“Allah’ın boyası... Allah(ın boyasın)dan
daha güzel boyası olan kimdir?. Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz” (Bakara 138).
Yüz-göz boyama (makyaj)
pagan bir olgudur. Pagan ibâdetlerinin bir uygulamasıdır. Paganlar
yüzlerini-gözlerini boyayarak yâni makyaj yaparak -güyâ- bir çeşit tesettüre
girdiklerini düşünürler ve âyinlerini bu şekilde yaparlardı. Paganlar ibâdet
ederken makyaj yaparlardı ve yüzlerini ve vücutlarını aşırı bir şekilde
boyarlardı. Dolayısı ile makyaj, pagan bir görünüm olarak çıkmış “gerici” bir
uygulamadır. Bu durum, uzak-doğu ülkelerinde yüze yapılan aşırı makyaj
şeklinde, yozlaşmış bir dînin uygulaması olarak yer-yer sürdürülüyor. Güyâ
böylece yüzlerini saklamakta yâni tesettüre sokmaktadırlar. Uzak-doğu ülkelerinde aşırı
makyaj bir çeşit tesettür olarak
kullanılır. Yüz o kadar çok boyanır ki, kişi
tanınmaz ve kim olduğu belli olmaz bir hâle gelir. Demek
ki makyajın “bâtıl bir dîn” ve “bâtıl
bir tesettür” yönü de vardır.
Din, bir “yaşam-şekli,
yaşam-tarzı” demek olduğuna göre, her dînin bir yaşam-şekli olur ve günümüzde de
tüm Dünyâ’da hâkim olan bir yaşam-tarzı (din) vardır. Günümüzdeki bu
yaşam-tarzı, “modern yaşam-tarzı”dır. Modernizmde; klâsik olandan, doğal olandan,
normâl olandan ve fıtrî olandan nefret edildiği için, bunlar sürekli baskılanır
ki bu baskılamanın bir çeşidi de, “yaratılış şeklini değiştirmek”le yapılır. Bu
değişimin insandaki görünümü, başta “makyaj” olmak üzere, beden üzerinde
çeşitli değişiklikler yaparak ortaya çıkar. Bu tabî ki de şeytanın bir ayartmasıyla
yapılmaktadır:
“Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en
olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini
emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı
bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna
uğramıştır” (Nîsâ 119).
Kadının en iyi
süsü edep ve hayâ ile süslenmektir. Hayâ ile süslenenlerin başka bir süse
ihtiyaçları yoktur. Allah’ın boyası ile boyananların da makyaj adı altında
başka boyalar aramaları -eğer çok özel bir durum yoksa- gereksizdir. Zîrâ
bedenin doğal rengi, bıktırmayacak kadar güzel bir renktir. Tenin rengi,
gözlerin rengi, saçların-kirpiğin-sakalın rengi, dudakların rengi, tırnakların
rengi, dişlerin rengi vs., hem bıktırmayacak bir güzellikte, hem de bedenin her
yanıyla en uygun-uyumlu renktedir. Kozmetik ürünlerle yapılan makyajlamada ise
mutlakâ bir uygunsuzluk olur ve doğal olmayan absürd bir görünüm ortaya çıkar.
Üstelik renkler de bedenin genel bütünlüğü ile uyum sağlamaz. İnsan Allah’ın
bir sanatıdır ve En Üstün Sanatçı tarafından yapılan bu sanatta bir uygunsuzluk
yoktur. Bu nedenle bu mükemmel “sanat ürünü”ne yapılacak bir eklemede-hamlede
bir uygunsuzluğun çıkmaması imkânsızdır. Allah bu mükemmel sanat ürünü için,
çıplaklığını örtecek ve süs olacak elbiselerin giyilmesini emreder:
“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin
yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik
(vâr-ettik). Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın
âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. Ey Âdemoğulları, şeytan,
anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini
sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya
uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden)
sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları
kıldık. Onlar, çirkin bir hayâsızlık işlediklerinde: ‘Atalarımızı bunun
üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti’ derler. De ki: Şüphesiz Allah, çirkin
hayâsızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf 26-28).
Evet; elbise
süstür fakat modern dünyâ, çıplaklığı süs zannediyor. Elbiseyle
süsleneceklerine elbisesizlikle yâni çıplaklıkla güyâ süsleniyorlar. Elbiseyle
süslenmek “örtünmek” demektir. Fakat modernizmde süslenmek,
“açılmak-çıplaklaşmak” demektir. Modern elbiseler, örtünmenin değil, açıklığın
bir aracı oldu. Elbise bedeni ne kadar açıkta bırakırsa o oranda beğeni
kazanıyor. Artık elbise, örtünmenin aracı olarak değil, çıplaklığın bir nesnesi
olarak kullanılıyor.
Şeytan, modern
zamanlarda güzellik algısını değiştirdiği için artık “doğal güzellik”
insanların ilgisini çekmemekte ve aslında doğal ve normâl olanı perdeleyen
makyaj ve çeşitli süslenmelerle süslenmiş olmak ilgi görmektedir. Doğallıktan
uzaklaşıldıkça makyaj ve süs artmakta ve çeşitlenmektedir. Fakat bu belli bir
noktada durmamakta ve modern insanı, yaptığı hiç-bir değişiklik tatmin etmemektedir.
Öyle ki, doğal-normâl-fıtrî olanı değiştirmenin çivisi çıkmıştır ve artık
şeytanın güdümüne girmiş olanlar ten renklerini bile değiştirmeye kalkmışlar ve
tabî ki bunun bedelini çok ağır bir şekilde ve hattâ canlarıyla ödemişlerdir.
Bilindiği gibi dünyâca ünlü şarkıcılardan biri, Allah’ın kendisi için doğuştan yarattığı
ten rengini beğenmediğinden dolayı bir kompleksle teninin rengini değiştirme
uğruna çeşitli kozmetik ve kimyâsal ilaçlar kullanmış ve sonunda çok absürd bir
varlığa dönüşmüştür. Bu değişimden kendisi bile rahatsız olmuş olmalı ki,
yaptığı değişiklikle görülmekten sakınmaya başlamıştır. Belki de bu şarkıcının hayâtının
sonlanmasına da neden olan o yaptığı şey, hem akılsızlığının hem de Allah’ın
bir cezâsı olmuştur.
İslâm’a göre kadın
sâdece kocasına karşı süslenmelidir. Fakat bu süslenme, çok absürd şekilde
yapılmamalıdır. Çünkü Allah’ın yaratmasına aykırı olacak her makyaj ve
süslenme, onu aslında olduğundan daha kötü gösterecektir.
Kadından makyaj yapmasını
istemek, kadına hakâret etmek demektir. Çünkü kadından makyaj yapmasını ve
kadını sürekli makyajlı görmeyi istemek, kadını “olduğu gibi kabûl edememek”
demektir ki, eğer estetik bir neden yoksa bunu istemek kadında bir kusur olduğunu
söylemek anlamına gelir. Lâkin modern kadın için; bacaklarında meydana gelen
bir selülit, yüzünde çıkan bir sivilce yada leke ve bel bölgesinde oluşan bir
miktar yağlanma, açlıktan-susuzluktan ölen çocuklardan, üzerlerine bomba yağan
ve mahvolan hayatlardan bin kat daha önemlidir. Makyaj küresel bir travmadır
hâline gelmiştir. Celaleddin Vatandaş, makyaj ve makyaj uğruna yapılanlar
hakkında şunları söyler:
“Bugün insanlar bedenlerinin kölesi
hâline getirilmiştir. Sanâyi devriminden sonra moda, kozmetik ve tıp, insanları
belli bir formun güzel olduğuna; kişiye, o formu korumaya çalışmazsa toplumdan
dışlanabileceğini telkin etmeye başladı. Böylelikle beden köleliği de başlamış
oldu. Artık insan, hapishâneye dönüştürülmüş bedeninin duvarları içindedir;
mahkûm olan da kendisidir, gardiyan olan da. Bedenin hapishâneye dönüşümü ise
kapitâlist kültür endüstrisinin kozmetik, moda ve tıbbın bâzı alanlarıyla
gerçekleştirdiği dayatmalarla sağlanıyor. Kapitâlist kültür endüstrisi,
özellikle de kadınları, bu köleliği gönüllüce yaşar hâle getirmiş bulunuyor.
Çünkü başta medya organları olmak üzere bir-çok araçla müthiş bir zihin inşâsı
gerçekleştirilmekte ve insanlık târihinde ilk defâ olmak üzere kadının tüm
değeri tamâmen bedenine indirgenmiş bulunmaktadır. Hattâ öyle ki kadın
bedeninin ideâl ölçüleri de belirlenmiş durumda; 90-60-90. Ergenlik dönemi ile
30’lu yaşlar arasında korunabilecek bu ölçüler son derece şeytânî bir incelikle
oluşturulmuştur. Zîrâ bu ölçülere sâhip olmak, sâhip olununca da korumak zordur
ve tek-tipleştirilerek ideâlize edilen kadın imgesinde tüketim baş-rôlü
oynamaktadır. Söz-konusu ölçülerdeki beden yapısını korumak için diyet
ürünleri, sıkılaştırıcı kozmetik ürünleri, spor ürünleri ile kapitâlist üretim
kendisine büyük ve sürekli pazar oluşturmuş durumdadır. Eğer ideâlleştirilen
ölçülerden ortadaki rakam on birim yükseltilse, kadın bedenine yönelik
tüketimin oldukça ciddî oranlara varan miktarda düşeceği kesindir.
Dünyâ genelinde kozmetik ürünlerine
her yıl 250 milyar dolar civârında para harcandığı tespit edilmiştir.
Ekranlardan, reklâm panolarından gözlerinin içine sokulan sözde kusursuz mankenleri
gördükçe kendi eksiklerinin farkına varan kadınlar, sözde eksiklerini
tamamlamak için yüzlerini-gözlerini boyayarak, üzerlerine modaya uygun yeni
elbiseler alarak, tıbbî operasyonlardan geçerek kapitâlizm tarafından dayatılan
ideâl kadın ölçülerine ulaşmaya çalışıyorlar. Değeri bedenine indirgenmiş ve
ideâl ölçüye yakın olduğu oranda kendini mutlu hisseden kadın, ideâl ölçüden
uzaklaşmaya başlamasıyla psikolojik sorunlar da yaşar hâle geliyor.
Tüketimi yaygınlaştırmak ve
sürdürebilmek için beden köleliğini evrenselleştiren modernite, modern insana
dayattığı güzellik takıntılarının gereğine uygun olarak her an her yerde
hayvanları katletmektedir. Köpekler, kediler, tavşanlar, kuşlar, atlar,
balıklar, fareler.. Dünyâ’da her yıl yüz milyondan fazla hayvan; deneylerde
diri-diri kesiliyor, vücutlarına zehirli kimyâsallar damlatılıyor, yakılıyor,
parçalanıyor, kör ediliyorlar. Hayvanlara yönelik bilimsel şiddetin en yaygın
sektörünü ise kozmetik sektörü oluşturmaktadır. Her gün en modern ülkelerin en
modern laboratuvarlarında tahminlere göre milyonlarca hayvan modern insanın
güzellik tutkularına cevap vermek için katledilmektedirler. Kozmetik
endüstrisinin uyguladığı hayvan deneyi yöntemleri şunlardan oluşmaktadır:
Draize Testleri: Draize göz tahriş
testleri, ilk olarak 1940’larda uygulanmaya başlandı. Bu ilk deneylerde
tavşanların gözlerine sıkılan bir maddenin ne kadar tahriş edici olduğu
belirlenmeye çalışıldı. Bu testlerde hayvanlar genellikle sâdece başlarını
dışarıda bırakan âletlere sıkıştırılıyor ve böylece hayvanın gözünü kaşıması
yada ovuşturması engelleniyordu. Bugün draize testleri çok yaygın bir şekilde
uygulanmaktadır. Test edilmek istenen madde (örneğin, göz fan, rimel, çamaşır
suyu, şampuan v.b.) hayvanın gözüne damlatılmaktadır/sürülmektedir. Deney için
hayvanların alt göz-kapağı dışarı çekilmekte ve böylece oluşan çanağa madde
konulmaktadır. Sonra göz kapatılmaktadır. Bu işlem bâzen bir-kaç kez tekrâr
etmektedir. Deneye tâbi tutulan hayvan (bu hayvan genellikle tavşandır) her gün
gözlemlenerek, gözlerinde şişme, çıban, iltihap ve kanama olup-olmadığı
belirlenmektedir. Deney günlerce ve hattâ bâzen üç hafta sürebilmektedir. Bâzı
maddeler o kadar ciddî bir hasâra yol açmaktadır ki, hayvanın gözleri bütün
temel niteliklerini kaybetmektedir.
LD 50 (Lethal Dose -Yüksek Doz)
Testleri: Bir maddenin ne kadar zehirli olduğunu belirlemek için akut oral
toksisite testleri yapılmaktadır. 1920’lerde geliştirilen bu testlerde
hayvanlara -ruj ve kağıt gibi yenmeyen maddelerde olmak üzere- çok çeşitli
maddeler ya zorla yada boğazlarına soktukları bir tüple yedirilmektedir.
Standart testler 14 gün süreyle uygulanmakta, fakat bâzıları altı ay süreye
kadar uzayabilmektedir. Tabî ki hayvanlar hayatta kalırsa. L Deney süresince
hayvanlarda kusma, ishâl, felç, kasılma ve iç kanama gibi klâsik zehirlenme
semptomlarına rastlanmaktadır. En bilinen akut toksisite testi LD 50 (Lethal
Dose) testidir. LD 50, yüzde 50 öldürücü doz, yâni deneye dâhil edilen
hayvanların yarısını öldüren madde miktarı anlamına gelmektedir. Bu dozu
belirlemek amacıyla, örneklem olarak belirlenen hayvan grupları
zehirlenmektedir. Genellikle, hayvanların yarısının öldüğü noktaya ulaşılıncaya
kadar hepsi şiddetli derecede hastalanarak yoğun bir acı çekmektedir. Oldukça
zararsız maddeler söz-konusu olduğunda bile hayvanların yarısını öldürecek
konsantrasyonun belirlenmesinin iyi olacağı düşünülmekte ve çok miktarlarda
madde hayvanlara zorla yedirilmektedir. Deneyin tek amacı maddenin ne kadarının
hayvanların yarısını öldüreceğini ölçmekten ibârettir. Ölmekte olan hayvanların
acısına son vermek, deney sonucunu etkileyeceği için böyle bir uygulama
söz-konusu değildir. Sâdece Amerika’da, ABD Kongresi Teknoloji Değerlendirme
Dâiresi’nin (OTA) yaptığı açıklamaya göre her yıl bir-kaç milyon hayvan bu
toksikoloji testlerinde can çekişerek öldürülmektedir.
Dermal Toksisite Testleri: Dermal
Toksisite Testleri’nde, hayvanların kürkleri kazınmakta ve madde hayvanın
cildine uygulanmaktadır. Tahriş olan yerlerini kaşımalarını önlemek amacıyla
hayvanlar hareket edemeyecekleri kutulara sıkıştırılmakta veyâ bir boyunlukla
engellenmekteler. Bu-arada cilt kanayabiliyor, kabarabiliyor ve soyulabiliyor”.
Başörtüsü-tesettür
kadınlar için hem dînin bir emri hem de bir süs olduğundan, kadınlar hem
başörtüsü ve genel örtünmelerine titizlikle uymalı, hem de tesettürü “ayağa
düşürmeyecek” şekilde uygulamalıdırlar. Post-modern zamanlarda kadınların çoğu
baş-örtüsünü bir “aksesuar” olarak kullanmaya başladı. “Makyajsız çıkmam”
diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydâh oldu. Onu bir süs nesnesi
olarak, bir “imaj aracı” olarak, makyajlarını tamamlayan bir parça olarak
kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu “ârızalı” yerlerini gizlemek için kullanıyor.
Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü
imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının kimliğinin
göstergesidir.
Giyinip örtünen
ve sonradan tesettüre giren kişilerde oluşan o mutluluk hâlinin nedeni, örtünün
doğasında bulunan o “doğal durum”un kazandırmış olduğu mutluluk hâlidir.
İlkellikten kurtulmanın vermiş olduğu mutluluk. Zîrâ çıplaklık ilkelliktir. Zâten
elbise giymenin özünde bir zevk vardır ve özellikle kadınlarda bu duygu çok
fazladır. Çünkü kadınlar kendilerinde bulunan güzellik ve çekicilikten ve de bu
güzellik ve çekiciliği gösterme arzusundan dolayı açılıp-saçılmaya ve
“göstermeye” meyyâldirler. Bunu önlemek isteyen Allah onlara Peygamber
hanımları üzerinden şunu emreder:
“Ey Peygamber!, eşlerine, kızlarına ve
mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine
giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet
görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir” (Ahzâb
59).
Müslüman kadınlar
temizliklerine önem vermelidirler fakat bir-kaç küçük dokunuş hâricinde makyaj
yapmamalıdırlar. Kurumayı ve yıpranmayı önleyici bitkisel kremler sürülebilir,
hafif oranda sürme çekilebilir ve kimsenin dikkatini çekmeyecek ve “rahatsız
etmeyecek” kokular kullanılabilir tabi. Erkeksi görünüme neden olan kıllardan (abartmamak
kaydıyla) arınmak da normâldir.
İlk hristiyanlar; süs, lüks ve ziynet
maddelerini hor görüyorlardı. Bilhassa küpe takanları, makyaj yapanları,
saçlarını boyayanları, peruk takanları ve sakallarına fazla îtinâ gösterenleri
ayıplıyorlardı. Bütün bu câzibe vâsıtaları ve lüks hileleri, insanı yaratırken
sanki ona uygun güzelliği vermemiş gibi, “Allah’ı suçlama” veyâ tabiattaki
ilâhî düzene hakâret olarak kabûl ediyorlardı.
Saf güzellik, değerini
kaybettiğinde ve kınalı eller “ezik” görülünce, “ojeli parmaklar” ortaya
çıkmıştır. Batı’lılaşmadan önce Osmanlı kadını için şunlar söylenmiştir: Güzel
şekilli siyah parlak gözler, taptâze sedef gibi bir ten, bu ülkenin kadınlarını
Avrupa’lılardan ayırır. Üstelik onların vücut güzelliği, korse, balina gibi şeylere
de bağlı değildir, ama dâima endamlı, dâima güzel vücutludurlar. Sonra zamânın
tahribatını saklamak yâhut ihtirasların düzensizliğini beyhude çârelere
başvurmazlar. Müslüman kadınlar ne ruj bilir ne de far”.
Doğal bir boya olan kına kullanmak
da aşırı ve dikkat çekici olduğunda doğru olmaz. Kına, doğal da olsa bir
makyajdır. Kanımca, eğer sağlık amacıyla ve bir yarar için kullanılacaksa geçici
olarak kullanılabilir.
Parfüm güzel kokmaktan ziyâde
dikkat çekmek içindir. Özellikle kadın parfüm ve deodorantları çok ağırdır ve
çok fazla koku yayar. Bunun nedeni kadınların parfümleriyle dikkat çekmekleri
içindir. Çünkü o ağır kokuyu duyanlar ille de dönüp şöyle bir bakarlar, “bu
koku nereden geliyor” diye.
Kadın giyiminde
ve görünümünde en önemli kural “dikkat çekmemek”tir. Meselâ sokağa ev-elbiseleriyle
çıkılması doğru olmaz. İsterse bu, kısa bir süreliğine olsun fark etmez. Hattâ
bu kural erkekler için de geçerlidir. Mü’minler, giyim-kuşam, sürme, koku,
yürüyüş, bakış, konuşma vs. hiç-bir konuda dikkat çekecek ve kendilerini belli
edecek tavırlara girmezler/giremezler. Bakışlarını yere indirsinler” emrini de
dinlemelidirler. “Edeb Ya Huu!” sözü baş-tâcı edilmelidir.
Makyaj yapan
kadın, nasıl müslüman kalabilir?. Çünkü makyajlı kadın, İslâm’ın gereklerini
yerine getiremez. Meselâ abdest alamaz ve namaz kılamaz. Çünkü her seferinde
yeniden makyaj yapmak zorunda kalacaktır ve bunu yapması imkânsızdır. Makyajlı
kadın oruç da tut(a)maz, çünkü oruç, makyajlı olunduğunda kozmetik ürünlerin
kokusundan yada rujun tadından dolayı “sakata” gelir. Hac zâten makyajlı olarak
yapıl(a)maz. Makyaj yapan kadın zekât da veremez, çünkü tüm parasını kozmetiğe
harcamıştır ve parası kozmetik ürünlere ancak yetmiştir.
Makyaj yapan
kadın başörtüsü kullanan biri olursa, artık tüm elbiseleri de makyaja uygun
olmak zorunda olacaktır. Başörtüsü kullanmayan kadın bir kere makyaj yapmaya
başladığında, artık makyajlamadığı bir yeri kalmayacaktır. Tüm yüz boyandıktan
sonra saçlar ve tırnaklar da boyanacak, sonunda elbiseye uygun giyim-kuşam da
gerekecektir. Bu bir tuzaktır. Küresel kozmetik üreticilerinin hazırlamış
olduğu bir tuzak. Zâten istatistiklere bakıldığında kozmetiğe harcanan paranın
aşırı boyutlarda olduğu görülecektir. Kozmetiğe harcanan para Dünyâ’da 200
milyar Euro, Türkiye’de ise 2 milyar Euro’dur. Bu miktardaki para Dünyâ’daki açlık-susuzluk-evsizlik
sorunlarını kökünden bitirebilecek miktarda bir paradır. Kozmetik artık bir
alışkanlık olmuştur ve aynen sigara-içki-kumar-uyuşturucu alışkanlığı gibi,
insan kozmetik kullanmadan yapamamaktadır. Evde belki de yiyecek ekmeği
olmayanlar, yada kendi evi olmayıp da kirâda oturanlar, fâhiş fiyatlarla
kozmetik ürünleri satın alıp kullanabilmektedirler.
Makyaj kötü bir
alışkanlıktır. İnsanın bilincini etkiler ve köreltir. Yâni bir-nevî
sarhoş eder. Bir kere alışanlar sürekli olarak makyaj yapmak isterler. Üstelik sürekli yeni ürünlerle ve artan masraflarla
birlikte. Makyaj hiç bitmeyen bir şeydir. Bir türlü sonu gelmez. Bir
insana makyaj yapmaya başlarsanız, yapılması gereken
makyaj uygulamaları için 24 saat bile yetmez. Makyaj ile kafayı bozmuş ve yemiş olan
kadınlar o yüzden sürekli olarak kuâför ve güzellik merkezlerinde zaman
geçirirler. Zîrâ bir türlü tatmin olamamaktadırlar. Tabi bu-arada güzellik(!)
merkezlerinin sayısını da hızla arttırmaktadırlar. Türkiye’deki güzellik(!)
salonlarının sayısı 100.000’den fazladır.
“Güzellik(!) sektörü”nün çirkin bir yüzü de
vardır. İsmail Tokalak bu konuda şunları söyler:
“Çeşitli
kozmetikler kullanan kadınlar, bir-çoğu
tehlike arz eden 515 çeşit kimyâsal kozmetiğin etkisine mâruz kalmaktadırlar.
Kadınların kullandığı kozmetiklerin içinde 10.500
civârında kimyâsal
madde bulunuyor. Bunların son otuz yılda yalnız %
20’sinin insan sağlığı üzerindeki etkileri test edilebilmiştir. Kozmetiklerin çoğunun toksin ihtivâ
ettiği ve özellikle petrôlden yapılan ‘sodium lauryl
sulfate’ı (SLS) ve parabenleri ihtivâ
edenlerin oldukça tehlikeli olduğu bilimsel araştırmalar
sonucunda ortaya konuldu: Kozmetik
ürünler alerjen ve kansorejendir.
Batı’da
kadınlar kozmetik malzemeler için yaşamları boyunca ortalama 15 bin dolar para
harcıyor. 5 kadından dördü makyaj yapıyor ve
ortalama günde 20 dakîkalarını makyaja harcıyorlar. ABD’de yapılan araştırmada, kadınların
%82’si makyaj yaptıklarında
kendilerini daha güvende hissettiklerini belirtiyor.
Kozmetik dendi mi çoğu
kimse genellikle makyaj malzemelerini ve güzellik ürünlerini akla
getirmektedir fakat çeşitli kremler de dâhil
saç ve deri ürünleri, şampuanlar, deodorantlar,
ağız gargaraları (non-fluorinated), sabunlar gibi ürünler hep kozmetik kategorisine girmektedir.
Kozmetiklerde kullanılan bu kimyâsalların çoğu
kanser yapma özelliği dışında, direk
hormonları ve üreme sistemini etkilemektedir. Özellikle erkek çocukların üreme sistemlerini ve organlarını ana kamında tahrip
etmeye başlamaktadırlar. Kozmetik ürünler erkek çocuklarda kadınsı genitâl değişikliklere sebep oluyor.
Kız çocuklarında ise erken ergenlik yapıyor.
Illinois Üniversitesi
Profesörü Dr. Samuel Sam Epstein’e göre; kadınların ve erkeklerin
kırışıklıklardan ve çizgilerden kurtulup daha genç görünmek için kullandıkları pek çok ürün
ve krem, derinin koruyucu üst tabakasını
soyarak cildi Güneş’in zararlı ışınlarına ve
tehlikeli toksinlere karşı savunmasız bırakıyor. Dr. Epstein bu durumun deri kanserine yol açabileceğine dikkat
çekiyor”.
Modern zamanlarda kadınların çok fazla
makyaj yapmasının nedeni, “kadınlıklarını
göstermek istemeleri” nedeniyledir. Modern
kadın, kadınlığını, aşırı makyaj yaparak gösteriyor. Çünkü
modern ve seküler kadınlar, kadınlığın en önemli göstergesi olan başörtüsü ve tesettürden yoksundurlar. Zâten tesettürde de gözleri yoktur.
Erkekler de
makyaj yapmaya başladı. Eskiden sağlığa faydalı olduğu söylendiğinden dolayı erkeklerin
gözlerine sürme çektiğinden söz edilirdi. Fakat modern erkek artık, aynen kadın
gibi makyaj yapmaktadır. Yüzünü-gözünü boyadıktan sonra manikür-pedikür yaptırmak
erkekler için sıradanlaşmıştır. Dövme de bir makyajdır ve “Allah’ın boyasının
üzerine şekilli boyalar sürmek” demektir. Peygamberimiz’in dövmeyi yasaklayan
sözleri vardır. “Dövme yaptırmak” da bir makyaj
şeklidir. Dövmenin kökenleri totemizme kadar
gider. Totemizmde insanlar, totem kabûl
ettiği hayvanın resmini derilerine çizerlerdi.
Tevrat’ta
dövme hakkında şöyle denir: “Ölüler için bedeninizi yaralamayacak, dövme
yaptırmayacaksınız” (Levililer 18).
Çok
ilginçtir ki, bedenine tapan ve kılına bile zarar gelmesini büyük bir trajedi
olarak gören modern insan, dövme yaptırma uğruna bedenine binlerce iğne
sokturmaktan gocunmuyor.
“Muhammed, Allah’ın
elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında
merhâmetlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar,
Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsân) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri,
secde izinden yüzlerindedir…” (Fetih
29).
Peygamberimiz bu
âyet bağlamında: “Benim ümmetim kıyâmet gününde abdest izlerinden dolayı ‘yüzleri nurlu, elleri ve ayakları bembeyaz olanlar’ diye çağrılacaklardır” der. Peygamberimiz
âhirette ümmetini yüzlerindeki
nurdan ve alınlarındaki secde izlerinden tanıyacaktır, yoksa vücutlarının
değişik yerlerine yaptırdıkları absürd şekillerdeki dövmelerden değil.
“Allah yolunda infâk edin ve kendinizi kendi
ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri
sever”
(Bakara 195).
Bâzı
târikatların kendilerine zarar vererek zikir ve bâzı
zarar verici âyinler yapmaları ilkellik olarak görülüyor. İslâm’da tabî ki de böyle saçma-sapan
şeyler yoktur ve zâten Peygamber ve sahabe örnekliğinde böyle aşırılıklardan bahsedebilmek
mümkün değildir. Peki modern insanın vücûduna
dövme yaptırması, vücûdunun en olmadık yerlerine kadar pirsing taktırması, sağını-solunu şişirmesi, dişlerini küçültmesi-büyütmesi, hiç gereği olmamasına rağmen estetik ameliyat olması vs. gibi şeyler nedir?. Bunlar da ilkelliktir. İslâm’a
uygun değildir ve aykırıdır. Zîrâ insanın kendi-kendisine fizîken, madden ve
mânen zarar vermesidir. Bunlar da işte makyaj nedeniyle yapılan câhillikler ve ilkelliklerdir. Bu tarz işlemleri yaptıranlar, hem infâk etmeleri gereken
parayı makyaja harcamaları nedeniyle, hem de kendilerini yaralamaları nedeniyle
kendilerine madden ve mânen zarar vermektedirler
Doğal-normâl-fıtrî
yaşamanın askıya alındığı modern kentler de artık aşırı makyaja tâbi
tutulmaktadır. Modern kentlerde boyanmayan hiç-bir yer kalmamıştır. Modern
kentler, iyi makyajlanmış süslü paketlerdir. İçi leş gibi olan her-şey,
boyalarla yâni makyajla örtülmektedir. Modern kentler, Hz. Îsâ’nın: “Badanalı
kabirler” dediği şey gibidir. Böyle olunca da kent-merkezleri insanları kendine
çekiyor. Buralara doluşan insanlar “mega-kentler”i ortaya çıkarıyor ve buralar
artık birer “kitlesel tüketim merkezleri” hâline geliyor.
Demokrasi bir
makyajdır. İslâm’ın yerine konan “aşırı makyajlanmış bir sistem”dir. Demokratik-lâik
ülkeler, İslâmî süsü yasaklayarak, seküler süsü (makyaj) serbest bırakmaktadır.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra da ard-arda öğrencilere ve mêmurlara yönelik
başbakanlıktan kılık-kıyâfet yönetmelikleri yayınlanmaya başlanmıştı. Genelgeler
nedeniyle; ilk, orta, lise, özellikle kız İmam-Hatip liselerinde ve
üniversitelerde kız öğrenciler başörtüsü mağduru oldu. Sakalları nedeniyle
erkekler de bunlara eklendi. Okullardan ve çalıştıkları işlerinden
uzaklaştırıldılar. Fakat genelgelerde kadınlar için aşırı makyaj, pantolon,
uzun topuklar yasaklansa da, buna aykırı davranışlardan dolayı sürgün edilen,
mêmuriyetten atılanlara rastlanmadı. Yine, meclise başörtüsüyle girmek
yasaklanırken, makyajla girmek serbest bırakıldı. Çünkü demokrasi, İslâm’ı
makyajlayan yâni örten bir sistemdir. Bu nedenle de İslâmî örtüye izin
vermezken, modern makyajı serbest bırakır.
Kozmetik
ürünlerin neredeyse tamâmı, zararlı kimyâsallardan ve nefret edilecek
uygulamalardan sağlanmaktadır.
Makyaj
malzemelerinin yapımında ceninler kullanılmaktadır ki, bunlar kürtaj sonrası
alınan ceninler, ceninlerin kordonları ve plasentalarıdır. Yasak ilişki, yâni
zinâ yada istenmeyen hâmileliklerin sonucunda kürtaj ile alınan ceninlerden
yapılan kozmetik ürünler, “belki de Allah’ın bir cezâsı olarak”, insanlar
tarafından yüzlere-gözlere-ağızlara sürülmektedir. Ceninleri karınlarında
taşı(ya)mayanlar, yüzlerinde-gözlerinde taşımaktadırlar. Bir yazıda bu konuda
şunlar söylenir:
“Batı’lı zâlimler, hayvanları güzellik
sanâyinde kullanıyorlar. Merhemlerin, güneşten korunma malzemeleri, yüz kremleri,
rimel, ruj, oje, şampuan, sprey, deodorant ve diğer kozmetik ürünlerinin nelere
mâl olduğunu kadınlarımız biliyorlar mı acaba?. Sâdece ABD’de 50.000 kedi,
61.000 maymun, 180.000 köpek, 554.000 tavşan ve milyonlarca fâre, kozmetik için
katlediliyor. Deneyler ve kozmetik üretimi için her yıl 300 milyon hayvanın
katledildiğini söylersek, güzelleşmek için işlenen cinâyetlerin boyutu
kendiliğinden ortaya çıkar.
Kozmetik ürünlerde bol miktarda insan
cenini de kullanılıyor. Âile ve mânevi değerleri yok eden zinâ ve kürtaj
cinâyetinin meşrûlaştırılması üzerinde neden bu kadar ısrarla durulduğu nihâyet
anlaşılmaktadır. Ortaya çıkan gerçekler, tek kelime ile dehşet vericidir. Kozmetik
firmalarında üretilen güzellik kremlerinde, hayvan ve kürtaj plasentaları kullanılıyor.
Bilindiği gibi plasenta, ana rahminde ceninin korunup geliştirildiği özel muhâfazadır.
Kürtajla rahimden kazınarak alınan bu plasentaların tonlarcası, başta Rusya’dan
geliyor. St. Petesburg’taki hastânenin IS adlı kürtaj kliniğinden bir doktor,
yalnızca kendi kliniğinin, geçen yıl Fransa’ya 34.400 ton kürtaj plasentası
sattığını söylüyor. Fransa’da bu plasentaları, kozmetik firmalarına satan
İnsitut Mary Eux yetkilileri ise Dünyâ’nın çeşitli ülkelerinden, günde tam 19
ton plasenta satın aldıklarını açıklıyorlar.
Bu akıl almaz iğrençlik ve vahşet,
güzellik ve ‘çağdaşlık’ adı altında gizlenen çirkinlikleri bir defâ daha bütün
çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Güzellik kremleri ve makyaj malzemelerinde ham-madde
olarak, kürtaj sonucu düşürülen bebekleri kullandıkları, Avrupa’da kozmetik
firmaları tarafından îtirâf edilmiştir. Bu konuda görüşleri alınan uzmanlar,
kozmetik sanâyinin merkezi olan Fransa’da güzellik kremlerinin afişlerinde, ‘cildinizi
genç ve yaşayan hücrelerle gençleştirin’ ifâdesinin yer aldığına dikkati
çekerek, ‘işte insanı gençleştiren bu genç ve yaşayan hücreler, kürtajla
alınan, doğmamış bebeklerden oluşuyor’ diyerek bu vahşete dikkat çekmişlerdir.
Yahudi asıllı Helena Rubinstein’in ürünlerin
reklâmlarında ‘cildin genç ve yaşayan hücrelerle’ güzelleştiği belirtiliyor Bu
ürünlerin yapımında kullanılan ‘collagen’ adlı maddenin ceninden elde edildiği
biliniyor. Gerçek bu kadar acı iken, hangi vicdan sâhibi, üretimi için
katliamların yapıldığı, cinâyetlerin işlendiği kozmetik ürünlerini gönül
rahatlığıyla kullanabilir?”.
Türkiye’de resmen yapılmış kürtaj sayısının 2002’de 33.007;
2003’te 30.069; 2004’te 32.266; 2005’te 30.502; 2006’da 33.562; 2007’de 35.115;
2008’de 56.529; 2009’da 60.615; 2010’da 57.883; 2011’de 69.440; 2012’de 78.961;
2013 Ocak-Hazîran aylarında 29.226 olduğunu Sağlık Bakanlığı yetkililerinin
açıklamalarından öğreniyoruz. Dünyâ’da yılda 42 milyon kürtaj yapıldığını da
yine gazete haberlerinden öğreniyoruz
Kozmetik ürünlerin içinde; balina kusmuğu, salyangoz salgısı, plâsenta, boğa spermi, tavuk kemiği
iliği, böcek suyu, kuş pisliği ve balık pulu gibi şeylerden başka bir de “çocukların sünnet derisi” kullanılır. Sünnet
derisinden yüze ve göze
enjekte yapıyorlar. Kozmetikte de bağ-dokusunu
oluşturan ana hücreler sağlayan sünnet derisi, krem ve kolajenler, özellikle de kırışıkları düzeltmede kullanılıyor.
Bir de elektronik makyajlar
var. İnsanlar resimlerini cep telefonu ve bilgisayarlar üzerinden, sanal
makyajla süsleyip değiştiriyorlar. Öyle ki tanınmayacak hâle gelebiliyorlar ve
bambaşka bir insan oluyorlar. Çeşitli elektronik süzgeçler, filtreler ve açılar
kullanarak tipsiz bir insan bile manken gibi olup çıkabiliyor. Tabi bu,
özgüvensizliğin sonucunda çok yaygınlaşmıştır.
Bir “ego
tatmini” olan makyaj, küfürdür ve kâfirliktir. İslâm-öncesinde çiftçilik
yapmaya ve tohum ekmeye küfür, bunu yapan çiftçilere de kâfir denirdi. Çünkü
küfür “bir şeyin üstünü örtmek” demektir. “Bir şeyin üstünü örterek o şeyi
görünür olmaktan çıkarmak” demektir. Bunu yapana da “kâfir” denir. İslâm bu
kelimeyi müşriklerin; “kudreti sonsuz, tek ilah, âlemlerin tek rabbi, tek
rızıklandırıcı ve sığınılacak tek liman olan Allah’ın yerine putları koyarak
ilahlığını örtmeleri yada parçalayarak önemini azaltmaları” anlamında kullandı.
Yâni küfür, “bir şeyin gerçeğinin üzerini sahtesiyle örtmek” anlamındadır. Bunu
yapmak küfür, bunu yapanlar da “kâfir”lerdir. İşte makyaj da, “üzerine başka
boya vurmayın” uyarısına rağmen, “Allah’ın yarattığı gerçek-orijinâl bedeni ve
yüzü sahte boyalarla ve kaplamalarla örtmek işi” olduğundan dolayı, makyaj da
küfürdür, kâfirliktir. Çünkü gerçek, sahte ile örtülmektedir. Hattâ modern
dünyâda gerçeğin sahte ile örtülmesi gerektiği bir îman ve amel hâline
gelmiştir. Öyle ki, en yeni ve -güyâ- kaliteli olan sahte örtüler (yâni makyaj
malzemeleri) insanların hayâllerini süslemekte, kendisi de bu sahte örtülerle kendi
gerçeğini örtmenin-kapamanın hayâlini kurmakta ve o örtülere bir-an önce erişmenin
bir yolunu aramaktadır.
Küfür yâni
gerçeğin üzerini sahte ile örtmenin bir sonu yoktur. Gerçeği sahteyle örtmeye
bir kere başlandığında, artık bunun sonu gelmez ve örtmeden yâni kâfirlik
yapmadan bir adım bile atılamaz hâle gelinir. Öyle ki makyajsız bakkala bile
gidemeyecek duruma gelen insanlar çoğalır. Sonuçta sahte örtü sizin sahte
yüzünüz, maskeniz ve gerçekliğiniz olur ve gerçek yüzünüz ve bedeninizden ise
nefret etmeye başlarsınız. Bir küfür türü olan makyaj, insanı esir alır ve
tepeden-tırnağa örtmediğiniz yâni boyamadığınız yeriniz kalmaz. Küfre
bürünmediğinizde yâni kimyâsallarla kaplanmadığınızda aynaya bile bakamaz hâle
gelirsiniz. Zîrâ zamânın doğal sonuçları olan yaşlılıktan başka, makyaj
malzemelerinin verdiği zararlardan dolayı bozulan bedeniniz size yoğun bir
umutsuzluk ve buhran aşılar.
Doğada ve
hayvanlarda -Allah’ın boyadığından başka- bir boya yâni makyaj olmaz. Yâni
insandan başka “kâfir” bir varlık yoktur. Çünkü doğada makyaj yoktur ve sâdece
doğal ve gerçek renkler-görüntüler vardır. Fakat yine de insanlar hem
hayvanlara hem de doğaya hayrân olmaya devâm eder. Çünkü tavus kuşu gibi nice
güzel renkli hayvanlar olduğu gibi, ne çiçekler vardır ki Allah’ın
biçimlendirdiği ve boyadığı gibi doğal hâllerindeyken, hiç-bir insan onlar gibi
boyanamaz ve giyinemez. Hz. Îsâ bunu şöyle ifâde eder: “Giyecek konusunda neden
kaygılanıyorsunuz?. Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın!. Ne çalışırlar,
ne de ipek eğirirler. Size şunu söylüyorum: Bütün görkemine karşın, Süleyman
bile bunlardan birisi gibi giyinmiş değildi” (İncil; Matta; 6/19-34, Luka;
12/12-36).
Makyaj bir
zihniyet sorunudur. Orijinâlden, fıtrî olandan ve doğaldan nefret edenlerin
zihniyeti makyaj ile bozulmuş ve kâlpleri sapmıştır. Bu nedenle bir türlü
tatmin olamazlar. Makyaj bir tatminsizlik hastalığı ve travmasıdır. Nasıl ki
kötü alışkanlıklara sâhip olanlar bu alışkanlıkları bırakamazlarsa, makyaja
alışanlar da öyledir. Makyaj kötü bir alışkanlıktır. Örtmeye yâni küfre,
isrâfa, gösterişe dayandığı için günahtır, haramdır, ayıptır.
Makyaj yapanların âhiretteki
en ağır sorgusu, “makyaja harcadıkları zaman isrâfından” olacaktır. Zîrâ makyaj
yapmak için harcanan zaman, totâlde yılları bulmaktadır. Çünkü makyaj, en
kaliteli(!) ürünlerle yapılsa bile bir türlü tatmin etmez ve makyaj süresi
böylelikle uzar gider.
Makyaj bir ezikliktir,
kompleksin zirvesidir. Komplekse ve ezikliğe sâhip olanların makyajı bir türlü
bitmez yada sık-sık tâzelenmek ister. Saatlerce süren makyaj süresi bir ibâdet neşvesi
içinde tapınma hâline gelmiştir ve zâten huşû ile yapılmaktadır. Açıkçası makyaj
bir sapkınlıktır ve “makyaj bağımlıları” da birer sapıktır. Makyaj yapanlar kâfirlik
yapmaktadırlar.
Târih boyunca
kadınlara çeşitli zorluklar yüklenmiş, aşağılanmışlar ve ezilmişlerdir. Fakat
eziyetin ve aşağılanmanın en kötüsünü kadınlar kendi-kendilerine yapmışlardır
ve yapmaya devâm etmektedirler. Kendilerini makyaj ile “kendileri” olmaktan
çıkarmaktadırlar. Öyle ki, zamanlarının önemli bir bölümü makyaj yapmakla
geçmekte, üstelik makyaj malzemeleri, hem ekonomilerini olumsuz olarak
etkilemekte hem de sağlıklarını bozmaktadır. Böylece bir kısır-döngü olarak
makyaj yaptıkça makyaj yapma isteği, gereği ve ihtiyâcı çoğalmaktadır. Makyaj
bir kısır-döngüdür. Kadınların ve artık erkeklerin de en kötü
alışkanlıklarından biri hâline gelmiştir.
Güneş kremleri D
Vitamini alımını engelliyor. 15 faktörden 50 faktöre kadar çıkardılar etkisini.
Sonra da bunun yanlış olduğunu söylediler. Güneş girmeyen eve doktor girer.
“Şu-şu saatlerde Güneş’e çıkmayın” diyerek de D Vitamini alımını engelliyorlar.
Günde yaklaşık yarım saat güneşlenmek insanı bir-çok hastalıktan koruduğu gibi
şifâ da verir. Korona-virüs yalanı nedeniyle karantinada uzun süre kalmak
insanları Güneş’ten uzaklaştırdı ve D vitamini eksikliği ve buna bağlı
hastalıklar arttı.
Peygamberimiz
döneminde kadınların normâl ölçülerde makyaj (süslenme) kullanmalarına izin verilmiş,
fakat aşırı makyajı (süslenme) kesinlikle yasaklamıştır. Peygamberimiz, o
dönemde Arap kadınları arasında geçerli olan makyaj ve süs çeşitlerinden
aşağıdakileri lânetlemiş ve toplum için yıkıcı bulmuştur. Kütüb-ü Sitte’de de
yasaklananlardan bâzıları şunlardır:
a) Daha uzun ve sık göstermek için saça fazladan
yapay saç takmak.
b) Vücûdun çeşitli kısımlarına dövme yapmak ve yapay
benler meydana getirmek.
c) Belli bir görünüm vermek için kaşları yolmak veyâ
daha açık bir görünüm kazandırmak için yüzdeki tüyleri yolmak.
d) Daha çok inceltmek için dişleri ovalamak, yada
dişlerde yapay delikler açmak.
e) Yapay bir renk ve görünüm kazandırmak için yüzü
safran veyâ daha başka kozmetiklerle ovmak.
Modern dünyâ, doğala
normale ve fıtrata aykırı bir şekilde güyâ süslenmekte ve makyajlanmaktadır.
Bir-takım insanlar bu süsün içinde olmayı sevse de, Dünyâ’nın yapay süsünü
üstün görmek aslında, “Allah’ın mevsimlerle sürekli değiştirdiği Dünyâ’nın süsü”ne
bir isyândır.
“Bilin ki, dünyâ hayâtı ancak bir oyun, (eğlence
türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve
konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun
bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra
kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir” (Hadîd 20).
Makyaj, kadınlara dayatılan
güzellik algısının parayla satılmasıdır. Yâni satılan şey aslında algılardır.
Sûnî ve sanal algı oluşturan fakat aslında çok da uzak olmayan bir vâdede
insana hem maddî hem de rûhi olarak zarar veren ürünler, aldanıcı ve aldatıcı
birer yanılsama araçlarından başka bir şey değildir. Şeytan, insanları makyaj
ile kandırmaktadır ki makyaj, şeytanın en güçlü silahlarından biri hâline
gelmiştir.
Makyaj, yüzü yüzeyleştirir
ve pürüzsüz hâle getirir fakat artık kişi, bilinen ve görünen kişi değildir.
Makyaj bir maskedir. Bu maske, kişinin arkasına saklandığı bir maskedir. Artık
bir ömür-boyu bu maskeyi takmak zorunda hisseder kendini. Makyaj bağımlılık da
yapar. Zîrâ kozmetik ürünlerin hem psikolojik olarak hem de fizîki anlamda
“uyuşturucu” içerikleri ve özellikleri vardır.
Makyaj, “keleği
kavun gibi gösterme kandırmacası”dır.
Fakat keleğe ne kadar makyaj yaparsanız yapın,
kelek her zaman
kelektir ve hiç-bir zaman kavun olmaz. Kavun ise
kelek değildir ki onu kavun gibi göstermek gereksin.
Kozmetik ve makyajın psikolojik bir yanı da vardır.
Kozmetiği üretenlerin, bir şeyleri örtme çabalarıdır makyaj. Kozmetik ve
makyaj; batı’nın pisliklerini, cinâyetlerini ve kötü kokularını örtmek için
ürettiği ve yaptığı şeylerdir. Bir yazıda bu, şu şekilde temsil edilir:
“Kadınların tırnaklarına sürdükleri ojeler, batı’nın kanlı ellerini; dudaklarına
sürdükleri boyalar, ceylan yavrusunu parçalayıp yiyen bir sırtlanın kanlı
dudaklarını hatırlatır. Parfümler ise, işlenen cinâyetlerin kokusunu gizlemek
için sürülen kokulardır”.
Eğer makyaj güzelleşmek ve
güzelleştirmek için ise, bırakın da makyajı çirkinler yapsın. Fakat hayır!; her
ne kadar kabûl etmek istemeseler ve “kendim için yapıyorum” diyerek
kendi-kendilerine yalan söyleseler de, makyajın asıl amacı, karşı cinsi
etkilemek ve ona güzel görünmek içindir. Makyaj karşı taraf yâni başkası için
yapılır. Târih boyunca insanoğlu başkası için bu kadar yoğun bir şey
yapmamıştır.
Makyajın panzehiri
gözyaşıdır. Birileri makyaj yaparak görmek istemediklerini saklar ve “gerçek”
yerine sahteye başvurur. Fakat gerçek, sonuna kadar saklanamaz ve bir damla gözyaşıyla
silinip gidiverir. Gözyaşı, makyajdan nefret eder ve sıyırır atar onu.
Doğal olmayan bu kozmetik ürünler
hem pistir, hem zararlıdır hem de helâl değildir. Aslında kozmetik ürünler kullanmak
hem ayıp hem de haramdır; hattâ suç da olmalıdır.
Makyaj, “yaşanmışlığı örtme
uygulaması”dır. Lâkin makyaj, “sonuna kadar” yapılabilecek bir şey değidlir.
Hayâtın ve yaşamın ortaya çıkardığı izleri bir yerden sonra makyajın da örtmesi
mümkün değildir.
Makyaj, bir
“örtme” olduğundan dolayı “küfür”dür. Allah’ın boyasının üzerine sürülen
boyalar bir “örtme” olarak “küfür”dür.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder