“Gerçekten Allah,
kâfirleri lânetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’ hazırlamıştır” (Ahzâb 64).
Lânet: “Tanrı’nın ve insanların sevgisinden, ilgisinden
yoksunluk” anlamındadır.
Şeytan, “ilk lânetlenen
varlık”tır. Lânetlenmesinin nedeni, kibir ve bundan dolayı Allah’ın emrini
yerine getirmemesiydi. Lânetlenmiş olanlar kibirlidirler ve kendilerini başka
insanlara üstün görürler. İlginçtir ki bu kibir sâhibi insanlar kendilerini
“Allah’ın sevgili kulları” olarak görürlerken, kendileri gibi olmayanları ise
“yeryüzünün lânetlileri” olarak îlan ederler. El-Mütekebbir olan Allah, yanında
kimsenin kibir gösterisi yapmasına izin vermediği için, şeytanı lânetleyerek
bulunduğu yerden kovmuştur. İşte şeytan, bunu yaşamış olan varlıktır ve bu
yüzden de insana düşman olmuştur. Zîrâ makâmını, “Âdem’e (yâni bir insana)
secde et” emrini yerine getirmediği için kaybetmiştir. İnsana düşman olan
şeytanın insana yapacağı en büyük kötülük ve istediği tek şey, insanın da
kendisi gibi kibirlenip lânete uğrayarak ebedi cehennemliklerden olmasıdır.
Şeytanın bu oyununa kanan
insanlar, “lânetlenmişler” olarak tüm zamanlarda bulunmuşlardır ve Dünyâ’yı
ifsâd ederek insanlara zulm etmişlerdir. Zîrâ onların kafası hep, ifsâda
çalışır. Çünkü ifsadtan beslenirler. İşte bu lânetliler, şeytânî plânlarını bu
zihniyetle yapıyorlar ve tuzaklarını bu zihniyetle kuruyorlar. Paranın,
siyâsetin, bilim ve teknolojinin, medyanın vs. gücünü ellerinde tutanların,
Dünyâ’yı sömürmek için yaptığı bir şey daha vardır ki, bu tam da şeytanın
taktiğidir. Bu lânetliler, kendi lânetli hayatlarına bakmadan, Dünyâ’nın büyük
kısmını; ilkel, geri, ahmak, 3. sınıf ve en önemlisi de “yeryüzünün lânetlileri”
olarak görürler, gösterirler ve o şekilde kabûl ederler ve ettirler.
Yahudilerin, kendilerinden
başkasını “goyim”=“yahudi olmayan” îlan etmesi gibi, bu lânetliler de,
kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi sömürmeyen, fitne ve ifsâdı din
yapmayıp da onlara karşı çıkanları “yeryüzünün lânetlileri” îlan etmişlerdir ve
bunu tüm Dünyâ’ya da neredeyse kabûl ettirmişlerdir. Bunu kabûl ettirmeleri zor
olmamaktadır. Çünkü sömürdükleri ve zulmettikleri toplumların genel durumu,
kendi durumlarına göre “berbat” bir hâldedir. Ya madden yada mânen çökmüş
durumdadırlar. Mantıkları şu şekilde çalışır: “Eğer insanlar madden refah
içinde değillerse, Allah belâlarını vermiştir”. Bu kişiler akıllarını ve zekâlarını
aynen tâğutlar gibi kullanmadıklarından dolayı bu hâldedirler. Fakat bu
toplumlar, böyle yapamayacakları için değil, “yapmayacakları için” tâğutlar
gibi düşünmezler ve amelde-eylemde bulunmazlar. Zâlim, kâfir ve müşrik olmamak
için onlar gibi bir yola girmek istememektedirler. Çünkü âhiret bilinci ve inancına
sâhiptirler. Onlar gibi ol(a)mazlar ve onlar gibi yap(a)mazlar. İşte “yeryüzünün
gerçek lânetlileri”, samîmi mü’minlerin bu düşüncelerini ve inançlarını bir “lânet”
olarak görürler ve kendi lânetliliklerine bakmadan, onları “yeryüzünün lânetlileri”
gibi göstererek insanları onlardan uzaklaştırarak kendi yanlarına çekmeye
çalışırlar.
Küresel tâğutlar, modern
kürsel sisteme aykırı olarak doğal, normâl ve fıtrî bir şekilde yaşamak
isteyenleri yâni geri bırakılmış olanları “yeryüzünün lânetlileri” olarak
gösterirler. Çünkü bu kişiler, yeryüzünün gerçek lânetlileri olan şeytan uşağı
tâğutların istedikleri gibi düşünüp, yaşayıp, tüketmiyorlar ve hattâ bu
şekildeki bir yaşam-tarzına karşı direniş gösteriyorlar. Bu durum, tâğutların
plânlarına büyük darbe vuruyor ve onları büyük riske sokuyor. Bu nedenle de
yeryüzünün lânetlisi olan tâğutlar, yeryüzünün lânetlisi îlan ettikleri mâsum ve
mazlumları sürekli ve artan bir şekilde baskılıyorlar ve onlara zulmediyorlar.
Onları askerî ve ekonomik olarak yıpratarak baskı altına aldıktan başka, medya
yoluyla “lânetli” olarak da fişliyorlar ve bunu insanların gözünü-gözüne sokarak;
“bakın siz de bunlar gibi lânetli olmak istemiyorsanız, bizim istediğimiz gibi
düşünmeli, yaşamalı ve tüketmelisiniz” mesajını veriyorlar. İşte tüm bunlardan
dolayı “yeryüzünün gerçek lânetlileri”, küresel tâğutların gösterdiği mâsumlar-mazlumlar
değil; Dünyâ’yı askerî, ekonomik, kültürel ve psikolojik olarak kuşatmış olan,
şeytana tapan küresel güçlerdir. Allah bu kişilerin âkıbetleri için şöyle der:
“İşte bunların cezâsı,
Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetlerinin üzerine olmasıdır” (Âl-i İmran 87).
Kur’ân, mâsum ve mazlumlara,
bu kişilere yapacakları bedduayı da öğretir:
“Rabbimiz, onlara azaptan
iki katını ver ve büyük bir lânet ile lânet et” (Ahzâb 68).
Bu beddualar tabî ki de
tutmuş ve tâğutlar hem Allah hem de mâsum ve mazlumlar tarafından lânetlenmişlerdir.
Bu lânet hem iç-âlemlerinde hem de dış-âlemde “gören gözler”e mâlûmdur. İşte bu
lânetin kendileri de farkına olduğundan dolayı, bu baskıdan kurtulmak için, kendi
üzerlerindeki lâneti, başkalarına yıkmaya çalışmaktadırlar. Onları lânetli
göstermek için de mâsum ve mazlumları çok zor bir hayat içinde bırakmaktadırlar.
Bunu sürekli yaparlar ve normâlleştirirler ki; “bakın işte!, lânetli olan biz
değil onlardır. Zîrâ lânetli olan biz olsaydık, böyle refah içinde olmazdık.
Bizler refah içinde yaşıyoruz fakat bunlar ise kendilerinde bulunan lânetin kötü
sonucunu yaşamaktadırlar” mesajını verirler. Tabi bu aslında, sömürü için
yaptıkları zulmü perdelemek için kullandıkları bir yöntemdir. Bunu Mekke’nin
müşrikleri de söylüyorlardı. Yaşadıkları refah(!)ın nedeni olarak, “Allah’ın
sevgili kulları olmaları”nı(!) gösteriyorlar ve zor durumda olan müslümanların kötü
durumlarının sebebini ise, kendileri gibi düşünmedikleri, tapmadıkları ve
yaşamadıkları için “Allah’ın bir cezâsı” olarak göstermek istiyorlardı. Fakat
aslında mâsum ve mazlumlar çok iyi biliyorlardı ki, müşriklerin kendilerinde
bulunan servet ve bundan kaynaklanan görece iyi yaşamın nedeni, yaptıkları
sömürü ve zulümlerdi. Bunun aynısını şimdi de modern kürese tâğutlar söylemekte
ve yapmaktadır.
Allah böylelerine, imtihan
gereği olarak bir mühlet verir ama sonunda ya bu dünyâ’da yada âhirette mutlakâ
elim bir azap ile cezâlandırılacaklardır ve kendilerini savunmak istemeleri bir
yarar sağlamayacaktır. Çünkü hiç-bir mâzeretleri kabûl edilmeyecektir:
“Zâlimlere kendi mâzeretlerinin
hiç-bir yarar sağlamayacağı gün; lânet de onlarındır, yurdun en kötüsü de” (Mü’min 52).
İnsanın “ezelî ve ebedi
ötekisi ve lânetlisi” aslında şeytandır. Şeytan “lânetlenmiş” olanların en
meşhûr olanıdır. Fakat şeytan, insanlardan edindiği dostlarına vahyetmekte ve
şeytanın bu dostları tam da şeytanın isteğine göre düşünüp yapıp-ederek ona
göre Dünyâ’ya şekil vermek istemektedirler. Şeytandan gelen direktiflerin
Dünyâ’yı iyi bir yola ve yöne sokması mümkün olmadığından dolayı, şeytanın
uşakları olan bu tâğutlar, ekini ve nesli ifsâd ederek Dünyâ’yı bir “zulüm diyârı”
yapıyorlar. Böylece nefislerini tatmin etmiş oluyorlar. Bu nedenle “yeryüzünün
gerçek lânetlisi” olan bu inkârcı kâfirler, aynen üstadları şeytan gibi, “ebedî
cehennemlik” olarak sonsuz azâbı hak etmişlerdir:
“Şüphesiz, inkâr edip
kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti bunların
üzerinedir” (Bakara 161).
Yeryüzünün mazlumları ve mâsumları,
şeytanın uşakları tarafından “yeryüzünün lânetlisi” îlan edilmişler ve edilmektedirler.
Hâlbuki “gerçek lânetli” olanlar Dünyâ’yı ifsâd eden tâğutlardır. Modern insan
şeytanın bu uşaklarına kanmakta ve uymaktadır. O hâlde onlar da tâğutlarla
berâber cehenneme yuvarlanacaklardır. Böylece: “Andolsun, cehennemi
cinlerden ve insanlardan, (kâfirlerin) tümüyle dolduracağım” (Hûd 119) sözü
gerçekleşecektir.
Ey mâsum ve mazlum mü’minler!..
“Yeryüzünün gerçek lânetlileri” olanlar, tâğutlar ve onlara uşaklık
yapanlardır. Bunlar, Allah, melekler ve mü’minler tarafından lânetlenmiş olan
ebedî cehennemliklerdir. Çünkü onlar Dünyâ’da büyük bir fitne çıkartmışlar,
ekini ve nesli ifsâd ederek Dünyâ’nın büyük bölümünü yaşanmaz hâle getirmişlerdir.
Özellikle kendi düşüncelerine ve üretimlerine isyân edenlere karşı çok sert
davranmaktadırlar. Hırsızlıkla sağladıkları paralarla ulaştıkları bilim-teknoloji,
silah ve maddî güç ile, anti-modernist olan insanlara saldırmakta, onları
sürekli baskı altında tutarak, hem kendi inançlarını ve yaşam-tarzlarını
korumak istemekte, hem de kendi lânetliliklerini size yıkarak, güyâ psikolojik
olarak rahatlamak istemektedirler.
O hâlde bunlara karşı
eleştiri, îtiraz ve isyân bayrağını yükselterek dik tutmak ve direnişi
sürdürmek şarttır. Zîrâ zulmetmek ne kadar çirkin ve büyük günah ise, zulme
mâruz kalmak ve zulmü kabûl etmek de zulümdür ve kabûl edilemez bir durumdur.
Direnişe Allah’ın istediği gibi devâm etmek, zulme hem ortak olmamak hem de
boyun bükmemek için cihadın her türlüsüyle cihad ederek Allah’a liyâkatimizi
ispât ederek O’nun yardımını celb-etmemiz olmazsa-olmazdır. Böylece hak ve bâtıl
açığa çıkacak, yeryüzünün gerçek lânetlilerinin kim olduğu görülecektir.
Allah, yeryüzünün gerçek lânetlilerini
bizim ellerimizle Dünyâ’da azâba uğrattıktan sonra, âhirette de “lânetlenmiş
şeytan” ile birlikte ağır ve ebedî cehenneme mahkûm edecektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder