“Ey îman edenler, sizi
acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne
îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu,
sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Saff 10-11)
Modern
müslümanlar ıslah noktasında, hiç-bir şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı
yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini zannediyorlar. Oysa insanlık-târihinde yaşanmış
(Belki Hz. Yûnus’un ikinci görev yeri ve kavmi istisnâ tutulacak olursa) sessiz-sedâsız
ve gürültüsüz-patırtısız yapılmış bir “düzeltme” örneği yoktur. Sapmalardan ve fitne-fesattan kaynaklanan bir zulmün
ve şirkin, güzellikle, sessiz-sedâsız, gürültüsüz-patırtısız bertarâf edilip
düzelmesi pek mümkün de değildir. Zâten eğer böyle bir şey mümkün olabilseydi
bunu yapabilecek olanlar ilk başta, ahlâk timsâli ve tebliğ ve dâvetin önderleri
peygamberler olurdu. Meydana gelen fitneler ve sapmalar zâten insanların,
Allah’ı unuttukları yada hesâba katmadıkları için ortaya koydukları
sapıklıklardır ve bu nedenle ondan vazgeçmek kolay olmamaktadır.
Modern insanın yeni
âmentüsü: “Zaman sana uymuyorsa, sen zamâna uy” sözüdür. Üstelik bu sözü
Peygamberimiz’e isnât ederler. Böylece mevcudu kutsamış oluyorlar. Bu nedenle modern insanlar ve müslümanlar, hiç-bir
şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini
zannediyorlar ve söylemlerini de bu yönde yapıyorlar. Sâdece kuru sevgi ile tüm
Dünyâ’nın cennete dönüştürülebileceğini zanneden câhiller var.
Müslümanın davranışlarını belirleyen
vahiy ve peygamber örneklikleri olmalıdır. Peygamber örnekliklerine
bakıldığında ise sürekli olarak bir çatışmanın olduğu görülür. Hâlbuki güzel
örneklik sâhibi peygamberler üstün bir ahlâka ve merhâmete sâhip kişilerdir ve
bu nedenle de iyilik yoluyla düzeltmeye çalışırlar. Fakat onlar bâtılın,
şirkin, küfrün ve zulmün sâdece iyilik ve güzellikle çözülemeyeceğini
bildikleri ve gördükleri için mutlakâ bir mücâdele içine girmek zorunda
kalmışlardır. Çünkü bir taraf haktan bahsederken diğer taraf bâtıl üzeredir ve
hak ile bâtılın birleşmesi zinhar mümkün değildir. Modern müslümanlar hakkı
bâtıl ile karıştırınca sünnetullah gereğince bâtılın hâkim olmasına neden
olmaktadırlar.
Modern müslümanlar düşünce,
söylem ve eylemde vahyi ve güzel örneklikleri değil de, mevcudu merkeze
aldıkları için, mevcutla ters düşmemek gayreti içine giriyorlar ve konuşmalarını,
yazılarını ve amel-eylemlerini mevcut zihniyeti karşılarına almamaya özen
göstererek yapıyorlar. Sessiz-sedâsız müslümanlık bu şekilde yayılıyor ve
gerçek müslümanlığın da bu olduğu sanılıyor. Oysa muhteşem bir ahlâk sâhip
olan, âlemlere
rahmet Peygamberimiz, o kadar dürüst ve merhâmetli bir insan olmasına rağmen,
dâvâsı uğruna tüm malını-mülkünü bu yolda feda ettiği gibi, 70’e yakın seriye, gazve
ve savaş yapmış ve bunların bir-çoğunda bizzat baş-komutan olarak bulunmuştur.
Bu yolda niceleri canlarını vermişlerdir. Çünkü Allah sessiz-sedâsız ve pasif
bir müslümanlık istemiyor ve aktif olunmasını emrediyor. Bu da bâzı
sorumlulukların ve zorlukların omuzlanmasını gerektiriyor. Kur’ân’da insanların-mü’minlerin
zorluklara tâlip olması şu şekilde emrediliyor:
“Sarp yokuşun
ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük
vermek)tir”
(Beled 12-13).
“Allah’a ve Resûlüne
îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu,
sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Saff 11).
“Hafif ve ağır
savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin.
Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe 41).
Bir sapkınlığa karşı “sessiz
kalmak”la başlayan bir süreç, kısa süre sonra “o sapkınlığa saygı duymak” ve en
sonunda da “o sapıklığı kabûl etmek” ve de “kabûl etmeyenleri yobazlıkla
suçlayıp dışlamakla” sonuçlanır. Çünkü bir kez tâviz verildiğinde ve sessiz
kalındığında arkası mutlakâ gelir.
Çoğunluk
tarafından benimsenmiş hattâ meftûn ve râm olunmuş olan modern paradigmayı
değiştirmek herkesi memnun ederek olmayacaktır elbette. Bu nedenle İslâmî değişim
sessiz-sedâsız olacak değildir. Zâten gerçek değişimlerin güle-oynaya ve
gürültüsüz-patırtısız olduğunun târihte bir örneği yoktur. Herkesi memnun etme
diye bir şey yoktur. “Sen ne kadar istesen de insanların tümü îman etmeyecektir” diyor Allah. O-hâlde neden
herkesin güzellikle modern paradigma yerine İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni, medeniyetini
ve paradigmasını kabûl etmesini bekleyelim?. “Sizden emr-i bil mâruf yapan bir
topluluk bulunsun” diyor Allah. Böyle bir topululuk oluştuğunda “iş” başlar ve
Allah’ın izniyle tamamlanıp biter.
Şu âyet varken
sessiz-sedâsız bir müslümanlık nasıl olacaktır?:
“Size ne oluyor ki, Allah
yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından
bir velî (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen
erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).
Bu âyet mecbûren
sessiz-sedâsız olmayı iptâl edecektir. Çünkü bu âyetin hakkını vermek ve işin
gereğini yapmak için biraz gürültü çıkarmak gerekecektir. Bu bağlamda Malcolm X
şöyle der: “Hayâtımın erken dönemlerinde öğrendim
ki eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur”.
Bu Dünyâ’da yapılacak şey;
ya peygamberlerin yaptığı gibi yoğun bir şekilde ilim, tebliğ ve dâvet ile
uğraşıp belli bir süre sonra da icâbında tüm malı ve mülkü ortaya koyarak kâfirle,
şirk, küfür ve zulümle çatışıp, vurmak-vurulmak ve şehit yada gâzi olmak; yada “bana
ne, neme lâzım” diyerek bir deniz kenarında sessizliğin huzûruyla kendinden
geçmektir. İşte imtihan bunun imtihanıdır.
Modern-seküler
sistem, doğal-İslâmî sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırdığı için,
doğal-İslâmî sistem de seküler-modern sistemi altını üstüne getirerek ve
gürültü ve patırtıyla da olsa “yıkarak” hayattan uzaklaştırmalıdır. Kısasa-kısas’ın
sosyâl-siyâsal yönü İslâm’ın devrimci yönüyle böyle tezâhür eder. Zîrâ târih
boyunca hiç-bir kötülük sessiz-sedâsız ve güzellikle uzaklaştırıl(a)madığı
gibi, hiç-bir iyilik de sessiz-sedâsız ve gürültüsüz-patırtısız ikâme
edilmemiştir. O-hâlde sessiz-sedâsız bir müslümanlık mümkün değildir.
Dört duvar
arasında çiçek-böcek muhabbeti yaparak ve İslâm’ı zihinlere, kâlplere,
gönüllere, masa-başına vs. hapsederek bir şeylerin değiştirilmesi ve
düzeltilebilmesi mümkün değildir. Allah bize “ağır bir söz” ve sorumluluk
yüklemiştir.
Müslümanların
görevleri, sorumlulukları ve amaçları, hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe
ulaşmaktır. Bunun için de aktif bir mücâhede ve mücâdele içinde olmak gerekir.
Bu da bir köşeye-kenara çekilip salt okuma-araştırma ile yapılabilecek bir şey
değildir. İslâm, şeytanın, nefsin ve tâğutların, -ekini ve nesli helâk ederek-
kurdukları bâtıl hâkimiyeti ve cehâleti yıkarak, hakkı-hakîkati,
adâleti-eşitliği, ahlâkı ve tevhidi kurmak ve hâkim kılmak ister ve bunu
emreder. Bu elbette sessiz-sedâsız olacak bir şey değildir, çünkü hiç-bir zaman
böyle olmamıştır. Bunun için sağlam bir îman, hedef, hicret, cihad, gayret,
azim, ilim ve amel-eylem gerekir.
“Çalışanlar
bunun için çalışsın” (Sâffât
61).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder