3 Haziran 2023 Cumartesi

Sünnet ve Şeriat


“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

“Yoksa onların bir-takım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî ettiler? (bir şeriat kıldılar=şeraû lehum). Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap vardır” (Şûrâ 21).

 

Allah’ın göklere ve yere yâni tüm kâinâta koyduğu yasalar (sünnetullah) İslâm üst-sistemine göre belirlenmiştir bu nedenle de tüm kâinât İslâm’a göre hareket etmektedir. Zâten göklerdeki muhteşem düzen, döngü ve nizâmın nedeni budur. Evet; tüm kâinat, İslâm Dîni’ne ve İslâm şeriatına göre hareket eder. Tüm kâinatta İslâm’a göre belirlenmeyen ve işlemeyen tek şey, insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, siyâsî, kânûnî, hukûkî, askeri vs. alanlardır. Zâten küfür ve şirk, dolayısıyla zulüm, -tevhide aykırı olarak- “Allah’a sâdece göklerin rabliğini vermek ve yeryüzünde ve bu saydığımız alanlarda belirlemeyi ve rabliği insana bırakmak”tır. Şirk ve küfür denilen şey budur. Aslında yeryüzünde -aynen göklerdeki gibi- tıkır-tıkır işleyen bir düzenin ve nizâmın kurulamamasının nedeni, yeryüzünde ve bu saydığımız alanlarda rabliğin Allah’a verilmemesidir. Allah elbette bundan râzı değildir ve bu nedenle de insanlar içinden seçtiği bir peygambere vahiyler indirerek ve şeriat vererek İslâm şeriatının yeryüzünde de hakim kılınıp işletilerek tevhidin, yâni Allah’ın göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah olmasına sağlamaktır. Tevhid budur.

 

Din demek şeriat demektir. Din, vahiy-merkezli yâni Allah’ın emirlerine göre olan bir şeriat ortaya koymak için gelmiştir ki bu şeriat seçilmiş bir peygamberin, Allah’ın kontrôlünde ve icâbında yanlışların ânında düzeltilmesiyle en ideâl şeklini bulmuş bir şeriat olacaktır. Kur’ân’ın doksan iki âyetinde geçen “din” kelimesi, zikredildiği yerlerde; yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslâm, şeriat, hukuk, âdet, cezâ, hesap ve millet gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

 

Sünnet: Kânun, yol, âdet, tarz, tavır, model anlamındadır. Özel anlamda ise, -Allah’ın kontrôlünde olarak- “Hz. Muhammed’in Kur’ân’ı uygulama yöntemi”dir. Sünnet; birilerinin zannettiği gibi  “İslâm’a paralel din” değil, “İslâm’a paralel amel-eylem”dir.

 

Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî Hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve adı literatürde “Sünnet” olarak ifâde edilen şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, -icâbında- yapılan yanlışların ânında Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl modeldir. “Allah kotrôlünde” ortaya konmuş bir modeldir. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği yâni şeriatı belirlenmiş ve gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin dolayısı ile şeriatın göz-ardı edilmesi yanlıştır. Bu “güzel örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır.

 

Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin yâni uygulanmış şeriatın tek kaynağı”dır. Duruma göre -geçici olarak- ortaya konacak olan şeriatlar bile yine Kur’ân ve Sünnetê uygun olmak ve zinhar aykırı olmamak zorundadır. Çünkü Kur’ân ve Sünnet, “şeriatın teorisini ve pratiğini” içerir. Peygamberlerin görevi, Allah’ın kendilerine indirdiği vahyi -olduğu gibi- insanlara tebliğ edip duyurmak ve vahyin gereğini en ideâl şekilde ortaya koyarak ve uygulayarak şeriatı pratikleştirmek yâni ete-kemiğe büründürmektir. Sünnet demek “vahiy-merkezli şeriat” demektir. Tüm peygamberler şeriatları vahye göre oluşturduğu ve vahiy de ilk peygamberden son peygambere kadar değişmeden geldiği için, peygamberlerin vahiy-merkezli olarak uyguladığı ve ortaya koyduğu şeriatlarda birbirine tamâmen aykırı düşen yönler yoktur. Sâdece bir cezâ, imtihan yada zorunluluk olarak geçici ve basit bâzı farklılıklar olmuştur ki zâten son vahiy ile birlikte İslâm kemâle erip tamamlandığı için o eski uygulamalar yürürlükten kaldırılmıştır. Onların artık şeriat olarak bir hükmü yoktur.    

 

İşte bu nedenle, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek ve hattâ değiştirilmesi düşünülemeyecek olan tek kânun, “Allah’ın kânunu ve şeriatı”dır. En doğru söz Allah’ın sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet). Sahih Sünnet, “Kur’ân makâmındaki amel”dir. Bu nedenle ancak 2 maddeden oluşacak bir anayasa zulmü ber-tarâf edip göklerdeki gibi bir düzeni ve nizâmı kurup, adâleti sağlayabilir: 1-Anayasa Kur’ân’dır. 2-Kur’ân’ın uygulaması (şeriat) Peygamber örnekliğine (Sünnet) göre olur. Din yâni İslâm; Hz. Muhammed’e 23 yılda inen âyetlerden oluşan -tüm bütünlüğü ile- Kur’ân ve Peygamberimiz’in “Resûl-Nebî olarak” 23 yılda yaptıkları “Sünnet”tir. Bu, tüm zamanlar ve mekânlar için zinhar değişmeyecek olan ölçüdür. Çünkü Dünyâ’da adâletin, eşitliğin, hakkın, hakîkatin, ahlâkın ve tevhidin ikâme edebilmesinin tek yolu budur ve başka bir yol yoktur.   

 

Şeriat: Sözlükte ‘bir yöne doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak; açık hâle getirmek’ anlamlarındaki şer’ kökünden türeyen şerîat (çoğulu şerâi’) ve şir’at. Yasa. Özellikle İslâm hukûku. Doğru yol. Hak din yolu. Büyük ve geniş cadde. Nûr, aydınlık, ışık. Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz’in târif ettiği, bildirdiği ve uyguladığı yol. Kur’ân’ın âyetlerine, Hz. Muhammet’in sözlerine ve yaptıklarına dayanan, insanın yaşamını, toplumsal yaşamı düzenleyici, Allah’tan olduğu için sâbiteleri hiç-bir zaman değişmeyecek olan dinsel kurallar bütünü” anlamlarındadır.

 

İslâm’da şeriat denilen şey “emir-nehiyler ve Kur’ân-merkezli olan yâni vahye uygun olan ama aykırı olmayan kânun ve kurallar”dır. Âlimler eskiden bêri şeriatın sâbit, evrensel, târih-üstü, indiği toplumu aşan bir tabiatı olduğu” kanaatindedir. Tabi bu, “şeriatta hiç-bir zaman hiç-bir değişiklik yapılamaz” demek değildir. Gerektiğinde Kur’ân ve Sünnet-merkezli -geçici- güncellemeler (değişiklikler değil) yapılabilecektir. Bu güncellemeler Kur’ân ve Sünnet’e uygun olmalı ve aykırı olmamalıdır.

 

İslâm, bireysel alanda “akîde ve inanç”, toplumsal alanda ise “din ve şeriat”tır.

 

İslâm’ın bir şeriatı (kânun) vardır ve peygamberler bu şeriatı uygulamak ve “hayâta hâkim kılmak” için gönderilmişlerdir. İslâm’ı din ve şeriat olarak ikiye ayırmak ve dîni evrensel olarak kabûl edip de şeriatı târihselleştirmek ve artık üzerinden bunca zaman geçtiği için hükümsüz kaldığını söyleyerek, mevcut zamâna göre yeni şeriatlar oluşturmanın gerektiğini, bunu da ahlâklı-bilgili birilerinin yapması gerektiği düşünmek ve söylemek, apaçık bir delâlet, cehâlet, şirk ve küfürdür:

 

“….Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

 

Yapılacak olan bu şey apaçık bir tahrif olur ki yahudiler ve hristiyanlar kitaplarını işte böyle bir düşünce nedeniyle tahrif etmişlerdir. Kitaplarına din’den olmayan ve zamâna uygun şeyleri sokuşturunca, kitapları Allah’ın vahiyleriyle birlikte uydurulmuş ve sokuşturulmuş şeyleri de içerir hâle gelmiştir. Yâni hak ile bâtıl karışmıştır. Birileri bunu şimdi de Kur’ân’a ve İslâm’a yapmak istemektedirler. Çünkü hem aradan uzun bir zaman geçmiştir ve geçen zaman, yapılacak şeyi meşrû gibi hissettirmektedir, hem de Kur’ân ve Sünnet yâni İslâm şeriatı mevcut modern Allahsız-dinsiz zamâna uymadığı ve apaçık bir şekilde aykırı olduğu için, modern hayâta meftûn ve râm olmuş olanlar, şeytan ve nefislerinin de etkisiyle vahiy-merkezli değil de modernizm-merkezli oldukları için -târihsellik bağlamında- vahyi ve şeriatı mevcut zamâna uygun olarak değiştirmeyi hoş ve meşrû görmektedirler. Diyorlar ki; “mevcut şeriat, 1.400 yıl öncesi Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar içindi, o şeriatın artık bir hükmü kalmamıştır ve günümüze uygun olarak yeni güncellemeler yâni şeriatlar yapmalıyız ki bunu yapacak olanlar da bilgili ve ahlâklı, aklı ve değişimi üstün tutanlar olacaktır”. Fakat Kur’ân bunu yasaklar ve şöyle der:

 

“İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kâlpleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kâlpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?” (Hadîd16).

 

Peki ortaya koyacağınız yeni şeriatı beğenmeyenler, yanlış bulanlar ve kabûl etmeyenler bu durumda ne olmuş olacak?. Câhil ve ahlâksız mı?. Yeni şeriatı kim yapacaktır?. Allah katından seçilmiş bir peygamberin, vahiy-merkezli olarak uygulayıp hâkim kılmadığı bir şeriatı hiç kimse kabûl etmez ve takmaz. Ben şahsen zinhar kabûl etmem ve tınlamam. Şeriatı belirleyecek olan kişi, “Allah’ın seçtiği kişi” olmalıdır, yoksa tasavvufun-târikatların ululadığı ve yücelttikçe-yücelttiği şehylerin, cemaatlerin taptığı efendilerin, medyanın pohpohladığı ve meşhûr ettiği ilahiyatçıların, akademisyenlerin ve de İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenen ve İslâm’ı ellerinde oyuncak eden oryantâlist yalakası modernistlerin değil.  

 

Vahyiyle bildirilen “şeriatı uygulamak” demek olan Sünnet’ten kopulunca, İslâm’ın uygulanmış ve onaylanmış şeriatı yerine, “zamânın telâkkileri”ne tam uygun olan “şeriatlar” ortaya çıkarma düşüncesi yaygınlaşmaya başlar.

 

Sünnet’e uymayınca yâni şeriatı tatbik etmedikçe îmâna ve dolayısıyla ahlâka ulaşmak mümkün değildir, olmamaktadır. Îmânı amelden ayırarak onu soyutlaştırmak zinhar îman değildir. O ancak bir “inanç” olabilir ki bu inanç büyük oranda cehâlet içerir yada bâtıldır. Lâik, seküler ve modern inançlar böyledir. Amelsiz yâni şeriatsız îmanlar, insanı korumaz yada sonuna kadar koruyamaz. Çünkü ancak lafta kalır ve iç-âlemde ve dış-âlemde etkisi olmaz. Ameli-eylemi olmayan yâni şeriata uygun olmayan inançlar psikolojik bir şeydir, iknâ edici ve içten gelen bir söylem değildir. Îman büyük bir iddiâdır ve tüm iddiâlar gibi ispât ister. Îmânın ispâtı ise ancak İslâm şeriatına mutâbık olan amel-eylem ile gösterebilir. 

 

Şu da var ki, bir çelişki olarak; hem “Kur’ân’da şeriat hükümlerinden bahseden âyetler çok azdır” diyorlar hem de onların varlığına bile katlanamıyorlar da “târihselcilik” bağlamında o âyetlerin de târihte kaldığı ve nesh edilip hükümlerinin iptâl olduğundan bahsediyorlar.

 

Cihad, tüm anlamlarıyla birlikte, yalnızca Allah’ın dîni ve şeriatı gâlip gelsin diyedir. Modernizm ise, “dîne karşı din” yada, “şeriata karşı şeriat”tır. İslâm yâni Allah’ın şeriatına karşı insanın şeriatını öne çıkaran ve hâkim kılmak isteyen şeytânî-beşerî bir sistemdir.

 

Tasavvufta sıralama şöyle yapılır; şeriat-târikat-hakîkat-mârifet. Bu sıralamada şeriat en alta konarak hafifletilmektedir. Sanki geçici bir aşama gibi gösterilmektedir. Oysa şeriat bir sonuçtur ve aşılabilecek bir şey değildir.

 

Tek meşrû olan şeriat yâni kânun, Allah’ın indirdiği vahiylere göre uygulanmış ve hâkim kılınmış olan İslâm şeriatıdır. Din sâbit olduğu gibi şeriatın da sâbiteleri vardır ve bu nedenle de şeriat Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olamaz. Zîrâ İslâm, sâbiteleri olduğu için öyle çok esneyecek bir din değildir.

 

Kur’ân: “Bugün size dîninizi tamamladım” diyor. Fakat târihselciler “tamamlanmamıştır, biz tamamlayacağız” diyorlar. Peki neye göre?. Elbette “kutsal konjonktür”e göre.  Oysa tamamlanmış din, “tamamlanmış şeriat” da demektir. Allah “bu gün size dîninizi tamamladım ama şeriatı tamamlamadım, onu da siz tamamlarsınız” demiyor ki!. Tamamlanmış bir din tüm zamanlar ve mekânlar için “sâbit” iken, tamamlanmış şeriat da tüm zamanlar ve mekânlar için “sâbite”dir.

 

Allah katında tek geçerli din olan İslâm’da, Kur’ân bilgi ve bilincin yâni teorik şeriatın tek ve bağlayıcı kaynağı iken; Peygamberimiz’in güzel örnekliği olan Sünnet (Ahzâb 21) ise, eylemin ve pratik şeriatın bağlayıcı tek kaynağıdır.

 

Tüm zamanlar ve mekânlar için, “Kur’ân ne diyorsa o, Peygamber nasıl yaptıysa öyle”dir. Gerisi lâf-ı güzaftır, zırvalıktır, küfürdür, şirktir, zulümdür.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2023

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder