“Andolsun, sizin için,
Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın
Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır”
(Ahzâb 21).
“Yoksa
onların bir-takım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden
kendilerine teşrî ettiler? (bir
şeriat kıldılar=şeraû lehum). Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette
aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap
vardır” (Şûrâ 21).
Allah’ın
göklere ve yere yâni tüm kâinâta koyduğu yasalar (sünnetullah) İslâm
üst-sistemine göre belirlenmiştir bu nedenle de tüm kâinât İslâm’a göre hareket
etmektedir. Zâten göklerdeki muhteşem düzen, döngü ve nizâmın nedeni budur.
Evet; tüm kâinat, İslâm Dîni’ne ve İslâm şeriatına göre hareket eder. Tüm
kâinatta İslâm’a göre belirlenmeyen ve işlemeyen tek şey, insanlar arasındaki
sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, siyâsî, kânûnî, hukûkî, askeri vs.
alanlardır. Zâten küfür ve şirk, dolayısıyla zulüm, -tevhide aykırı olarak-
“Allah’a sâdece göklerin rabliğini vermek ve yeryüzünde ve bu saydığımız
alanlarda belirlemeyi ve rabliği insana bırakmak”tır. Şirk ve küfür denilen şey
budur. Aslında yeryüzünde -aynen göklerdeki gibi- tıkır-tıkır işleyen bir
düzenin ve nizâmın kurulamamasının nedeni, yeryüzünde ve bu saydığımız alanlarda
rabliğin Allah’a verilmemesidir. Allah elbette bundan râzı değildir ve bu nedenle
de insanlar içinden seçtiği bir peygambere vahiyler indirerek ve şeriat vererek
İslâm şeriatının yeryüzünde de hakim kılınıp işletilerek tevhidin, yâni
Allah’ın göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah olmasına
sağlamaktır. Tevhid budur.
Din
demek şeriat demektir. Din, vahiy-merkezli yâni Allah’ın emirlerine göre olan
bir şeriat ortaya koymak için gelmiştir ki bu şeriat seçilmiş bir peygamberin,
Allah’ın kontrôlünde ve icâbında yanlışların ânında düzeltilmesiyle en ideâl
şeklini bulmuş bir şeriat olacaktır. Kur’ân’ın doksan iki âyetinde geçen “din” kelimesi,
zikredildiği yerlerde; yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslâm,
şeriat, hukuk, âdet, cezâ, hesap ve millet gibi çeşitli anlamlarda
kullanılmıştır.
Sünnet: Kânun, yol, âdet,
tarz, tavır, model anlamındadır. Özel anlamda ise, -Allah’ın kontrôlünde
olarak- “Hz. Muhammed’in Kur’ân’ı uygulama yöntemi”dir. Sünnet; birilerinin
zannettiği gibi “İslâm’a paralel din”
değil, “İslâm’a paralel amel-eylem”dir.
Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir
şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî
Hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet
modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek
model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun
hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve adı literatürde “Sünnet” olarak ifâde
edilen şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, -icâbında- yapılan yanlışların
ânında Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl
modeldir. “Allah kotrôlünde” ortaya konmuş bir modeldir. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır
(Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın
pratiği yâni şeriatı belirlenmiş ve gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu
modelin-örnekliğin dolayısı ile şeriatın göz-ardı edilmesi yanlıştır. Bu “güzel
örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar
bağlayıcıdır.
Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel
ve eylemin yâni uygulanmış şeriatın tek kaynağı”dır. Duruma göre -geçici
olarak- ortaya konacak olan şeriatlar bile yine Kur’ân ve Sünnetê uygun olmak
ve zinhar aykırı olmamak zorundadır. Çünkü Kur’ân ve Sünnet, “şeriatın
teorisini ve pratiğini” içerir. Peygamberlerin görevi, Allah’ın kendilerine
indirdiği vahyi -olduğu gibi- insanlara tebliğ edip duyurmak ve vahyin gereğini
en ideâl şekilde ortaya koyarak ve uygulayarak şeriatı pratikleştirmek yâni
ete-kemiğe büründürmektir. Sünnet demek “vahiy-merkezli şeriat” demektir. Tüm
peygamberler şeriatları vahye göre oluşturduğu ve vahiy de ilk peygamberden son
peygambere kadar değişmeden geldiği için, peygamberlerin vahiy-merkezli olarak
uyguladığı ve ortaya koyduğu şeriatlarda birbirine tamâmen aykırı düşen yönler
yoktur. Sâdece bir cezâ, imtihan yada zorunluluk olarak geçici ve basit bâzı
farklılıklar olmuştur ki zâten son vahiy ile birlikte İslâm kemâle erip
tamamlandığı için o eski uygulamalar yürürlükten kaldırılmıştır. Onların artık
şeriat olarak bir hükmü yoktur.
İşte
bu nedenle, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek ve hattâ değiştirilmesi
düşünülemeyecek olan tek kânun, “Allah’ın kânunu ve şeriatı”dır. En doğru söz Allah’ın sözüdür (Kur’ân), en doğru amel
ise Peygamber’in amelidir (Sünnet). Sahih Sünnet, “Kur’ân makâmındaki
amel”dir. Bu nedenle ancak 2 maddeden oluşacak
bir anayasa zulmü ber-tarâf edip göklerdeki gibi bir düzeni ve nizâmı kurup, adâleti
sağlayabilir: 1-Anayasa Kur’ân’dır. 2-Kur’ân’ın uygulaması (şeriat) Peygamber
örnekliğine (Sünnet) göre olur. Din yâni İslâm; Hz. Muhammed’e 23 yılda
inen âyetlerden oluşan -tüm bütünlüğü ile- Kur’ân ve Peygamberimiz’in
“Resûl-Nebî olarak” 23 yılda yaptıkları “Sünnet”tir. Bu, tüm zamanlar ve
mekânlar için zinhar değişmeyecek olan ölçüdür. Çünkü Dünyâ’da adâletin,
eşitliğin, hakkın, hakîkatin, ahlâkın ve tevhidin ikâme edebilmesinin tek yolu
budur ve başka bir yol yoktur.
Şeriat: Sözlükte ‘bir yöne
doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak; açık hâle getirmek’ anlamlarındaki
şer’ kökünden türeyen şerîat (çoğulu şerâi’) ve şir’at. Yasa. Özellikle İslâm
hukûku. Doğru yol. Hak din yolu. Büyük ve geniş cadde. Nûr, aydınlık, ışık.
Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz’in târif ettiği, bildirdiği ve uyguladığı yol.
Kur’ân’ın âyetlerine, Hz. Muhammet’in sözlerine ve yaptıklarına dayanan,
insanın yaşamını, toplumsal yaşamı düzenleyici, Allah’tan olduğu için
sâbiteleri hiç-bir zaman değişmeyecek olan dinsel kurallar bütünü”
anlamlarındadır.
İslâm’da şeriat denilen şey
“emir-nehiyler ve Kur’ân-merkezli olan yâni vahye uygun olan ama aykırı olmayan
kânun ve kurallar”dır. Âlimler eskiden bêri şeriatın sâbit, evrensel,
târih-üstü, indiği toplumu aşan bir tabiatı olduğu” kanaatindedir. Tabi bu,
“şeriatta hiç-bir zaman hiç-bir değişiklik yapılamaz” demek değildir.
Gerektiğinde Kur’ân ve Sünnet-merkezli -geçici- güncellemeler (değişiklikler
değil) yapılabilecektir. Bu güncellemeler Kur’ân ve Sünnet’e uygun olmalı ve
aykırı olmamalıdır.
İslâm,
bireysel alanda “akîde ve inanç”, toplumsal alanda ise “din ve şeriat”tır.
İslâm’ın bir şeriatı (kânun)
vardır ve peygamberler bu şeriatı uygulamak ve “hayâta hâkim kılmak” için
gönderilmişlerdir. İslâm’ı din ve şeriat olarak ikiye ayırmak ve dîni evrensel
olarak kabûl edip de şeriatı târihselleştirmek ve artık üzerinden bunca zaman
geçtiği için hükümsüz kaldığını söyleyerek, mevcut zamâna göre yeni şeriatlar
oluşturmanın gerektiğini, bunu da ahlâklı-bilgili birilerinin yapması gerektiği
düşünmek ve söylemek, apaçık bir delâlet, cehâlet, şirk ve küfürdür:
“….Yoksa siz, Kitab’ın
bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara
85).
Yapılacak olan bu şey apaçık
bir tahrif olur ki yahudiler ve hristiyanlar kitaplarını işte böyle bir düşünce
nedeniyle tahrif etmişlerdir. Kitaplarına din’den olmayan ve zamâna uygun
şeyleri sokuşturunca, kitapları Allah’ın vahiyleriyle birlikte uydurulmuş ve
sokuşturulmuş şeyleri de içerir hâle gelmiştir. Yâni hak ile bâtıl karışmıştır.
Birileri bunu şimdi de Kur’ân’a ve İslâm’a yapmak istemektedirler. Çünkü hem
aradan uzun bir zaman geçmiştir ve geçen zaman, yapılacak şeyi meşrû gibi
hissettirmektedir, hem de Kur’ân ve Sünnet yâni İslâm şeriatı mevcut modern
Allahsız-dinsiz zamâna uymadığı ve apaçık bir şekilde aykırı olduğu için,
modern hayâta meftûn ve râm olmuş olanlar, şeytan ve nefislerinin de etkisiyle
vahiy-merkezli değil de modernizm-merkezli oldukları için -târihsellik
bağlamında- vahyi ve şeriatı mevcut zamâna uygun olarak değiştirmeyi hoş ve meşrû
görmektedirler. Diyorlar ki; “mevcut şeriat, 1.400 yıl öncesi Mekke ve
çevresinde yaşayan Araplar içindi, o şeriatın artık bir hükmü kalmamıştır ve
günümüze uygun olarak yeni güncellemeler yâni şeriatlar yapmalıyız ki bunu
yapacak olanlar da bilgili ve ahlâklı, aklı ve değişimi üstün tutanlar
olacaktır”. Fakat Kur’ân bunu yasaklar ve şöyle der:
“İnananlar için hâlâ
vakit gelmedi mi ki, kâlpleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve
bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle
kâlpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?” (Hadîd16).
Peki ortaya koyacağınız yeni
şeriatı beğenmeyenler, yanlış bulanlar ve kabûl etmeyenler bu durumda ne olmuş
olacak?. Câhil ve ahlâksız mı?. Yeni şeriatı kim yapacaktır?. Allah katından
seçilmiş bir peygamberin, vahiy-merkezli olarak uygulayıp hâkim kılmadığı bir
şeriatı hiç kimse kabûl etmez ve takmaz. Ben şahsen zinhar kabûl etmem ve
tınlamam. Şeriatı belirleyecek olan kişi, “Allah’ın seçtiği kişi” olmalıdır, yoksa
tasavvufun-târikatların ululadığı ve yücelttikçe-yücelttiği şehylerin,
cemaatlerin taptığı efendilerin, medyanın pohpohladığı ve meşhûr ettiği
ilahiyatçıların, akademisyenlerin ve de İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenen ve
İslâm’ı ellerinde oyuncak eden oryantâlist yalakası modernistlerin değil.
Vahyiyle bildirilen “şeriatı
uygulamak” demek olan Sünnet’ten kopulunca, İslâm’ın uygulanmış ve onaylanmış
şeriatı yerine, “zamânın telâkkileri”ne tam uygun olan “şeriatlar” ortaya
çıkarma düşüncesi yaygınlaşmaya başlar.
Sünnet’e uymayınca yâni
şeriatı tatbik etmedikçe îmâna ve dolayısıyla ahlâka ulaşmak mümkün değildir,
olmamaktadır. Îmânı amelden ayırarak onu soyutlaştırmak zinhar îman değildir. O
ancak bir “inanç” olabilir ki bu inanç büyük oranda cehâlet içerir yada bâtıldır.
Lâik, seküler ve modern inançlar böyledir. Amelsiz yâni şeriatsız îmanlar, insanı
korumaz yada sonuna kadar koruyamaz. Çünkü ancak lafta kalır ve iç-âlemde ve dış-âlemde
etkisi olmaz. Ameli-eylemi olmayan yâni şeriata uygun olmayan inançlar
psikolojik bir şeydir, iknâ edici ve içten gelen bir söylem değildir. Îman
büyük bir iddiâdır ve tüm iddiâlar gibi ispât ister. Îmânın ispâtı ise ancak
İslâm şeriatına mutâbık olan amel-eylem ile gösterebilir.
Şu da var ki, bir çelişki
olarak; hem “Kur’ân’da şeriat hükümlerinden bahseden âyetler çok azdır” diyorlar
hem de onların varlığına bile katlanamıyorlar da “târihselcilik” bağlamında o
âyetlerin de târihte kaldığı ve nesh edilip hükümlerinin iptâl olduğundan
bahsediyorlar.
Cihad, tüm anlamlarıyla
birlikte, yalnızca Allah’ın dîni ve şeriatı gâlip gelsin diyedir. Modernizm ise,
“dîne karşı din” yada, “şeriata karşı şeriat”tır. İslâm yâni Allah’ın şeriatına
karşı insanın şeriatını öne çıkaran ve hâkim kılmak isteyen şeytânî-beşerî bir
sistemdir.
Tasavvufta sıralama şöyle
yapılır; şeriat-târikat-hakîkat-mârifet. Bu sıralamada şeriat en alta konarak
hafifletilmektedir. Sanki geçici bir aşama gibi gösterilmektedir. Oysa şeriat
bir sonuçtur ve aşılabilecek bir şey değildir.
Tek meşrû olan şeriat yâni
kânun, Allah’ın indirdiği vahiylere göre uygulanmış ve hâkim kılınmış olan
İslâm şeriatıdır. Din sâbit olduğu gibi şeriatın da sâbiteleri vardır ve bu
nedenle de şeriat Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olamaz. Zîrâ İslâm, sâbiteleri
olduğu için öyle çok esneyecek bir din değildir.
Kur’ân: “Bugün size dîninizi
tamamladım” diyor. Fakat târihselciler “tamamlanmamıştır, biz tamamlayacağız”
diyorlar. Peki neye göre?. Elbette “kutsal konjonktür”e göre. Oysa tamamlanmış din, “tamamlanmış şeriat” da
demektir. Allah “bu gün size dîninizi tamamladım ama şeriatı tamamlamadım, onu
da siz tamamlarsınız” demiyor ki!. Tamamlanmış bir din tüm zamanlar ve mekânlar
için “sâbit” iken, tamamlanmış şeriat da tüm zamanlar ve mekânlar için
“sâbite”dir.
Allah katında tek geçerli din
olan İslâm’da, Kur’ân bilgi ve bilincin yâni teorik şeriatın tek ve bağlayıcı
kaynağı iken; Peygamberimiz’in güzel örnekliği olan Sünnet (Ahzâb 21) ise,
eylemin ve pratik şeriatın bağlayıcı tek kaynağıdır.
Tüm zamanlar ve mekânlar
için, “Kur’ân ne diyorsa o, Peygamber nasıl yaptıysa öyle”dir. Gerisi lâf-ı
güzaftır, zırvalıktır, küfürdür, şirktir, zulümdür.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir
Hârûn Görmüş
Hazîran 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder