“De ki: Hak geldi, bâtıl
yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Hak, ancak “Hak’kın
sözleriyle” hem kişinin iç-âleminde hem de dış-âlemde tezâhür edebilir. Bunu
hakkıyla sağlayabilecek başka bir etken yoktur. Hem iç-âlemlerin hem de dış-âlemin
aydınlanması için “Allah’ın sözü” olan Kur’ân ile bilgi-bilince erip
vahiy-merkezli düşünmek ve Sünnet-merkezli amel ve eylemde bulunmak şarttır.
Hakkı ikâme etmek, “Hakkın sözüne göre düşünmek ve amel-eylemde bulunmakla”
olur. Zâten ancak hak-merkezli olunduğunda yeryüzü aynen gökler gibi muazzam
bir düzene ve âhenge kavuşur ve hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe ulaşılır. Gökler
nasıl ki Hakka göre olduğu için düzenini ve âhengini koruyorsa, yeryüzünde de
düzeni ve hakkı ikâme etmek, ancak “Allah’a=Hakka göre” olunca olur. Allah göre
olmak ise, “O’nun sözüne göre olmak” demektir ki, buna “Kur’ân-merkezlilik”
denir.
Kur’ân-merkezlilik, “kayıtsız-şartsız
bir Kur’ân-merkezlilik”tir. İç-âlemin ve dış-âlemin her alanında, her meselesinde,
her noktasında ve tüm zaman ve mekânlarında olacak olan bir Kur’ân-merkezlilikten
bahsediyoruz. Kur’ân-merkezli olunca yâni Allah’ın emrine göre düşünüp amelde-eylemde
bulununca, hem Dünyâ’da hem de âhirette hakka-hakîkate, adâlete ve iyiliğe kavuşuruz
ki zâten bunun başka da bir yolu yoktur. O hâlde Kur’ân-merkezli olmak “farz-ı
ayn”dır.
Kur’ân-merkezli olmanın en
güzel şekli ise, Kur’ân-merkezli olmayı en ideâl bir şekilde gösteren “güzel
örnekliğimiz” Hz. Muhammed’in İslâmî Hareket Metodu’nu tâkip etmekle olacaktır.
Sünnet denilen “güzel örneklik”, Hz. Muhammed’in “Kur’ân-merkezli siyâset”idir.
Modernitenin Dünyâ’ya hâkim
olmasıyla birlikte modern müslümanlarda bâriz bir şekilde açığa çıkan şey; “sâdece
Kur’ân”, “Kur’ân yeter”, “Kur’ân’dan her-şey var” vs. gibi sözlerle ifâde
edilen “Kur’âncılık”tır. Tabî ki Kur’ân bizim bilgi ve bilincimizin tek
kaynağıdır. Biz tüm ilhâmımızı ondan alırız. Zâten Allah da bunu emretmiştir.
Fakat bu sözleri söyleyenlere baktığımızda, Kur’ân’ı sâdece kâlplerin ve zihinlerin
bir nesnesi ve tatmin aracı gibi kullandıklarını, hayâtta ve amel-eylemde ise
Kur’ân’ı değil de modern-lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-küresel-emperyâl
ideolojileri ölçü aldıklarını ve bu ideolojilerin bayraktarlığını yaptıklarını görürüz.
O hâlde bu kişiler Kur’ân’ı, “uydukları düzenleri meşrûlaştırmak için”
kullanmaktadırlar. Zâten baktığımızda, bu kişilerin, tâğutların dediklerine ve
direktiflerine göre yaşadıklarını görüyoruz ki, bunların içinde de ne yazık ki “sâdece
Kur’ân” diyenler ve sürekli Kur’ân okuyanlar da vardır.
Peki neden böyle oluyor?.
Çünkü bahsedilen kişiler ve hizipler, Kur’ân’ı kâlplere, zihinlere, vicdanlara
ve dört duvar arasına hapsediyorlar, hayatta ise tâğutlara yada onların
taşeronlarına göre düşünüyor ve edip-eyliyorlar. Onları destekliyorlar. Onların
uygunsuz ve apaçık yanlışlarını ise, “Kur’ân’ı aşırı yoruma tâbi tutarak”
meşrûlaştırıyorlar ki zâten bunlar vahyi hayâta hâkim kılmayı aslâ düşünmediklerinden
dolayı Kur’ân’ı da ancak tâğutları temize çıkarmak için kullanıyorlar.
Yaptıkları aşırı yorumlara baktığınızda ise, yorumlarının mevcut din-dışı sistemlere
ve bu sistemin taşeronlarının söylemlerine uygun düştüklerini görürsünüz.
Kur’ân-merkezli olmak,
hayâtın her noktasında, iç-âlemde ve dış-âlemde, tüm zamanlarda ve mekânlarda Kur’ân’a
göre düşünmek ve amel-eylemde bulunmakla olur. Müslümanlar işte bunu
yap(a)mıyorlar. Kur’ân’ı sözde baş-tâcı yapanların çoğu, iş Kur’ân-merkezli
yaşamaya gelince apışıp kalıyorlar ve seslerini kısıveriyorlar. Modernite
hayâta ağırlığını koydukça, Kur’ân-merkezli yaşamaktan, “zebranın aslandan kaçtığı”
gibi kaçanların listesi uzayıp gitmektedir.
Kur’ân-merkezli okumak,
sürekli bir şekilde “Kur’ân’ı sâdece okumak” demek değildir. Kur’ân-merkezli
okumak, “Kur’ân-merkezli yapmak” demektir. Kur’ân’ı okumuş-okuyor olmakla,
“Kur’ân-merkezli olmak” farklı şeylerdir. Kur’ân-merkezli olmak, “kayıtsız-şartsız
her durumda Kur’ân’a uymak ve ona göre yaşamak” demektir. İç-âlemi Kur’ân ile
aydınlattıktan sonra, dış-âlemi de Kur’ân ile aydınlatmak ve Kur’ân’ı hayâta
hâkim kılma yoluna düşmektir. Fakat nice Kur’ân okuyanlar vardır ki “Kur’ân’a
göre yaşamak” söz-konusu olunca yan çiziyorlar ve Kur’ân’ın “Kur’ân-merkezli
olun” anlamındaki âyetlerini başlıyorlar aşırı yoruma boğmaya ve anlamından
saptırmaya. Bu yorumları yapmada en büyük yardımcıları tabî ki de şeytan oluyor.
Müslümanların
Kur’ân-merkezli olmayan düşünüşleri kendi öz-düşünüşleri olamaz. “Eğer
düşünceler vahye aykırı ise, söylemler ve de eylemler vahiy-merkezli değil”
demektir. Vahiy-merkezli olmayan düşünceler ve eylemler ise, bâtıl-merkezli
sistemin düşünceleri ve eylemleri olur. Artık bâtıl sistemin ortaya attığı
düşünceler, farklı şekildeki söylemlerle dile getirilmekten ve sistemin
düşüncesi körü-körüne taklit edilmekten başka bir şey yapılmış olmaz. Bu durumda
zamanla “sistem-içi söyleme mahkûm olma” kaçınılmaz hâle gelir. Artık kişinin
dili sistemin dilidir, yaşamı ise “sistemin yaşam-şekline göre”dir. İlginç ve
üzücü olan ise, müslümanların, sistemin diline, Kur’ân’a-İslâm’a aykırı
olmasına rağmen anlamsız bir bağlılıkla bağlı olunmasıdır. Öyle ki, bu dile
karşı vahyin dili bile o kişiler için kâr etmez duruma geliyor. Çünkü
Kur’ân-merkezli yaşanılmamaktadır ki, Kur’ân-merkezli yaşanılmadığında, dil de,
düşünce de, yaşam da vahye aykırı olmaya başlar. Kur’ân yâni hak-merkezli
olunmadığında, bâtıl-merkezli olmak kaçınılmaz olur.
Kur’ân-merkezli eğitim
yaptıklarını söyleyenler de aynı şekilde davranıyorlar. Ellerinde Kur’ân var,
sürekli Kur’ân dersleri yapıyorlar fakat temellerini Şeytan’ın attığı,
müteahhitliğini tâğutların yaptığı projelerde-ideolojilerde amele olarak
çalışıyorlar. Sonuçta da lâik-seküler-modernist-konformist-demokratik
ideolojilere, çok sevdikleri hocalarına-âlimlerine ve hayrân oldukları
parti-lîderlerine göre hareket ediyorlar. Hem de aşırı bir şevkle ve meftûn
olarak. Üstelik inandıkları Kur’ân’a rağmen, Peygamber’e rağmen, Allah’a rağmen.
Allah-Peygamber-Kur’ân ile yüzdeyüz çatışan-çarpışan kişiler ve fikirler
şiarları oluyor. Zâten kurdukları ve yenilerini kurmak için çabaladıkları
sivil-toplum (cemaat değil) kuruluşları yâni dernekleri; büyük bir aşkla oy
verdikleri partilerinin ileri karakolları, şûbeleri, “arka bahçeleri” olarak
görev yapıyor. Orada İslâm’dan çok, parti-gündemi konuşuluyor ve okunuyor.
Kur’ân, “Kur’ân-merkezli” okunmadığı için, hayat da Kur’ân-merkezli dokunmuyor.
Sonuçta da hayâtı, Kurân değil, bâtıl düzenlerden bir düzen şekillendiriyor.
Bâtılın şekillendirdiği Dünyâ, küfrün, şirkin ve dolayısı ile de zulmün merkezi
hâline geliyor.
Yapılması gereken şey, yine
Kur’ân’dan yola çıkarak yâni düşünceyi-felsefeyi-teoriyi Kur’ân’dan alarak bir
pratik gerçekleştirmek olmalıdır. Bu da ancak Kur’ân-merkezli oluşturulacak
olan bir siyâsetle olur. Çünkü insanlar ne olursa-olsun Dünyâ’ya bedenlerinden
bağlıdırlar ve maddiyatı da belirleyen siyâseti tâkip etmek ve ona zoraki de
olsa uymak zorundadırlar. Bu nedenle bu uydurmaları yok edecek ve kurtaracak
etken, siyâsettir ama bu siyâset, “Kur’ân/vahiy-merkezli olan bir siyâset”
olmalıdır. Bu zorunludur. Çünkü böyle olmadığında yâni vahiy-merkezli bir
siyâset olmadığında bu uydurmalardan bırakın kurtulmayı, zamanla bu uydurmalar
çoğalıp daha da sağlamlaşacaktır. Zîrâ bu uydurmalar, Kur’ân-merkezli bir
siyâsetten kopulduğunda ortaya çıkmaya başlamış, çoğalıp yaygınlaşmış ve
kemikleşmiştir. İşte bu nedenle Kur’ân ve sünnet-merkezli oluşturulacak bir
siyâset, bu uydurmaları, küfrü, şirki ve zulmü, gerek söylemlerle dikkat
çekerek ve gerekse “zor” kullanarak yok edecek ve insanları kurtaracak ve
selâmete ulaştıracaktır.
Bir
yanlışlığı-kötülüğü-çirkefliği “sâdece güzellikle” def edemezsiniz.
Vahiy-merkezli bir inşâ, bâtıl-merkezli bir temel üzerine kurulamaz. Zâten etkili
bir yanlışın, bir zulmün ve küresel çaptaki bir çirkinliğin güzellikle ve kırıp
dökmeden değiştirilip düzeltildiğinin (kısmen Yûnus Kavmi hâriç) insanlık
târihinde bir örneği yoktur. Bâtıl ancak; ilk başta Kur’ân-merkezli doğrularla
yâni hakkın en iyi şekilde ortaya konmasıyla, sonra da bâtılı rezil etmekle,
“ölçülü zor kullanma”larla ve vahiy-merkezli yasaklar belirlemekle bertarâf
edilebilir ve böylece uydurmalar ve şirk değerini yitirip, “hak olan” değer
kazanarak hayatta görünür hâle gelir.
Müslümanlar Kur’ân-merkezli
bir düşünüşe ve amel-eyleme sâhip olmalılar ki, karşı tarafın buna üstün
çıkması söz-konusu olamaz. Hiç-bir şey Kur’ân-merkezli olmanın önüne ve ötesine
geçemez. Bunun böyle olduğunun delîli, son 150 öncesi yaşanan hayat ve
sonrasında son 150-200 yıldır, hayâtın her alanında vahye aykırı olan kânun ve
kuralların, insanların büyük çoğunluğunu madden yada mânen perişân etmiş olmasıdır.
Zîrâ kâinât nasıl ki Allah’a göre düzenlenmiş ve O’na göre hareket ettiği için
onda bir bozukluk ve düzensizlik göremiyorsak, yeryüzünde de insanların
şirkten, küfürden ve dolayısı ile zulümden kurtulmaları ve “insan” gibi
yaşamalarının tek yolu “Allah’ın dediği gibi yaşamaktır” ki bu da ancak, “iç ve
dış-âlemin Kur’ân-merkezli olarak düzenlenmesiyle” olur.
Kur’ân gerçek anlamda idrâk
edilip, sonra da Kur’ân-merkezli düşünce-amel-eylem süreciyle İslâmî bir
toplumun ve siyâsetin kurulmasıyla ancak, insanlar hem Dünyâ’da hem de âhirette
“iyilik”e kavuşacaktır. Böyle bir hayâtın örnekliği ise, Hz. Muhammed
tarafından “asr-ı saadet” denilen süreç ile gösterilmiştir ve buna “güzel
örneklik (Ahzâb 21) denilmiştir.
Kur’ân-merkezli olmak,
Kur’ân-merkezli okuduktan sonra, “hayâtı Kur’ân-merkezli dokumak”la olur.
Biz bu Dünyâ’ya Kur’ân-merkezli
yaşamaya ve Kur’ân-merkezli ölmeye geldik. Kur’ân-merkezli yaşayanlara ve
ölenlere selâm olsun!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder