Müslümanların içinde “âlim” bilinen kişiler de dâhil
bir-çok kişi, servet elde etmeyi meşrû olarak görüyorlar. Belli bir servetin
olması “çark”ın dönmesi için tabî ki de gereklidir fakat sorun, bahsedilen
servete bir ölçünün konmamasıdır. Dînî bilgiye sâhip olan bir müslümana “birden
fazla evim olabilir mi” diye sorulduğunda, “tabî ki olabilir” diyor. “Peki 10
evim olabilir mi” sorusuna da “olabilir” cevâbını veriyorlar. O hâlde 100,
1.000, 10.00 bin evim de olabilir. Hattâ milyonlarca evim olabilir. Yada
katrilyonlarca param olabilir modern müslümana göre. Nihâyet şöyle bir soruya
gelinir: Dünyâ’daki evlerin %99’u benim olabilir ve tüm insanlar benim kirâcım
olabilir mi?. Yada Dünyâ’daki paranın %99’u benim olabilir ve diğer tüm
insanlar benim işçim daha doğrusu kölem olabilir mi?. Bu soruya ne cevap
verilecek?. 100. eve sâhip olmada bir sorun yoksa, 100 milyonuncu eve sâhip
olmada niye bir sorun olsun ki?. Ben niye kendime bir sınır koyayım?. Bir
sınırdan bahsediliyorsa bu sınırı ne belirleyecek?. Neden 10.000 evle
yetineyim?. Niye “o sınırda” durayım?. Bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur. O
hâlde zekatımı yâni klâsik görüşe göre 1/40’ı verdiğimde Kârun gibi olabilir
miyim?. Emin olun ki Kârun gibi kişiler mallarının 1/40’ını aslâ ver(e)mezler.
Peki sınır olmadığını varsaydığımızda, Dünyâ’nın sâhibi olabilir miyim?. O
kadar mal toplayabilir miyim?. Dünyâ’ya sâhip olduğumda neden gözümü Ay’a
dikmeyeyim? Sonra da diğer gezegenlere ve yıldızlara?. Hattâ tüm kâinâta?. Mal
toplama hırsının bir sonu yoktur ve kanımca Allah’ın, kâinâtı “sınırları belli
olmayacak şekilde” yaratması, insanların sınırlarını gördüklerini hedef
edindiklerindendir.
Mal toplama âşığı kişilerin durumlarını Kârun örneği
üzerinden inceleyelim:
“Gerçek şu ki,
Kârun, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle
hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir
topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü
Allah şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah’ın sana verdiğiyle âhiret
yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan
ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah
bozgunculuk yapanları sevmez”. Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla
bana verilmiştir’. Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki
nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından
daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları
sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı.
Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri
bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine
ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve
sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden
başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine
geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o,
kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı
dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin
rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş
olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh
bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas
76-82).
Mal-mülk, kişiyi kendi kavminden bile
uzaklaştırabiliyor ve onlara düşman edebiliyor. Bu kişiler hiç-bir öğüdü
dinlemezler. Yardım isteklerine olumlu cevap vermezler. Bu fazla dile
getirildiğinde bozgunculuğa baş-vururlar. Mal toplamaktan vazgeçemeyenler bu
görece zenginliğin sebebini kendilerinde olan bilgiye-beceriye dayandırırlar.
Kendinden önceki zenginlerin nasıl da yok olup gittiğini düşünemezler.
İhtişâmı-gösterişi çok severler. İnsanların kendilerine özenmesinden mutluluk
duyarlar ve bu şekilde insanların da yoldan çıkmalarına sebep olabilirler. Bu
kişiler öğüt verenleri de duyamazlar. Bu durumun sonu hüsrandır, zîrâ Allah
kendisi gibi bir otoriteyi aslâ kabûl etmez. İnsanların çoğu, bu zenginliğin
yerin dibine battığını gördüklerinde ders alırlar ancak. Böyle bir zenginlik
inkârı da yanında getirir.
“Malınızı-mülkünüzü heder edin” demez Kur’ân. Dengeli
bir harcamadan bahseder. Fakat bu, 1/40’a denk gelmez. Sahabenin de dediği
gibi; bu, zekat-ı bâhil=cimrinin zekatıdır.
“Elini
boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret
(pişmanlık) içinde kalakalırsın” (İsrâ
29).
1/40 Kur’ân’dan çıkarılmış bir oran değildir. Mekke
müşrikleri de zâten aynı ölçüyü (1/40) kullanıyorlardı. Kur’ân’dan çıkan ölçü
nedir peki?. 1/12 bir Kur’ân ölçüsüdür. 12 ay da bir oruç tutarız meselâ. 12 ay
boyunca yerken, bir ay boyunca (1/12) yemeyiz. Bu bir ölçü/orandır. 12’de 1’ini
vermektir. 40’da 1’i falan geçin. Vermenin hesâbı yapılmaz.
Şeytan, Hz. Âdem’i mal-mülk ile kandırmıştı:
“Derken
Şeytan Âdem’in kafasını karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem, sana ebedilik
ağacını (mülk-ü lâ yeblâ), yâni yok olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü
göstereyim mi?” (Tâ-hâ 120). Bu âyet
el-an devâm ede-gelen bir konuşmadır. Şeytan’ın bu vaadine kapılan-kapılana.
Mal toplama âşıkları pek cimridirler. Zenginlik,
yanında cimriliği de getirir çünkü:
“Onlara
kendi bol ihsânından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler;
onlar böyle sırt dönenlerdir” (Tevbe
76).
Rothschild, Rockefeller ve bir-kaç süper-zengin âile
(Kenzolar=kenzun) ipleri ellerine almışlar, ülkelerdeki uşaklarıyla Dünyâ’yı
istedikleri gibi yönetiyorlar. “Uzlaşmacı kapitâlizmi” hesâba katmayan Marx
yanıldı. Kapitâlizm Dünyâ’ya “hâkim” oldu. İnsanlar bu sisteme kul-köle olmuş
olmalarına rağmen hiç-bir îtirazları yok. Uzlaşmacı kapitâlizm îtirazın önünü
kesti çünkü. Malcom X:
“Bana bir kapitâlist gösterin, ben de size bir kan-emici göstereyim”
der.
Bankalar modern para toplama merkezleridir. Kapitâlizm
mal toplamayı bankalar aracılığı ile yapıyor ve Dünyâ’yı soyup soğana
çeviriyor. Bakunin:
“Banka soymak değil, banka kurmak suçtur” der.
Bertolt Brecht:
“Bir banka kurmanın yanında, bir banka soymak nedir ki?”
der.
Hz. Ali, belki de kendisine sûikast düzenlenmesine
neden olan şu sözü etmişti:
“Şimdi bırakıp geliyorum. Açları doyurmayı, başkasının malını çok
yiyenlerin boğazını sıkmayı ve “ne yediysen ver” demeyi, üstelik süte de dönmüş
olsa, damaklarına da çıkmış olsa çıkarmayı şart koşuyor ve ipotek ediyorum”.
Hüseyin Alan:
“BM insânî gelişmişlik raporuna göre en tepedeki 358 kişilik küresel
milyarderin toplam serveti, 2.3 milyar insanın bir yıllık toplam gelirine eşit.
Küresel servetin %22’si, dünyâ-nüfusunun %80’inini oluşturan, gelişmekte olan
ülkelere âit. Gerisi küresel bir avuç seçkinlerin. Yapılan bir hesâba göre, en
tepedekiler 5.000 kişi. Piramit aşağıya doğru genişleyerek açılıyor. Benzer bir
örnek Asya Kaplanları palavrasıdır. Bu kaplanlar kendi ülke nüfuslarının sâdece
%1’ni oluşturuyor.
Türkiye’de bankalarda 1 milyon dolar veyâ karşılığı TL ve üzeri mevduata
sâhip olanların sayısı 75 bin kişi. Bir o kadar da diğer varlıklarıyla zengin
olanları varsayalım. 1 milyar dolar ve üzeri servete sâhip olanların sayısı 35
kişi. Türkiye’nin nüfûsu 77 milyon kişi. Kişi-başına düşen millî gelir 10 bin
dolar civârı. Hangi kişiymiş bu, gören-bilen var mı?. Asgari ücret aylık 350,
yıllık 4.000 dolar diyelim, 10.000 doların gerisi kimin cebinde?. Ülkede 19
milyon insan yoksulluk sınırında. Yâni günlük 4 dolar gelire sâhip. 6 milyon
civârı insan asgari ücretle çalışıyor. Bu çalışanı eşi ve çocuklarıyla birlikte
nüfus olarak toplasak, en az 15 milyon kişi yapar. Bu eve bir tek asgari ücret
giriyor. Bunlar iş bulup da çalışabilenler sâdece. Nasıl geçiniyorlar?. Kadını
da iş-hayatına kazandırmak gerek. Başbakan söylemiyor mu, “kadın konusunda
cinsiyet ayırımını kaldıracağız, eğitim ve sosyâl hayâta katılma bakımından
kadını teşvik edeceğiz!”. Bir yerlerde demiştik; “hükûmetler çoğu-zaman ne
yaptıklarını bilmezler dâhi” diye. Başbakanın söylediği bu reform ne mânâya
geliyor, siz düşünün!” der.
“Birleşmiş Milletler (BM) Dünyâda açlık sorunu
yaşayan insan sayısının 1 milyarı geçtiğini açıkladı. BM Gıda ve Tarım Örgütü
(FAO) ile Dünyâ Gıda Programı’na (WFP) yayınladıkları ortak raporda, Dünyâ’da
açlıkla mücâdele eden insan sayısının, 2009 yılında 100 milyon artarak, 1
milyar 20 milyona ulaştığını bildirdi. Raporda, bu sayının son 40 yıldaki en
yüksek aç sayısı olduğu ifâde edildi. FAO Genel Sekreteri Jacques Diouf rapor
açıklanırken, “Aç insanların sayısındaki artış tahammül edilemez noktada” dedi.
Diouf, “Açlık sorununun yok edilmesi için ekonomik ve teknik olanaklarımız var,
ancak açlığı sonsuza kadar yok etmek için eksik olan siyâsi irâdedir” der.
Görüldüğü gibi 1 milyar insan yer-yüzünün
sokaklarında aç dolaşıyor. İhsan Eliaçık bu nedenle: “bir milyar insan hangi
suçundan dolayı aç?” diye sorar.
İslâm bir amaç için olmayan mal biriktirmeyi ve
servet edinmeyi yasaklar. Bu nedenle de servetin dağılımını emreder. İslâm’ın
servet hakkındaki hükmü “Kur’ân’ın Kur’ân’ı tefsiri” sadedinde âyetlerin şu
sıralamasıyla idrâk edilebilir:
“Orada
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir
etti” (Fussilet 10).
“..Ve sana
neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah,
size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi
Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?”
(Nâhl 71).
“Ey îmân
edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) râhiplerinden
çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.
Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir
azabı müjdele” (Tevbe 34).
“Allah’ın,
bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet
günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı
Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).
Müslümanlar da liberâl-kapitâlist sisteme
eklemlenerek “mal toplama sendromu”na yakalandılar. Sanki Dünyâ’ya mal toplamaya
gelmişler. Mal diye-diye mallaşmışlar da vicdanlarını dinlemedikleri gibi
hiç-bir öğüdü de dinlemiyorlar. İnsanları mallarının durumuna göre
değerlendirip ölçüp biçiyorlar. Malı çok olanı üstün görüyorlar. En çok mal
toplayan, en üstün oluyor modernist Dünyâ’da. Hâlbuki konuşmaya gelince, “güzel
örneğimiz” Hz. Muhammed’in bir hasırın üzerinde yattığını ve toplumun vasat
insanları gibi yaşadığını anlatıp duruyorlar:
Hz. Ömer bir-gün, Peygamberimizin saadet hücresine
girecek ve hıçkıra-hıçkıra ağlayacaktı. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca da,
o koca Ömer şöyle diyecekti: “Ya Resûlullah!. Dünyâ kralları, Kisralar servet
içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok.. yatağın
hasır.. ve teninde yattığın zeminin izleri.. Hâlbuki sen âlemlere rahmetsin.
Allah Resûlü şu cevâbı verir: “İstemez misin yâ Ömer, Dünyâ onların, âhiret de
bizim olsun!.
“Allah
nîmetini kullarının üzerinde görmek ister” sözü edilip duruyor. “Tabî ki; Allah
nîmetini kullarının üzerinde görmek ister. Fakat nîmetini “sâdece bâzı
kullarının üzerinde” değil, “tüm kullarının üzerinde” görmek ister. Allah’ın
nîmeti tüm kullarının üzerinde benzer şekilde görünür hâle gelince, birilerine
kıyasla mal toplama yarışı da olmayacaktır. Yarış sâdece takvâda yapılmaya
başlayacaktır ki bu yarış ne güzel bir yarıştır.
Mal-mülk hırsı kişiyi mâneviyattan koparır. Zamanla o
kişi Allah’ı da unutmaya başlar. Peygamberimiz: “Bir koyun sürüsü üzerine
salıverilen iki aç kurdun o sürüye zarârı, kişinin mal ve makam hırsının dînine
verdiği zarardan daha fazla değildir” demiştir.
İncil’de: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya
birinden nefret edip öbürünü sever, yada birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz
hem Tanrı’ya, hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz” (Matta 6:24) denir.
Yine Peygamberimiz şöyle der: “Bir kimseyle ilişki kuracağınız
zaman alnındaki seccâde izine değil, dinar ve dirhemle kurduğu münâsebete
bakın” (İmam Gazâli. İhyâu-Ulûmiddîn-din 3. cilt
400. sayfa).
Bu söz Hz. Ömer’e nispetle şu şekilde de geçer:
“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup-konuşmadığına,
kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup-koymadığına; Dünyâ
kendisine güldüğünde, takvâyı elden bırakıp-bırakmadığına (menfaat anındaki
tavrına) bakıp öyle değerlendirin” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435).
Ey müslümanlar!. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?.
Dünyâ’da cennetteymiş gibi yaşanılacaksa cennetin ne özelliği ve anlamı kalıyor
ki?. Siz mal toplamakla mı emrolundunuz?. İslâm bir “mal toplama dîni” değil,
bir “infâk dîni”dir. Üstelik mal yığıp duranlar azarlanır:
“Arkadan
çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline; Ki
o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının
kendisini ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze
1-3).
“(Mal, mülk
ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.
Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).
Toplumu paraya, mala-mülke kilitleyenleri ciddiye
almayın. Unutmayalım ki Dünyâ’da yaşamış insanların hiç-biri, topladıkları
malların zırnığını bile götürememiştir.
“Doğrusu o
(cehennem), cayır-cayır yanmakta olan ateştir. Başın derisini kavurup-soyar.
Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp
bir yerde (üst-üste) yığmakta olanı” (Meâric
15-18).
Bu âyetin Peygamberimiz’deki yankısı şu sözdür. “Uhud
Dağı altın olsa, altınlar benim olsa, hepsini üç gün içinde Allah’ın kullarına
dağıtırdım”.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder