“Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’ndan başka
ilah yoktur. O, ilim bakımından her-şeyi kuşatmıştır” (Tâ-hâ 98).
Kur’ân boyunca
ilim için, “verdik” denilmektedir. O hâlde ilim, “kesbî” (çalışarak kazanılan) değil,
“vehbî” (çalışmakla olmayıp, Allah’ın lûtfu ile verilen)’dir. Fakat Allah kime
ilim verir?. Yine Kur’ân boyunca gördüğümüz şey şudur ki, ilim, “temiz olanlar”a
verilmektedir. Allah, fıtratını bozmayıp sâfiyetini koruyanlara vahyediyor ve veriyor
ilmi. Peygamberler fıtratlarını koruyup da sâfiyetlerini bozmayanlar ve temiz
kalanlardır. Öyle ki bu safiyet, peygamberleri sürekli olarak iyiliğe
yönlendirmiştir. İyilik timsâli kesilmişlerdir peygamberler. Zâten
Peygamberimiz’e de bu özelliklerinden dolayı “el emin” deniliyordu. Allah “el
emin” olanlara vahyediyordu ve ilim veriyordu. Zîrâ ona ancak temiz olanlar
dokunabilirdi (Vâkıa 79) ve vahiy ve ilim ancak, “zihni ve kâlbi temiz
olanlar”a inerdi. Kendisine vahyedilenlere aynı-zamanda ilim de verilmiş
demektir. Bu nedenle de Kur’ân boyunca Allah’ın “ilim verdik” dediği kişiler
peygamberlerdir. Bu, hayâtı boyunca temiz kalmak için zindanı bile göze
alabilen Hz. Yûsuf üzerinden şu şekilde söylenir:
“Erginlik çağına erişince, kendisine
hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz” (Yûsuf 22).
“Rûhun bilgisine ilim, bedenin bilgisine bilim denir” sözü çok
doğru değildir. Çünkü aslında ilim, hem rûhun hem de bedenin yâni “maddî olanın
bilgisi” demektir. Bilim ise (ki biz bu yazıda “bilim” derken “modern-bilim”i
kastediyoruz), sâdece maddî olanı kabûl eder ve sâdece maddî olan üzerinde
çalışır. Zâten maddî olmayan meta-fizik alanı yok sayar. Tabi modern-bilimin
meta-fizik alanı yok sayması, mânevî olanın yok olduğu anlamına gelmez. Mânevi
olan, hakîkatin ta kendisidir ve hattâ mânevi olan, maddî olana göre daha
gerçektir.
Modern-bilime
öncülük eden batı, maddî ve mânevi olanın ikisini birden kapsayan ve “ilim”
denilen bilgiyi aslında ilk başta İslâm ve müslümanlardan almıştır. Şimdilerde
onu var gücüyle unutturmaya çalışsa da, bu hem batı’nın bilginlerine, hem de
İslâm târihini iyi bilenlere mâlûmdur. Tabi batı da ilme katkı yapmıştır fakat
batı’nın apaçık yanlışı, ilmi mânevî olandan ayırarak ve “sâdece maddî olanın
bilgisi”ne yönelerek ilmi parçalaması ve ilmi “bilim”e indirgemesidir. Zîrâ
dinden kopmuştur ve bu nedenle varlığın meta-fizik yönünü yok saymaktadır.
Ayrıca batı, sanki kendi kurduğu modern uygarlıktan önce, bilimi de kapsayan
bir ilim yokmuş gibi davranmakta ve her-şeyi kendi uygarlığına hasretmektedir.
Oysa “sınırlı ilim” diyebileceğimiz bilimin temeli olan ilim batı’ya,
Sicilya-Fransa-Endülüs yoluyla girmiştir. Bir yazıda bundan şu şekilde
bahsedilir:
“Mîlâdi sekizinci asrından ondördüncü
asrın sonlarına kadar altıyüz sene süren yüksek bir İslâm medeniyeti, ilim ve
san’atı vardır ki, çoklarımızca maalesef bilinmeyen bu parlak medeniyet, onuncu
asırdan îtibâren Fransa’ya ve Sicilya yolu ile İtalya’ya akmış, Rönesans ve
reform hareketlerinde başrôlü oynamıştır”.
Tabi
batı bu süreci, dinden ve dolayısı ile de mânevî olandan koparak yaptığından,
ilmi de parçalamış ve bilime indirgemiş oluyordu. Amerika ve Afrika’dan çaldıkları
servet tutarındaki paraları kullanarak ve ilmi mânâdan kopararak bilime
indirgedi ve dolayısı ile de bilimi kutsadı. Kendisinde biriken servet ile
geliştirdiği bilimi, insanlara yarardan çok zarar getirecek şekle soktu.
Unutulmamalı ki, ağır silahlar bilimin ortaya koyduğu teknolojilerdir. Hattâ
atom bombası, bilimin (ilmin değil) en ileri seviyesidir ki, nice zulümlere ve
nice mâsum insanın hayâtını kaybetmesine neden olmuştur. Ne ilginçtir ki, bilim
geliştikçe, insanlara verdiği zarar hem daha çok, hem de daha ağır oluyor. Oysa
bilimi de kapsayan ilim, insanlara zarar vermez. Zîrâ ilim, doğal ve normâl
olandan kopuk değildir. Allah’tan kopuk değildir çünkü.
İşte batı uygarlığı
(medeniyet değil), geliştirdiği bu bilimi tüm Dünyâ’da hâkim kılmak ve suyun
başına da kendisi oturmak istiyor. Batı, “modern-bilim uygarlığı” olan batı
uygarlığını ve hayat-tarzını kabûl edenlerle çeşitli işbirlikleri yaparken,
bunu kabûl etmeyip de îtirâz edenlerle çatışıyor, savaşıyor ve hiç olmadı;
bunları yobaz, ilkel ve hattâ terörist olarak kabûl ve îlan ediyor. Batı’nın
çağırdığı şey; Allah’tan, dinden, mânevî olandan kopuk olan modern-bilim merkezli
batı uygarlığıdır. Fakat Allah, dinden kopuk olan bu toplumlara uymayı ve
katılmayı yasaklıyor:
“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve
hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: Şüphesiz doğru yol,
Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ
(istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır,
ne de bir yardımcı” (Bakara
120).
İnsan, maddî
olanın bile bilgisine tam olarak ulaşamıyor ve ulaşamaz da. Çünkü tüm kâinâtı
kuşatamaz. Mânevi olan için ise biz ancak, Allah’ın bize bildirdiği kadarını
bilebiliriz. Mânevî olan hakkında ise bize az bilgi verilmiştir. Meselâ rûh
konusunda kıyâmete kadar sınırlı bir bilgiyle yetineceğiz:
“Sana
ruh’tan sorarlar; de ki: Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az
bir şey verilmiştir” (İsrâ 85).
Âlemlerin Rabbi olan
Allah’ın bilgisine ulaşmak ise söz-konusu bile değildir. Çünkü:
“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de
-onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın
kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve
hikmet sâhibidir” (Lokmân 27)
Batı’nın, kadim (b)ilimden
koparak oluşturduğu modern-bilim anlayışı, Newton’un, “şu-anda yanlış olduğu
ispatlanan” sonuçlarına bakarak oluşturduğu bilim anlayışıdır. Beşerî bilim
demek, “kesinlik” diye bir şey yoktur, kesin bilgiye ulaşılamaz” demektir. Zîrâ
sürekli olarak yanlışlanabilmekte ve değişmektedir. Belki de bu nedenle bilim
için; “yanlışlanabilir olan” demek zorunda kalıyorlar. Oysa “ilim”,
“Allah-merkezli” olduğundan dolayı en doğru olana ulaştırır. Bilim adına ortaya
atılmış manşetlerin çoğu “doğru bilgi” değildir. Modern yalanlardır çoğu.
Modern-bilimin Dünyâ-dışı verilerinin %90’ı, Dünyâ-içi verilerinin ise %60’ı
yanlıştır.
“Din ile
modern-bilim arasında çatışma var mı?” diye tartışılıyor. Yav çatışma zâten din
ile modern-bilim (ilim değil) arasındadır. Bu tartışma ve çatışma hiç-bir zaman
bitmez. Çünkü modern-bilim, mânevî-dînî olanı yok sayarak büyük yanlışlara
düşüyor ve bu yanlışlarla şekillenen Dünyâ, insanlara zulüm olarak yansıyor.
Modern-bilimin yararından çok daha fazla zararı oluyor.
Modern insan,
modern-bilim ile büyülenmiş durumda. Hattâ insanlar bilimin ulaşamayacağı bir
şeyin olmadığını zannederek, modern-bilimde sınırsız bir güç vehmediyorlar ve böylece
modern-bilimi ilahlaştırıyorlar. Modern şirk, modern-bilim ile yapılıyor. Oysa
modern insan modern-bilimden pek de anlamıyor. Bilimin ortaya koyduğu
teknolojileri yakından tâkip etmeyi, bâzı bilim-adamlarının isimlerini
ezberlemeyi ve bilim-târihini üstün-körü bilmeyi “bilimsellik” zannediyorlar.
İlim ve bilim
arasında bir-çok fark vardır..
İlim, “Allah
kaynaklı” iken, bilim beşerîdir.
İlmin bir ayağı
ilâhi olan bilgide sâbit iken, pergel misâli, diğer ayağı tüm Dünyâ’yı
dolaşmaktadır. Bilim ise kendini “sâdece maddî olan”la sınırladığından dolayı,
çok değişken ve çok kısa ömürlüdür.
İlim bir “tefekkür”
ortaya koyarken, bilim kısır fikirlerle dününü tüketir.
İlim, hayâtı
ahlâklı bir şekilde inşâ ederken, bilim ahlâkla ilgilenmez. Zâten
ahlâksızlıkları da apaçık ortadadır.
İlim “sahih görüşler”
ortaya koyarken, bilim her zaman; süreli ve uçuk-kaçık da olabilen teorilerden
bahseder.
İlim mutlakâ
ahlâka dayanırken, bilimin böyle bir hedefi yoktur ve tam-aksine ahlâksızlığı
arttırabilir.
İlim merhâmet ve
vicdan merkezli iken, bilimin merhâmet ve vicdan ile işi yoktur ve hattâ açıklamasını
yapamadığından dolayı bunları yok sayar.
İlim “çift dünyâlı
(Dünyâ-âhiret) iken, bilim “tek dünyâlı” (sâdece Dünyâ)lıdır.
İlim, Allah*merkezli
iken, bilim beşerî merkezlidir ve hattâ Allah’ı yok sayar.
İlim hayâtın tam
ortasında bedeli ödenerek elde edilen şeydir. Bilim ise masa-başı teorilerle ve
felsefelerle, konforu çok da bozmadan ulaşılan verilerden oluşur.
İlim, “Allah’ı
râzı etmek” üzerine kuruluyken, bilim, kendisini fonlayanların, siyâsetçilerin
ve sponsorların rızâsına uygun olarak çalışmak zorundadır. Zâten bilimin
Allah’ı râzı etmek diye bir derdi de yoktur ve hattâ Allah lafzını ağzına bile
almaz. Meselâ Bilim ve Teknik Dergisi’nde tek bir tâne “Allah” lafzına
rastlayamazsınız.
İlim, Allah’ın mâiyetinde,
bilim ise tâğutların, küresel sermâyedarların ve siyâsi lîderlerin mâiyetinde,
denetiminde ve koşullandırmasındadır.
İlim, “ölçülü
tevâzu” sâhibiyken, bilim de aşırı bir kibir vardır.
İlim mutlakâ
haram-helâli söz-konusu eder, bilim ise haram-helâl tanımaz.
İlim, kişiye “sürekli
imtihanda olduğu” bilincini verirken, modern insan, “imtihan”dan kurtulmak için
çabalayan insandır. Bu bağlamda en çok da bilimi kullanır.
Bir ilmin
değerini takdir edebilmek için yine bir ilim gerekir. Modern-bilimin ne olduğun
idrâk edebilmek için ilme ihtiyaç vardır. “İlim sâhipleri bilirler ki,
modern-bilim, Allah’tan kopuk olduğu için mecbûren, insanları yozlaştıracak
noktaya getirecektir ki modern zamanlarda bunun sayısız örneklerini
görebiliyoruz. Edebe yöneltmeyen ve ulaştırmayan ilim, “ilim” değildir. Modern-bilimin
zâten edeple-ahlâkla işi yoktur. Zîrâ ruhtan kopuktur ve maddenin karanlığında
boğulmaktadır.
Modern bilim,
bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern bilim parçalayıcıdır.
Parçalanan şey anlamsızlaşır.
Modern bilim,
dîne savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan korunabilir. Bu nedenle
de sürekli olarak “dînî olan”ı aşağılar ve yok sayar.
Modern bilim,
sâbitesini-ilkesini kaybettiği için krize girmiştir. Bu nedenle 1950’den bêri
örneği olmayan bir şeyin îcâdını yapamamıştır. Modern-bilim çürümüştür,
bitmiştir.
Modern bilimin
verilerinin çoğu, şeytanın fısıldadıklarıdır.
Modern bilim-adamlarının
çoğu, her-şeyi lâboratuvarda inceleyip doğru sonuca ulaşabileceğini ve
sonuçları deneyimleyebileceğini zanneden, hayattan soyutlanmış ahmaklardır.
Modern bilimin
“bilindiği gibi” dediklerinin % 99’u, aslında “kabûl edildiği gibi” anlamındadır.
Modern bilimin
hakîkate ulaşmak gibi bir derdi yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın
yalakalığını yapmaktan başkası değildir.
Modern bilimsel
teoriler, “henüz çürütülememiş” teorilerdir.
Modern bilimsel
teorilerin çoğu, bilimsel değil, siyâsi teorilerdir. Seküler siyâset, kendine
nasıl bir teori lâzım ise, bilim-adamlarına o şekilde bir teori sipariş eder.
Modern-bilim,
“dananın altında buzağı arama” eylemidir.
Modern-bilim,
“dîne karşı din”dir.
Modern-bilim,
“doğal bilim”in ifsâd edilmiş şeklidir.
Modern-bilim,
faydadan çok hazza dönüktür.
Modern-bilim,
teorilerini “göz-ardı ettikleri” üzerinden kurar.
Modern-bilim,
yeni ve modern tanrılar arama ve ortaya koyma sistemidir.
Modern-bilime
göre bilim, “yanlışlanabilir olan”dır. Her-şey yanlışlanabilir. Buna, Dünyâ’nın
yuvarlak oluşu ve döndüğü de dâhildir.
Modern-bilim
modern meâl ve tefsircilerin ümüğüne çökmüş ve müthiş bir baskı uygulamaktadır.
Modernizme uygun meâl-tefsir yapmadıklarında gırtlaklarını sıkıverecekler sanki.
Modern meâlciler, modern-bilimi göz-ardı ederek meâl hazırlayamıyorlar. Kur’ân
ile modern-bilimin bire-bir uyuştuğunu söyleniyor. Hâlbuki Kur’ân meâllerine
parantez koymadan Kur’ân ile modern-bilimin uyuşması imkânsızdır. Kur’ân’ı;
modern aklın, modern bilimin ve modern çağın ışığında yorumlama ve bunlara
uydurma düşüncesi, aslında vahyin, tüm bu modern etkenlere olan üstünlüğünün
bir göstergesidir. Buna göre, vahyin, sahih
olarak bu etkenlerin ışığında yorumlanması ve anlaşılması imkânsızdır. Aliya
İzzetbeğoviç:
“Müslümanlar, “Kur’ân
hayâta nasıl uygulanacak” sorusundan kaçmak için, “Kur’ân’ın nasıl okunması
gerektiği” husûsunda geniş bir ilim ürettiler” der.
Modernizmi ve
bilimi “din” edinip onu kutsamış ve modern-bilim ile büyülenmiş olanlar, İslâm’a
“burun kıvırarak” bakmaya başlıyorlar. Onu bir-türlü mevcut zamâna
uyduramıyorlar. Artık İslâm ile ilişkileri “yalandan” bir ilişki oluyor. Oysa bilim
bir yorumdur. Dolayısı ile bir yorum olan bilim ile Kur’ân mutlak olarak
yorumlanamaz. Yorum ile yorum yapılamaz.
Peki neden
“vahyin ışığında bilim” değil de, “modern bilimin ışığında vahiy”?. Niçin
“vahyin ışığında bilim üretmek”ten değil de, “modern bilimin ışığında vahyi
anlamak”tan söz ediyoruz?. Sekülerizmin ortaya koyduğu; sosyâl hayat, siyâset,
iktisat vs. şirk içeriyor da; seküler modern-bilim tevhid mi içeriyor sanki?.
Modern-bilimin
ortadan kaldırdığı bir zulüm örneği var mıdır?. Modern-bilimin bırakın zulmü
ortadan kaldırmasını, tam-aksine çeşitli zulümler üretiyor. Oysa “ilim”, zulmün
kökünü kazır. Zâten zulme karşı “dik bir duruş” sağlamayan ilim(!), lakırdıdan
ibârettir.
Modern-bilim
sanki hiç yanılmaz bir alanmış gibi gösteriliyor. Oysa bir-çok konuda
yanılabildiği gibi, modern-bilim aracılığı ile bilimsel yalanlar da
söylenebilir ve söyleniyor da. Ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle bu konuda
şunları söyler:
“Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular
kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların
birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada
matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; Matematiksel
çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca,
matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının
olmasını gerektirmez”.
Matematik her-şeyi
çözebilecek yetenekte de değildir. Bir-çok yerde tıkandıklarında, hemen uydurma
bir “sâbite” ekleyiveriyorlar ve hem kendilerini hem de insanları
kandırıyorlar. Matematik “mükemmel” değildir. Enis Doko:
“Matematik ilk bakışta
anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse de, aslında matematikte
bir-çok çözülmesi çok zor ikilem mevcuttur” der.
Nikola Tesla:
“Günümüz bilim-adamları
deney yerine matematiği koydular ve denklemden denkleme dolaştılar, sonunda da
gerçekle ilgisi olmayan bir yapı inşâ ettiler” der.
İlim ve bilgi,
“sâdece kitâbi” olmak zorunda da değildir. Şifâhi ve amelî bilgi (duyarak ve görerek
öğrenme) de vardır ki, insanlık târihinde bu tür bilgi edinme şekli, târihin
çok daha büyük kısmını kapsar. Belki de çok daha açık olduğundan dolayı, bu
şekilde edinilen bilgi, kişiyi daha samîmi yapabilir.
İlim
en başta, “insanın kendini bilmesi” ile ilgilidir. İnsanın kendini bilmesi,
ilimden sonra, kendini tutmasıyla olur. İlim-amel olmadan insan kendini
tutamaz. Bu nedenle “kendini bilmek”, “kendini tutmak” demektir.
Evet; ne diyordu
Yûnus: “İlim ‘ilim’ bilmektir, ilim ‘kendini bilmek’tir. Sen kendini bilmezsen,
bu nice okumaktır”.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder