4 Nisan 2019 Perşembe

İlim ve Bilim



“Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. O, ilim bakımından her-şeyi kuşatmıştır” (Tâ-hâ 98).

Kur’ân boyunca ilim için, “verdik” denilmektedir. O hâlde ilim, “kesbî” (çalışarak kazanılan) değil, “vehbî” (çalışmakla olmayıp, Allah’ın lûtfu ile verilen)’dir. Fakat Allah kime ilim verir?. Yine Kur’ân boyunca gördüğümüz şey şudur ki, ilim, “temiz olanlar”a verilmektedir. Allah, fıtratını bozmayıp sâfiyetini koruyanlara vahyediyor ve veriyor ilmi. Peygamberler fıtratlarını koruyup da sâfiyetlerini bozmayanlar ve temiz kalanlardır. Öyle ki bu safiyet, peygamberleri sürekli olarak iyiliğe yönlendirmiştir. İyilik timsâli kesilmişlerdir peygamberler. Zâten Peygamberimiz’e de bu özelliklerinden dolayı “el emin” deniliyordu. Allah “el emin” olanlara vahyediyordu ve ilim veriyordu. Zîrâ ona ancak temiz olanlar dokunabilirdi (Vâkıa 79) ve vahiy ve ilim ancak, “zihni ve kâlbi temiz olanlar”a inerdi. Kendisine vahyedilenlere aynı-zamanda ilim de verilmiş demektir. Bu nedenle de Kur’ân boyunca Allah’ın “ilim verdik” dediği kişiler peygamberlerdir. Bu, hayâtı boyunca temiz kalmak için zindanı bile göze alabilen Hz. Yûsuf üzerinden şu şekilde söylenir:

“Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz” (Yûsuf 22).

“Rûhun bilgisine ilim, bedenin bilgisine bilim denir” sözü çok doğru değildir. Çünkü aslında ilim, hem rûhun hem de bedenin yâni “maddî olanın bilgisi” demektir. Bilim ise (ki biz bu yazıda “bilim” derken “modern-bilim”i kastediyoruz), sâdece maddî olanı kabûl eder ve sâdece maddî olan üzerinde çalışır. Zâten maddî olmayan meta-fizik alanı yok sayar. Tabi modern-bilimin meta-fizik alanı yok sayması, mânevî olanın yok olduğu anlamına gelmez. Mânevi olan, hakîkatin ta kendisidir ve hattâ mânevi olan, maddî olana göre daha gerçektir.

Modern-bilime öncülük eden batı, maddî ve mânevi olanın ikisini birden kapsayan ve “ilim” denilen bilgiyi aslında ilk başta İslâm ve müslümanlardan almıştır. Şimdilerde onu var gücüyle unutturmaya çalışsa da, bu hem batı’nın bilginlerine, hem de İslâm târihini iyi bilenlere mâlûmdur. Tabi batı da ilme katkı yapmıştır fakat batı’nın apaçık yanlışı, ilmi mânevî olandan ayırarak ve “sâdece maddî olanın bilgisi”ne yönelerek ilmi parçalaması ve ilmi “bilim”e indirgemesidir. Zîrâ dinden kopmuştur ve bu nedenle varlığın meta-fizik yönünü yok saymaktadır. Ayrıca batı, sanki kendi kurduğu modern uygarlıktan önce, bilimi de kapsayan bir ilim yokmuş gibi davranmakta ve her-şeyi kendi uygarlığına hasretmektedir. Oysa “sınırlı ilim” diyebileceğimiz bilimin temeli olan ilim batı’ya, Sicilya-Fransa-Endülüs yoluyla girmiştir. Bir yazıda bundan şu şekilde bahsedilir:

“Mîlâdi sekizinci asrından ondördüncü asrın sonlarına kadar altıyüz sene süren yüksek bir İslâm medeniyeti, ilim ve san’atı vardır ki, çoklarımızca maalesef bilinmeyen bu parlak medeniyet, onuncu asırdan îtibâren Fransa’ya ve Sicilya yolu ile İtalya’ya akmış, Rönesans ve reform hareketlerinde başrôlü oynamıştır”.

Tabi batı bu süreci, dinden ve dolayısı ile de mânevî olandan koparak yaptığından, ilmi de parçalamış ve bilime indirgemiş oluyordu. Amerika ve Afrika’dan çaldıkları servet tutarındaki paraları kullanarak ve ilmi mânâdan kopararak bilime indirgedi ve dolayısı ile de bilimi kutsadı. Kendisinde biriken servet ile geliştirdiği bilimi, insanlara yarardan çok zarar getirecek şekle soktu. Unutulmamalı ki, ağır silahlar bilimin ortaya koyduğu teknolojilerdir. Hattâ atom bombası, bilimin (ilmin değil) en ileri seviyesidir ki, nice zulümlere ve nice mâsum insanın hayâtını kaybetmesine neden olmuştur. Ne ilginçtir ki, bilim geliştikçe, insanlara verdiği zarar hem daha çok, hem de daha ağır oluyor. Oysa bilimi de kapsayan ilim, insanlara zarar vermez. Zîrâ ilim, doğal ve normâl olandan kopuk değildir. Allah’tan kopuk değildir çünkü.  

İşte batı uygarlığı (medeniyet değil), geliştirdiği bu bilimi tüm Dünyâ’da hâkim kılmak ve suyun başına da kendisi oturmak istiyor. Batı, “modern-bilim uygarlığı” olan batı uygarlığını ve hayat-tarzını kabûl edenlerle çeşitli işbirlikleri yaparken, bunu kabûl etmeyip de îtirâz edenlerle çatışıyor, savaşıyor ve hiç olmadı; bunları yobaz, ilkel ve hattâ terörist olarak kabûl ve îlan ediyor. Batı’nın çağırdığı şey; Allah’tan, dinden, mânevî olandan kopuk olan modern-bilim merkezli batı uygarlığıdır. Fakat Allah, dinden kopuk olan bu toplumlara uymayı ve katılmayı yasaklıyor: 

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

İnsan, maddî olanın bile bilgisine tam olarak ulaşamıyor ve ulaşamaz da. Çünkü tüm kâinâtı kuşatamaz. Mânevi olan için ise biz ancak, Allah’ın bize bildirdiği kadarını bilebiliriz. Mânevî olan hakkında ise bize az bilgi verilmiştir. Meselâ rûh konusunda kıyâmete kadar sınırlı bir bilgiyle yetineceğiz:

 “Sana ruh’tan sorarlar; de ki: Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” (İsrâ 85).

Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın bilgisine ulaşmak ise söz-konusu bile değildir. Çünkü:

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokmân 27)

Batı’nın, kadim (b)ilimden koparak oluşturduğu modern-bilim anlayışı, Newton’un, “şu-anda yanlış olduğu ispatlanan” sonuçlarına bakarak oluşturduğu bilim anlayışıdır. Beşerî bilim demek, “kesinlik” diye bir şey yoktur, kesin bilgiye ulaşılamaz” demektir. Zîrâ sürekli olarak yanlışlanabilmekte ve değişmektedir. Belki de bu nedenle bilim için; “yanlışlanabilir olan” demek zorunda kalıyorlar. Oysa “ilim”, “Allah-merkezli” olduğundan dolayı en doğru olana ulaştırır. Bilim adına ortaya atılmış manşetlerin çoğu “doğru bilgi” değildir. Modern yalanlardır çoğu. Modern-bilimin Dünyâ-dışı verilerinin %90’ı, Dünyâ-içi verilerinin ise %60’ı yanlıştır.

“Din ile modern-bilim arasında çatışma var mı?” diye tartışılıyor. Yav çatışma zâten din ile modern-bilim (ilim değil) arasındadır. Bu tartışma ve çatışma hiç-bir zaman bitmez. Çünkü modern-bilim, mânevî-dînî olanı yok sayarak büyük yanlışlara düşüyor ve bu yanlışlarla şekillenen Dünyâ, insanlara zulüm olarak yansıyor. Modern-bilimin yararından çok daha fazla zararı oluyor.

Modern insan, modern-bilim ile büyülenmiş durumda. Hattâ insanlar bilimin ulaşamayacağı bir şeyin olmadığını zannederek, modern-bilimde sınırsız bir güç vehmediyorlar ve böylece modern-bilimi ilahlaştırıyorlar. Modern şirk, modern-bilim ile yapılıyor. Oysa modern insan modern-bilimden pek de anlamıyor. Bilimin ortaya koyduğu teknolojileri yakından tâkip etmeyi, bâzı bilim-adamlarının isimlerini ezberlemeyi ve bilim-târihini üstün-körü bilmeyi “bilimsellik” zannediyorlar.

İlim ve bilim arasında bir-çok fark vardır..

İlim, “Allah kaynaklı” iken, bilim beşerîdir.

İlmin bir ayağı ilâhi olan bilgide sâbit iken, pergel misâli, diğer ayağı tüm Dünyâ’yı dolaşmaktadır. Bilim ise kendini “sâdece maddî olan”la sınırladığından dolayı, çok değişken ve çok kısa ömürlüdür.

İlim bir “tefekkür” ortaya koyarken, bilim kısır fikirlerle dününü tüketir.

İlim, hayâtı ahlâklı bir şekilde inşâ ederken, bilim ahlâkla ilgilenmez. Zâten ahlâksızlıkları da apaçık ortadadır.

İlim “sahih görüşler” ortaya koyarken, bilim her zaman; süreli ve uçuk-kaçık da olabilen teorilerden bahseder.

İlim mutlakâ ahlâka dayanırken, bilimin böyle bir hedefi yoktur ve tam-aksine ahlâksızlığı arttırabilir.

İlim merhâmet ve vicdan merkezli iken, bilimin merhâmet ve vicdan ile işi yoktur ve hattâ açıklamasını yapamadığından dolayı bunları yok sayar.

İlim “çift dünyâlı (Dünyâ-âhiret) iken, bilim “tek dünyâlı” (sâdece Dünyâ)lıdır.

İlim, Allah*merkezli iken, bilim beşerî merkezlidir ve hattâ Allah’ı yok sayar.

İlim hayâtın tam ortasında bedeli ödenerek elde edilen şeydir. Bilim ise masa-başı teorilerle ve felsefelerle, konforu çok da bozmadan ulaşılan verilerden oluşur.

İlim, “Allah’ı râzı etmek” üzerine kuruluyken, bilim, kendisini fonlayanların, siyâsetçilerin ve sponsorların rızâsına uygun olarak çalışmak zorundadır. Zâten bilimin Allah’ı râzı etmek diye bir derdi de yoktur ve hattâ Allah lafzını ağzına bile almaz. Meselâ Bilim ve Teknik Dergisi’nde tek bir tâne “Allah” lafzına rastlayamazsınız.

İlim, Allah’ın mâiyetinde, bilim ise tâğutların, küresel sermâyedarların ve siyâsi lîderlerin mâiyetinde, denetiminde ve koşullandırmasındadır.

İlim, “ölçülü tevâzu” sâhibiyken, bilim de aşırı bir kibir vardır.

İlim mutlakâ haram-helâli söz-konusu eder, bilim ise haram-helâl tanımaz.

İlim, kişiye “sürekli imtihanda olduğu” bilincini verirken, modern insan, “imtihan”dan kurtulmak için çabalayan insandır. Bu bağlamda en çok da bilimi kullanır.

Bir ilmin değerini takdir edebilmek için yine bir ilim gerekir. Modern-bilimin ne olduğun idrâk edebilmek için ilme ihtiyaç vardır. “İlim sâhipleri bilirler ki, modern-bilim, Allah’tan kopuk olduğu için mecbûren, insanları yozlaştıracak noktaya getirecektir ki modern zamanlarda bunun sayısız örneklerini görebiliyoruz. Edebe yöneltmeyen ve ulaştırmayan ilim, “ilim” değildir. Modern-bilimin zâten edeple-ahlâkla işi yoktur. Zîrâ ruhtan kopuktur ve maddenin karanlığında boğulmaktadır.

Modern bilim, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern bilim parçalayıcıdır. Parçalanan şey anlamsızlaşır.

Modern bilim, dîne savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan korunabilir. Bu nedenle de sürekli olarak “dînî olan”ı aşağılar ve yok sayar. 

Modern bilim, sâbitesini-ilkesini kaybettiği için krize girmiştir. Bu nedenle 1950’den bêri örneği olmayan bir şeyin îcâdını yapamamıştır. Modern-bilim çürümüştür, bitmiştir.

Modern bilimin verilerinin çoğu, şeytanın fısıldadıklarıdır.

Modern bilim-adamlarının çoğu, her-şeyi lâboratuvarda inceleyip doğru sonuca ulaşabileceğini ve sonuçları deneyimleyebileceğini zanneden, hayattan soyutlanmış ahmaklardır.

Modern bilimin “bilindiği gibi” dediklerinin % 99’u, aslında “kabûl edildiği gibi” anlamındadır.

Modern bilimin hakîkate ulaşmak gibi bir derdi yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın yalakalığını yapmaktan başkası değildir.

Modern bilimsel teoriler, “henüz çürütülememiş” teorilerdir.

Modern bilimsel teorilerin çoğu, bilimsel değil, siyâsi teorilerdir. Seküler siyâset, kendine nasıl bir teori lâzım ise, bilim-adamlarına o şekilde bir teori sipariş eder.

Modern-bilim, “dananın altında buzağı arama” eylemidir.

Modern-bilim, “dîne karşı din”dir.

Modern-bilim, “doğal bilim”in ifsâd edilmiş şeklidir.

Modern-bilim, faydadan çok hazza dönüktür.

Modern-bilim, teorilerini “göz-ardı ettikleri” üzerinden kurar.

Modern-bilim, yeni ve modern tanrılar arama ve ortaya koyma sistemidir.

Modern-bilime göre bilim, “yanlışlanabilir olan”dır. Her-şey yanlışlanabilir. Buna, Dünyâ’nın yuvarlak oluşu ve döndüğü de dâhildir.

Modern-bilim modern meâl ve tefsircilerin ümüğüne çökmüş ve müthiş bir baskı uygulamaktadır. Modernizme uygun meâl-tefsir yapmadıklarında gırtlaklarını sıkıverecekler sanki. Modern meâlciler, modern-bilimi göz-ardı ederek meâl hazırlayamıyorlar. Kur’ân ile modern-bilimin bire-bir uyuştuğunu söyleniyor. Hâlbuki Kur’ân meâllerine parantez koymadan Kur’ân ile modern-bilimin uyuşması imkânsızdır. Kur’ân’ı; modern aklın, modern bilimin ve modern çağın ışığında yorumlama ve bunlara uydurma düşüncesi, aslında vahyin, tüm bu modern etkenlere olan üstünlüğünün bir göstergesidir. Buna göre, vahyin, sahih olarak bu etkenlerin ışığında yorumlanması ve anlaşılması imkânsızdır. Aliya İzzetbeğoviç:

“Müslümanlar, “Kur’ân hayâta nasıl uygulanacak” sorusundan kaçmak için, “Kur’ân’ın nasıl okunması gerektiği” husûsunda geniş bir ilim ürettiler” der.

Modernizmi ve bilimi “din” edinip onu kutsamış ve modern-bilim ile büyülenmiş olanlar, İslâm’a “burun kıvırarak” bakmaya başlıyorlar. Onu bir-türlü mevcut zamâna uyduramıyorlar. Artık İslâm ile ilişkileri “yalandan” bir ilişki oluyor. Oysa bilim bir yorumdur. Dolayısı ile bir yorum olan bilim ile Kur’ân mutlak olarak yorumlanamaz. Yorum ile yorum yapılamaz.

Peki neden “vahyin ışığında bilim” değil de, “modern bilimin ışığında vahiy”?. Niçin “vahyin ışığında bilim üretmek”ten değil de, “modern bilimin ışığında vahyi anlamak”tan söz ediyoruz?. Sekülerizmin ortaya koyduğu; sosyâl hayat, siyâset, iktisat vs. şirk içeriyor da; seküler modern-bilim tevhid mi içeriyor sanki?.

Modern-bilimin ortadan kaldırdığı bir zulüm örneği var mıdır?. Modern-bilimin bırakın zulmü ortadan kaldırmasını, tam-aksine çeşitli zulümler üretiyor. Oysa “ilim”, zulmün kökünü kazır. Zâten zulme karşı “dik bir duruş” sağlamayan ilim(!), lakırdıdan ibârettir.

Modern-bilim sanki hiç yanılmaz bir alanmış gibi gösteriliyor. Oysa bir-çok konuda yanılabildiği gibi, modern-bilim aracılığı ile bilimsel yalanlar da söylenebilir ve söyleniyor da. Ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle bu konuda şunları söyler:

“Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; Matematiksel çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca, matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez”.

Matematik her-şeyi çözebilecek yetenekte de değildir. Bir-çok yerde tıkandıklarında, hemen uydurma bir “sâbite” ekleyiveriyorlar ve hem kendilerini hem de insanları kandırıyorlar. Matematik “mükemmel” değildir. Enis Doko:

“Matematik ilk bakışta anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse de, aslında matematikte bir-çok çözülmesi çok zor ikilem mevcuttur” der.

Nikola Tesla:

“Günümüz bilim-adamları deney yerine matematiği koydular ve denklemden denkleme dolaştılar, sonunda da gerçekle ilgisi olmayan bir yapı inşâ ettiler” der.

İlim ve bilgi, “sâdece kitâbi” olmak zorunda da değildir. Şifâhi ve amelî bilgi (duyarak ve görerek öğrenme) de vardır ki, insanlık târihinde bu tür bilgi edinme şekli, târihin çok daha büyük kısmını kapsar. Belki de çok daha açık olduğundan dolayı, bu şekilde edinilen bilgi, kişiyi daha samîmi yapabilir.

İlim en başta, “insanın kendini bilmesi” ile ilgilidir. İnsanın kendini bilmesi, ilimden sonra, kendini tutmasıyla olur. İlim-amel olmadan insan kendini tutamaz. Bu nedenle “kendini bilmek”, “kendini tutmak” demektir.

Evet; ne diyordu Yûnus: “İlim ‘ilim’ bilmektir, ilim ‘kendini bilmek’tir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır”.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ocak 2018

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder