4 Nisan 2019 Perşembe

Makyaj


“Allah’ın boyası... Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir?. Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz” (Bakara 138).

 

Yüz-göz boyama (makyaj) pagan bir olgudur. Pagan ibâdetlerinin bir uygulamasıdır. Paganlar yüzlerini-gözlerini boyayarak yâni makyaj yaparak -güyâ- bir çeşit tesettüre girdiklerini düşünürler ve âyinlerini bu şekilde yaparlardı. Paganlar ibâdet ederken makyaj yaparlardı ve yüzlerini ve vücutlarını aşırı bir şekilde boyarlardı. Dolayısı ile makyaj, pagan bir görünüm olarak çıkmış “gerici” bir uygulamadır. Bu durum, uzak-doğu ülkelerinde yüze yapılan aşırı makyaj şeklinde, yozlaşmış bir dînin uygulaması olarak yer-yer sürdürülüyor. Güyâ böylece yüzlerini saklamakta yâni tesettüre sokmaktadırlar. Uzak-doğu ülkelerinde aşırı makyaj bir çeşit tesettür olarak kullanılır. Yüz o kadar çok boyanır ki, kişi tanınmaz ve kim olduğu belli olmaz bir hâle gelir. Demek ki makyajın “bâtıl bir dîn” ve “bâtıl bir tesettür” yönü de vardır.  

 

Din, bir “yaşam-şekli, yaşam-tarzı” demek olduğuna göre, her dînin bir yaşam-şekli olur ve günümüzde de tüm Dünyâ’da hâkim olan bir yaşam-tarzı (din) vardır. Günümüzdeki bu yaşam-tarzı, “modern yaşam-tarzı”dır. Modernizmde; klâsik olandan, doğal olandan, normâl olandan ve fıtrî olandan nefret edildiği için, bunlar sürekli baskılanır ki bu baskılamanın bir çeşidi de, “yaratılış şeklini değiştirmek”le yapılır. Bu değişimin insandaki görünümü, başta “makyaj” olmak üzere, beden üzerinde çeşitli değişiklikler yaparak ortaya çıkar. Bu tabî ki de şeytanın bir ayartmasıyla yapılmaktadır:

 

“Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).  

 

Kadının en iyi süsü edep ve hayâ ile süslenmektir. Hayâ ile süslenenlerin başka bir süse ihtiyaçları yoktur. Allah’ın boyası ile boyananların da makyaj adı altında başka boyalar aramaları -eğer çok özel bir durum yoksa- gereksizdir. Zîrâ bedenin doğal rengi, bıktırmayacak kadar güzel bir renktir. Tenin rengi, gözlerin rengi, saçların-kirpiğin-sakalın rengi, dudakların rengi, tırnakların rengi, dişlerin rengi vs., hem bıktırmayacak bir güzellikte, hem de bedenin her yanıyla en uygun-uyumlu renktedir. Kozmetik ürünlerle yapılan makyajlamada ise mutlakâ bir uygunsuzluk olur ve doğal olmayan absürd bir görünüm ortaya çıkar. Üstelik renkler de bedenin genel bütünlüğü ile uyum sağlamaz. İnsan Allah’ın bir sanatıdır ve En Üstün Sanatçı tarafından yapılan bu sanatta bir uygunsuzluk yoktur. Bu nedenle bu mükemmel “sanat ürünü”ne yapılacak bir eklemede-hamlede bir uygunsuzluğun çıkmaması imkânsızdır. Allah bu mükemmel sanat ürünü için, çıplaklığını örtecek ve süs olacak elbiselerin giyilmesini emreder:

 

“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik (vâr-ettik). Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. Onlar, çirkin bir hayâsızlık işlediklerinde: ‘Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti’ derler. De ki: Şüphesiz Allah, çirkin hayâsızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf 26-28).

 

Evet; elbise süstür fakat modern dünyâ, çıplaklığı süs zannediyor. Elbiseyle süsleneceklerine elbisesizlikle yâni çıplaklıkla güyâ süsleniyorlar. Elbiseyle süslenmek “örtünmek” demektir. Fakat modernizmde süslenmek, “açılmak-çıplaklaşmak” demektir. Modern elbiseler, örtünmenin değil, açıklığın bir aracı oldu. Elbise bedeni ne kadar açıkta bırakırsa o oranda beğeni kazanıyor. Artık elbise, örtünmenin aracı olarak değil, çıplaklığın bir nesnesi olarak kullanılıyor.  

 

Şeytan, modern zamanlarda güzellik algısını değiştirdiği için artık “doğal güzellik” insanların ilgisini çekmemekte ve aslında doğal ve normâl olanı perdeleyen makyaj ve çeşitli süslenmelerle süslenmiş olmak ilgi görmektedir. Doğallıktan uzaklaşıldıkça makyaj ve süs artmakta ve çeşitlenmektedir. Fakat bu belli bir noktada durmamakta ve modern insanı, yaptığı hiç-bir değişiklik tatmin etmemektedir. Öyle ki, doğal-normâl-fıtrî olanı değiştirmenin çivisi çıkmıştır ve artık şeytanın güdümüne girmiş olanlar ten renklerini bile değiştirmeye kalkmışlar ve tabî ki bunun bedelini çok ağır bir şekilde ve hattâ canlarıyla ödemişlerdir. Bilindiği gibi dünyâca ünlü şarkıcılardan biri, Allah’ın kendisi için doğuştan yarattığı ten rengini beğenmediğinden dolayı bir kompleksle teninin rengini değiştirme uğruna çeşitli kozmetik ve kimyâsal ilaçlar kullanmış ve sonunda çok absürd bir varlığa dönüşmüştür. Bu değişimden kendisi bile rahatsız olmuş olmalı ki, yaptığı değişiklikle görülmekten sakınmaya başlamıştır. Belki de bu şarkıcının hayâtının sonlanmasına da neden olan o yaptığı şey, hem akılsızlığının hem de Allah’ın bir cezâsı olmuştur.

 

İslâm’a göre kadın sâdece kocasına karşı süslenmelidir. Fakat bu süslenme, çok absürd şekilde yapılmamalıdır. Çünkü Allah’ın yaratmasına aykırı olacak her makyaj ve süslenme, onu aslında olduğundan daha kötü gösterecektir.

 

Kadından makyaj yapmasını istemek, kadına hakâret etmek demektir. Çünkü kadından makyaj yapmasını ve kadını sürekli makyajlı görmeyi istemek, kadını “olduğu gibi kabûl edememek” demektir ki, eğer estetik bir neden yoksa bunu istemek kadında bir kusur olduğunu söylemek anlamına gelir. Lâkin modern kadın için; bacaklarında meydana gelen bir selülit, yüzünde çıkan bir sivilce yada leke ve bel bölgesinde oluşan bir miktar yağlanma, açlıktan-susuzluktan ölen çocuklardan, üzerlerine bomba yağan ve mahvolan hayatlardan bin kat daha önemlidir. Makyaj küresel bir travmadır hâline gelmiştir. Celaleddin Vatandaş, makyaj ve makyaj uğruna yapılanlar hakkında şunları söyler:

 

“Bugün insanlar bedenlerinin kölesi hâline getirilmiştir. Sanâyi devriminden sonra moda, kozmetik ve tıp, insanları belli bir formun güzel olduğuna; kişiye, o formu korumaya çalışmazsa toplumdan dışlanabileceğini telkin etmeye başladı. Böylelikle beden köleliği de başlamış oldu. Artık insan, hapishâneye dönüştürülmüş bedeninin duvarları içindedir; mahkûm olan da kendisidir, gardiyan olan da. Bedenin hapishâneye dönüşümü ise kapitâlist kültür endüstrisinin kozmetik, moda ve tıbbın bâzı alanlarıyla gerçekleştirdiği dayatmalarla sağlanıyor. Kapitâlist kültür endüstrisi, özellikle de kadınları, bu köleliği gönüllüce yaşar hâle getirmiş bulunuyor. Çünkü başta medya organları olmak üzere bir-çok araçla müthiş bir zihin inşâsı gerçekleştirilmekte ve insanlık târihinde ilk defâ olmak üzere kadının tüm değeri tamâmen bedenine indirgenmiş bulunmaktadır. Hattâ öyle ki kadın bedeninin ideâl ölçüleri de belirlenmiş durumda; 90-60-90. Ergenlik dönemi ile 30’lu yaşlar arasında korunabilecek bu ölçüler son derece şeytânî bir incelikle oluşturulmuştur. Zîrâ bu ölçülere sâhip olmak, sâhip olununca da korumak zordur ve tek-tipleştirilerek ideâlize edilen kadın imgesinde tüketim baş-rôlü oynamaktadır. Söz-konusu ölçülerdeki beden yapısını korumak için diyet ürünleri, sıkılaştırıcı kozmetik ürünleri, spor ürünleri ile kapitâlist üretim kendisine büyük ve sürekli pazar oluşturmuş durumdadır. Eğer ideâlleştirilen ölçülerden ortadaki rakam on birim yükseltilse, kadın bedenine yönelik tüketimin oldukça ciddî oranlara varan miktarda düşeceği kesindir.

 

Dünyâ genelinde kozmetik ürünlerine her yıl 250 milyar dolar civârında para harcandığı tespit edilmiştir. Ekranlardan, reklâm panolarından gözlerinin içine sokulan sözde kusursuz mankenleri gördükçe kendi eksiklerinin farkına varan kadınlar, sözde eksiklerini tamamlamak için yüzlerini-gözlerini boyayarak, üzerlerine modaya uygun yeni elbiseler alarak, tıbbî operasyonlardan geçerek kapitâlizm tarafından dayatılan ideâl kadın ölçülerine ulaşmaya çalışıyorlar. Değeri bedenine indirgenmiş ve ideâl ölçüye yakın olduğu oranda kendini mutlu hisseden kadın, ideâl ölçüden uzaklaşmaya başlamasıyla psikolojik sorunlar da yaşar hâle geliyor.

 

Tüketimi yaygınlaştırmak ve sürdürebilmek için beden köleliğini evrenselleştiren modernite, modern insana dayattığı güzellik takıntılarının gereğine uygun olarak her an her yerde hayvanları katletmektedir. Köpekler, kediler, tavşanlar, kuşlar, atlar, balıklar, fareler.. Dünyâ’da her yıl yüz milyondan fazla hayvan; deneylerde diri-diri kesiliyor, vücutlarına zehirli kimyâsallar damlatılıyor, yakılıyor, parçalanıyor, kör ediliyorlar. Hayvanlara yönelik bilimsel şiddetin en yaygın sektörünü ise kozmetik sektörü oluşturmaktadır. Her gün en modern ülkelerin en modern laboratuvarlarında tahminlere göre milyonlarca hayvan modern insanın güzellik tutkularına cevap vermek için katledilmektedirler. Kozmetik endüstrisinin uyguladığı hayvan deneyi yöntemleri şunlardan oluşmaktadır:

 

Draize Testleri: Draize göz tahriş testleri, ilk olarak 1940’larda uygulanmaya başlandı. Bu ilk deneylerde tavşanların gözlerine sıkılan bir maddenin ne kadar tahriş edici olduğu belirlenmeye çalışıldı. Bu testlerde hayvanlar genellikle sâdece başlarını dışarıda bırakan âletlere sıkıştırılıyor ve böylece hayvanın gözünü kaşıması yada ovuşturması engelleniyordu. Bugün draize testleri çok yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Test edilmek istenen madde (örneğin, göz fan, rimel, çamaşır suyu, şampuan v.b.) hayvanın gözüne damlatılmaktadır/sürülmektedir. Deney için hayvanların alt göz-kapağı dışarı çekilmekte ve böylece oluşan çanağa madde konulmaktadır. Sonra göz kapatılmaktadır. Bu işlem bâzen bir-kaç kez tekrâr etmektedir. Deneye tâbi tutulan hayvan (bu hayvan genellikle tavşandır) her gün gözlemlenerek, gözlerinde şişme, çıban, iltihap ve kanama olup-olmadığı belirlenmektedir. Deney günlerce ve hattâ bâzen üç hafta sürebilmektedir. Bâzı maddeler o kadar ciddî bir hasâra yol açmaktadır ki, hayvanın gözleri bütün temel niteliklerini kaybetmektedir.

 

LD 50 (Lethal Dose -Yüksek Doz) Testleri: Bir maddenin ne kadar zehirli olduğunu belirlemek için akut oral toksisite testleri yapılmaktadır. 1920’lerde geliştirilen bu testlerde hayvanlara -ruj ve kağıt gibi yenmeyen maddelerde olmak üzere- çok çeşitli maddeler ya zorla yada boğazlarına soktukları bir tüple yedirilmektedir. Standart testler 14 gün süreyle uygulanmakta, fakat bâzıları altı ay süreye kadar uzayabilmektedir. Tabî ki hayvanlar hayatta kalırsa. L Deney süresince hayvanlarda kusma, ishâl, felç, kasılma ve iç kanama gibi klâsik zehirlenme semptomlarına rastlanmaktadır. En bilinen akut toksisite testi LD 50 (Lethal Dose) testidir. LD 50, yüzde 50 öldürücü doz, yâni deneye dâhil edilen hayvanların yarısını öldüren madde miktarı anlamına gelmektedir. Bu dozu belirlemek amacıyla, örneklem olarak belirlenen hayvan grupları zehirlenmektedir. Genellikle, hayvanların yarısının öldüğü noktaya ulaşılıncaya kadar hepsi şiddetli derecede hastalanarak yoğun bir acı çekmektedir. Oldukça zararsız maddeler söz-konusu olduğunda bile hayvanların yarısını öldürecek konsantrasyonun belirlenmesinin iyi olacağı düşünülmekte ve çok miktarlarda madde hayvanlara zorla yedirilmektedir. Deneyin tek amacı maddenin ne kadarının hayvanların yarısını öldüreceğini ölçmekten ibârettir. Ölmekte olan hayvanların acısına son vermek, deney sonucunu etkileyeceği için böyle bir uygulama söz-konusu değildir. Sâdece Amerika’da, ABD Kongresi Teknoloji Değerlendirme Dâiresi’nin (OTA) yaptığı açıklamaya göre her yıl bir-kaç milyon hayvan bu toksikoloji testlerinde can çekişerek öldürülmektedir.

 

Dermal Toksisite Testleri: Dermal Toksisite Testleri’nde, hayvanların kürkleri kazınmakta ve madde hayvanın cildine uygulanmaktadır. Tahriş olan yerlerini kaşımalarını önlemek amacıyla hayvanlar hareket edemeyecekleri kutulara sıkıştırılmakta veyâ bir boyunlukla engellenmekteler. Bu-arada cilt kanayabiliyor, kabarabiliyor ve soyulabiliyor”.

 

Başörtüsü-tesettür kadınlar için hem dînin bir emri hem de bir süs olduğundan, kadınlar hem başörtüsü ve genel örtünmelerine titizlikle uymalı, hem de tesettürü “ayağa düşürmeyecek” şekilde uygulamalıdırlar. Post-modern zamanlarda kadınların çoğu baş-örtüsünü bir “aksesuar” olarak kullanmaya başladı. “Makyajsız çıkmam” diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydâh oldu. Onu bir süs nesnesi olarak, bir “imaj aracı” olarak, makyajlarını tamamlayan bir parça olarak kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu “ârızalı” yerlerini gizlemek için kullanıyor. Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının kimliğinin göstergesidir.

 

Giyinip örtünen ve sonradan tesettüre giren kişilerde oluşan o mutluluk hâlinin nedeni, örtünün doğasında bulunan o “doğal durum”un kazandırmış olduğu mutluluk hâlidir. İlkellikten kurtulmanın vermiş olduğu mutluluk. Zîrâ çıplaklık ilkelliktir. Zâten elbise giymenin özünde bir zevk vardır ve özellikle kadınlarda bu duygu çok fazladır. Çünkü kadınlar kendilerinde bulunan güzellik ve çekicilikten ve de bu güzellik ve çekiciliği gösterme arzusundan dolayı açılıp-saçılmaya ve “göstermeye” meyyâldirler. Bunu önlemek isteyen Allah onlara Peygamber hanımları üzerinden şunu emreder:

 

“Ey Peygamber!, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Ahzâb 59).

 

Müslüman kadınlar temizliklerine önem vermelidirler fakat bir-kaç küçük dokunuş hâricinde makyaj yapmamalıdırlar. Kurumayı ve yıpranmayı önleyici bitkisel kremler sürülebilir, hafif oranda sürme çekilebilir ve kimsenin dikkatini çekmeyecek ve “rahatsız etmeyecek” kokular kullanılabilir tabi. Erkeksi görünüme neden olan kıllardan (abartmamak kaydıyla) arınmak da normâldir.

 

İlk hristiyanlar; süs, lüks ve ziynet maddelerini hor görüyorlardı. Bilhassa küpe takanları, makyaj yapanları, saçlarını boyayanları, peruk takanları ve sakallarına fazla îtinâ gösterenleri ayıplıyorlardı. Bütün bu câzibe vâsıtaları ve lüks hileleri, insanı yaratırken sanki ona uygun güzelliği vermemiş gibi, “Allah’ı suçlama” veyâ tabiattaki ilâhî düzene hakâret olarak kabûl ediyorlardı.

 

Saf güzellik, değerini kaybettiğinde ve kınalı eller “ezik” görülünce, “ojeli parmaklar” ortaya çıkmıştır. Batı’lılaşmadan önce Osmanlı kadını için şunlar söylenmiştir: Güzel şekilli siyah parlak gözler, taptâze sedef gibi bir ten, bu ülkenin kadınlarını Avrupa’lılardan ayırır. Üstelik onların vücut güzelliği, korse, balina gibi şeylere de bağlı değildir, ama dâima endamlı, dâima güzel vücutludurlar. Sonra zamânın tahribatını saklamak yâhut ihtirasların düzensizliğini beyhude çârelere başvurmazlar. Müslüman kadınlar ne ruj bilir ne de far”. 

 

Doğal bir boya olan kına kullanmak da aşırı ve dikkat çekici olduğunda doğru olmaz. Kına, doğal da olsa bir makyajdır. Kanımca, eğer sağlık amacıyla ve bir yarar için kullanılacaksa geçici olarak kullanılabilir.

 

Parfüm güzel kokmaktan ziyâde dikkat çekmek içindir. Özellikle kadın parfüm ve deodorantları çok ağırdır ve çok fazla koku yayar. Bunun nedeni kadınların parfümleriyle dikkat çekmekleri içindir. Çünkü o ağır kokuyu duyanlar ille de dönüp şöyle bir bakarlar, “bu koku nereden geliyor” diye.

 

Kadın giyiminde ve görünümünde en önemli kural “dikkat çekmemek”tir. Meselâ sokağa ev-elbiseleriyle çıkılması doğru olmaz. İsterse bu, kısa bir süreliğine olsun fark etmez. Hattâ bu kural erkekler için de geçerlidir. Mü’minler, giyim-kuşam, sürme, koku, yürüyüş, bakış, konuşma vs. hiç-bir konuda dikkat çekecek ve kendilerini belli edecek tavırlara girmezler/giremezler. Bakışlarını yere indirsinler” emrini de dinlemelidirler. “Edeb Ya Huu!” sözü baş-tâcı edilmelidir.

 

Makyaj yapan kadın, nasıl müslüman kalabilir?. Çünkü makyajlı kadın, İslâm’ın gereklerini yerine getiremez. Meselâ abdest alamaz ve namaz kılamaz. Çünkü her seferinde yeniden makyaj yapmak zorunda kalacaktır ve bunu yapması imkânsızdır. Makyajlı kadın oruç da tut(a)maz, çünkü oruç, makyajlı olunduğunda kozmetik ürünlerin kokusundan yada rujun tadından dolayı “sakata” gelir. Hac zâten makyajlı olarak yapıl(a)maz. Makyaj yapan kadın zekât da veremez, çünkü tüm parasını kozmetiğe harcamıştır ve parası kozmetik ürünlere ancak yetmiştir.

 

Makyaj yapan kadın başörtüsü kullanan biri olursa, artık tüm elbiseleri de makyaja uygun olmak zorunda olacaktır. Başörtüsü kullanmayan kadın bir kere makyaj yapmaya başladığında, artık makyajlamadığı bir yeri kalmayacaktır. Tüm yüz boyandıktan sonra saçlar ve tırnaklar da boyanacak, sonunda elbiseye uygun giyim-kuşam da gerekecektir. Bu bir tuzaktır. Küresel kozmetik üreticilerinin hazırlamış olduğu bir tuzak. Zâten istatistiklere bakıldığında kozmetiğe harcanan paranın aşırı boyutlarda olduğu görülecektir. Kozmetiğe harcanan para Dünyâ’da 200 milyar Euro, Türkiye’de ise 2 milyar Euro’dur. Bu miktardaki para Dünyâ’daki açlık-susuzluk-evsizlik sorunlarını kökünden bitirebilecek miktarda bir paradır. Kozmetik artık bir alışkanlık olmuştur ve aynen sigara-içki-kumar-uyuşturucu alışkanlığı gibi, insan kozmetik kullanmadan yapamamaktadır. Evde belki de yiyecek ekmeği olmayanlar, yada kendi evi olmayıp da kirâda oturanlar, fâhiş fiyatlarla kozmetik ürünleri satın alıp kullanabilmektedirler.   

 

Makyaj kötü bir alışkanlıktır. İnsanın bilincini etkiler ve köreltir. Yâni bir-nevî sarhoş eder. Bir kere alışanlar sürekli olarak makyaj yapmak isterler. Üstelik sürekli yeni ürünlerle ve artan masraflarla birlikte. Makyaj hiç bitmeyen bir şeydir. Bir türlü sonu gelmez. Bir insana makyaj yapmaya başlarsanız, yapılması gereken makyaj uygulamaları için 24 saat bile yetmez. Makyaj ile kafayı bozmuş ve yemiş olan kadınlar o yüzden sürekli olarak kuâför ve güzellik merkezlerinde zaman geçirirler. Zîrâ bir türlü tatmin olamamaktadırlar. Tabi bu-arada güzellik(!) merkezlerinin sayısını da hızla arttırmaktadırlar. Türkiye’deki güzellik(!) salonlarının sayısı 100.000’den fazladır.

 

“Güzellik(!) sektörünün çirkin bir yüzü de vardır. İsmail Tokalak bu konuda şunları söyler:

 

Çeşitli kozmetikler kullanan kadınlar, bir-çoğu tehlike arz eden 515 çeşit kimyâsal kozmetiğin etkisine mâruz kalmaktadırlar. Kadınların kullandığı kozmetiklerin içinde 10.500 civânda kimyâsal madde bulunuyor. Bunların son otuz yılda yalnız % 20’sinin insan sağlığı üzerindeki etkileri test edilebilmiştir. Kozmetiklerin çoğunun toksin ihtivâ ettiği ve özellikle petrôlden yapılan ‘sodium lauryl sulfate’ı (SLS) ve parabenleri ihtivâ edenlerin oldukça tehlikeli olduğu bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya konuldu: Kozmetik ürünler alerjen ve kansorejendir.

 

Batı’da kadınlar kozmetik malzemeler için yaşamları boyunca ortalama 15 bin dolar para harcıyor. 5 kadından dördü makyaj yapıyor ve ortalama günde 20 dakîkalarını makyaja harcıyorlar. ABD’de yapılan araştırmada, kadınların %82’si makyaj yaptıklarında kendilerini daha güvende hissettiklerini belirtiyor.

 

Kozmetik dendi mi çoğu kimse genellikle makyaj malzemelerini ve güzellik ürünlerini akla getirmektedir fakat çeşitli kremler de dâhil saç ve deri ürünleri, şampuanlar, deodorantlar, ağız gargaraları (non-fluorinated), sabunlar gibi ürünler hep kozmetik kategorisine girmektedir. Kozmetiklerde kullanılan bu kimyâsalların çoğu kanser yapma özelliği dışında, direk hormonları ve üreme sistemini etkilemektedir. Özellikle erkek çocukların üreme sistemlerini ve organlarını ana kamında tahrip etmeye başlamaktadırlar. Kozmetik ürünler erkek çocuklarda kadınsı genitâl değişikliklere sebep oluyor. Kız çocuklarında ise erken ergenlik yapıyor.

 

Illinois Üniversitesi Profesörü Dr. Samuel Sam Epstein’e göre; kadınların ve erkeklerin kırışıklıklardan ve çizgilerden kurtulup daha genç görünmek için kullandıkları pek çok ürün ve krem, derinin koruyucu üst tabakasını soyarak cildi Güneşin zararlı ışınlarına ve tehlikeli toksinlere karşı savunmasız bırakıyor. Dr. Epstein bu durumun deri kanserine yol açabileceğine dikkat çekiyor.

 

Modern zamanlarda kadınların çok fazla makyaj yapmasının nedeni, “kadınlıklarını göstermek istemeleri nedeniyledir. Modern kadın, kadınlığını, aşırı makyaj yaparak gösteriyor. Çünkü modern ve seküler kadınlar, kadınlığın en önemli göstergesi olan başörtüsü ve tesettürden yoksundurlar. Zâten tesettürde de gözleri yoktur.

 

Erkekler de makyaj yapmaya başladı. Eskiden sağlığa faydalı olduğu söylendiğinden dolayı erkeklerin gözlerine sürme çektiğinden söz edilirdi. Fakat modern erkek artık, aynen kadın gibi makyaj yapmaktadır. Yüzünü-gözünü boyadıktan sonra manikür-pedikür yaptırmak erkekler için sıradanlaşmıştır. Dövme de bir makyajdır ve “Allah’ın boyasının üzerine şekilli boyalar sürmek” demektir. Peygamberimiz’in dövmeyi yasaklayan sözleri vardır. Dövme yaptırmak” da bir makyaj şeklidir. Dövmenin kökenleri totemizme kadar gider. Totemizmde insanlar, totem kabûl ettiği hayvanın resmini derilerine çizerlerdi.

 

Tevrat’ta dövme hakkında şöyle denir: “Ölüler için bedeninizi yaralamayacak, dövme yaptırmayacaksınız” (Levililer 18).

 

Çok ilginçtir ki, bedenine tapan ve kılına bile zarar gelmesini büyük bir trajedi olarak gören modern insan, dövme yaptırma uğruna bedenine binlerce iğne sokturmaktan gocunmuyor.

 

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhâmetlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsân) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir…” (Fetih 29).

 

Peygamberimiz bu âyet bağlamında: “Benim ümmetim kıyâmet gününde abdest izlerinden dolayı ‘yüzleri nurlu, elleri ve ayakları bembeyaz olanlar’ diye çağrılacaklardır” der. Peygamberimiz âhirette ümmetini yüzlerindeki nurdan ve alınlarındaki secde izlerinden tanıyacaktır, yoksa vücutlarının değişik yerlerine yaptırdıkları absürd şekillerdeki dövmelerden değil.

 

 “Allah yolunda infâk edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever” (Bakara 195).

 

Bâzı târikatların kendilerine zarar vererek zikir ve bâzı zarar verici âyinler yapmaları ilkellik olarak görülüyor. İslâm’da tabî ki de böyle saçma-sapan şeyler yoktur ve zâten Peygamber ve sahabe örnekliğinde böyle aşırılıklardan bahsedebilmek mümkün değildir. Peki modern insanın vücûduna dövme yaptırması, vücûdunun en olmadık yerlerine kadar pirsing taktırması, sağını-solunu şişirmesi, dişlerini küçültmesi-büyütmesi, hiç gereği olmamasına rağmen estetik ameliyat olması vs. gibi şeyler nedir?. Bunlar da ilkelliktir. İslâm’a uygun değildir ve aykırıdır. Zîrâ insanın kendi-kendisine fizîken, madden ve mânen zarar vermesidir. Bunlar da işte makyaj nedeniyle yapılan câhillikler ve ilkelliklerdir. Bu tarz işlemleri yaptıranlar, hem infâk etmeleri gereken parayı makyaja harcamaları nedeniyle, hem de kendilerini yaralamaları nedeniyle kendilerine madden ve mânen zarar vermektedirler

 

Doğal-normâl-fıtrî yaşamanın askıya alındığı modern kentler de artık aşırı makyaja tâbi tutulmaktadır. Modern kentlerde boyanmayan hiç-bir yer kalmamıştır. Modern kentler, iyi makyajlanmış süslü paketlerdir. İçi leş gibi olan her-şey, boyalarla yâni makyajla örtülmektedir. Modern kentler, Hz. Îsâ’nın: “Badanalı kabirler” dediği şey gibidir. Böyle olunca da kent-merkezleri insanları kendine çekiyor. Buralara doluşan insanlar “mega-kentler”i ortaya çıkarıyor ve buralar artık birer “kitlesel tüketim merkezleri” hâline geliyor.  

 

Demokrasi bir makyajdır. İslâm’ın yerine konan “aşırı makyajlanmış bir sistem”dir. Demokratik-lâik ülkeler, İslâmî süsü yasaklayarak, seküler süsü (makyaj) serbest bırakmaktadır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da ard-arda öğrencilere ve mêmurlara yönelik başbakanlıktan kılık-kıyâfet yönetmelikleri yayınlanmaya başlanmıştı. Genelgeler nedeniyle; ilk, orta, lise, özellikle kız İmam-Hatip liselerinde ve üniversitelerde kız öğrenciler başörtüsü mağduru oldu. Sakalları nedeniyle erkekler de bunlara eklendi. Okullardan ve çalıştıkları işlerinden uzaklaştırıldılar. Fakat genelgelerde kadınlar için aşırı makyaj, pantolon, uzun topuklar yasaklansa da, buna aykırı davranışlardan dolayı sürgün edilen, mêmuriyetten atılanlara rastlanmadı. Yine, meclise başörtüsüyle girmek yasaklanırken, makyajla girmek serbest bırakıldı. Çünkü demokrasi, İslâm’ı makyajlayan yâni örten bir sistemdir. Bu nedenle de İslâmî örtüye izin vermezken, modern makyajı serbest bırakır.

 

Kozmetik ürünlerin neredeyse tamâmı, zararlı kimyâsallardan ve nefret edilecek uygulamalardan sağlanmaktadır.

 

Makyaj malzemelerinin yapımında ceninler kullanılmaktadır ki, bunlar kürtaj sonrası alınan ceninler, ceninlerin kordonları ve plasentalarıdır. Yasak ilişki, yâni zinâ yada istenmeyen hâmileliklerin sonucunda kürtaj ile alınan ceninlerden yapılan kozmetik ürünler, “belki de Allah’ın bir cezâsı olarak”, insanlar tarafından yüzlere-gözlere-ağızlara sürülmektedir. Ceninleri karınlarında taşı(ya)mayanlar, yüzlerinde-gözlerinde taşımaktadırlar. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir:

 

“Batı’lı zâlimler, hayvanları güzellik sanâyinde kullanıyorlar. Merhemlerin, güneşten korunma malzemeleri, yüz kremleri, rimel, ruj, oje, şampuan, sprey, deodorant ve diğer kozmetik ürünlerinin nelere mâl olduğunu kadınlarımız biliyorlar mı acaba?. Sâdece ABD’de 50.000 kedi, 61.000 maymun, 180.000 köpek, 554.000 tavşan ve milyonlarca fâre, kozmetik için katlediliyor. Deneyler ve kozmetik üretimi için her yıl 300 milyon hayvanın katledildiğini söylersek, güzelleşmek için işlenen cinâyetlerin boyutu kendiliğinden ortaya çıkar.

 

Kozmetik ürünlerde bol miktarda insan cenini de kullanılıyor. Âile ve mânevi değerleri yok eden zinâ ve kürtaj cinâyetinin meşrûlaştırılması üzerinde neden bu kadar ısrarla durulduğu nihâyet anlaşılmaktadır. Ortaya çıkan gerçekler, tek kelime ile dehşet vericidir. Kozmetik firmalarında üretilen güzellik kremlerinde, hayvan ve kürtaj plasentaları kullanılıyor. Bilindiği gibi plasenta, ana rahminde ceninin korunup geliştirildiği özel muhâfazadır. Kürtajla rahimden kazınarak alınan bu plasentaların tonlarcası, başta Rusya’dan geliyor. St. Petesburg’taki hastânenin IS adlı kürtaj kliniğinden bir doktor, yalnızca kendi kliniğinin, geçen yıl Fransa’ya 34.400 ton kürtaj plasentası sattığını söylüyor. Fransa’da bu plasentaları, kozmetik firmalarına satan İnsitut Mary Eux yetkilileri ise Dünyâ’nın çeşitli ülkelerinden, günde tam 19 ton plasenta satın aldıklarını açıklıyorlar.

 

Bu akıl almaz iğrençlik ve vahşet, güzellik ve ‘çağdaşlık’ adı altında gizlenen çirkinlikleri bir defâ daha bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Güzellik kremleri ve makyaj malzemelerinde ham-madde olarak, kürtaj sonucu düşürülen bebekleri kullandıkları, Avrupa’da kozmetik firmaları tarafından îtirâf edilmiştir. Bu konuda görüşleri alınan uzmanlar, kozmetik sanâyinin merkezi olan Fransa’da güzellik kremlerinin afişlerinde, ‘cildinizi genç ve yaşayan hücrelerle gençleştirin’ ifâdesinin yer aldığına dikkati çekerek, ‘işte insanı gençleştiren bu genç ve yaşayan hücreler, kürtajla alınan, doğmamış bebeklerden oluşuyor’ diyerek bu vahşete dikkat çekmişlerdir.

 

Yahudi asıllı Helena Rubinstein’in ürünlerin reklâmlarında ‘cildin genç ve yaşayan hücrelerle’ güzelleştiği belirtiliyor Bu ürünlerin yapımında kullanılan ‘collagen’ adlı maddenin ceninden elde edildiği biliniyor. Gerçek bu kadar acı iken, hangi vicdan sâhibi, üretimi için katliamların yapıldığı, cinâyetlerin işlendiği kozmetik ürünlerini gönül rahatlığıyla kullanabilir?”.

 

Türkiye’de resmen yapılmış kürtaj sayısının 2002’de 33.007; 2003’te 30.069; 2004’te 32.266; 2005’te 30.502; 2006’da 33.562; 2007’de 35.115; 2008’de 56.529; 2009’da 60.615; 2010’da 57.883; 2011’de 69.440; 2012’de 78.961; 2013 Ocak-Hazîran aylarında 29.226 olduğunu Sağlık Bakanlığı yetkililerinin açıklamalarından öğreniyoruz. Dünyâ’da yılda 42 milyon kürtaj yapıldığını da yine gazete haberlerinden öğreniyoruz

 

Kozmetik ürünlerin içinde; balina kusmuğu, salyangoz salgısı, plâsenta, boğa spermi, tavuk kemiği iliği, böcek suyu, kuş pisliği ve balık pulu gibi şeylerden başka bir de  “çocukların sünnet derisi” kullanılır. Sünnet derisinden yüze ve göze enjekte yapıyorlar. Kozmetikte de bağ-dokusunu oluşturan ana hücreler sağlayan sünnet derisi, krem ve kolajenler, özellikle de kırışıkları düzeltmede kullanılıyor.

 

Bir de elektronik makyajlar var. İnsanlar resimlerini cep telefonu ve bilgisayarlar üzerinden, sanal makyajla süsleyip değiştiriyorlar. Öyle ki tanınmayacak hâle gelebiliyorlar ve bambaşka bir insan oluyorlar. Çeşitli elektronik süzgeçler, filtreler ve açılar kullanarak tipsiz bir insan bile manken gibi olup çıkabiliyor. Tabi bu, özgüvensizliğin sonucunda çok yaygınlaşmıştır.  

 

Bir “ego tatmini” olan makyaj, küfürdür ve kâfirliktir. İslâm-öncesinde çiftçilik yapmaya ve tohum ekmeye küfür, bunu yapan çiftçilere de kâfir denirdi. Çünkü küfür “bir şeyin üstünü örtmek” demektir. “Bir şeyin üstünü örterek o şeyi görünür olmaktan çıkarmak” demektir. Bunu yapana da “kâfir” denir. İslâm bu kelimeyi müşriklerin; “kudreti sonsuz, tek ilah, âlemlerin tek rabbi, tek rızıklandırıcı ve sığınılacak tek liman olan Allah’ın yerine putları koyarak ilahlığını örtmeleri yada parçalayarak önemini azaltmaları” anlamında kullandı. Yâni küfür, “bir şeyin gerçeğinin üzerini sahtesiyle örtmek” anlamındadır. Bunu yapmak küfür, bunu yapanlar da “kâfir”lerdir. İşte makyaj da, “üzerine başka boya vurmayın” uyarısına rağmen, “Allah’ın yarattığı gerçek-orijinâl bedeni ve yüzü sahte boyalarla ve kaplamalarla örtmek işi” olduğundan dolayı, makyaj da küfürdür, kâfirliktir. Çünkü gerçek, sahte ile örtülmektedir. Hattâ modern dünyâda gerçeğin sahte ile örtülmesi gerektiği bir îman ve amel hâline gelmiştir. Öyle ki, en yeni ve -güyâ- kaliteli olan sahte örtüler (yâni makyaj malzemeleri) insanların hayâllerini süslemekte, kendisi de bu sahte örtülerle kendi gerçeğini örtmenin-kapamanın hayâlini kurmakta ve o örtülere bir-an önce erişmenin bir yolunu aramaktadır.

 

Küfür yâni gerçeğin üzerini sahte ile örtmenin bir sonu yoktur. Gerçeği sahteyle örtmeye bir kere başlandığında, artık bunun sonu gelmez ve örtmeden yâni kâfirlik yapmadan bir adım bile atılamaz hâle gelinir. Öyle ki makyajsız bakkala bile gidemeyecek duruma gelen insanlar çoğalır. Sonuçta sahte örtü sizin sahte yüzünüz, maskeniz ve gerçekliğiniz olur ve gerçek yüzünüz ve bedeninizden ise nefret etmeye başlarsınız. Bir küfür türü olan makyaj, insanı esir alır ve tepeden-tırnağa örtmediğiniz yâni boyamadığınız yeriniz kalmaz. Küfre bürünmediğinizde yâni kimyâsallarla kaplanmadığınızda aynaya bile bakamaz hâle gelirsiniz. Zîrâ zamânın doğal sonuçları olan yaşlılıktan başka, makyaj malzemelerinin verdiği zararlardan dolayı bozulan bedeniniz size yoğun bir umutsuzluk ve buhran aşılar.

 

Doğada ve hayvanlarda -Allah’ın boyadığından başka- bir boya yâni makyaj olmaz. Yâni insandan başka “kâfir” bir varlık yoktur. Çünkü doğada makyaj yoktur ve sâdece doğal ve gerçek renkler-görüntüler vardır. Fakat yine de insanlar hem hayvanlara hem de doğaya hayrân olmaya devâm eder. Çünkü tavus kuşu gibi nice güzel renkli hayvanlar olduğu gibi, ne çiçekler vardır ki Allah’ın biçimlendirdiği ve boyadığı gibi doğal hâllerindeyken, hiç-bir insan onlar gibi boyanamaz ve giyinemez. Hz. Îsâ bunu şöyle ifâde eder: “Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz?. Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın!. Ne çalışırlar, ne de ipek eğirirler. Size şunu söylüyorum: Bütün görkemine karşın, Süleyman bile bunlardan birisi gibi giyinmiş değildi” (İncil; Matta; 6/19-34, Luka; 12/12-36).

 

Makyaj bir zihniyet sorunudur. Orijinâlden, fıtrî olandan ve doğaldan nefret edenlerin zihniyeti makyaj ile bozulmuş ve kâlpleri sapmıştır. Bu nedenle bir türlü tatmin olamazlar. Makyaj bir tatminsizlik hastalığı ve travmasıdır. Nasıl ki kötü alışkanlıklara sâhip olanlar bu alışkanlıkları bırakamazlarsa, makyaja alışanlar da öyledir. Makyaj kötü bir alışkanlıktır. Örtmeye yâni küfre, isrâfa, gösterişe dayandığı için günahtır, haramdır, ayıptır.  

 

Makyaj yapanların âhiretteki en ağır sorgusu, “makyaja harcadıkları zaman isrâfından” olacaktır. Zîrâ makyaj yapmak için harcanan zaman, totâlde yılları bulmaktadır. Çünkü makyaj, en kaliteli(!) ürünlerle yapılsa bile bir türlü tatmin etmez ve makyaj süresi böylelikle uzar gider.

 

Makyaj bir ezikliktir, kompleksin zirvesidir. Komplekse ve ezikliğe sâhip olanların makyajı bir türlü bitmez yada sık-sık tâzelenmek ister. Saatlerce süren makyaj süresi bir ibâdet neşvesi içinde tapınma hâline gelmiştir ve zâten huşû ile yapılmaktadır. Açıkçası makyaj bir sapkınlıktır ve “makyaj bağımlıları” da birer sapıktır. Makyaj yapanlar kâfirlik yapmaktadırlar.  

 

Târih boyunca kadınlara çeşitli zorluklar yüklenmiş, aşağılanmışlar ve ezilmişlerdir. Fakat eziyetin ve aşağılanmanın en kötüsünü kadınlar kendi-kendilerine yapmışlardır ve yapmaya devâm etmektedirler. Kendilerini makyaj ile “kendileri” olmaktan çıkarmaktadırlar. Öyle ki, zamanlarının önemli bir bölümü makyaj yapmakla geçmekte, üstelik makyaj malzemeleri, hem ekonomilerini olumsuz olarak etkilemekte hem de sağlıklarını bozmaktadır. Böylece bir kısır-döngü olarak makyaj yaptıkça makyaj yapma isteği, gereği ve ihtiyâcı çoğalmaktadır. Makyaj bir kısır-döngüdür. Kadınların ve artık erkeklerin de en kötü alışkanlıklarından biri hâline gelmiştir. 

 

Güneş kremleri D Vitamini alımını engelliyor. 15 faktörden 50 faktöre kadar çıkardılar etkisini. Sonra da bunun yanlış olduğunu söylediler. Güneş girmeyen eve doktor girer. “Şu-şu saatlerde Güneş’e çıkmayın” diyerek de D Vitamini alımını engelliyorlar. Günde yaklaşık yarım saat güneşlenmek insanı bir-çok hastalıktan koruduğu gibi şifâ da verir. Korona-virüs yalanı nedeniyle karantinada uzun süre kalmak insanları Güneş’ten uzaklaştırdı ve D vitamini eksikliği ve buna bağlı hastalıklar arttı.

 

Peygamberimiz döneminde kadınların normâl ölçülerde makyaj (süslenme) kullanmalarına izin verilmiş, fakat aşırı makyajı (süslenme) kesinlikle yasaklamıştır. Peygamberimiz, o dönemde Arap kadınları arasında geçerli olan makyaj ve süs çeşitlerinden aşağıdakileri lânetlemiş ve toplum için yıkıcı bulmuştur. Kütüb-ü Sitte’de de yasaklananlardan bâzıları şunlardır:

 

a) Daha uzun ve sık göstermek için saça fazladan yapay saç takmak.

 

b) Vücûdun çeşitli kısımlarına dövme yapmak ve yapay benler meydana getirmek.

 

c) Belli bir görünüm vermek için kaşları yolmak veyâ daha açık bir görünüm kazandırmak için yüzdeki tüyleri yolmak.

 

d) Daha çok inceltmek için dişleri ovalamak, yada dişlerde yapay delikler açmak.

 

e) Yapay bir renk ve görünüm kazandırmak için yüzü safran veyâ daha başka kozmetiklerle ovmak.

 

Modern dünyâ, doğala normale ve fıtrata aykırı bir şekilde güyâ süslenmekte ve makyajlanmaktadır. Bir-takım insanlar bu süsün içinde olmayı sevse de, Dünyâ’nın yapay süsünü üstün görmek aslında, “Allah’ın mevsimlerle sürekli değiştirdiği Dünyâ’nın süsü”ne bir isyândır.

 

“Bilin ki, dünyâ hayâtı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

 

Makyaj, kadınlara dayatılan güzellik algısının parayla satılmasıdır. Yâni satılan şey aslında algılardır. Sûnî ve sanal algı oluşturan fakat aslında çok da uzak olmayan bir vâdede insana hem maddî hem de rûhi olarak zarar veren ürünler, aldanıcı ve aldatıcı birer yanılsama araçlarından başka bir şey değildir. Şeytan, insanları makyaj ile kandırmaktadır ki makyaj, şeytanın en güçlü silahlarından biri hâline gelmiştir.  

 

Makyaj, yüzü yüzeyleştirir ve pürüzsüz hâle getirir fakat artık kişi, bilinen ve görünen kişi değildir. Makyaj bir maskedir. Bu maske, kişinin arkasına saklandığı bir maskedir. Artık bir ömür-boyu bu maskeyi takmak zorunda hisseder kendini. Makyaj bağımlılık da yapar. Zîrâ kozmetik ürünlerin hem psikolojik olarak hem de fizîki anlamda “uyuşturucu” içerikleri ve özellikleri vardır.

 

Makyaj, “keleği kavun gibi gösterme kandırmacası”dır. Fakat keleğe ne kadar makyaj yaparsanız yapın, kelek her zaman kelektir ve hiç-bir zaman kavun olmaz. Kavun ise kelek değildir ki onu kavun gibi göstermek gereksin.

 

Kozmetik ve makyajın psikolojik bir yanı da vardır. Kozmetiği üretenlerin, bir şeyleri örtme çabalarıdır makyaj. Kozmetik ve makyaj; batı’nın pisliklerini, cinâyetlerini ve kötü kokularını örtmek için ürettiği ve yaptığı şeylerdir. Bir yazıda bu, şu şekilde temsil edilir: “Kadınların tırnaklarına sürdükleri ojeler, batı’nın kanlı ellerini; dudaklarına sürdükleri boyalar, ceylan yavrusunu parçalayıp yiyen bir sırtlanın kanlı dudaklarını hatırlatır. Parfümler ise, işlenen cinâyetlerin kokusunu gizlemek için sürülen kokulardır”.

 

Eğer makyaj güzelleşmek ve güzelleştirmek için ise, bırakın da makyajı çirkinler yapsın. Fakat hayır!; her ne kadar kabûl etmek istemeseler ve “kendim için yapıyorum” diyerek kendi-kendilerine yalan söyleseler de, makyajın asıl amacı, karşı cinsi etkilemek ve ona güzel görünmek içindir. Makyaj karşı taraf yâni başkası için yapılır. Târih boyunca insanoğlu başkası için bu kadar yoğun bir şey yapmamıştır.   

 

Makyajın panzehiri gözyaşıdır. Birileri makyaj yaparak görmek istemediklerini saklar ve “gerçek” yerine sahteye başvurur. Fakat gerçek, sonuna kadar saklanamaz ve bir damla gözyaşıyla silinip gidiverir. Gözyaşı, makyajdan nefret eder ve sıyırır atar onu.

 

Doğal olmayan bu kozmetik ürünler hem pistir, hem zararlıdır hem de helâl değildir. Aslında kozmetik ürünler kullanmak hem ayıp hem de haramdır; hattâ suç da olmalıdır.

 

Makyaj, “yaşanmışlığı örtme uygulaması”dır. Lâkin makyaj, “sonuna kadar” yapılabilecek bir şey değidlir. Hayâtın ve yaşamın ortaya çıkardığı izleri bir yerden sonra makyajın da örtmesi mümkün değildir.

 

Makyaj, bir “örtme” olduğundan dolayı “küfür”dür. Allah’ın boyasının üzerine sürülen boyalar bir “örtme” olarak “küfür”dür.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2018

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder