4 Nisan 2019 Perşembe

Yeryüzünün Lânetlileri



“Gerçekten Allah, kâfirleri lânetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’ hazırlamıştır” (Ahzâb 64).

Lânet: “Tanrı’nın ve insanların sevgisinden, ilgisinden yoksunluk” anlamındadır.

Şeytan, “ilk lânetlenen varlık”tır. Lânetlenmesinin nedeni, kibir ve bundan dolayı Allah’ın emrini yerine getirmemesiydi. Lânetlenmiş olanlar kibirlidirler ve kendilerini başka insanlara üstün görürler. İlginçtir ki bu kibir sâhibi insanlar kendilerini “Allah’ın sevgili kulları” olarak görürlerken, kendileri gibi olmayanları ise “yeryüzünün lânetlileri” olarak îlan ederler. El-Mütekebbir olan Allah, yanında kimsenin kibir gösterisi yapmasına izin vermediği için, şeytanı lânetleyerek bulunduğu yerden kovmuştur. İşte şeytan, bunu yaşamış olan varlıktır ve bu yüzden de insana düşman olmuştur. Zîrâ makâmını, “Âdem’e (yâni bir insana) secde et” emrini yerine getirmediği için kaybetmiştir. İnsana düşman olan şeytanın insana yapacağı en büyük kötülük ve istediği tek şey, insanın da kendisi gibi kibirlenip lânete uğrayarak ebedi cehennemliklerden olmasıdır.

Şeytanın bu oyununa kanan insanlar, “lânetlenmişler” olarak tüm zamanlarda bulunmuşlardır ve Dünyâ’yı ifsâd ederek insanlara zulm etmişlerdir. Zîrâ onların kafası hep, ifsâda çalışır. Çünkü ifsadtan beslenirler. İşte bu lânetliler, şeytânî plânlarını bu zihniyetle yapıyorlar ve tuzaklarını bu zihniyetle kuruyorlar. Paranın, siyâsetin, bilim ve teknolojinin, medyanın vs. gücünü ellerinde tutanların, Dünyâ’yı sömürmek için yaptığı bir şey daha vardır ki, bu tam da şeytanın taktiğidir. Bu lânetliler, kendi lânetli hayatlarına bakmadan, Dünyâ’nın büyük kısmını; ilkel, geri, ahmak, 3. sınıf ve en önemlisi de “yeryüzünün lânetlileri” olarak görürler, gösterirler ve o şekilde kabûl ederler ve ettirler.

Yahudilerin, kendilerinden başkasını “goyim”=“yahudi olmayan” îlan etmesi gibi, bu lânetliler de, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi sömürmeyen, fitne ve ifsâdı din yapmayıp da onlara karşı çıkanları “yeryüzünün lânetlileri” îlan etmişlerdir ve bunu tüm Dünyâ’ya da neredeyse kabûl ettirmişlerdir. Bunu kabûl ettirmeleri zor olmamaktadır. Çünkü sömürdükleri ve zulmettikleri toplumların genel durumu, kendi durumlarına göre “berbat” bir hâldedir. Ya madden yada mânen çökmüş durumdadırlar. Mantıkları şu şekilde çalışır: “Eğer insanlar madden refah içinde değillerse, Allah belâlarını vermiştir”. Bu kişiler akıllarını ve zekâlarını aynen tâğutlar gibi kullanmadıklarından dolayı bu hâldedirler. Fakat bu toplumlar, böyle yapamayacakları için değil, “yapmayacakları için” tâğutlar gibi düşünmezler ve amelde-eylemde bulunmazlar. Zâlim, kâfir ve müşrik olmamak için onlar gibi bir yola girmek istememektedirler. Çünkü âhiret bilinci ve inancına sâhiptirler. Onlar gibi ol(a)mazlar ve onlar gibi yap(a)mazlar. İşte “yeryüzünün gerçek lânetlileri”, samîmi mü’minlerin bu düşüncelerini ve inançlarını bir “lânet” olarak görürler ve kendi lânetliliklerine bakmadan, onları “yeryüzünün lânetlileri” gibi göstererek insanları onlardan uzaklaştırarak kendi yanlarına çekmeye çalışırlar.

Küresel tâğutlar, modern kürsel sisteme aykırı olarak doğal, normâl ve fıtrî bir şekilde yaşamak isteyenleri yâni geri bırakılmış olanları “yeryüzünün lânetlileri” olarak gösterirler. Çünkü bu kişiler, yeryüzünün gerçek lânetlileri olan şeytan uşağı tâğutların istedikleri gibi düşünüp, yaşayıp, tüketmiyorlar ve hattâ bu şekildeki bir yaşam-tarzına karşı direniş gösteriyorlar. Bu durum, tâğutların plânlarına büyük darbe vuruyor ve onları büyük riske sokuyor. Bu nedenle de yeryüzünün lânetlisi olan tâğutlar, yeryüzünün lânetlisi îlan ettikleri mâsum ve mazlumları sürekli ve artan bir şekilde baskılıyorlar ve onlara zulmediyorlar. Onları askerî ve ekonomik olarak yıpratarak baskı altına aldıktan başka, medya yoluyla “lânetli” olarak da fişliyorlar ve bunu insanların gözünü-gözüne sokarak; “bakın siz de bunlar gibi lânetli olmak istemiyorsanız, bizim istediğimiz gibi düşünmeli, yaşamalı ve tüketmelisiniz” mesajını veriyorlar. İşte tüm bunlardan dolayı “yeryüzünün gerçek lânetlileri”, küresel tâğutların gösterdiği mâsumlar-mazlumlar değil; Dünyâ’yı askerî, ekonomik, kültürel ve psikolojik olarak kuşatmış olan, şeytana tapan küresel güçlerdir. Allah bu kişilerin âkıbetleri için şöyle der:

“İşte bunların cezâsı, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetlerinin üzerine olmasıdır” (Âl-i İmran 87).

Kur’ân, mâsum ve mazlumlara, bu kişilere yapacakları bedduayı da öğretir:

“Rabbimiz, onlara azaptan iki katını ver ve büyük bir lânet ile lânet et” (Ahzâb 68).

Bu beddualar tabî ki de tutmuş ve tâğutlar hem Allah hem de mâsum ve mazlumlar tarafından lânetlenmişlerdir. Bu lânet hem iç-âlemlerinde hem de dış-âlemde “gören gözler”e mâlûmdur. İşte bu lânetin kendileri de farkına olduğundan dolayı, bu baskıdan kurtulmak için, kendi üzerlerindeki lâneti, başkalarına yıkmaya çalışmaktadırlar. Onları lânetli göstermek için de mâsum ve mazlumları çok zor bir hayat içinde bırakmaktadırlar. Bunu sürekli yaparlar ve normâlleştirirler ki; “bakın işte!, lânetli olan biz değil onlardır. Zîrâ lânetli olan biz olsaydık, böyle refah içinde olmazdık. Bizler refah içinde yaşıyoruz fakat bunlar ise kendilerinde bulunan lânetin kötü sonucunu yaşamaktadırlar” mesajını verirler. Tabi bu aslında, sömürü için yaptıkları zulmü perdelemek için kullandıkları bir yöntemdir. Bunu Mekke’nin müşrikleri de söylüyorlardı. Yaşadıkları refah(!)ın nedeni olarak, “Allah’ın sevgili kulları olmaları”nı(!) gösteriyorlar ve zor durumda olan müslümanların kötü durumlarının sebebini ise, kendileri gibi düşünmedikleri, tapmadıkları ve yaşamadıkları için “Allah’ın bir cezâsı” olarak göstermek istiyorlardı. Fakat aslında mâsum ve mazlumlar çok iyi biliyorlardı ki, müşriklerin kendilerinde bulunan servet ve bundan kaynaklanan görece iyi yaşamın nedeni, yaptıkları sömürü ve zulümlerdi. Bunun aynısını şimdi de modern kürese tâğutlar söylemekte ve yapmaktadır.

Allah böylelerine, imtihan gereği olarak bir mühlet verir ama sonunda ya bu dünyâ’da yada âhirette mutlakâ elim bir azap ile cezâlandırılacaklardır ve kendilerini savunmak istemeleri bir yarar sağlamayacaktır. Çünkü hiç-bir mâzeretleri kabûl edilmeyecektir:

“Zâlimlere kendi mâzeretlerinin hiç-bir yarar sağlamayacağı gün; lânet de onlarındır, yurdun en kötüsü de” (Mü’min 52).

İnsanın “ezelî ve ebedi ötekisi ve lânetlisi” aslında şeytandır. Şeytan “lânetlenmiş” olanların en meşhûr olanıdır. Fakat şeytan, insanlardan edindiği dostlarına vahyetmekte ve şeytanın bu dostları tam da şeytanın isteğine göre düşünüp yapıp-ederek ona göre Dünyâ’ya şekil vermek istemektedirler. Şeytandan gelen direktiflerin Dünyâ’yı iyi bir yola ve yöne sokması mümkün olmadığından dolayı, şeytanın uşakları olan bu tâğutlar, ekini ve nesli ifsâd ederek Dünyâ’yı bir “zulüm diyârı” yapıyorlar. Böylece nefislerini tatmin etmiş oluyorlar. Bu nedenle “yeryüzünün gerçek lânetlisi” olan bu inkârcı kâfirler, aynen üstadları şeytan gibi, “ebedî cehennemlik” olarak sonsuz azâbı hak etmişlerdir:

“Şüphesiz, inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti bunların üzerinedir” (Bakara 161).

Yeryüzünün mazlumları ve mâsumları, şeytanın uşakları tarafından “yeryüzünün lânetlisi” îlan edilmişler ve edilmektedirler. Hâlbuki “gerçek lânetli” olanlar Dünyâ’yı ifsâd eden tâğutlardır. Modern insan şeytanın bu uşaklarına kanmakta ve uymaktadır. O hâlde onlar da tâğutlarla berâber cehenneme yuvarlanacaklardır. Böylece: “Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kâfirlerin) tümüyle dolduracağım” (Hûd 119) sözü gerçekleşecektir.

Ey mâsum ve mazlum mü’minler!.. “Yeryüzünün gerçek lânetlileri” olanlar, tâğutlar ve onlara uşaklık yapanlardır. Bunlar, Allah, melekler ve mü’minler tarafından lânetlenmiş olan ebedî cehennemliklerdir. Çünkü onlar Dünyâ’da büyük bir fitne çıkartmışlar, ekini ve nesli ifsâd ederek Dünyâ’nın büyük bölümünü yaşanmaz hâle getirmişlerdir. Özellikle kendi düşüncelerine ve üretimlerine isyân edenlere karşı çok sert davranmaktadırlar. Hırsızlıkla sağladıkları paralarla ulaştıkları bilim-teknoloji, silah ve maddî güç ile, anti-modernist olan insanlara saldırmakta, onları sürekli baskı altında tutarak, hem kendi inançlarını ve yaşam-tarzlarını korumak istemekte, hem de kendi lânetliliklerini size yıkarak, güyâ psikolojik olarak rahatlamak istemektedirler.

O hâlde bunlara karşı eleştiri, îtiraz ve isyân bayrağını yükselterek dik tutmak ve direnişi sürdürmek şarttır. Zîrâ zulmetmek ne kadar çirkin ve büyük günah ise, zulme mâruz kalmak ve zulmü kabûl etmek de zulümdür ve kabûl edilemez bir durumdur. Direnişe Allah’ın istediği gibi devâm etmek, zulme hem ortak olmamak hem de boyun bükmemek için cihadın her türlüsüyle cihad ederek Allah’a liyâkatimizi ispât ederek O’nun yardımını celb-etmemiz olmazsa-olmazdır. Böylece hak ve bâtıl açığa çıkacak, yeryüzünün gerçek lânetlilerinin kim olduğu görülecektir.

Allah, yeryüzünün gerçek lânetlilerini bizim ellerimizle Dünyâ’da azâba uğrattıktan sonra, âhirette de “lânetlenmiş şeytan” ile birlikte ağır ve ebedî cehenneme mahkûm edecektir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Kasım 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder