“Ey îman
edenler!, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle
yapmazsanız Allah’tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe
ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne
zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara
278-279).
Kredi; “Belirli
miktardaki satın-alma gücünün, belirli bir süre için ve geri verilmek üzere bir
bedel (genellikle fâiz) karşılığı gerçek yada tüzel kişilere verilmesi”. “Para,
mal veyâ para cinsinden bir değerin belirli bir vâde ve koşulla geri alınmak
üzere verilmesi” anlamlarındadır. Buna göre; “tefeci” tâbir edilen birinden
yada yaygın olan şekliyle, “modern tefeciler” olan bankalardan herhangi bir şey
için alınan anaparaya, belli bir zaman-dilimi içinde belli bir miktar “artı
para” (fâiz) ödeyerek alınan borç paradır. Aslında “borç” demek çok da doğru
değildir. Çünkü “borç” kelimesine hakâret edilmiş olabilir. Zîrâ kredi-fâizle
alınan bu para, kişinin hayâtını ipotek altına alan bir paradır. Oysa borç
alınan parada fâiz olmayacağı gibi, müslümanlar arasında borçluyu sıkıştırmamak
ve hattâ o borcun geri alınmaması tavsiyesi bile vardır:
“Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona
elverişli bir zamâna kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız
ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Bakara 280).
Artık kredisiz yâni fâizsiz bir iş ve alış-veriş
yapılamaz hâle geldi. Fakat bu iş ve alış-veriş şekli aslında hem vicdansız hem
de akla-mantığa aykırıdır. Şöyle ki; meselâ 72 ay yâni 6 yıllık vâde ile
200.000 TL kredi alındığı farz-edilsin. (Kredi ile “farz” kelimelerinin yan-yana
gelmeleri bile doğru değildir). Bu paranın 72 ayda, -bankadan bankaya biraz
değişse de-, aylık ortalama 4.000 TL ödeme yapıldığında 72 ay sonunda yaklaşık
85-90 bin lira fâiz ödenmiş oluyor. Fakat eğer bu vâde 6 değil de, iki katı
olan 11-12 yıla yâni 130-140 aya kadar yayılırsa, aldığınız kredi miktârı kadar
fâiz ödersiniz.
Şimdi; Meselâ 72 ay vâdeli kredi üzerinden gidersek;
90.000 TL fâiz ödeniyor. Fakat acele edilmese ve ayda 3.000 TL biriktirilse ve
1.000 TL de oturulan eve kirâ verilse, 67 ayda yapılan birikim (5,5 yıl) ile
200.000 TL’lik o ev alınabilir. Fakat denilirse ki, “bu zaman aralığında
enflasyon nedeniyle evin fiyatı artar ve ev 250-300.000 TL olur”. O hâlde siz
de birikiminizi aynı oranda artan, meselâ altın-döviz gibi şeyler üzerinde
tutarsanız, birikiminiz bu artıştan çok az yada belki hiç etkilenmez. Hattâ
belki de kazançlı! bile çıkabilirsiniz. Yâni böylelikle 90.000 TL fâiz
ödeyeceğinize, 65-70.000 TL kirâ ödersiniz fakat bu-arada da fâize bulaşmamış
olursunuz. Birikiminizle direkt olarak o dâireyi alabilirsiniz. Fakat şunu da
söyleyelim ki İslâm’a göre rantın her türlüsü yanlıştır ve mutlakâ birilerine
zarar verir. Paranın durduğu yerde değerlenmesi de a-normâl bir durumdur.
İslâmî açıdan durum böyle olmasına rağmen müslümanlar
kolaylıkla kredi-fâize yönelebiliyorlar. Üstelik bunu, namaz kılmasına, oruç
tutmasına, hac yapmasına, Kur’ân okumasına, zekât vermesine rağmen yapabiliyor.
Belki de fâizi namazı kıldıktan sonra alıyor. Yâni abdestli iken. Hadi “tek
dünyâlı” olanları anlayabiliyoruz. Onlar bir kere gelinen dünyâda bir-an önce
hazzı en zirvede yaşamak istiyorlar ve önünü-sonunu düşünmeden bu yola
yönelebiliyorlar. Fakat neden “müslümanım” diyenler de yapıyor bunu ve kredi-fâize
bulaşıyorlar?. Çünkü tüm dünyâ-insanları gibi müslümanlar da modernizmden ve
post-modernizmden etkilendiler ve dünyevileştiler. Fâizin büyüsüne kapıldılar. Ev
kredisi, araba kredisi, ihtiyaç kredisi (ne demekse) adı altında yeni fâiz
çeşitleri üretiliyor. Zîrâ fâiz “hemen” sâhip oldurtuyor. O eve, eşyâya yada
arabaya “hemen sâhip olma” duygusu ve isteği, “sabırsız modern insanın” dayanamayacağı
bir şeydir. İşte kredi yâni fâiz, bir şeye hemen ulaşılmasını sağladığı için
tercih ediliyor. Hâlbuki -kazanca göre- 6-7 yıl içinde de istenilen şeye sâhip olunabilir.
Bunun için biraz sabretmesi gerekecektir sâdece. Fakat işte bu sabrı göster(e)meyenler
ve hattâ “neden sabredeyim ki” diyenler için kredi, bulunmaz bir nimet(!) oluyor.
Çünkü modernizm, bir “sabırsızlık uygarlığı”dır.
Kredinin de fâiz olduğu gerçeği düşünülmek istenmiyor
ve göz-ardı ediliyor. Zîrâ adı “kredi” olunca bir “pislik” olan fâiz de güyâ yumuşatılmış
oluyor ki modernizm, “günahı yumuşatan bir hayat sistemi”dir. Yumuşayınca kolaylıkla
yutulabiliyor tabi. Lâkin unutulmasın ki kredi bir fâiz sistemidir ve aslında
fâizi ayakta tutan şey kredidir. Fâiz almak nasıl günah ise (ki, fâiz aynı-zamanda
suç ve ayıptır da), fâiz ödemek-vermek de günahtır ve hattâ fâiz sistemi “fâiz
ödemeleri”yle ayakta durduğu için, fâiz ödemek almaktan bile daha fazla günah
olur. Fâiz, Allah ve Peygamber’le savaşmak demektir:
“Ey îman
edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Böyle
yapmazsanız Allah’tan ve elçisinden bir savaş bekleyin. Eğer tevbe
ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne
zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara
274-279).
72 ay boyunca yaklaşık 90.000 TL kadar -ki bu,
anaparanın %45’ine tekâbül eder-, fâiz ödeneceğine kirâ ödensin diyoruz fakat
aslında kirâ da başka bir zulümdür. Her ay ödenen kirânın da fâizden farklı bir
yönü yoktur. Hele ki bu kirâ, gelir getiren bir ticârethâne değil de, barınmak
için mecbûren oturulan ev için veriliyorsa.. Kirâ de fâiz yâni haksız kazanç
olan ribâya girer ve adı başkadır sâdece. Bu nedenle yapılması gereken şey, ya
eş-dost, vakıf-dernek gibi iyilik amaçlı kurulmuş, halkın oluşturduğu kurumlardan
fâizsiz borç para alınıp o parayla hemen ev alınacak ve daha sonra taksitle, -sâdece
ana-para- borç alınan kuruma ödenecek; yada bunu bizzat devlet yapacak ve ya
evin-arabanın-eşyânın vs. parasını fâizsiz verecek ve sonra da taksitle o para devlete
ödenecek yada evi bizzat devlet yaptıracak ve evi olmayanlar o evlere taşınarak
taksitle evin parasını ödeyecekler. Bu işin “İslâmca”sı ve “insanca”sı ancak ve
ancak böyle olursa olur. Böylece konut sektöründeki rant da ortadan kalkmış
olacaktır.
Allah, kredi-fâizin her türlüsünü haram kılmıştır ve
fâiz ile, helâl olan şeylerin karıştırılmasını yasaklar:
“Fâiz
(ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan
başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alım-satım da ancak fâiz gibidir’
demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır.
Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fâize) bir son verirse, artık geçmişi
kendisine, işi de Allah’a âittir. Kim (fâize) geri dönerse, artık onlar ateşin
halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, fâizi yok eder de, sadakaları
arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez” (Bakara 275-276).
İnsanlar dîni sâdece yüzeysel olarak bildikleri için
konunun öneminden bi-haberdirler. Fakat bu, âhirette insanı çok zor durumlara
düşürebileceği gibi, aslında Dünyâ’nın hâl-i pür melâlinin nedeni de kredi-fâiz
sistemidir. Bu zulüm-sistemini önleyecek tek yol İslâm ve bilinçli
müslümanlardır. Müslümanlar, bu konuda bilinçlenip işlerini, ticâretlerini
İslâm’a göre yaptıklarında kredi-fâiz sisteminden kurtulacaklar ve İslâm
sistemini tanıyacaklardır. Aksi-hâlde bir zulüm sistemi olan kredi-fâiz sistemi
yürürlükten kalkmayacağı gibi, zamanla kredi-fâize karışmayan, “bir damla su”
bile bulun(a)mayacaktır. Hz. Ali şöyle der: “Dînin hükümlerini bilmeden
ticârete kalkışan kimse defâlarca fâize bulaşır”.
Kredi-fâiz; bereketi azaltır, dostlukları öldürür ve düşmanlıkları
arttırır. Âilelerin çabucak dağılmasının nedeni de, “acaba kredi-fâizin bu
kadar artmış olmasından ve boşanmaların artmasının nedeni de acaba kredi-fâizin
doğurduğu bereketsizlikten mi kaynaklanıyor” diye şüphelenmeden edemiyoruz
doğrusu.
Büyük bir zulümdür fâiz. Fâiz, kişiyi Allah yolundan
ayırır ve uzaklaştırır. Kredi-fâiz, “insanların mallarını haksız yere yeme”nin
diğer adıdır. Garibanın, yoksulun, mazlumun ve mâsumun hakkını çalmanın adı ve
soyadı kredi, fâiz ve “kat-kat fâiz”dir:
“Yasaklandığı
hâlde fâiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle
(öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 161).
Kredi ve dolayısı ile fâizin yaygınlaşması yerine,
yardımlaşmanın yaygınlaşması toplumun daha huzurlu olmasını sağlar. Zîrâ
insanlar birbirlerine daha çok güvenirler ve sevip saygı duyarlar. Bu
yardımlaşma, Kur’ân’ın “güzel borç vermek” sloganı üzerinden yapılabilir. “Allah’a
güzel bir borç vermek” demek; akrabâya, yakınlara, eşe-dosta, ihtiyaç içinde
olanlara “fâizsiz borç vermek” demektir:
“Allah’a
karşılığını çok arttırma ile kat-kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan
kimdir?. Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Bakara 245).
Dikkat edin!; Allah “fâiz almayı” değil, “fâizi”
(ribâ) haram kılmıştır. Krediyi ve fâizi alma-verme-savunma dâhil, kredi-fâizin
tamâmı ve her şekli haramdır. Bu bağlamda; “Fâize aracılık yapmak” dâhil fâizin
her türlüsü haram olduğu için; -zâten doğru bir iş olmayan- “kirâ alma” işinde,
dükkanlarını fâiz-sistemine göre çalışan bankalara kirâya verenler, fâizi
yaygınlaştırmaya destek olmakta ve fâiz-sistemini güçlendirmektedirler. Bu nedenle
de fâize bulaşmış olurlar.
Ne acı vericidir ki, faizle yâni kredi ile haşır-neşir
olmayı “Allah ve Peygamberle savaşmak”
olarak gösteren bir Kitab’a (Kur’ân) sâhip olan müslümlar bile kredisiz yâni
fâizsiz iş yapamaz hâle geldi ve hattâ artık bu kredi-fâiz sistemini
canla-başla savunuyorlar. Onu “Dünyâ gerçeği” îlan ediyorlar. Hattâ ve hattâ
kredisiz ve fâizsiz iş yapmaya kalkanı “ahmak” olarak görmekteler. Bir mal
için; “nasıl alacağız” sorusuna çok kolayca, “kredi al” deyiveriyorlar. Hâlbuki
Kur’ân, kredi-fâizi “şeytan işi pislik” olarak îlan ediyor. İslâm’a göre terk
edilmeyen her kötülük, “şeytan işi pislik” sınıfına girer.
Kredi yani fâiz alanlar, mutlakâ kaybedecekleri bir
savaşa, Allah ve Peygamber’le harbe tutuşmakla şeytanın oyuncağı hâline
gelmişlerdir ve halkın büyük çoğunluğunun da hakkını gasp etmektedirler. Çünkü
fâiz sistemine-çarkına destek olarak Dünyâ’nın mevcut şerefsiz-adâletsiz-zâlim
ekonomik düzenin sürmesini ve bu nedenle de birilerinin açlıktan-susuzluktan
ölmesine ve acının-feryâdın içinde kahrolmasına neden olmaktadırlar. İşte bu, “kaybedilmiş
bir savaş”ın ta kendisidir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder