30 Haziran 2017 Cuma

Kredi ve Fâiz Üzerine


“Ey îman edenler!, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle yapmazsanız Allah’tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 278-279).
Kredi; “Belirli miktardaki satın-alma gücünün, belirli bir süre için ve geri verilmek üzere bir bedel (genellikle fâiz) karşılığı gerçek yada tüzel kişilere verilmesi”. “Para, mal veyâ para cinsinden bir değerin belirli bir vâde ve koşulla geri alınmak üzere verilmesi” anlamlarındadır. Buna göre; “tefeci” tâbir edilen birinden yada yaygın olan şekliyle, “modern tefeciler” olan bankalardan herhangi bir şey için alınan anaparaya, belli bir zaman-dilimi içinde belli bir miktar “artı para” (fâiz) ödeyerek alınan borç paradır. Aslında “borç” demek çok da doğru değildir. Çünkü “borç” kelimesine hakâret edilmiş olabilir. Zîrâ kredi-fâizle alınan bu para, kişinin hayâtını ipotek altına alan bir paradır. Oysa borç alınan parada fâiz olmayacağı gibi, müslümanlar arasında borçluyu sıkıştırmamak ve hattâ o borcun geri alınmaması tavsiyesi bile vardır:
“Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamâna kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Bakara 280).

Artık kredisiz yâni fâizsiz bir iş ve alış-veriş yapılamaz hâle geldi. Fakat bu iş ve alış-veriş şekli aslında hem vicdansız hem de akla-mantığa aykırıdır. Şöyle ki; meselâ 72 ay yâni 6 yıllık vâde ile 200.000 TL kredi alındığı farz-edilsin. (Kredi ile “farz” kelimelerinin yan-yana gelmeleri bile doğru değildir). Bu paranın 72 ayda, -bankadan bankaya biraz değişse de-, aylık ortalama 4.000 TL ödeme yapıldığında 72 ay sonunda yaklaşık 85-90 bin lira fâiz ödenmiş oluyor. Fakat eğer bu vâde 6 değil de, iki katı olan 11-12 yıla yâni 130-140 aya kadar yayılırsa, aldığınız kredi miktârı kadar fâiz ödersiniz.  

Şimdi; Meselâ 72 ay vâdeli kredi üzerinden gidersek; 90.000 TL fâiz ödeniyor. Fakat acele edilmese ve ayda 3.000 TL biriktirilse ve 1.000 TL de oturulan eve kirâ verilse, 67 ayda yapılan birikim (5,5 yıl) ile 200.000 TL’lik o ev alınabilir. Fakat denilirse ki, “bu zaman aralığında enflasyon nedeniyle evin fiyatı artar ve ev 250-300.000 TL olur”. O hâlde siz de birikiminizi aynı oranda artan, meselâ altın-döviz gibi şeyler üzerinde tutarsanız, birikiminiz bu artıştan çok az yada belki hiç etkilenmez. Hattâ belki de kazançlı! bile çıkabilirsiniz. Yâni böylelikle 90.000 TL fâiz ödeyeceğinize, 65-70.000 TL kirâ ödersiniz fakat bu-arada da fâize bulaşmamış olursunuz. Birikiminizle direkt olarak o dâireyi alabilirsiniz. Fakat şunu da söyleyelim ki İslâm’a göre rantın her türlüsü yanlıştır ve mutlakâ birilerine zarar verir. Paranın durduğu yerde değerlenmesi de a-normâl bir durumdur. 

İslâmî açıdan durum böyle olmasına rağmen müslümanlar kolaylıkla kredi-fâize yönelebiliyorlar. Üstelik bunu, namaz kılmasına, oruç tutmasına, hac yapmasına, Kur’ân okumasına, zekât vermesine rağmen yapabiliyor. Belki de fâizi namazı kıldıktan sonra alıyor. Yâni abdestli iken. Hadi “tek dünyâlı” olanları anlayabiliyoruz. Onlar bir kere gelinen dünyâda bir-an önce hazzı en zirvede yaşamak istiyorlar ve önünü-sonunu düşünmeden bu yola yönelebiliyorlar. Fakat neden “müslümanım” diyenler de yapıyor bunu ve kredi-fâize bulaşıyorlar?. Çünkü tüm dünyâ-insanları gibi müslümanlar da modernizmden ve post-modernizmden etkilendiler ve dünyevileştiler. Fâizin büyüsüne kapıldılar. Ev kredisi, araba kredisi, ihtiyaç kredisi (ne demekse) adı altında yeni fâiz çeşitleri üretiliyor. Zîrâ fâiz “hemen” sâhip oldurtuyor. O eve, eşyâya yada arabaya “hemen sâhip olma” duygusu ve isteği, “sabırsız modern insanın” dayanamayacağı bir şeydir. İşte kredi yâni fâiz, bir şeye hemen ulaşılmasını sağladığı için tercih ediliyor. Hâlbuki -kazanca göre- 6-7 yıl içinde de istenilen şeye sâhip olunabilir. Bunun için biraz sabretmesi gerekecektir sâdece. Fakat işte bu sabrı göster(e)meyenler ve hattâ “neden sabredeyim ki” diyenler için kredi, bulunmaz bir nimet(!) oluyor. Çünkü modernizm, bir “sabırsızlık uygarlığı”dır.    

Kredinin de fâiz olduğu gerçeği düşünülmek istenmiyor ve göz-ardı ediliyor. Zîrâ adı “kredi” olunca bir “pislik” olan fâiz de güyâ yumuşatılmış oluyor ki modernizm, “günahı yumuşatan bir hayat sistemi”dir. Yumuşayınca kolaylıkla yutulabiliyor tabi. Lâkin unutulmasın ki kredi bir fâiz sistemidir ve aslında fâizi ayakta tutan şey kredidir. Fâiz almak nasıl günah ise (ki, fâiz aynı-zamanda suç ve ayıptır da), fâiz ödemek-vermek de günahtır ve hattâ fâiz sistemi “fâiz ödemeleri”yle ayakta durduğu için, fâiz ödemek almaktan bile daha fazla günah olur. Fâiz, Allah ve Peygamber’le savaşmak demektir:

“Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle yapmazsanız Allah’tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 274-279).

72 ay boyunca yaklaşık 90.000 TL kadar -ki bu, anaparanın %45’ine tekâbül eder-, fâiz ödeneceğine kirâ ödensin diyoruz fakat aslında kirâ da başka bir zulümdür. Her ay ödenen kirânın da fâizden farklı bir yönü yoktur. Hele ki bu kirâ, gelir getiren bir ticârethâne değil de, barınmak için mecbûren oturulan ev için veriliyorsa.. Kirâ de fâiz yâni haksız kazanç olan ribâya girer ve adı başkadır sâdece. Bu nedenle yapılması gereken şey, ya eş-dost, vakıf-dernek gibi iyilik amaçlı kurulmuş, halkın oluşturduğu kurumlardan fâizsiz borç para alınıp o parayla hemen ev alınacak ve daha sonra taksitle, -sâdece ana-para- borç alınan kuruma ödenecek; yada bunu bizzat devlet yapacak ve ya evin-arabanın-eşyânın vs. parasını fâizsiz verecek ve sonra da taksitle o para devlete ödenecek yada evi bizzat devlet yaptıracak ve evi olmayanlar o evlere taşınarak taksitle evin parasını ödeyecekler. Bu işin “İslâmca”sı ve “insanca”sı ancak ve ancak böyle olursa olur. Böylece konut sektöründeki rant da ortadan kalkmış olacaktır.

Allah, kredi-fâizin her türlüsünü haram kılmıştır ve fâiz ile, helâl olan şeylerin karıştırılmasını yasaklar:

“Fâiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alım-satım da ancak fâiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, fâizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez” (Bakara 275-276).

İnsanlar dîni sâdece yüzeysel olarak bildikleri için konunun öneminden bi-haberdirler. Fakat bu, âhirette insanı çok zor durumlara düşürebileceği gibi, aslında Dünyâ’nın hâl-i pür melâlinin nedeni de kredi-fâiz sistemidir. Bu zulüm-sistemini önleyecek tek yol İslâm ve bilinçli müslümanlardır. Müslümanlar, bu konuda bilinçlenip işlerini, ticâretlerini İslâm’a göre yaptıklarında kredi-fâiz sisteminden kurtulacaklar ve İslâm sistemini tanıyacaklardır. Aksi-hâlde bir zulüm sistemi olan kredi-fâiz sistemi yürürlükten kalkmayacağı gibi, zamanla kredi-fâize karışmayan, “bir damla su” bile bulun(a)mayacaktır. Hz. Ali şöyle der: “Dînin hükümlerini bilmeden ticârete kalkışan kimse defâlarca fâize bulaşır”.

Kredi-fâiz; bereketi azaltır, dostlukları öldürür ve düşmanlıkları arttırır. Âilelerin çabucak dağılmasının nedeni de, “acaba kredi-fâizin bu kadar artmış olmasından ve boşanmaların artmasının nedeni de acaba kredi-fâizin doğurduğu bereketsizlikten mi kaynaklanıyor” diye şüphelenmeden edemiyoruz doğrusu.

Büyük bir zulümdür fâiz. Fâiz, kişiyi Allah yolundan ayırır ve uzaklaştırır. Kredi-fâiz, “insanların mallarını haksız yere yeme”nin diğer adıdır. Garibanın, yoksulun, mazlumun ve mâsumun hakkını çalmanın adı ve soyadı kredi, fâiz ve “kat-kat fâiz”dir:

“Yasaklandığı hâlde fâiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 161).

Kredi ve dolayısı ile fâizin yaygınlaşması yerine, yardımlaşmanın yaygınlaşması toplumun daha huzurlu olmasını sağlar. Zîrâ insanlar birbirlerine daha çok güvenirler ve sevip saygı duyarlar. Bu yardımlaşma, Kur’ân’ın “güzel borç vermek” sloganı üzerinden yapılabilir. “Allah’a güzel bir borç vermek” demek; akrabâya, yakınlara, eşe-dosta, ihtiyaç içinde olanlara “fâizsiz borç vermek” demektir:  

“Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat-kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir?. Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Bakara 245).

Dikkat edin!; Allah “fâiz almayı” değil, “fâizi” (ribâ) haram kılmıştır. Krediyi ve fâizi alma-verme-savunma dâhil, kredi-fâizin tamâmı ve her şekli haramdır. Bu bağlamda; “Fâize aracılık yapmak” dâhil fâizin her türlüsü haram olduğu için; -zâten doğru bir iş olmayan- “kirâ alma” işinde, dükkanlarını fâiz-sistemine göre çalışan bankalara kirâya verenler, fâizi yaygınlaştırmaya destek olmakta ve fâiz-sistemini güçlendirmektedirler. Bu nedenle de fâize bulaşmış olurlar.

Ne acı vericidir ki, faizle yâni kredi ile haşır-neşir olmayı “Allah ve  Peygamberle savaşmak” olarak gösteren bir Kitab’a (Kur’ân) sâhip olan müslümlar bile kredisiz yâni fâizsiz iş yapamaz hâle geldi ve hattâ artık bu kredi-fâiz sistemini canla-başla savunuyorlar. Onu “Dünyâ gerçeği” îlan ediyorlar. Hattâ ve hattâ kredisiz ve fâizsiz iş yapmaya kalkanı “ahmak” olarak görmekteler. Bir mal için; “nasıl alacağız” sorusuna çok kolayca, “kredi al” deyiveriyorlar. Hâlbuki Kur’ân, kredi-fâizi “şeytan işi pislik” olarak îlan ediyor. İslâm’a göre terk edilmeyen her kötülük, “şeytan işi pislik” sınıfına girer.  

Kredi yani fâiz alanlar, mutlakâ kaybedecekleri bir savaşa, Allah ve Peygamber’le harbe tutuşmakla şeytanın oyuncağı hâline gelmişlerdir ve halkın büyük çoğunluğunun da hakkını gasp etmektedirler. Çünkü fâiz sistemine-çarkına destek olarak Dünyâ’nın mevcut şerefsiz-adâletsiz-zâlim ekonomik düzenin sürmesini ve bu nedenle de birilerinin açlıktan-susuzluktan ölmesine ve acının-feryâdın içinde kahrolmasına neden olmaktadırlar. İşte bu, “kaybedilmiş bir savaş”ın ta kendisidir.  

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2017
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder