26 Mayıs 2023 Cuma

Canının İstediği Gibi Yaşamak


“İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmet 26).

 

“Canının istediği gibi yaşamak” aslında “nefsinin istediği ve emrettiği gibi yaşamak” demektir. “Canının istediği gibi yaşamak” düşüncesinde bir sınır ve kırmızı çizgi yoktur. Canının istediği gibi yaşamak düşüncesinde olan kişiyi hiç-bir şey sınırlayamaz. İslâm ise bir sınır koyma ve sınırlandırma dînidir. Çünkü İslâm’da kişi Allah’a, âhirete, gayba, vahye ve peygambere bağlıdır. Allah’ın emirleri ve yasakları karşısında kırmızı çizgileri vardır. Böyle olduğu için de mü’minler canlarının istediği gibi yaşayamazlar.

 

Târih boyunca insanlar hem doğallıktan kop(a)madıkları için hem de dîni yükümlülüklerden ve sınırlardan dolayı canlarının istedikleri gibi yaşamamışlar yada yaşayamamışlardır. Zâten doğada ve doğal yaşam tarzında canınızın istediği gibi yaşayamazsınız. Çünkü doğaya ve doğala bağlısınızdır ve bu nedenle doğaya ve doğala aykırı bir davranışta bulunmazsınız. Meselâ doğada henüz yetişmemişse bir yiyeceği yiyemezsiniz. Şimdiki gibi çeşitli hormonlar ve katkılarla yılın her mevsimi ve gününde mevcut olan  yiyecekler olmadığı için canınızın çektiğini istediğiniz zaman yiyemezsiniz. Zâten işin doğrusu da budur. Doğal yaşamda canınızın çektiği şeyi yiyip-içebilmeniz için beklemeniz gerekir ki beklemek insanın canının istediği gibi yaşamasına engel olur. Çünkü canının istediği gibi yaşamak, beklememekle ve hemen elde etmekle ilgilidir.     

 

Bireyselleşme ile birlikte kitlesel anlamda “canının istediği gibi yaşamak” düşüncesi de açığa çıkmış ve bu zihniyet kısa zamanda tüm Dünyâ’ya yayılmıştır. Modernizm bir sorumsuzluk ve canının istediği gibi yaşama uygarlığıdır. Hayâtiyetini buradan alır. Eğer Modernizm’i yıkmak istiyorsanız, canınıza daha doğrusu nefsinize sâhip çıkmanız yeter. Çünkü canınızın yâni nefsinizin istediği gibi yaşamak modernizmi ortaya çıkardığı gibi onu günden-güne güçlendiren şeydir.    

 

Modern dünyâda, “hazzı en yüksek seviyede yaşayanlar yâni canının istediği gibi yaşayanlar “en başarılı insan” olarak kabûl ediliyor. Kendini Allah’a adamış ve bu uğurda her-şeyden vazgeçerek nefsini sınırlandırmış ve malını-canını ortaya koymuş olanlar ise; ahmak, gerici, yobaz ve terörist olarak görülüyor.

 

Bir müslüman, Allah ve âhiret yokmuş gibi, vahiy ve peygamber örnekliği ona nasıl yaşaması gerektiğini göstermemiş gibi, “canım böyle istiyor” diyerek dilediği gibi yaşayamaz. Mü’minler, canının istediği gibi yaşamayan-yaşayamayan kişilerdir. Peki nasıl yaşarlar?. Allah nasıl emretmişse o şekilde yaşarlar:

 

“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).

 

“Ey Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve isrâf etmeyin. Çünkü O, isrâf edenleri sevmez” (A’raf 31).

 

“Onlar, harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur” (Furkân 67).

 

Bâzen de daha ağır sorumluluklarla karşılaşabilirler:

 

“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resûlü’ne îman ettiler, sonra hiç-bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta kendileridir” (Hucurât 15).

 

Kur’ân’ı anlamak, “canının istediği gibi anlamak” şeklinde değildir. Kur’ân en iyi şekilde, bir zulme “dur” derken anlaşılabilir. Meydanın tam ortasında can boğaza gelip dayanmışken anlaşılır: “Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22). Kur’ân; fildişi kulelerde, dört duvar arasında, masa-başında, sâdece beyinle ve zihinle anlaşılabilecek bir Kitap değildir. Bir garibana yardım ederken, bir dertlinin derdini dinlerken, zor durumda olana yardım ederken vs. anlaşılabilir. Bu da canının istediği gibi anlamaktan uzak şeylerdir. Kur’ân-İslâm, canının istediği gibi yaşayarak ve okuyarak değil, “canını dişine takarak” anlaşılabilecek bir Kitap’tır, Din’dir. Bu bağlamda, Allah, cennet ve İslâm için kılını kıpırdatmayanlar, sıra vatana-millete gelince mallarını ve canlarını bile ortaya koyabiliyorlar. Demek ki insan malını ve canını, inandığı ve sevdiği şey için ortaya koyabiliyor.

 

Canının istediği gibi yaşamak canlılığı öldürür. Canı istediği gibi yaşayanların canlılara karşı vurdumduymazlık içinde olduğu görülür. Hayvanları, bitkileri kısaca ekini ve nesli canlarının istedikleri gibi ifsâda upratıp helâk ederler.

 

Sorun, her-şeyden önce hayâtı “canım böyle istiyor” anlayışına göre yaşamak mı; yoksa “Biz Allah’a âidiz ve tekrar O’na döneceğiz” (Bakara 156) nihâi gâye düşüncesiyle yaşamak mıdır?.

 

İnsanlar 2’ye ayrılır: 1-Başkası için kendi canını verenler; 2-Kendi canı için başkasının canını alanlar. Canının istediği gibi yaşamak için niceleri, nicelerinin canlarını almıştır-almaktadır.

 

Canı sıkılan insan çok tehlikelidir. Çünkü canının istediği gibi yaşayamadığı için canı sıkılmakta ve ezilmektedir. Nefsi ona ağır bir baskıda bulunmaktadır. Bu baskı karşısında olmayacak şeyleri yapabilmesi çok olasıdır.

 

Kur’ân, namaz kılanların ve kulluğu hakkıyla yapanların “canlarının istediği gibi” yaşayamayacağını söylüyor:

 

“Dediler ki: Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın” (Hûd 87).

 

Demek ki başta namaz olmak üzere tüm ibadetler, emirler, yasaklar ve sorumluluklar, insanın “canının istediği gibi” yaşamasına engel olur.

 

Peki canı istediği gibi yaşayanlar, ömürleri tükenince ve ölüm kapıya dayanınca ne yapacaklar?:

 

Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, ‘son müdâhaleyi yapacak kim’ denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. (Ölüm   korkusundan) ayaklar birbirine dolaştığında; o gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmet 26-36).

 

Anlaşılıyor ki “canının istediği gibi yaşamak” düşüncesinin bir nefeslik canı vardır.

 

Hayatlarının merkezinde Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber yâni İslâm olan insanlar, canlarının istediği gibi yaşayamazlar. Çünkü canının istediği gibi yaşamak ancak cennette olacaktır. Dünyâ’da canının istediği gibi yaşayanlar ve tüm sorumlulukları inkâr yada iptâl edenlerse, canlarının hiç-bir isteğini yerine getiremeyecekleri cehennem çukurunda derin pişmanlıklar içinde olacaklardır. Çünkü:

 

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

 

Nefislerini dizginleyenler ve canlarının istediği gibi yaşamayı cennete bırakanlar ise cennet bahçelerinde canlarının çektiği her-şeyle sevineceklerdir:

 

“Şüphesiz muttakî olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır; Ve canlarının çekip-arzu ettiği meyveler (arasındadırlar). Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, âfiyetle yiyin ve için” (Mürselât 41-43).

 

Evet; mü’minler Dünyâ’da cenneti anlamsızlaştıracak şekilde yaşa(ya)mazlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder