19 Mayıs 2016 Perşembe

Dünyâ’ya Mal Toplamaya Mı Geldik?



Müslümanların içinde “âlim” bilinen kişiler de dâhil bir-çok kişi, servet elde etmeyi meşrû olarak görüyorlar. Belli bir servetin olması “çark”ın dönmesi için tabî ki de gereklidir fakat sorun, bahsedilen servete bir ölçünün konmamasıdır. Dînî bilgiye sâhip olan bir müslümana “birden fazla evim olabilir mi” diye sorulduğunda, “tabî ki olabilir” diyor. “Peki 10 evim olabilir mi” sorusuna da “olabilir” cevâbını veriyorlar. O hâlde 100, 1.000, 10.00 bin evim de olabilir. Hattâ milyonlarca evim olabilir. Yada katrilyonlarca param olabilir modern müslümana göre. Nihâyet şöyle bir soruya gelinir: Dünyâ’daki evlerin %99’u benim olabilir ve tüm insanlar benim kirâcım olabilir mi?. Yada Dünyâ’daki paranın %99’u benim olabilir ve diğer tüm insanlar benim işçim daha doğrusu kölem olabilir mi?. Bu soruya ne cevap verilecek?. 100. eve sâhip olmada bir sorun yoksa, 100 milyonuncu eve sâhip olmada niye bir sorun olsun ki?. Ben niye kendime bir sınır koyayım?. Bir sınırdan bahsediliyorsa bu sınırı ne belirleyecek?. Neden 10.000 evle yetineyim?. Niye “o sınırda” durayım?. Bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur. O hâlde zekatımı yâni klâsik görüşe göre 1/40’ı verdiğimde Kârun gibi olabilir miyim?. Emin olun ki Kârun gibi kişiler mallarının 1/40’ını aslâ ver(e)mezler. Peki sınır olmadığını varsaydığımızda, Dünyâ’nın sâhibi olabilir miyim?. O kadar mal toplayabilir miyim?. Dünyâ’ya sâhip olduğumda neden gözümü Ay’a dikmeyeyim? Sonra da diğer gezegenlere ve yıldızlara?. Hattâ tüm kâinâta?. Mal toplama hırsının bir sonu yoktur ve kanımca Allah’ın, kâinâtı “sınırları belli olmayacak şekilde” yaratması, insanların sınırlarını gördüklerini hedef edindiklerindendir.

Mal toplama âşığı kişilerin durumlarını Kârun örneği üzerinden inceleyelim:

“Gerçek şu ki, Kârun, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez”. Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir’. Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 76-82).

Mal-mülk, kişiyi kendi kavminden bile uzaklaştırabiliyor ve onlara düşman edebiliyor. Bu kişiler hiç-bir öğüdü dinlemezler. Yardım isteklerine olumlu cevap vermezler. Bu fazla dile getirildiğinde bozgunculuğa baş-vururlar. Mal toplamaktan vazgeçemeyenler bu görece zenginliğin sebebini kendilerinde olan bilgiye-beceriye dayandırırlar. Kendinden önceki zenginlerin nasıl da yok olup gittiğini düşünemezler. İhtişâmı-gösterişi çok severler. İnsanların kendilerine özenmesinden mutluluk duyarlar ve bu şekilde insanların da yoldan çıkmalarına sebep olabilirler. Bu kişiler öğüt verenleri de duyamazlar. Bu durumun sonu hüsrandır, zîrâ Allah kendisi gibi bir otoriteyi aslâ kabûl etmez. İnsanların çoğu, bu zenginliğin yerin dibine battığını gördüklerinde ders alırlar ancak. Böyle bir zenginlik inkârı da yanında getirir.

“Malınızı-mülkünüzü heder edin” demez Kur’ân. Dengeli bir harcamadan bahseder. Fakat bu, 1/40’a denk gelmez. Sahabenin de dediği gibi; bu, zekat-ı bâhil=cimrinin zekatıdır.

“Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın” (İsrâ 29).

1/40 Kur’ân’dan çıkarılmış bir oran değildir. Mekke müşrikleri de zâten aynı ölçüyü (1/40) kullanıyorlardı. Kur’ân’dan çıkan ölçü nedir peki?. 1/12 bir Kur’ân ölçüsüdür. 12 ay da bir oruç tutarız meselâ. 12 ay boyunca yerken, bir ay boyunca (1/12) yemeyiz. Bu bir ölçü/orandır. 12’de 1’ini vermektir. 40’da 1’i falan geçin. Vermenin hesâbı yapılmaz.

Şeytan, Hz. Âdem’i mal-mülk ile kandırmıştı:

“Derken Şeytan Âdem’in kafasını karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem, sana ebedilik ağacını (mülk-ü lâ yeblâ), yâni yok olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü göstereyim mi?” (Tâ-hâ 120). Bu âyet el-an devâm ede-gelen bir konuşmadır. Şeytan’ın bu vaadine kapılan-kapılana.

Mal toplama âşıkları pek cimridirler. Zenginlik, yanında cimriliği de getirir çünkü:

“Onlara kendi bol ihsânından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir” (Tevbe 76).

Rothschild, Rockefeller ve bir-kaç süper-zengin âile (Kenzolar=kenzun) ipleri ellerine almışlar, ülkelerdeki uşaklarıyla Dünyâ’yı istedikleri gibi yönetiyorlar. “Uzlaşmacı kapitâlizmi” hesâba katmayan Marx yanıldı. Kapitâlizm Dünyâ’ya “hâkim” oldu. İnsanlar bu sisteme kul-köle olmuş olmalarına rağmen hiç-bir îtirazları yok. Uzlaşmacı kapitâlizm îtirazın önünü kesti çünkü. Malcom X:

“Bana bir kapitâlist gösterin, ben de size bir kan-emici göstereyim” der.

Bankalar modern para toplama merkezleridir. Kapitâlizm mal toplamayı bankalar aracılığı ile yapıyor ve Dünyâ’yı soyup soğana çeviriyor. Bakunin:

“Banka soymak değil, banka kurmak suçtur” der.

Bertolt Brecht:

“Bir banka kurmanın yanında, bir banka soymak nedir ki?” der.

Hz. Ali, belki de kendisine sûikast düzenlenmesine neden olan şu sözü etmişti:

“Şimdi bırakıp geliyorum. Açları doyurmayı, başkasının malını çok yiyenlerin boğazını sıkmayı ve “ne yediysen ver” demeyi, üstelik süte de dönmüş olsa, damaklarına da çıkmış olsa çıkarmayı şart koşuyor ve ipotek ediyorum”.

Hüseyin Alan:

“BM insânî gelişmişlik raporuna göre en tepedeki 358 kişilik küresel milyarderin toplam serveti, 2.3 milyar insanın bir yıllık toplam gelirine eşit. Küresel servetin %22’si, dünyâ-nüfusunun %80’inini oluşturan, gelişmekte olan ülkelere âit. Gerisi küresel bir avuç seçkinlerin. Yapılan bir hesâba göre, en tepedekiler 5.000 kişi. Piramit aşağıya doğru genişleyerek açılıyor. Benzer bir örnek Asya Kaplanları palavrasıdır. Bu kaplanlar kendi ülke nüfuslarının sâdece %1’ni oluşturuyor.

Türkiye’de bankalarda 1 milyon dolar veyâ karşılığı TL ve üzeri mevduata sâhip olanların sayısı 75 bin kişi. Bir o kadar da diğer varlıklarıyla zengin olanları varsayalım. 1 milyar dolar ve üzeri servete sâhip olanların sayısı 35 kişi. Türkiye’nin nüfûsu 77 milyon kişi. Kişi-başına düşen millî gelir 10 bin dolar civârı. Hangi kişiymiş bu, gören-bilen var mı?. Asgari ücret aylık 350, yıllık 4.000 dolar diyelim, 10.000 doların gerisi kimin cebinde?. Ülkede 19 milyon insan yoksulluk sınırında. Yâni günlük 4 dolar gelire sâhip. 6 milyon civârı insan asgari ücretle çalışıyor. Bu çalışanı eşi ve çocuklarıyla birlikte nüfus olarak toplasak, en az 15 milyon kişi yapar. Bu eve bir tek asgari ücret giriyor. Bunlar iş bulup da çalışabilenler sâdece. Nasıl geçiniyorlar?. Kadını da iş-hayatına kazandırmak gerek. Başbakan söylemiyor mu, “kadın konusunda cinsiyet ayırımını kaldıracağız, eğitim ve sosyâl hayâta katılma bakımından kadını teşvik edeceğiz!”. Bir yerlerde demiştik; “hükûmetler çoğu-zaman ne yaptıklarını bilmezler dâhi” diye. Başbakanın söylediği bu reform ne mânâya geliyor, siz düşünün!” der.

“Birleşmiş Milletler (BM) Dünyâda açlık sorunu yaşayan insan sayısının 1 milyarı geçtiğini açıkladı. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Dünyâ Gıda Programı’na (WFP) yayınladıkları ortak raporda, Dünyâ’da açlıkla mücâdele eden insan sayısının, 2009 yılında 100 milyon artarak, 1 milyar 20 milyona ulaştığını bildirdi. Raporda, bu sayının son 40 yıldaki en yüksek aç sayısı olduğu ifâde edildi. FAO Genel Sekreteri Jacques Diouf rapor açıklanırken, “Aç insanların sayısındaki artış tahammül edilemez noktada” dedi. Diouf, “Açlık sorununun yok edilmesi için ekonomik ve teknik olanaklarımız var, ancak açlığı sonsuza kadar yok etmek için eksik olan siyâsi irâdedir” der.

Görüldüğü gibi 1 milyar insan yer-yüzünün sokaklarında aç dolaşıyor. İhsan Eliaçık bu nedenle: “bir milyar insan hangi suçundan dolayı aç?” diye sorar.

İslâm bir amaç için olmayan mal biriktirmeyi ve servet edinmeyi yasaklar. Bu nedenle de servetin dağılımını emreder. İslâm’ın servet hakkındaki hükmü “Kur’ân’ın Kur’ân’ı tefsiri” sadedinde âyetlerin şu sıralamasıyla idrâk edilebilir:

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

“..Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

“Ey îmân edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) râhiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 34).

“Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).

Müslümanlar da liberâl-kapitâlist sisteme eklemlenerek “mal toplama sendromu”na yakalandılar. Sanki Dünyâ’ya mal toplamaya gelmişler. Mal diye-diye mallaşmışlar da vicdanlarını dinlemedikleri gibi hiç-bir öğüdü de dinlemiyorlar. İnsanları mallarının durumuna göre değerlendirip ölçüp biçiyorlar. Malı çok olanı üstün görüyorlar. En çok mal toplayan, en üstün oluyor modernist Dünyâ’da. Hâlbuki konuşmaya gelince, “güzel örneğimiz” Hz. Muhammed’in bir hasırın üzerinde yattığını ve toplumun vasat insanları gibi yaşadığını anlatıp duruyorlar:

Hz. Ömer bir-gün, Peygamberimizin saadet hücresine girecek ve hıçkıra-hıçkıra ağlayacaktı. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca da, o koca Ömer şöyle diyecekti: “Ya Resûlullah!. Dünyâ kralları, Kisralar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok.. yatağın hasır.. ve teninde yattığın zeminin izleri.. Hâlbuki sen âlemlere rahmetsin. Allah Resûlü şu cevâbı verir: “İstemez misin yâ Ömer, Dünyâ onların, âhiret de bizim olsun!.

“Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek ister” sözü edilip duruyor. “Tabî ki; Allah nîmetini kullarının üzerinde görmek ister. Fakat nîmetini “sâdece bâzı kullarının üzerinde” değil, “tüm kullarının üzerinde” görmek ister. Allah’ın nîmeti tüm kullarının üzerinde benzer şekilde görünür hâle gelince, birilerine kıyasla mal toplama yarışı da olmayacaktır. Yarış sâdece takvâda yapılmaya başlayacaktır ki bu yarış ne güzel bir yarıştır.

Mal-mülk hırsı kişiyi mâneviyattan koparır. Zamanla o kişi Allah’ı da unutmaya başlar. Peygamberimiz: “Bir koyun sürüsü üzerine salıverilen iki aç kurdun o sürüye zarârı, kişinin mal ve makam hırsının dînine verdiği zarardan daha fazla değildir” demiştir.

İncil’de: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, yada birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya, hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz” (Matta 6:24) denir.

Yine Peygamberimiz şöyle der: “Bir kimseyle ilişki kuracağınız zaman alnındaki seccâde izine değil, dinar ve dirhemle kurduğu münâsebete bakın” (İmam Gazâli. İhyâu-Ulûmiddîn-din 3. cilt 400. sayfa).

Bu söz Hz. Ömer’e nispetle şu şekilde de geçer:

“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup-konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup-koymadığına; Dünyâ kendisine güldüğünde, takvâyı elden bırakıp-bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435).

Ey müslümanlar!. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?. Dünyâ’da cennetteymiş gibi yaşanılacaksa cennetin ne özelliği ve anlamı kalıyor ki?. Siz mal toplamakla mı emrolundunuz?. İslâm bir “mal toplama dîni” değil, bir “infâk dîni”dir. Üstelik mal yığıp duranlar azarlanır:

“Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze 1-3).

“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).

Toplumu paraya, mala-mülke kilitleyenleri ciddiye almayın. Unutmayalım ki Dünyâ’da yaşamış insanların hiç-biri, topladıkları malların zırnığını bile götürememiştir.

“Doğrusu o (cehennem), cayır-cayır yanmakta olan ateştir. Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üst-üste) yığmakta olanı” (Meâric 15-18).

Bu âyetin Peygamberimiz’deki yankısı şu sözdür. “Uhud Dağı altın olsa, altınlar benim olsa, hepsini üç gün içinde Allah’ın kullarına dağıtırdım”.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2016


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder