6 Mayıs 2023 Cumartesi

Sessiz-Sedâsız Müslümanlık


“Ey îman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Saff 10-11)

 

Modern müslümanlar ıslah noktasında, hiç-bir şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini zannediyorlar. Oysa insanlık-târihinde yaşanmış (Belki Hz. Yûnus’un ikinci görev yeri ve kavmi istisnâ tutulacak olursa) sessiz-sedâsız ve gürültüsüz-patırtısız yapılmış bir “düzeltme” örneği yoktur. Sapmalardan ve fitne-fesattan kaynaklanan bir zulmün ve şirkin, güzellikle, sessiz-sedâsız, gürültüsüz-patırtısız bertarâf edilip düzelmesi pek mümkün de değildir. Zâten eğer böyle bir şey mümkün olabilseydi bunu yapabilecek olanlar ilk başta, ahlâk timsâli ve tebliğ ve dâvetin önderleri peygamberler olurdu. Meydana gelen fitneler ve sapmalar zâten insanların, Allah’ı unuttukları yada hesâba katmadıkları için ortaya koydukları sapıklıklardır ve bu nedenle ondan vazgeçmek kolay olmamaktadır.

 

Modern insanın yeni âmentüsü: “Zaman sana uymuyorsa, sen zamâna uy” sözüdür. Üstelik bu sözü Peygamberimiz’e isnât ederler. Böylece mevcudu kutsamış oluyorlar. Bu nedenle modern insanlar ve müslümanlar, hiç-bir şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini zannediyorlar ve söylemlerini de bu yönde yapıyorlar. Sâdece kuru sevgi ile tüm Dünyâ’nın cennete dönüştürülebileceğini zanneden câhiller var.

 

Müslümanın davranışlarını belirleyen vahiy ve peygamber örneklikleri olmalıdır. Peygamber örnekliklerine bakıldığında ise sürekli olarak bir çatışmanın olduğu görülür. Hâlbuki güzel örneklik sâhibi peygamberler üstün bir ahlâka ve merhâmete sâhip kişilerdir ve bu nedenle de iyilik yoluyla düzeltmeye çalışırlar. Fakat onlar bâtılın, şirkin, küfrün ve zulmün sâdece iyilik ve güzellikle çözülemeyeceğini bildikleri ve gördükleri için mutlakâ bir mücâdele içine girmek zorunda kalmışlardır. Çünkü bir taraf haktan bahsederken diğer taraf bâtıl üzeredir ve hak ile bâtılın birleşmesi zinhar mümkün değildir. Modern müslümanlar hakkı bâtıl ile karıştırınca sünnetullah gereğince bâtılın hâkim olmasına neden olmaktadırlar.

 

Modern müslümanlar düşünce, söylem ve eylemde vahyi ve güzel örneklikleri değil de, mevcudu merkeze aldıkları için, mevcutla ters düşmemek gayreti içine giriyorlar ve konuşmalarını, yazılarını ve amel-eylemlerini mevcut zihniyeti karşılarına almamaya özen göstererek yapıyorlar. Sessiz-sedâsız müslümanlık bu şekilde yayılıyor ve gerçek müslümanlığın da bu olduğu sanılıyor. Oysa muhteşem bir ahlâk sâhip olan, âlemlere rahmet Peygamberimiz, o kadar dürüst ve merhâmetli bir insan olmasına rağmen, dâvâsı uğruna tüm malını-mülkünü bu yolda feda ettiği gibi, 70’e yakın seriye, gazve ve savaş yapmış ve bunların bir-çoğunda bizzat baş-komutan olarak bulunmuştur. Bu yolda niceleri canlarını vermişlerdir. Çünkü Allah sessiz-sedâsız ve pasif bir müslümanlık istemiyor ve aktif olunmasını emrediyor. Bu da bâzı sorumlulukların ve zorlukların omuzlanmasını gerektiriyor. Kur’ân’da insanların-mü’minlerin zorluklara tâlip olması şu şekilde emrediliyor:

 

“Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir” (Beled 12-13).

 

“Allah’a ve Resûlüne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Saff 11).

 

“Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe 41).

 

Bir sapkınlığa karşı “sessiz kalmak”la başlayan bir süreç, kısa süre sonra “o sapkınlığa saygı duymak” ve en sonunda da “o sapıklığı kabûl etmek” ve de “kabûl etmeyenleri yobazlıkla suçlayıp dışlamakla” sonuçlanır. Çünkü bir kez tâviz verildiğinde ve sessiz kalındığında arkası mutlakâ gelir.

 

Çoğunluk tarafından benimsenmiş hattâ meftûn ve râm olunmuş olan modern paradigmayı değiştirmek herkesi memnun ederek olmayacaktır elbette. Bu nedenle İslâmî değişim sessiz-sedâsız olacak değildir. Zâten gerçek değişimlerin güle-oynaya ve gürültüsüz-patırtısız olduğunun târihte bir örneği yoktur. Herkesi memnun etme diye bir şey yoktur. “Sen ne kadar istesen de insanların tümü îman  etmeyecektir” diyor Allah. O-hâlde neden herkesin güzellikle modern paradigma yerine İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni, medeniyetini ve paradigmasını kabûl etmesini bekleyelim?. “Sizden emr-i bil mâruf yapan bir topluluk bulunsun” diyor Allah. Böyle bir topululuk oluştuğunda “iş” başlar ve Allah’ın izniyle tamamlanıp biter.

 

Şu âyet varken sessiz-sedâsız bir müslümanlık nasıl olacaktır?:

 

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir velî (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).

 

Bu âyet mecbûren sessiz-sedâsız olmayı iptâl edecektir. Çünkü bu âyetin hakkını vermek ve işin gereğini yapmak için biraz gürültü çıkarmak gerekecektir. Bu bağlamda Malcolm X şöyle der: Hayâtımın erken dönemlerinde öğrendim ki eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur”.

 

Bu Dünyâ’da yapılacak şey; ya peygamberlerin yaptığı gibi yoğun bir şekilde ilim, tebliğ ve dâvet ile uğraşıp belli bir süre sonra da icâbında tüm malı ve mülkü ortaya koyarak kâfirle, şirk, küfür ve zulümle çatışıp, vurmak-vurulmak ve şehit yada gâzi olmak; yada “bana ne, neme lâzım” diyerek bir deniz kenarında sessizliğin huzûruyla kendinden geçmektir. İşte imtihan bunun imtihanıdır.

 

Modern-seküler sistem, doğal-İslâmî sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırdığı için, doğal-İslâmî sistem de seküler-modern sistemi altını üstüne getirerek ve gürültü ve patırtıyla da olsa “yıkarak” hayattan uzaklaştırmalıdır. Kısasa-kısas’ın sosyâl-siyâsal yönü İslâm’ın devrimci yönüyle böyle tezâhür eder. Zîrâ târih boyunca hiç-bir kötülük sessiz-sedâsız ve güzellikle uzaklaştırıl(a)madığı gibi, hiç-bir iyilik de sessiz-sedâsız ve gürültüsüz-patırtısız ikâme edilmemiştir. O-hâlde sessiz-sedâsız bir müslümanlık mümkün değildir.

 

Dört duvar arasında çiçek-böcek muhabbeti yaparak ve İslâm’ı zihinlere, kâlplere, gönüllere, masa-başına vs. hapsederek bir şeylerin değiştirilmesi ve düzeltilebilmesi mümkün değildir. Allah bize “ağır bir söz” ve sorumluluk yüklemiştir.

 

Müslümanların görevleri, sorumlulukları ve amaçları, hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe ulaşmaktır. Bunun için de aktif bir mücâhede ve mücâdele içinde olmak gerekir. Bu da bir köşeye-kenara çekilip salt okuma-araştırma ile yapılabilecek bir şey değildir. İslâm, şeytanın, nefsin ve tâğutların, -ekini ve nesli helâk ederek- kurdukları bâtıl hâkimiyeti ve cehâleti yıkarak, hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı ve tevhidi kurmak ve hâkim kılmak ister ve bunu emreder. Bu elbette sessiz-sedâsız olacak bir şey değildir, çünkü hiç-bir zaman böyle olmamıştır. Bunun için sağlam bir îman, hedef, hicret, cihad, gayret, azim, ilim ve amel-eylem gerekir.   

 

“Çalışanlar bunun için çalışsın” (Sâffât 61).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder