4 Nisan 2019 Perşembe

Modern Kadın



“Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).

Kadınlar yaratılış îtibâriyle nârin yapılı insanlardır. Bu yapıda olmaları aslında bir rahmettir. Çünkü kadınlar en önemli fıtrî görevleri olan anneliği bu rahmet sâyesinde yapabilirler. Tabi bu nârin yapıları nedeniyle kadınlar bâzen şiddete mâruz kalıyorlar. Fakat modern zamanlarda fıtratından uzaklaştırılmış ve “sahte bir üstünlük” verilmiş olan modern kadın, doğala ve normâle aykırı olarak ve tam tersi bir şekilde erkeğe tâbiri câizse posta koymaya başladı. Tabî ki bir zulüm olarak ve gereksiz yere kadınların erkekler tarafından şiddete mâruz kalması durumu vardır fakat günümüzde, erkeğin kadına gösterdiği “fiziksel şiddet”in nedeni; modernizmin ve kadının erkeğe gösterdiği “psikolojik şiddet”tir. Kadın, erkeğin doğal ve normâl hâline, fıtratına şiddet göstermektedir.

Modern Dünyâ ve modern kadın, “târihsel erkeği” çok bunaltmıştır. Onun rolünü değiştirmiştir. Fıtrata aykırı olan bu duruma katlanamayan erkek sürekli gergin bir durumda bulunmaktadır. Kendini aşağılanmış hissetmektedir. Çünkü “bakmakla/korumakla yükümlü olduğu” kadın (Nîsâ 34), “modern kadın” hâline getirilerek modern çağda kendisine tercih edilir olmuş ve erkek ikinci plânda kalmıştır. Bu gerçekten de fıtrata çok ters bir durumdur. Çünkü kadın ile erkek yan-yana durduğunda, kadınların dışarıda yaptıkları işlerin ve bulunduğu ortamın erkeğe daha çok yakıştığı âyan-beyan ortadadır. Bunun aksi bir durumda erkek komplekse kapılmaktadır. Bu kompleks onu sürekli gerdiğinden dolayı en ufak bir şeyden dolayı hemen sinirlenmekte ve şiddete baş-vurmaktadır. Böyle yapmakla kadına bir nevî üstünlüğünü göstermek/kanıtlamak istemektedir.

Şu da çok açıktır ki kadınlar da modernizmin kendilerine verdiği rolü (çok beğendiklerinden olsa gerek) abartmışlar ve medyanın da desteği ile aşırı bir şekilde ön-plana çıkarmışlardır/çıkarıyorlar. Dolayısıyla kuş-bakışı bakıldığında kadın ile erkeğin rollerinin/görevlerinin/değerlerinin değiştiği çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu çok a-normal bir durumdur. Bu durum yeni rolüyle mest olmuş kadın için iyi bir şey olarak görülse de târihsel/ontolojik rolünü ve etkinliğini kaybeden erkek için aşağılık bir durumdur. (Bunu bilmek için her-halde erkek olmak gerekir). Kadının modernleşmesi, kadın için “sahte bir iyilik”, erkek için “gerçek bir kötülük”tür. Buna, kadınları kendinden geçiren yeni rôllerinin vermiş olduğu sahte bir öz-güvenle erkeğe karşı küstah bir durum sergilemeleri de eklenmelidir. Biraz para kazanınca, biraz îtibar görünce erkeğe karşı içten-içe bir baskı uygulamak ister. Oysa erkekler târih boyunca işleri ellerinde tutmalarına rağmen kadınlara böyle bir baskı kurmamışlardır.

Kadınların başka bir yönden de erkekleri olumsuz yönde etkilemesi söz-konusu. Çok bâriz bir şekilde görülmektedir ki modernizm, kadınları cinsel bir obje olarak görüyor ve gösteriyor. Kadınlar artık kişiliği ile değil dişiliği ile kamusal alanda görünüyorlar. Artık kadınlar da güzelliklerini (zînetlerini) göstermekten çok da çekinmiyorlar, (çekinenleri tenzih ederim). Bu konuda rahat davranabiliyorlar. Fakat erkeğin fıtratı yine erkek ve “sistem” yine normal çalışıyor. Kadının, yüzünden bile etkilenebilen erkek, “açıkta gördüğü yerlerden” haydi-haydi etkileniyor ve artık erkekler de kadınları cinsel bir obje olarak kabûl etmeye başlıyor. Kadınlar da bunu tavırlarıyla ve giyinişleriyle kışkırtıyorlar. Oysa, Allah Kur’ân’da kadınları şu şekilde uyarıyor: “Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız-kardeşlerinin oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ-ellerinin altında bulunanlardan yada kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veyâ iktidarsız) hizmetçilerden yada kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep-birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nûr 31).

Artık “kadın” deyince erkeklerin aklına ilk-önce cinsellik geliyor. Çünkü modern kadın cinsel bir objeye dönüştürülmüştür. Hâlbuki fıtrata (İslâm’a) göre kadın, ya “bacı”dır, ya “ana”dır yada “eş”tir. Kadınların bu kışkırtmasından aşırı etkilenen erkekler artık sevgilisini yada karısını ya daha çok kıskanıyor, yada görece daha az beğeniyor. Bu durum erkeğin kadına sert çıkışlar yapmasına, nihâyetinde de şiddet göstermesine neden olabiliyor.

Modern dönemde, “ekinin ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor. Kadın değiştirilip modernleştirilerek fıtratına aykırı bir hâle gelince ve “bir proje olarak” küresel güçler modern kadını öne çıkarınca, ifsâd da başlamış oldu. Çünkü modern kadın evde durmak, evlenmek, çocuk doğurmak ve anne olmak, evinin hanımı olmak istemiyor. Halbuki doğal, normâl ve fıtrî olan budur. Fıtrata aykırı hareket edildiğinde tabî ki de ifsâd da başlayacaktır.

Kadın, söylediğimiz gibi; fıtraten ya “bacı”, ya “anne”, ya da “eş”tir. İslâm’a göre kadın, daha çocukluktan îtibâren kızlar tecrübe sâhibi anne/büyükanne tarafından bu konuda bilinçlendirilmeli, oturmasına, kalkmasına, giyimine, yürüyüşüne dikkat etmeli ve her konuda aşırıya kaçmamalıdır. Hanımlar ağır-başlılığını korumalı ve “hafif-meşrep” hareketlerden kaçınmalıdırlar. Ev-hanımlığını, çocuk yetiştirmesini iyi öğrenmeleri gereklidir. Okula gitmesi ve okuması fakat ilk dört yıl hâriç diğer okulları ya kızlara has okullarda yada “dışarıdan” okumayla devâm etmesi, mecbûri bir durum yoksa da eğitim döneminden sonra çalışmaması fıtrata uygun olandır. Lâkin; heyhat!. Modern kadın bırakın bunları yapmaktan vazgeçmeyi, bunun konusu açıldığı anda, hemen ânında îtirâza başlıyor ve şeytanın kontrôlündeki tâğutların, tam da kendisine öğrettiği gibi isyân etmeye başlıyor. Neler, neler.. Modern kadın, modern çağın sahte ilahlarından bir ilah olmuş durumdadır. 

Kadınlar erkeksileşirken, erkekler de kadınsılaştırılıyor ve bu, -dediğimiz gibi- “bir proje kapsamında” yapılıyor. Sema Maraşlı bu konuda şunları söyler:

“Bizim genel olarak erkeklerimizin yanında kadın; bacı, ana, eş olarak hep kutsal sayılmıştır. Feminizm hareketinden sonra kadınlarda gelişen erkek düşmanlığı, kadınların                                            saldırgan davranışları, cinsel özgürlük mücâdeleleri, kadınların erkeklerin yanında kredisini ve saygınlığını azaltmıştır. Fakat yine de toplum temelinde kadına saygı vardır.

Kadına şiddeti kimler destekliyor?. Bir dönüp bakın ‘kadına şiddet var’ diye kim yaygara koparıyor?. Din ve Hükümet karşıtı medya.. Bunların derdi kadınlar değil, kadınlar                  üzerinden hükümeti yıpratmak. Şiddet gören kadınlar bahanesi ile (ki bunlar âile içi şiddete girdiği hâlde medya tarafından ‘kadına şiddet’ diye lanse ediliyor) hükümete                        baskı yapıp âile yapısını bitirecek, toplumu içten çökertecek kânunlar çıkarmak bütün amaçları. Ki hükûmet bu tongaya 6284’ü çıkararak düştü. Şimdi de 657 ile kadınların                    hoşlanmadığı erkekler ‘devlet düşmanı’ îlan edilip işlerinden atılacaklar.

Feminist kadın derneklerinin çoğu PKK ve LBGT destekçisi, din ve hükümet düşmanı. Ne yaparsanız yapın onlara yaranamazsınız. Bu kadar kânunlar çıkardınız mutlu                oldular mı, hayır. 6284’ten sonra âile içi şiddetin arttığını gördükleri hâlde ısrarla savunuyorlar. Çünkü onlar kadınların kanlarından besleniyorlar. Bunun için Avrupa                      Fonundan çok büyük paralar alıyorlar. Bakmayın timsah gözyaşı döktüklerine, her öldürülen kadın için seviniyorlar. Ülkede kadına şiddet ne kadar çok gösterilirse bu               onların başarısı ve kazancı demektir.

Biz feminizm hayranlığıyla kadınları kışkırtırken, batı, âile kurumunun çöktüğünü görünce yaptığı yanlışı fark etti; kadın ve erkeğin yaratılışına uygun olan geleneksel                           rôllerine dönmesi üzerine toplantılar düzenliyor. Her geçen gün açıklanan yeni araştırma sonuçları kadın ve erkeğin yaratılış farklılıklarının ne kadar önemli olduğuna dikkat             çekiyor. Fakat bizim bâzı üniversite hocalarımız bile çıkıp, kadın ve erkek arasında çok da önemli farklılıklar olmadığını iddia edebiliyor. Cehâlet, üniversite hocası olmakla da               bitmiyor demek ki.

Firavun iktidârını kaybetmemek için her doğan erkek çocuğunu öldürmeye başlar; fakat muvaffak olamaz. Kur’ân-ı Kerim bir târih kitabı değildir, kıyâmete kadar yaşanacak                    pek çok olaya işâret vardır. Günümüzde erkekler o zamanki gibi öldürülmüyor; fakat insan haklarına uygun olsun diye(!) psikolojik olarak erkeklik bitirilmeye çalışılıyor.                         ‘Modernlik’ adı altında erkekleri, psikolojik olarak hadım ediyorlar. Bunun için işe; erkekleri görüntü olarak kadınlara benzetmeye çalışarak başladılar: Önce erkeklerin                                sakallarını, sonra bıyıklarını aldılar. Sakalsız ve bıyıksız erkek, daha modernmiş gibi gösterildi. Pek-çok erkek de oltaya geldi.

Sonra ‘kadın hakları, kadın hakları’ diye-diye kadınların haklı olduğuna toplumu inandırdılar: ‘Kadınlar eziliyor’ diye çığırtkanlık yaparak, erkekler üzerinde suçluluk                           psikolojisi oluşturulmaya çalışıldı. Bu suçluluk psikolojisi ile erkekler haksız da olsa kadınların yanında yer almaya başladılar. Dünyâ’nın öteki ucunda bir kadın öldürülse,                          erkekler utandılar.

Sonra erkekleri kibarlaştırma çalışmaları başladı: ‘Şöyle romantik olacaksın, böyle romantik olacaksın, kadını mutlu etmek senin görevin’ deyip erkeklerin kendilerini,                    ‘kadınları mutlu edemeyen odunlar’ olarak hissetmelerini sağladılar. Suçluluk psikolojisi oluşturuldu. Sonra ‘eşitlik’ dâvâsı var bir de: ‘Kadın-erkek eşittir; buna inanmayan                        erkek; yobazdır, gericidir’ diye medya baskısına mâruz kalındı. ‘Modern erkek, kadın-erkek eşitliğine inanır’ diye inandı erkekler. Modern olmak uğruna pek-çok erkek,                              yaratılışına inat, eşitliği savundu. Kadın-erkek insan olarak elbette eşittir; ama erkeğin evinde ‘evin reisi’ olarak bir söz-hakkı üstünlüğü, yâni iktidârı olmalıdır; eşitlik dâvâsı                   ile erkeğin elinden reisliğini de aldılar.

Batı hangi niyetle kurmuştu bu tuzağı bilmiyorum; ama kendi kurduğu tuzağa düştü, şimdi çıkmaya çalışıyor. Amerika, ‘erkek olmak büyük imkânsız’, ‘günümüzde erkek                          olmak kolay değil’, ‘oğullarımıza ne yaptık’ diye konuşurken, bizimkiler gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakarak, bir-kaç kadın cinâyetini delil olarak gösterip,                                           erkekliğin bitirilmesine yardımcı olmaya çalışıyorlar”.

Ev, kadının doğal ortamıdır. Apartman denilen modern “sözde evler”de modern kadını tutmak imkânsızdır. Modern kadın dışarı çımadan duramıyor ve dışarıda olmayı “özgürlük” olarak görüyor. Fakat  modern kadın yine de bir türlü tatmin olmuyor. Bu sebeple de erkeğe sarıyor. Aslında bu “öğretilmiş bir davranış”tır. Modern kadın, erkeğin kendisi için vâr olduğuna inan(dırıl)mış olan kadındır. Erkekler sürekli olarak kadınları mutlu etmek için uğraşmalıdır modernizme göre. Fakat erkekler, kadınları ne kadar mutlu etmeye çalışırlarsa, o oranda mutsuz olduklarının farkındadırlar. Zîrâ bu görev erkeklerden çok kadınların görevidir. Çünkü kadın, erkeğe göre mûnis (cana yakın) olarak yaratılmıştır.  

Modern kadın, “bedeninin tutsağı olmuş” varlıktır. Sürekli olarak bedeniyle uğraşır ve zâten “proje sâhipleri” alttan-alta bunun için çalışır duru. Kadınlar gençken güzellikleriyle, yaşlanınca da hastalıklarıyla uğraşırlar. Böylece hayatlarında hep bedenleriyle uğraşmış olurlar.

Şimdiki kadınların çoğu cinsini değiştirmiştir. Erkeklere-özgü işlere ve hâl ve hareketlere sâhip çıkarak anneliği ve kadınlığı terk etmişlerdir. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek Allah’ın yaratışını değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine (sünnetullah) karşı gelmişlerdir.

Kapitalist modern sistem, Dünyâ’yı kadın üzerinden şekillendirmektedir. Bu nedenle de kadını, aslında doğasına da uygun olmayan konuma sokmuştur. Ali Korkmaz, tâğutların modern kadın üzerindeki oyunun târihsel aşamasını şu şekilde anlatır:

“...Sermâye çevresinin kazanma ve doğayı sömürme hırsı çok güçlüdür. Ancak mâliyet unsurları içerisinde önemli bir yer tutan işgücü mâliyeti noktasında ciddî sıkıntılar  yaşanıyordu. Bu olumsuz koşullardan kurtulmanın önemli bir yolu olarak en önemli unsuru pazara çekmeye başladılar. Evinde oturup eşinin ve çocuklarının mutluluğu için çalışan, kurduğu küçük dünyâsında mutlu olan, elindeki ile yetinen, boş zamanlarında yaptığı küçük işlerle âile geçimine katkı sağlayan ‘kadınlar’.

Kadınların o güne kadar sosyolojik ve târihsel olarak kendisine yüklenmiş veyâ edinilmiş misyonun elinden alınması çok zor görünüyordu. Ancak sermâye çevresi bunun da bir yolunu buldu. Kadın hakları, ezilmişlik, özgürlük, ekonomik bağımsızlık gibi kavramları öne çıkararak yeni bir pazar oluşturmanın ilk adımını attılar. ‘Yaşamın getirdiği sıkıntılar’ diyerek sineye çektiği bir-takım olumsuzlukları bu sözlerden sonra çekmez duruma gelen kadını bulunduğu konumdan şikâyet eder hale getirdiler. Bir müddet sonra da çözüm yolunu sunmaya başladılar. Kadının âile içinde ezildiği, ikincil pozisyonda kaldığı, erkeğin eline bakar duruma düşürüldüğü gibi ilk aşamada hoş ve doğru görünen parametreleri kullandılar. Ekonomik bağımsızlığını ele aldıktan sonra özgürleşeceği düşüncesi işlenerek, bir olduğu ve birlikte yaşadığı eşine karşı isyankâr olma sürecini başlattılar.

Kadın bu söylenenlerin doğruluğuna inanarak, ancak bu durumun onun doğasına uygun olan bir durum olduğunu da yadsıyarak ve gelecekte büyük bir pazarın parçası olacağının da farkına varmayarak bu yaklaşıma hak verdi. Kendilerini kanıtlamak, vâr olduğunu haykırmak ve farkındalık oluşturmak amacıyla büyük bir mücâdeleye girdiler. Bir zamanlar evinin temel-taşı olan kadınlar, süreç içerisinde ‘evine katkı sağlamak’ gibi süslü bir hayâlin peşinde, erkekler dünyâsında ve erkekler karşısında yer edinmek için çalışmaya başladılar. Egemen düzenin oyununa gelerek kadınların erkeklere karşı bir seçenek olarak çıkmaları, başta gelen en büyük yanlışları idi. Zîrâ kadınlar erkeklerin rakibi değil, tamamlayanı idi. Kadın ve erkek farklı, ancak birbirinin tamamlayıcısıdır. Hiç-bir koşulda kadın ve erkek arasında ‘eşitlik’ diye bir şey söz-konusu değildir. Ancak bu eşitsizlik anlamına da gelmez. Doğal gelişim süreci sonunda ikisi bir bütünün farklı, ama birbirini tamamlayan parçalarıdırlar. Sorun bu iki parçayı birbirine eşitleme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Kadın ile erkek arasında yaşanan sorunlara eşitsizlik temelinde karşı çıkarken geliştirilen eşitlik argümanı da insanoğlunu aynı sorunlu sonuca ulaştırmıştır.

Kadını sermâye düzeninin bir parçası hâline getiren sistem, ilk aşamada ekonomik bağımsızlık gibi güzel bir sözün ardına sığınmıştı. Onları üretim sürecinin bir parçası hâline getirmek için yaptığı çalışmalar sonucunda ucuz işgücü durumuna soktu. Erkek evi geçindirmekle asıl sorumlu olarak kabûl edildiğinden, kadın ancak ucuz işgücü ve evin ekonomisine katkı sağlayabilen bir pozisyonda olabilirdi. Ancak bir müddet sonra kadının ucuz işgücü olması da sermâye çevresinin işine gelmedi. Onu pazarın bir parçası yapmak, ucuz işgücü olmasından daha değerliydi. Asıl çalışmalar bu noktadan sonra yapılmaya başlandı. Çalışan kadının giyimi, beslenmesi, süslenmesi gibi pek çok konuda ek masraflar oluşturulmaya başlandı. Kazandığı paranın önemli bir kısmını bu masrafları için harcayan kadın kendisini hâlâ özgür hissedebiliyordu. Oysa onun çalışması da tüketmesi de pazarın menfaatineydi. Bir müddet sonra kadın, evde oturup yapacağı işler için de hizmetçi ve bakıcı gibi masraflar ödemeye başladı. Sonuç olarak kadın ekonomik bağımsızlık elde edeceğim diye iş hayâtına atılmakla birlikte ekonomi çarkının işlemesi için gereken büyük harcamaları yapan birey hâline dönüşmüştür. Evde otururken âile bütçesine katkı sağlamak amacıyla yaptığı elişi gibi çalışmalardan da vazgeçmişti. Bir zamanlar yaptığı bu işlerin aynı-zamanda kendisinin psikolojik durumuna katkı sağladığının farkına varamamış, iş dünyâsının getirdiği yoğun baskı altında psikolojisini de bozmuştur. Bozulan psikolojik yapısını düzeltmek için de ayrı bir harcama gerekiyordu. Sonuçta evindeki huzur ve mutluluğu fedâ ederek iş dünyâsına atılan kadının elinde kalan artı paranın bedeli, hiç-bir zaman kaybettikleri olamamıştır.

Ekonomik bağımsızlığını ve harcama yetkisini eline alan ve özgürleştiğine inanan kadın artık evinde de söz sahibiydi. Bağımsızlık ve özgürlüğün verdiği şımarıklık ile birlikte evde esip gürleyebiliyor, haklı veya haksız olmasına bakmadan sesini yükseltebiliyordu. Bir zamanlar alttan alıp, evin huzur ve mutluluğunun temel-taşı olan, erkeğinin gün içerisindeki stresini azaltan veyâ tolere eden (mûnis) kadın gitmiş, yerine otoriteye ortak rolünü üstlenen ve evdeki stresi daha da artıran bir birey oluvermiştir. Sosyolojik evrimin kadına yüklediği, olumsuzlukları tolere eden rôlleri ortadan kalktığı gibi aile içerisindeki olumsuz rôller de en az iki katına çıkmıştır. Bir zamanlar dengeli bir âilede yetişen çocuklar, stresli ortamda yetişmeye ve bu yaşam-tarzını da çevreye yansıtan bireylere dönüşmüşlerdir. Birbirini tolere eden ve zıt kutuplar da olsa birbirini çeken iki birey yerine, âileler birbirini iten iki negatif bireyden oluşmaya başlamıştır. Evlilikleri bir-arada tutan ve sigorta sayılan çocuklar, ayrı dünyâlarda yaşayan ebeveynlerin birbirlerine karşı kullandıkları silah hâline dönüşmüşlerdir. Yaklaşık iki yüz yıldır insanlık dramı olarak yaşanan bu süreç günümüzde de devâm etmektedir. Gelinen süreçte kadın bireyselleşmiş, korumasızlaştırılmış ve sermâye çevresinin ekonomik menfaatlerine uygun hâle getirilmiştir.

Olay sâdece ekonomik düzeyde kalmamış, erkek egemen dünyâda söz-sahibi olabilmek amacıyla, bâzen gizli bâzen açık bir şekilde erkek-karşıtı bir temel üzerinde gelişen kadın hareketleri, kadının sosyolojik yapı içerisindeki yerini bozduğu gibi biyolojisi üzerinde de olumsuz etkide bulunmuştur. Doğurganlık ve yeni bir canlı dünyâya getirme olgusu üzerine kurulu olan, merhâmet ve şefkat ile bu yavruyu büyüten ve yetiştiren, eşinin kendisinde huzur ve mutluluk bulduğu, estetik ve sanatın temel unsurlarından olan kadın değişime uğramıştır. Kadın hakları konusunda uç noktada olan kadınların erkeksi bir görünüm, davranış ve yapıda olması bu durumun en güzel kanıtıdır. Erkekler karşısında egemen ve ekonomik olarak vâr olma mücâdelesi, erkek gibi olma sonucunu doğurmuştur. Oysa kadın tüm aşk, şarkı ve şiirlerinin temel öğesi olarak sevmeye ve sevilmeye lâyık olan bir varlıktır. Onun fiziksel olarak zayıf olması ikincil bir varlık olduğunun değil, özelliklerinin erkeklerden çok farklı olduğunu göstermektedir. Kadının doğurganlığı, doğurduğu canlıyı büyütme ve yaşatması onun en temel ve güçlü özelliğidir. Bu süreçte erkeğin rôlü ise tamamlayıcı faktör olarak eşini ve çocuğunu koruma ve gereksinimlerini karşılamak yönündedir. Bu nedenle kadın ile erkeğin birbirine rakip olarak gösterilmesi ve ezilmişlik temelinde olayların ele alınması büyük bir yanılgıdır. Böyle bir yanılgıdan yola çıkılarak varılan tüm sonuçlar da yanılgıdır.

Kadının eşitlik ve ezilmişlik gibi kavramlardan yola çıkarak vardığı bu nokta, bitkilerin genleri ile oynanarak yapılan ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara’ benzemektedir. GDO olarak elde edilen ürün aslına benzese de doğal bağlamından koparıldığı için tamâmen farklıdır. Bu nedenle GDO’ya karşıt veyâ yandaş olanlar dâhi tüketimi esnâsında şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Son iki yüz yıldır bilim, ekonomi ve siyâset dünyâsı da kadının genetiğini değil, ama sosyolojisini temelden bozarak ‘Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar’ hâline dönüştürmüştür. Ekonomik bağımsızlık çerçevesinde kendisinin yaşadığı olumsuz değişim paralelinde evinde de değişim yaşatmak isteyen kadın, sonuçta kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Zîrâ bu değişim sürecinde âile içindeki rôller birbirine karışmış, bir zamanlar evde merhâmet ve şefkatin temsilcisi kadın ile koruma ve otoritenin sembolü olan erkek gitmiş, yerine kimin ne yaptığı belli olmayan, yetki ve rôl karmaşası yaşanan âileler ortaya çıkmıştır. Bu dengenin bozulmasının nedeni sermâye çevresi ve onun tuzağına düşen kadın iken, özgürlüğün verdiği sarhoşlukla bu hatâ da kabûllenilmeyerek kargaşa büyütülmeye devâm edilmiştir. Günümüzde gelinen son noktada ‘kadın ucuz işgücü, pahalı tüketici’ olarak vahşî kapitâlizmin egemen olduğu dünyâ ekonomisinin temel-taşı durumundadır. Bu ise bir kadın için övünülecek bir nokta olmayıp, sermâye şeytanına kendinin ve evinin huzur ve mutluluğunu vererek özgürlük ve bağımsızlık maskesi altında ekonomik esâretin altına girmektir. Kısacası sosyolojik evrimin kendisine vermiş olduğu kazanımları yadsıyarak SDO, yâni ‘Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar’ olmak demektir”.

Modern kadın, yakın zaman önce çıkan 6284 sayılı kânunla erkek üzerinde bir ceberrut yapılmıştır. Modern kadını “dokunulmaz” kıldılar. Modern kadına erkeğe karşı o kadar çok silah verilmiştir ki, duygusal yoğunluğu çok fazla olan kadının, bu silahlarla işleyeceği “cinâyetler”i şimdiden kestirmek çok kolaydır. Modern kadın bu kânun ile, tâbiri câizse, gıcık olduğu bir erkeği, iftirâ ile hapse attırabilecek; boşanmak istediği kocaya, “bana tecâvüz etti” (karı-koca arasındaki tecâvüz) diyerek evden uzaklaştırabilecek ve hapse attırabilecek; makâmında gözü olduğu bir erkeğin yerine kolayca geçebilecek fırsatlar bulabilecektir.

Dillere pelesenk edilen; “kadın çalışmalı” ve “bu devirde kadının bir maaşı ve bir evi olacak” düşüncesine sâhip olan “çalışan kadınlar” yine de mutlu değiller ve mutsuzların oranı sürekli yükseliyor. Yaşam Memnûniyeti Araştırması sonuçlarına göre; mutlu olduğunu beyân eden bireylerin oranı 2013 yılında %59 iken, 2014 yılında bu oran %56,3’e düştü, 2016 da ise %50 ye. Yâni çalışan kadınların yarısı mutsuz. Mutlu olanlar da ya kolay ve ferah işyerlerinde çalışan ve bol tâtili olan devlet mêmuru olanlar yada yönetici olarak çalışan kadınlardır.

Yine çalışan kadın, çalışmayan kadına göre 3 kat daha fazla harcama yapıyor ve yapılan bu harcamaların %90’ı isrâf, yâni “olmasa da olur” cinsindendir. Fakat kadınlar; “çalışıyorum, almaya hakkım var” diyerek, alma dürtüsüne erkeklere göre daha fazla meyyâl olduklarından, çok fazla ve gereksiz harcamalar yapabiliyorlar. Kadın çalışmaya bir başladığında, giyim-kuşam hemen değişmeye başlıyor ve buna uygun olarak da düzenli olarak kuâföre gitmeye de başladığından, bir de “kuâför masrafı” çıkıyor. Para kazanmanın vermiş olduğu o duygu ona harcama hakkı olduğunu söylüyor ve hiç de ihtiyaç duymadığı şeylere kolayca para harcayabiliyor. Oysa ki erkekler böyle değildir ve çoğunlukla israftan kaçınır ve eve daha fazla para götürmenin derdindedirler. Erkeğin fıtratında vardır bu. Kendisine yaratılıştan verilen ‘evin reisi’ görevini hakkıyla yerine getirmek ister. Fakat kadının iş hayâtına atılmasıyla birlikte bu da değişmeye başlıyor ve erkek de bu israfçılar kervanına katılıyor. Kadınlar iki gün çalışsa, kazandığı paraya dayanarak erkeğe ve çocuklara tavır alabiliyor, fakat erkek kırk yıl çalışsa da bunu söz-konusu etmez ve işyerinde yaşadığı sıkıntılardan evdeki kadının da çocukların da haberi olmaz. Çünkü erkek bu sorunları eve taşımaz. Çalışmanın getirdiği sıkıntılara-güçlüklere katlanarak eve ekmek getirmek onu mutlu eder.

Kadının erkeğe üstün olduğu tek şey anneliktir. Bu nedenle “cennet annelerin ayakları altındadır” denir.

Mutlu âilenin formülü şudur: Kadınlar erkekler karşısında “haddini” bilecek; erkekler de “emânet”e (kadın) ihânet etmeyecek..

Ey erkekler!, bilelim ki fıtratı bozulmamış kadınlar bizden daha merhâmetli, daha şefkatli, daha düşünceli, daha yumuşak ve sevecen, daha nârin, daha sabırlı ve âilesine daha bağlıdır. Sevgiyi ve merhâmeti ön-planda tutarak onlarla iyi geçinmeliyiz:

“Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhâmet kılması da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır” (Rûm 21).

Ey kadınlar!, “sözde kadın-hakları savunucuları”nın oyunlarına gelerek tutum belirlemekten vazgeçin. Erkekleri hizâya getirme düşüncesinden vazgeçin. Başaramazsınız. Tam tersine erkek sizi “hizâya” sokar. Adama “dır dır” etmeyin de adamı zıvanadan çıkarmayın. Biraz susun: Şşşşşşşş. O tâğutların uşakları istiyorlar ki âileniz dağılsın (yâni kocanızdan ayrılın) da mecbûren iş piyasasına atılın. Böylelikle hem kolayca sözlerini dinletecek ve istediği fiyata çalıştıracak istihdam potansiyeli oluşturmuş olsunlar, hem de işsizlik artsın ve bunu çok taraflı kullansınlar. Sizin gündeminizi, tutumunuzu, davranışınızı, kadın hakları, dernekler ve ne-idüğü belirsiz şeytâni kurumlar değil, Allah/Kur’ân belirlesin. İşte ancak ve ancak o zaman normâl ve doğal bir durum ortaya çıkabilir ve rahat edersiniz.

Ey modern kadınlar!, bilin ki fıtratınıza bir-çok yerde aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre daha artı özelliklere sâhip bir şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, ‘”anne”, “eş” olarak yaratmıştır. Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile dışarıda yapmayı seven çoğu erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir yemek ve huzurlu bir evdir. Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat diğer zamanlarda huzurlu bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir şekilde bir köşede kuzu-kuzu oturacaktır. Zâten evi kadın yönetir. (iç-işleri bakanı).

Modernizm, Dünyâ’yı kadın üzerinden değiştirmiştir. Bunu yaparken özellikle kadın bedenini çok kullanmıştır. Fakat daha da önemlisi teknolojiyi kullanmıştır ki teknoloji, kadının ev-içi işini azaltarak ona görece zaman ve “alan” açmıştır. Kendisine sunulan zaman ve alan modern kadının çok hoşuna gitmiştir. Böylece ev-içindeki işi azalan kadın dışarıya çıkma olanağı bulmuş ve bir daha da içeriye girmemiştir-girmemektedir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2018




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder