı şefkât ve merhâmetten bile vazgeçmek gerekir.
Allah bile, Rahman, Rahim ve Gafur’dur fakat aynı-zamanda Celâl, Kahhar, Cebbar
ve Müntakim isimleri de vardır. Kur’ân’da Hz. İbrâhim örneği üzerinden günahkâr
bir kavim olan Lût kavmine gelecek azâbın çevrilmesi çabasından vazgeçmesi
gerektiği söylenir:
“İbrahim’den
korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman, Lût kavmi konusunda bizimle
çekişip-tartışmalara giriyor(du). Doğrusu İbrâhim, yumuşak huylu, duygulu ve
gönülden (Allah’a) yönelen biriydi. Ey İbrâhim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu
ki, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab
gelmiştir” (Hûd 74-76).
Aynı-şekilde müşrik babası için duâ etmekten
vazgeçmesi de istenmektedir. Hz. Nûh’a da oğlundan vazgeçmesi tavsiye edilir. Bu
bağlamda vazgeçmenin, yerine göre çok ağır bedelleri vardır ve bilindiği
gibi Bedir Savaşı’nda bir-birleriyle savaşanların içinde baba-oğul ve yakın
akrabalar da vardı. İşte sahabeyi örnek toplum yapan nedenlerden biri de, hak
uğruna bu akrabâlık ve yakınlıklardan bile vazgeçebilmeleriydi.
İnsanları haksız ve yıkıcı eleştirmekten de vazgeçmek
gerekir. Hatâyı yüze vurmaktan vazgeçmek çok önemli ve Allah’ın
emirlerindendir. Gıybetten, kötü lâkap takmaktan vazgeçilmeli, şakalar bile
haddi aşmamalıdır. Sınırı aşmış şehvetlerden oruç ve namaz ile vazgeçmek
gerekir:
Sabır ve
namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır
(bir yük)dır” (Bakara 45).
Cehd=azimli-gayretli çalışmanın zirvesi, mallarla ve
canlarla cihad etmektir.
Mallarla cihad insanı en çok zorlayan şeylerin
başında gelir. Zîrâ insan bâzen canını verir de malını vermez. Bu nedenle
malından vazgeçmeyenler canından hiç vazgeçemezler. “Mal canın yongasıdır” denir.
1/40 zekat oranı, mallardan vazgeçmek demek değil, vermekte cimriliktir daha
çok ki sahabe bu orana “zekat-ı bâhil”, “cimrinin zekatı” derlerdi. Sahabenin
bir-çoğu Allah yolunda mallarını sarf etmişti. Mallardan vazgeçmek, îmânı o-anda
arttırır. Genelde insanlar, özelde ise müslümanlar şu-an îtibâriyle perişân bir
vaziyettedirler. Haysiyetleri ayaklar altına alınmıştır. Çünkü her yönden
kuşatılmış vaziyettedirler. Tabir-i câizse, Dünyâ bir açık hava hapis-hânesine
dönüştürülmüştür ve insanların büyük kısmı inim-inim inlerken, diğer kısmı da
eşekleştirilmiştir (istihmar). Bu durumdan kurtulmak elzemdir. Zîrâ insan böyle
çirkef bir hayâtı yaşayacak kadar alçalamaz. İşte bunun için büyük vazgeçişler
gereklidir ki, mallardan büyük oranda vazgeçmek bu bağlamda en önemli
vazgeçişlerden biridir. Bu vazgeçişin oranı kişinin durumuna göre olacaktır
tabî ki. Kimisi birazını, kimisi yarısını, kimisi de hemen-hemen tamâmından
vazgeçmelidir.
En nihâyetinde insanların bir kısmının canlarından da
vazgeçmesi gerekebilecektir (şehâdet). Zîrâ İslâm bir şâhitlik ve şehitlik dînidir.
Aynen buna tâlip olan ve canlarından vazgeçen sahabelerde görüldüğü gibi. Tabî
ki en büyük mükâfat bu vazgeçişi yapabilenler için olacaktır. Allah buna “büyük
kurtuluş” der. İslâm ve Kur’ân baştan-sona “cennet karşılığında bir vazgeçiş” tavsiye
eder. Bunun zirve âyeti şudur:
“Hiç
şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlakâ cenneti vermek üzere-
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösterecek olan
kimdir?. Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte
‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).
“…Allah
yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için
daha hayırlıdır” (Tevbe 41).
“Ey îman
edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a
ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad
edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Saff 10-11).
Eflâtun; “Ölmek yaşamaktır” der. Ebedî âlemde yaşamak
için ölmek gerekir. Dünyâ’dan vazgeçmeden cennete gidilemez. Bu Dünyâ’da
canlarından vazgeçtiği hâlde “doğal ölüm”le ölenler de Allah’ın izni ile cennette
şehitlerle buluşacaklardır.
Vazgeçmek “ihtiraslardan vazgeçmek” demektir.
İhtiraslarımız ihtiyaçlarımız değildir. İhtiraslarımızdan vazgeçtiğimizde, bir-çok
şeyden vazgeçmiş olacağız. Vazgeçmeden Allah’a kavuşamayız.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder