(Not: Âyetler Ali Bulaç
meâlinden alınmıştır. Nüzûl sırası Mustafa İslamoğlu tertibine göre
yapılmıştır).
MEKKE DÖNEMİ
2- ‘Alâk
6- Hayır; gerçekten insan, azar.
7- Kendini müstağni gördüğünden.
9- Engellemekte olanı gördün mü?.
10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.
3- Müzzemmil
16- Firavun elçiye isyân etti…
4- Müddesir
18- Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tesbit etti.
19- Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?.
20- Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?.
21- Sonra bir baktı.
22- Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.
23- Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).
24- Böylece: ‘Bu, yalnızca ‘aktarılarak öğrenilen’ bir büyüdür’ dedi.
25- ‘Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.’
40- Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
41- Suçlu-günahkârları;
42- ‘Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten
nedir?.’
43- Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ dediler.
44- ‘Yoksula yedirmezdik’.
45- ‘(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik’.
46- ‘Din (hesap ve cezâ) gününü yalan sayıyorduk’.
47- ‘Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı’.
48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.
49- Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?.
50- Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;
51- Arslandan korkup-kaçmışlar.
52- Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.
53- Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.
7- Kalem
10- Şunların hiç-birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,
11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde
söz ve haber taşıyan),
12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar,
13- Zorba-saygısız, sonra da
kulağı kesik;
14- Mal (servet) ve çocuklar sâhibi oldu diye,
15- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘(Bunlar) Eskilerin uydurma
masallarıdır’ diyen.
51- O inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse
gözleriyle devireceklerdi. ‘O, gerçekten bir delidir’ diyorlar.
11- Fecr
11- Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
12- Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı’.
17 Mâûn
1- Dini yalanlayanı gördün mü?.
2- İşte yetimi itip-kakan,
3- Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.
29- Burûc
4- Kahrolsun Ashâb-ı Uhdud
5- ‘Tutuşturucu-yakıt dolu o
ateş,’
6- Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
7- Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8- Onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan,’ öğülen Allah’a îman
ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.
35- Mürselât
48- Onlara: ‘Rükû edin’ denildiği zaman, rükû etmezler.
36- Kâf
2- Hayır, onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar da, o kâfirler:
‘Bu şaşılacak bir şey’ dediler.
3- ‘Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecek
mişiz)?. Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır)’.
39- Yâsin
7- Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar.
8- Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar
geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır.
9- Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları
örtüverdik, artık görmezler.
10- Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar.
45- Onlara: ‘Önünüzde ve arkanızda olandan sakının, belki esirgenirsiniz’
denildiğinde, (dinlemeyip inkâra devâm edenler).
46- Onlara, Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyi görsün, mutlakâ ondan
yüz çevirirler.
47- Ve onlara: ‘Size Allah’ın rızık olarak verdiklerinden infâk edin’
denildiği zaman, o inkâr edenler îman edenlere dediler ki: ‘Allah’ın, eğer
dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz?. Gerçekten siz,
apaçık bir şaşkınlık içindesiniz’.
48- Ve derler ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit (etmekte olduğunuz
yıkım ve azab) ne zamanmış?’.
40- Furkân
4- İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’ân) olsa-olsa ancak onun uydurduğu bir
yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda
bulunmuştur’. Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftirâ ile geldiler.
5- Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına
yazdırmış olup kendisine sabah-akşam okunmaktadır’.
21- Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: ‘Bize meleklerin indirilmesi yadaRabbimizi
görmemiz gerekmez miydi?’. Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe
kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar.
32- İnkârcılar dediler ki: ‘Kur’ân ona tek bir defâda, toplu olarak
indirilmeli değil miydi?’. Biz onunla kâlbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (âyet-âyet
indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’
okuduk.
43- Kendi istek ve tutkularını (hevâsını) ilah edineni gördün mü?. Şimdi
ona karşı sen mi vekil olacaksın?.
55- Allah’ı bırakıp kendilerine yarar ve zarar sağlayamayacak şeylere ibâdet
ediyorlar. Kâfir, (asıl) kendi Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır.
60- Onlara: ‘Rahmâna secde edin’ denildiği zaman, ‘Rahmân da neymiş?. Biz
senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?’. derler ve (bu,) onların
nefretini arttırır.
41- Rahmân
43- İşte bu, suçlu-günahkârların
kendisini yalanladıkları cehennemdir.
41- (Çünkü o gün) Suçlu-günahkârlar,
sîmalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
42- Fâtır
40- ..Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan
başkasını vâdetmiyorlar.
43- Meryem
66- İnsan demektedir ki: ‘Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak
çıkarılacağım?’.
83- Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, kâfirlerin üzerine gönderdik,
onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
86- Suçlu-günahkârları
susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
87- Rahmânın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik
olmayacaklardır.
48- Nâziât
10- Derler ki: ‘Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip)
döndürüleceğiz?’.
11- ‘Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?’.
12- Derler ki: ‘Şu durumda, zararına bir dönüştür bu’.
24- ‘Sizin en yüce Rabbiniz benim’ dedi.
51- Şuârâ
5- Onlara Rahmân (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç
tartışmasız ondan yüz çevirirler.
6- Gerçekten yalanladılar; fakat alay konusu yaptıkları şeyin haberi
kendilerine pek yakında gelecektir.
96- Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
97- ‘Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz’,
98- ‘Çünkü sizi (yalancı olanları) âlemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
99- ‘Bizi suçlu-günahkârlardan
başka saptıran olmadı’.
100- ‘Artık bizim için ne bir şefaatçi var’,
101- ‘Ne de candan-yakın bir dost’.
102- ‘Bizim bir kere daha (dünyâya dönüşümüz mümkün) olsaydı da îman
edenlerden olabilseydik’.
103- Gerçekten, bunda bir âyet vardır, ama onların çoğu îman etmiş
değildirler.
136- Dediler ki: ‘Bizim için farketmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden
olmasan da’.
137- ‘Bu, geçmiştekilerin ‘geleneksel tutumundan başkası değildir’.
138- ‘Biz azab görecek değiliz’.
139- Böylelikle onu yalanladılar, biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten,
bunda bir âyet vardır, ama onların çoğu îman etmiş değildirler.
201- O pek acı azâbı görünceye kadar ona inanmazlar.
202- Artık o (azab), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir.
203- Derler ki: ‘bize bir süre tanınır mı?’.
221- Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?.
222- ‘Gerçeği ters yüz eden’, günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
223- Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.
53- Neml
4- Âhirete inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yaptıklarını
süslemişiz, böylece onlar, ‘körlük içinde şaşkınca dolaşırlar’.
5- İşte onlar; en kötü azab onlarındır ve Âhirette de en büyük kayba
uğrayanlardır.
24- ‘Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da Güneş’e secde etmektelerken buldum,
şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan
alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidâyet bulmuyorlar’.
25- ‘Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin
gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah’a secde etmesinler diye
(yapmaktadırlar)’.
43- Allah’tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (müslüman olmaktan)
alıkoymuştu. Gerçekte o, inkâr eden bir kavimdendi.
71- Derler ki: ‘Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu va’dolunan (azab) ne zaman?’.
72- De ki: ‘Belki de acele etmekte olduğunuzun (azâbın) bir kısmı size
yetişmiştir bile’.
54- Kamer
8- Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler
ki: ‘Bu, zorlu bir gün’.
55- Sâd
2- Hayır; o inkâr edenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.
16- (Alaylı-alaylı) Dediler ki: ‘Rabbimiz, hesap gününden önce (azabdan
bize vadettiğin) payımızı çabuklaştırıver’.
59- (Müşrik olan hâkim güçlere:) ‘İşte bu(nlar) da sizinle birlikte (küfür
ve zulümde) göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile) yok. Çünkü onlar ateşe
gireceklerdir’. (denilir).
56- A’raf
37- Öyleyse, Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veyâ âyetlerini
yalanlayandan daha zâlim kimdir?. Kitap’tan kendilerine bir pay erişecek
olanlar bunlardır. Nihâyet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere
kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: ‘Allah’tan başka taptıklarınız
nerede?’. ‘Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular’
diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi
aleyhlerinde şehâdet ettiler.
44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: ‘Bize Rabbimizin vâdettiğini
gerçek buldunuz mu?’. Onlar da: ‘Evet’ derler. Bundan sonra içlerinden seslenen
biri (şöyle) seslenecektir: ‘Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun’.
45- ‘Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve âhireti
tanımayanlardır’.
50- Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan yada Allah’ın
size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkâr
edenlere haram (yasak) kılmıştır”.
51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünyâ-hayâtı
onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim âyetlerimizi
‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, biz de bugün onları unutacağız.
147- Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa
çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezâlandırılacaklardı?.
148- (Tûr’a gitmesinin) ardından Mûsâ’nın kavmi süs eşyâlarından böğürmesi
olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle
konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidâyete erdirmediğini) görmediler mi?. Onu (tanrı)
edindiler de, zulmedenler oldular.
175- Onlara kendisine âyetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O,
bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan
onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.
176- Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veyâ
yere saplandı), hevâsına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp
soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir.
İşte âyetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi
onlara aktar. Ki düşünsünler.
177- Âyetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin
örneği ne kötüdür.
189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini vâr etti.
Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da
bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi
Rableri olan Allah’a duâ ettiler: ‘Eğer bize sâlih (bir çocuk) verirsen,
andolsun şükredenlerden olacağız’.
190- Ama O, onlara (Âdem’in çocukları erkek ve kadınlara) sâlih (bir çocuk)
verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar.
Allah, onların şirk koştuklarından yücedir.
191- Kendileri yaratılıp dururken, hiç-bir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak
koşuyorlar?.
192- Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç
yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye.
193- Onları hidâyete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da,
suskun durursanız da size karşı (tutumları) birdir.
194- Allah’tan başka taptıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen
onları çağırın da size icâbet etsinler.
195- Onların yürüyecek ayakları var mı?. Yada tutacakları elleri mi var?. Veyâ
görecek gözleri mi var?. Yoksa işitecek kulakları mı var?. De ki: ‘Ortak
koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da, bana göz bile
açtırmayın’.
197- O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler,
kendilerine de.
198- Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar
(gibi) görürsün, oysa görmezler bile.
57- Secde
10- Dediler ki: ‘Biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra,
gerçekten biz mi yeniden yaratılmış olacağız?’. Hayır, onlar Rablerine
kavuşmayı inkâr edenlerdir.
12- Suçlu-günahkârları, Rableri
huzurunda başları öne eğilmiş olarak: ‘Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi
(bir kere daha Dünyâ’ya) geri çevir, sâlih bir amelde bulunalım, artık biz
gerçekten kesin bilgiyle inananlarız’ (diye yalvaracakları zamânı) bir görsen.
58- Ra’d
33- Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olana mı (baş
kaldırılır?.) Onlar Allah’a ortaklar koştular. De ki: ‘Bunları adlandırın
(bakalım). Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O’na haber mi veriyorsunuz?.
Yoksa sözün zâhirine (veyâ boş ve süslü olanına)mi (kanıyorsunuz)?. Hayır,
inkâr edenlere kendi hîleli-düzenleri
süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar
(doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç-bir
yol gösterici yoktur.
60- Mülk
8- Öfkesinin-şiddetinden
neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri
onlara sorar: ‘Size bir uyarıcı gelmedi mi?’.
9- Onlar: ‘Evet’ derler. ‘Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz
yalanladık ve: “Allah hiç-bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık
içindesiniz, dedik’.
10- Ve: ‘Eğer dinlemiş olsaydık yada akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan
ateşin halkı arasında olmayacaktık’ derler.
11- Böylece kendi günahlarını îtirâf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına
(Allah’ın rahmetinden) uzaklık olsun.
62- Kehf
49- (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: ‘Eyvahlar bize, bu
kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her-şeyi sayıp-döküyor?’. Yapıp-ettiklerini
(önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
52- (Kâfirlere) ‘Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın’ diyeceği gün;
işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz
onların aralarında bir uçurum koyduk.
53- Suçlu-günahkârlar ateşi
görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak
ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır.
57- Kendisine Rabbinin âyetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren
ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zâlim kimdir?. Biz
gerçekten, kâlpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde
(gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidâyete çağırsan bile,
onlar sonsuza kadar aslâ hidâyet bulamazlar.
103- De ki: ‘Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları
size haber vereyim mi?’.
104- ‘Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini
gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar’.
105- İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir.
Artık onların yapıp-ettikleri boşa
çıkmıştır, kıyâmet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.
106- İşte, inkâr etmeleri, âyetlerimi ve elçilerimi alay konusu
edinmelerinden dolayı onların cezâsı cehennemdir.
64- Nûh
23- ‘Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne
Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i’.
24- ‘Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zâlimlere sapıklıktan başkasını arttırma’.
65- İbrâhim
3- Onlar, dünyâ-hayâtını âhirete tercih ederler. Allah’ın yolundan
alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veyâ onda çarpıklık ararlar). İşte
onlar, uzak bir sapıklık içindedirler.
9- Sizden öncekilerin, Nûh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra
gelenlerin haberi size gelmedi mi?. Ki onları, Allah’tan başkası bilmez.
Elçileri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp
(öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: ‘Tartışmasız, biz sizin kendisiyle
gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de
gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz’.
18- Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı
bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç-bir
şeye güç yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur.
21- Onların tümü-toplanıp
(kıyâmette) Allah’ın huzûruna çıktılar da zayıflar (müstaz’aflar) büyüklük
taslâyanlara (müstekbirlere) dedi ki: ‘Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz,
bizden Allah’ın azâbından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?’. Dediler
ki: ‘Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu
gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak bir
yer yoktur’.
30- O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koştular. De ki:
‘Yararlanın. Çünkü elbette sizin varışınız ateşedir’.
43- Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kâlbleri (sanki) bomboştur.
44- Azâbın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle
diyecekler: ‘Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim
ve elçilere uyalım’. Oysa daha önce, kendiniz için hiç zevâl yoktur diye and
içenler, sizler değil miydiniz?.
66- Sâffât
12- Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkârına) şaşırdın kaldın;
onlar ise alay edip duruyorlar.
13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.
14- Bir âyet (mûcize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar.
15- ‘Bu, açıkca bir büyüden başkası değildir’ dediler.
16- ‘Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi
diriltilecekmişiz?’.
17- ‘Veyâ önceki atalarımız da mı?’.
18- De ki: ‘Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak
(diriltileceksiniz).”
151- Dikkat edin; gerçekten onlar, uydurdukları yalandan dolayı derler ki:
152- “Allah doğurdu”. Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söylüyorlar.
67- Kasas
62- O gün (Allah) onlara seslenerek: ‘Bana ortak olarak öne sürdükleriniz
nerede?’. der.
63- Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: ‘Rabbimiz, işte bizim
azdırıp-saptırdıklarımız bunlar;
kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana
(gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. Onlar bize tapıyor da değillerdi.
64- Denir ki: ‘Ortaklarınızı çağırın’. Böylelikle çağırırlar, ama
kendilerine cevap vermezler ve azâbı görürler. Hidâyet bulmuş olsalardı ne
olurdu.
68- İsrâ
22- Allah ile berâber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına
(yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun.
39- Bunlar, Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile
berâber başka ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme
bırakılırsın.
48- Sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak, artık onların bir
yola güçleri yetmemektedir.
49- Dediler ki: ‘Biz kemikler hâline geldikten, toprak olup ufalandıktan
sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’.
50- De ki: ‘İster taş olun, ister demir’.
51- ‘Yada göğüslerinizde büyümekte olan (veyâ büyüttüğünüz) bir yaratık
(olun)’. Bizi kim (hayata) geri çevirebilir’ diyecekler. De ki: ‘Sizi ilk defâ
yaratan’. Bu durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve diyecekler ki:
‘Ne zamanmış o?’. De ki: ‘Umulur ki pek yakında’.
89- Andolsun, bu Kur’ân’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda
bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.
90- Dediler ki: ‘Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle
inanmayız’.
91- ‘Yada sana âit hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından
şarıl-şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın’.
92- ‘Veyâ öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça-parça düşürmeli yada Allah’ı
ve melekleri karşımıza (şâhid olarak) getirmelisin’.
93- ‘Yahut altından bir evin olmalı veyâ gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize
bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de
inanmayız’. De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası
mıyım?’.
94- Kendilerine hidâyet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey,
onların: ‘Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?’. demelerinden başkası değildir.
98- Bu, şüphesiz, onların âyetlerimizi inkâr etmelerine ve: ‘Biz kemikler
hâline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir
yaratılışla diriltileceğiz?’. demelerine karşılık cezâlarıdır.
69-Yûnus
7- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünyâ-hayâtına râzı olanlar ve bununla
tatmin olanlar ve bizim âyetlerimizden habersiz olanlar;
8- İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.
22- Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz
zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla
sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar
onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını
sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak
Allah’a duâ etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan,
muhakkak sana şükredenlerden olacağız’.
23- Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa
koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu)
dünyâ-hayâtının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir, biz de yaptıklarınızı
size haber vereceğiz.
27- Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi
misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah’tan (kurtaracak)
hiç-bir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına
bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
28- O gün, onların tümünü bir-arada toplayacağız, sonra şirk katanlara:
‘Yerinizden ayrılmayınız; siz de, şirk koştuklarınız da’ diyeceğiz. Artık
onların arasını açmışızdır. Şirk koştukları derler ki: ‘Siz bize ibâdet ediyor
değildiniz’.
33- Böylece Rabbinin sözü o fâsık kimseler üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir
ki: ‘Onlar şüphesiz îman etmezler’.
36- Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan
hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını
bilendir.
39- Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu
gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı.
Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak.
45- Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları
bir-arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a
kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrâna uğramışlardır. Onlar hidâyete ermiş
(kimseler) değildi.
66- Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü
Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve
güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak
‘zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler’.
68- ‘Allah çocuk edindi’ dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiç-bir şeye
ihtiyâcı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Kendinizde buna
ilişkin bir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi
söylüyorsunuz?.
69- De ki: ‘Allah hakkında yalan uydurup iftirâ edenler, kurtuluşa
ermezler’.
70- (Onlar için) Dünyâ’da geçici bir meta (vardır). Sonra dönüşleri
bizedir; sonra da inkâra sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azâbı taddıracağız.
96- Gerçek şu ki, Rabbinin kelimesi üzerlerinde hak olanlar, onlar
inanmazlar.
97- Onlara her âyet getirilse bile.. Acı azâbı görünceye kadar.
70- Hûd
5- Haberiniz olsun; gerçekten onlar, ondan gizlenmek için göğüslerini
büker (Hak’tan kaçınıp yan çizer)ler. (Yine) Haberiniz olsun; onlar, örtülerine
büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir.
Çünkü O, sînelerin özünde saklı duranı bilendir.
8- Andolsun, onlardan azâbı sayılı bir topluluğa (veyâ belirli bir süreye)
kadar ertelesek, mutlakâ: ‘Onu alıkoyan nedir?’. derler. Haberiniz olsun; bunun
geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey
de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.
19- Bunlar Allah’ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır.
Onlar, âhireti tanımayanlardır.
21- İşte bunlar, kendilerini hüsrâna uğratanlardır ve yalan olarak
uydurdukları (düzme tanrılar da) onlardan uzaklaşıp-kaybolmuşlardır.
22- Hiç şüphesiz bunlar, âhirette en çok hüsrâna uğrayanlardır.
53- ‘Ey Hûd’ dediler. ‘Sen bize apaçık bir belge (mûcize) ile gelmiş
değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana îman edecek de
değiliz’.
54- ‘Biz: ‘Bâzı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır’ (demekten) başka bir
şey söylemeyiz’. Dedi ki: ‘Allah’ı şâhid tutarım, siz de şâhid olun ki,
gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım’.
62- Dediler ki: ‘Ey Sâlih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler
ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi
engelleyecek misin?. Doğrusu biz, senin bizi dâvet ettiğin şeyden kuşku verici
bir tereddüt içindeyiz’.
91- ‘Ey Şuayb’ dediler. ‘Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp
anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa
tutar-öldürürdük. Sen bize karşı
güçlü ve üstün değilsin’.
71- Yûsuf
9- ‘Öldürün Yûsuf’u veyâ onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan
sonra da sâlih bir topluluk olursunuz’.
106- Onların çoğu Allah’a îman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar.
107- Şimdi onlar, kendilerine Allah’ın azâbından kapsamlı bir bürümenin
gelmesinden veyâ onların hiç haberleri yokken kıyâmetin onlara apansız
gelmesinden kendilerini güvende mi buldular?.
72- Hicr
13- Onlar ona (indirilen kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti
geçmiştir.
14- Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler
de,
15- Mutlakâ: ‘Gözlerimiz döndürüldü, belki büyülenmiş bir topluluğuz’
diyeceklerdir.
94- Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.
73- En-âm
7- Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle
dokunsalar bile inkâr edenler, tartışmasız: ‘Bu apaçık bir büyüden başkası
değildir’ derler.
8- Ve derler ki: ‘Ona bir
melek indirilmeli değil miydi?’. Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş
bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı.
19- De ki: ‘Şâhidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?’. De ki: ‘Allah
benimle aranızda şâhiddir. Sizi -ve
kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam
için bana şu Kur’ân vahyedildi. Gerçekten Allah’la berâber başka ilahların da
bulunduğuna siz mi şâhidlik ediyorsunuz?’. De ki: ‘Ben şehâdet etmem’. De ki:
O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta
olduklarınızdan uzağım.
25- Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına
(bir engel olarak) kâlpleri üzerine kat-kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık
kıldık. Onlar, hangi ‘apaçık-belgeyi’
görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde,
seninle tartışmaya girerek: ‘Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir
şey değildir’ derler.
26- Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca
kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler.
27- Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: ‘Keşke
(Dünyâ’ya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık
ve mü’minlerden olsaydık’.
28- Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şâyet (Dünyâ’ya)
geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine
döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten yalancıdırlar.
29- Onlar dediler ki: ‘Bu dünyâ-hayâtımızdan başkası yoktur. Ve bizler
diriltilecek değiliz’.
30- Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:)
‘Bu, gerçek değil mi?’. dedi. Onlar: ‘Evet, Rabbimiz hakkı için’ dediler.
(Allah:) ‘Öyleyse inkâr ettikleriniz nedeniyle azâbı tadın’ dedi.
64- De ki: ‘Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra
siz yine şirk koşmaktasınız’.
78- Sonra Güneş’i (etrâfa ışıklar saçarak) doğar görünce: ‘İşte bu benim
rabbim, bu en büyük’ demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: ‘Ey
kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım’.
80- Kavmi onunla çekişip-tartışmaya
girdi. Dedi ki: ‘O beni doğru yola erdirmişken, benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz?. Sizin
O’na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah’ın benim hakkımda bir
şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her-şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz?’.
81- ‘Hem siz, Onun haklarında hiç-bir delil indirmediği şeyleri Allah’a
ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?.
Şu-hâlde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha hak
sâhibidir?. Eğer bilebilirseniz’.
107- Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir
gözetleyici kılmadık; sen onlar üzerinde bir vekil değilsin.
109- Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir âyet gelse, kesin olarak ona
inanacaklarına dâir Allah’a yemin ettiler. De ki: ‘Âyetler, ancak Allah
katındadır; onlara (mûcizeler) gelse de kesinlikle inanmayacaklarının şuurunda
değil misiniz?.
124- Onlara ne zaman bir âyet gelse, derler ki: ‘Allah’ın elçilerine
verilenin bir benzeri bize de verilene kadar kesin olarak inanmayacağız’.
Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir. Bu, suçlu-günahkârlara, kurdukları hîleli-düzenleri nedeniyle şiddetli bir azab
ve Allah katında bir küçüklük isâbet edecektir.
125- Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar; kimi
saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı
kılar. Allah, îman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
136- O’nun üretip-türettiği ekin
ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: ‘Bu
Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır’ dediler. Kendi ortakları için olan (pay),
Allah tarafına geçmez, ama Allah’a âid olan kendi ortaklarının tarafına
(payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar?.
137- Yine bunun gibi onların ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını
öldürmeyi süslü gösterdiler. Hem onları helâke düşürmek, hem kendi aleyhlerinde
dinlerini karmakarışık kılmak için. Allah dileseydi bunu yapmazlardı; sen
onları ve düzmekte oldukları iftirâları bırak.
138- Ve kendi zanlarınca dediler ki: ‘Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır.
Onları bizim dilediklerimiz dışında başkası yiyemez. (Şu) Hayvanların da
sırtları haram kılınmıştır’. Öyle hayvanlar vardır ki, -O’na iftirâ etmek suretiyle-
üzerlerinde Allah’ın ismini anmazlar. Yalan yere iftirâ düzmekte olduklarından
dolayı O, cezâlarını verecektir.
139- Bir de dediler ki: ‘Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim
erkeklerimize âittir, eşlerimize ise haramdır. Eğer o, ölü doğarsa onlar da
bunda ortaktırlar’. Allah, (bu) düzmelerinin cezâsını verecektir. Şüphesiz O,
hüküm sâhibi olandır, bilendir.
140- Çocuklarını hiç-bir bilgiye dayanmaksızın akılsızca öldürenler ile
Allah’a karşı yalan yere iftirâ düzüp Allah’ın kendilerine rızık olarak
verdiklerini haram kılanlar elbette hüsrâna uğramışlardır. Onlar, gerçekten
şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır.
148- Şirk koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne
atalarımız ve hiç-bir şeyi de haram kılmazdık’. Onlardan öncekiler de, bizim
zorlu-azâbımızı tadıncaya kadar
böyle yalanladılar. De ki: ‘Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi
var?. Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak ‘zan ve tahminle yalan
söylersiniz’.
74- Nahl
24- Onlara ‘Rabbiniz ne indirdi?’. dendiğinde, ‘Eskilerin masalları’
dediler.
25- Kıyâmet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce
saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük
yükleniyorlar.
35- Şirk koşmakta olanlar dediler ki: ‘Eğer Allah dileseydi, O’nun dışında
hiç-bir şeye kulluk etmezdik, biz de, atalarımız da; ve O’nsuz hiç-bir şeyi
haram kılmazdık’. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu-hâlde elçilere düşen
apaçık bir tebliğden başkası mı?.
54- Sonra sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup (hemen) Rablerine
şirk koşar;
73- Allah’ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiç-bir rızka,
hiç-bir şeye mâlik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar?.
74- Artık Allah’a benzerler aramaya kalkışmayın; çünkü Allah bilir, siz ise
bilmezsiniz.
86- O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: ‘Rabbimiz, seni
bırakıp bizim taptığımız ortaklarımız bunlardır’ diyecekler. (Onlar da bunlara:)
‘Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz’ diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar.
87- O gün (artık) Allah’a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı
ilahlar) da onlardan çekilip-uzaklaşmıştır.
107- Bu, onların dünyâ-hayâtını âhirete göre daha sevimli bulmalarından ve
şüphesiz Allah’ın da inkâr eden bir topluluğu hidâyete erdirmemesi
nedeniyledir.
108- Onlar, Allah’ın, kâlplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği
kimselerdir. Gâfil olanlar onların ta kendileridir.
109- Şüphesiz, onlar âhirette ziyâna uğrayanlardır.
120- Gerçek şu ki, İbrâhim (tek-başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden
yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.
75- Lokmân
6- İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak
ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın
alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.
7- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki işitmiyormuş
ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslâyarak sırtını çevirir. Artık
sen ona acı bir azap ile müjde ver.
13- Hani Lukman oğluna -öğüt
vererek- demişti ki; ‘Ey oğlum,
Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür’.
21- Onlara; ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde, derler ki; ‘Hayır,
biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’. Şâyet şeytan, onları çılgınca
yanan ateşin azâbına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?.
31- İnkâr edenler dedi ki: ‘Biz kesin olarak, ne bu Kur’ân’a inanırız, ne
ondan önceki (indirile)ne’. Sen o zulmedenleri, Rableri huzûrunda tutuklanmış
olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler). Za’fa uğratılan
(müstaz’af)lar, büyüklük taslâyanlara derler ki: ‘Eğer sizler olmasaydınız,
gerçekten bizler mü’min (kimse)ler olurduk’.
32- Büyüklük taslâyanlar, za’fa uğratılan (müstaz’af)lara dediler ki: ‘Size
hidâyet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk?. Hayır, siz (zaten) suçlu-günahkârlardınız’.
33- Za’fa uğratılanlar da büyüklük taslâyanlara: ‘Hayır, siz gece ve gündüz
hîleli düzenler (kurup) bizim Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı
bize emrediyordunuz’ dediler. Azâbı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar;
biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından
başkasıyla mı cezâlandırılacaklardı?.
34- Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlakâ oranın ‘refah içinde
şımaran önde gelenleri’: ‘Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi
tanımıyoruz’ demişlerdir.
35- Ve: “Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve bir azâba
uğratılacak da değiliz” de demişlerdir.
76- Sebe’
43- Onlara, apaçık âyetlerimiz okunduğunda: ‘Bu, sizi babalarınızın
taptıkların(ilahlar)dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir’
dediler. Ve dediler ki: ‘Bu uydurulmuş bir yalan (iftirâ)dan başka bir şey de
değildir’. İnkâr edenler de, kendilerine geldiği zaman hak için: ‘Bu, apaçık
bir büyüden başka bir şey değildir’ dediler.
51- Sen onları korkuya kapıldıklarında bir görsen. Artık hiç-bir kaçış
yoktur; yakın bir yerden yakalanmışlardır.
52- ‘Biz O’na îman ettik’ derler; ancak onlara uzak bir yerden (âhiretten
îmana) el uzatmak nerede?.
53- Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp
tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı).
54- (Şimdi) Kendileriyle istek duydukları şeyler arasında perde
çekilmiştir; daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar, kuşku verici
bir tereddüt içinde idiler.
77- Zümer
64- De ki: ‘Ey câhiller, bana Allah’ın dışında bir başkasına mı kulluk
etmemi emrediyorsunuz?’.
65- Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak
olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrâna uğrayanlardan
olacaksın.
66- ‘Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol’.
71- İnkâr edenler, cehenneme bölük-bölük sevkedildiler. Sonunda oraya
geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki:
‘Size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi
uyaran elçiler gelmedi mi?’. Onlar: ‘Evet’ dediler. Ancak azab kelimesi
kâfirlerin üzerine hak oldu.
72- Dediler ki: ‘İçinde ebedî kalıcılar olarak cehennemin kapılarından
(içeri) girin. Kibirlenenlerin konaklama yeri ne kötüdür’.
78- Mü’min (Ğâfir)
6- Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: ‘Gerçekten onlar ateşin halkıdır’
sözü böylece hak oldu.
11- Dediler ki: ‘Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin; biz
de günahlarımızı itîrâf ettik. Şimdi çıkış için bir yol var mı?’.
12- ‘Sizin (durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah’a çağırıldığınız
zaman inkâr ettiniz. O’na ortak koşulduğunda inanıp-onayladınız. Artık hüküm, yüce, büyük olan Allah’ındır’.
41- ‘Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe
çağırıyorsunuz’.
42- ‘Siz beni Allah’a (karşı) inkâr etmeye ve hakkında bilgim olmayan
şeyleri O’na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan,
bağışlayan (Allah’)a çağırıyorum.
47- Ateşin içinde, iddiâlar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf
olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: ‘Gerçekten biz, size uymuş
(teb’anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden
uzaklaştırabilir misiniz?.
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: ‘Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz;
gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)’.
62- İşte bu, Rabbiniz Allah’tır; her-şeyin yaratıcısıdır; O’ndan başka ilah
yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?.
63- İşte, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler böyle çevriliyorlar.
69- Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele edenleri görmüyor musun; nasıl da
döndürülüyorlar?.
70- Ki onlar, Kitabı ve elçilerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar.
Artık yakında bileceklerdir.
71- Boyunlarında demir-halkalar
ve (ayaklarında) zincirler olduğu hâlde sürüklenecekler;
72- Kaynar suyun içinde; sonra ateşte tutuşturulacaklar.
73- Sonra onlara denilecek: ‘Şirk koştuklarınız nerede?’.
74- ‘Allah’ın dışında (taptıklarınız)’. Dediler ki: ‘Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri
(meğer) hiç-bir şeye tapar değilmişiz’. İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtıp-saptırır.
81- Size kendi âyetlerini gösteriyor; artık Allah’ın âyetlerinden hangisini
inkâr ediyorsunuz?.
82- Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl
bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu
ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazandıkları
şeyler, (azâba karşı) onlara hiç-bir şey sağlayamadı.
83- Resûlleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, yanlarındaki
bilgi dolayısıyla sevinip-böbürlendiler
de, kendisini alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşatıverdi
84- Dayanılmaz-azâbımızı
gördükleri zaman, dediler ki: ‘Bir olan Allah’a îman ettik ve O’na şirk
koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik’.
85- Ama Bizim dayanılmaz-azâbımızı
gördükleri zaman, îmanları kendilerine hiç-bir yarar sağlamadı. (Bu,) Allah’ın
kulları arasında sürüp-giden
sünnetidir. İşte kâfirler burada hüsrâna uğramışlardır.
79- Enbiyâ
11- Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir
başka kavmi meydana getirdik.
12- Bizim zorlu-azâbımızı
hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.
13- ‘Uzaklaşıp-kaçmayın, içinde
şımarıp azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün; çünkü sorguya çekileceksiniz’.
52- Hani babasına ve kavmine demişti ki: ‘Sizin, önlerinde bel büküp
eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?.
53- ‘Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk’ dediler.
54- Dedi ki: ‘Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz’.
97- Gerçek olan vâd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkâr edenlerin gözleri
yuvalarından fırlayacak: ‘Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik,
hayır, bizler zâlim kimselerdik’ (diyecekler).
80- Mü’minûn
33- Kendi kavminden, inkâr edip âhirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine,
dünyâ-hayâtında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: ‘Bu, sizin benzeriniz
olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve
içtiklerinizden içmektedir’.
34- ‘Eğer benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun,
gerçekten hüsrâna uğrayanlar olursunuz’.
35- ‘O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman, sizin mutlakâ
(yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?’.
36- ‘Heyhat, size vâdedilen şeye heyhat..’.
37- ‘O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünyâ-hayâtımızdan
ibârettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz’.
38- ‘O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah’a karşı yalan
uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz’.
73- Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırıyorsun.
74- Ancak âhirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapanlardır.
75- Eğer onlara merhâmet eder ve onlara dokunan zarârı giderirsek (de),
taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarını sürdürecekler.
76- Andolsun, onları azabla (da) yakaladık, fakat yine de Rablerine boyun
eğmediler ve yakarıp-yalvarmadılar.
77- Sonunda, üzerlerine azâbı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar
bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler.
81- Hayır; onlar, geçmiştekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
82- Dediler ki: ‘Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz
mi diriltilecek mişiz?’.
83- ‘Andolsun, bu tehdit,
bize ve bizden önceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma
masallarından başka bir şey değildir’.
99- Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: ‘Rabbim, beni geri
çevirin’.
100- ‘Ki, geride bıraktığım (Dünyâ)da sâlih amellerde bulunayım’. Aslâ,
gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların
önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.
101- Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veyâ
soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veyâ birbirlerine
durumlarını) soruşturmazlar da.
81- Fussilet
4- Bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak. Ama çoğu yüz çevirdiler. Artık
onlar dinlemezler.
5- Dediler ki: ‘Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kâlblerimiz bir örtü
içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır.
Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz’.
6- De ki: ‘Ben ancak benzeriniz olan bir beşerim. Bana yalnızca, sizin
ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunur. Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan
mağfiret dileyin. Vay hâline o müşriklerin’.
7- Ki onlar, zekatı vermeyenler ve âhireti inkâr edenlerdir.
20- Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri
kendi aleyhlerine şâhitlik edecektir.
21- Kendi derilerine dediler ki: ‘Niye aleyhimizde şâhitlik ettiniz?’.
Dediler ki: ‘Her-şeye nutku verip-konuşturan
Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defâ O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz’.
22- ‘Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şâhitlik
eder diye sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın bir-çoğunu Allah’ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz’.
23- ‘İşte bu sizin zannınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz-zannınız, sizi bir yıkıma uğrattı,
böylelikle hüsrâna uğrayan kimseler olarak sabahladınız’.
25- Biz onlara bir-takım yakın-kimseleri
‘kabuk gibi üzerlerine kaplattık’, onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları
kendilerine süslü gösterdiler. Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce
gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte
tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrâna uğrayan
kimselerdi.
26- İnkâr edenler dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin ve onda (okunurken)
yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz’.
25- Biz onlara bir-takım yakın-kimseleri
‘kabuk gibi üzerlerine kaplattık’, onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları
kendilerine süslü gösterdiler. Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce
gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte
tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrâna uğrayan
kimselerdi.
26- İnkâr edenler dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin ve onda (okunurken)
yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz’.
27- Artık gerçekten o inkâr edenlere şiddetli bir azap taddıracağız ve
yaptıklarının en kötüsüyle cezâlandıracağız.
28- Bu, Allah’ın düşmanlarının cezâsı olan ateştir. Bizim âyetlerimizi
inkâr etmeleri dolayısıyla bir cezâ olarak, orada onlar için ebedîlik yurdu
vardır.
29- İnkâr edenler dediler ki: ‘Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi
saptırmış olanları bize göster, ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda
bulunanlardan olsunlar’.
48- Önceden kendilerine taptıkları (bugün) onlardan kaybolup gitti ve onlar
kaçacak hiç-bir yerleri olmadığını anlamışlardır.
82- Şûrâ
13- O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye dinden
Nûh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya
vasiyet ettiğimizi sizin için de teşrî’ etti (bir şeriat kıldı). Senin
kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer
ve içten kendisine yöneleni hidâyete erdirir.
22- (O gün) Zâlimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün;
o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. Îman edip sâlih amellerde bulunanlar
ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır.
İşte büyük fazl (nîmet ve üstünlük) budur.
44- Allah, kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun hiç-bir velîsi yoktur.
Azâbı gördükleri zaman, o zâlimleri bir görsen; ‘Geri dönmeye bir yol var mı?’.
derler.
45- Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir hâlde, ona
(ateşe) sunulurlarken göz-ucuyla sezdirmeden bakarlar. Îman edenler de:
‘Gerçekten hüsrâna uğrayanlar, kıyâmet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akrabâ
(veyâ yandaş)larını da hüsrâna uğratmışlardır’ dediler. Haberiniz olsun;
gerçekten zâlimler, kalıcı bir azab içindedirler.
46- Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri yoktur.
Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiç-bir (çıkış) yolu yoktur.
83- Zuhrûf
7- Onlara bir peygamber gelmeyiversin, mutlakâ onunla alay ederlerdi.
8- Biz de, kuvvet bakımından onlardan daha üstün olanları yıkıma uğrattık.
Öncekilerin örneği geçti.
15- (Buna rağmen) Kendi kullarından O’na bir parça kılıp-yakıştırdılar. Doğrusu insan, açıkça
bir nankördür.
22- Hayır; dediler ki: ‘Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve
doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidâyete) yönelmiş
(kimse)leriz’.
23- İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş
olmayalım, mutlakâ onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle)
demişlerdir: ‘Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve
doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz’.
24- (O peygamberlerden her biri de şöyle) demiştir: ‘Ben size atalarınızı
üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı?’. Onlar da
demişlerdi ki: ‘Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye (karşı) kâfir
olanlarız’.
30- Ancak kendilerine hak gelince, dediler ki: ‘Bu bir büyüdür, doğrusu biz
ona (karşı) kâfir olanlarız’.
31- Ve dediler ki: ‘Bu Kur’ân, iki şehirden birinin büyük bir adamına
indirilmeli değil miydi?’.
51- Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: ‘Ey kavmim, Mısır’ın mülkü
ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi?. Yine de görmeyecek
misiniz?’.
52- ‘Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir
zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir’.
53- ‘Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı yada yakınında
yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi?’.
54- Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler.
Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi.
87- Andolsun, onlara: ‘Kendilerini kim yarattı?’. diye soracak olsan,
elbette: ‘Allah’ diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?.
88- Onun: ‘Ya Rab’ demesi hakkı için şüphesiz onlar îmana gelmez bir
kavimdirler.
89- Şimdi sen, ‘aldırış etmeksizin onlardan yüz çevir’ ve: ‘Selam’ de.
Artık onlar bileceklerdir.
84- Duhân
28- İşte böyle; Biz bunları başka bir kavime mîras olarak verdik.
29- Onlar için ne gök, ne yer ağladı ve onlar (ın azâbı) ertelenmedi.
85- Câsiye
23- Şimdi sen, kendi hevâsını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere
kendisini saptırdığı, kulağı ve kâlbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde
çektiği kimseyi gördün mü?. Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verecektir?.
Yine de öğüt alıp-düşünmüyor
musunuz?.
24- Dediler ki: ‘(Bütün olup biten,) Bu dünyâ-hayâtımızdan başkası
değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi ‘kesintisi olmayan zaman’ (dehrin
akışın)dan başkası yıkıma (helâke) uğratmıyor’. Oysa onların bununla ilgili
hiç-bir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.
31- İnkâr edenlere gelince; ‘Size âyetlerim okunduğunda büyüklük taslâyan
(müstekbir olan)lar ve suçlu-günahkâr
bir kavim olanlar sizler değil miydîniz?’.
32- ‘Gerçekten Allah’ın vâdi haktır, kıyâmet-saatinde hiç-bir kuşku yoktur’ denildiği zaman, siz: ‘Kıyâmet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz
yalnızca bir zan (ve tahmin)da bulunup zannediyoruz; biz, kesin bir bilgiyle
inanmakta olanlar değiliz’ demiştiniz.
33- Onların yaptıkları şeylerin kötülüğü kendileri için açığa çıktı ve alay
konusu edindikleri onları sarıp-kuşattı.
34- Denildi ki: ‘Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi
bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç-bir yardımcı
yoktur’.
35- ‘Bunun sebebi şudur: Siz Allah’ın âyetlerini alay konusu edindîniz;
dünyâ-hayâtı sizi aldattı’. Böylece ne oradan (ateşten) çıkarılırlar, ne
(Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabûl edilir.
86- Ahkâf
3- Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş
bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık. İnkâr edenler, uyarıldıkları şeyden
yüz çeviren(kimseler)dir.
4- De ki: ‘Gördünüz mü haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, yerden
neyi yaratmışlar, bana gösterin?. Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var?.
Eğer doğru söylüyor iseniz, bundan önce bir kitap yada bir ilim kalıntısı (veyâ
bir eser) varsa, bana getirin’.
7- Onlara açık belgeler olarak âyetlerimiz okunduğu zaman, o inkâr edenler
kendilerine gelmiş olan hak için dediler ki: ‘Bu, apaçık bir büyüdür’.
11- İnkâr edenler, îman edenler için dediler ki: ‘Eğer O (Kur’ân veyâ îman)
hayırlı bir şey olsaydı, ona bizden önce koşup-yetişemezlerdi’. Oysa onunla hidâyete ermediklerinden: ‘Bu, eski
bir yalandır’ diyecekler.
17- O kimse ki, anne ve babasına: ‘Öf size, benden önce nice nesiller gelip
geçmişken, beni (diriltilip) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?’ dedi. O
ikisi (anne ve babası) ise Allah’a yakararak: ‘Yazıklar sana, îman et, şüphesiz
Allah’ın vâdi haktır’ (derler; fakat) O: ‘Bu, geçmişlerin masallarından başkası
değildir’ der.
18- İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü
üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır.
20- İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) ‘Siz
dünyâ-hayâtınızda bütün ‘güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız
yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün
alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız’.
34- İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) ‘Bu gerçek
değil miymiş?’. Onlar: ‘Rabbimize andolsun, evet (öyledir)’ derler. (Allah da:)
‘Öyleyse inkâr ettiklerinizden dolayı azâbı tadın’ dedi.
87- Zâriyât
12- ‘Hesap ve cezâ (din) günü ne zaman?’. diye sorarlar.
13- O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler:
14- ‘Tadın fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir’.
52- İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlakâ:
‘Büyücü ve cinlenmiş’ demişlerdir.
53- Onlar bunu (târih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler?. Hayır;
onlar, ‘azgın ve taşkın (tağiy)’ bir kavimdirler.
88- Rûm
32- (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de
parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç
duymaktadır.
33- İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ‘gönülden katıksız bağlılar’
olarak, Rablerine duâ ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet taddırınca
hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.
40- Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte,
daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini
yapacak var mı?. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.
42- De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir
sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi’.
89- Ankebût
61- Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emre
âmâde kıldı?’. diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. Şu-hâlde
nasıl oluyor da çevriliyorlar?.
65- Onlar gemiye bindikleri zaman, dîni yalnızca O’na ‘hâlis kılan gönülden
bağlılar’ olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp
kurtarınca, hemen şirk koşarlar.
66- Kendilerine verdiğimiz (nîmetler)e nankörlük etsinler ve yararlansınlar
diye. Ancak onlar yakında bileceklerdir.
90- Mutaffifîn
11- Ki onlar, din-gününü yalanlıyorlar.
12- Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkâr olandan başkası
yalanlamaz.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘Geçmişlerin masallarıdır’ dedi.
14- Aslâ, hayır; onların kazandıkları, kâlpleri üzerinde pas tutmuştur.
15- Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır.
16- Sonra onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır.
17- Sonra onlara: ‘İşte sizin yalanladığınız (şey) budur’ denir.
MEDÎNE DÖNEMİ
91- Hacc
11- İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir
hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek
olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu,
apaçık bir kayıptır.
12- Allah’tan başka, kendisine ne zararı dokunan, ne yararı olan şeylere
yakarır. İşte bu, en uzak bir sapıklıktır.
13- (Yada) Zarârı, yarârından daha yakın olana tapar; ne kötü yardımcı ve
ne kötü yoldaştır.
55- İnkâr edenler ise, kıyâmet-saati
onlara apansız gelinceye veyâ kesintiye uğramış (akim, verimsiz) bir günün
azâbı onlara yetişinceye kadar ondan (Kur’ân’dan) yana şüphe içinde sür-git kalacaklardır.
71- Onlar, Allah’ı bırakıp da (Allah’ın) kendisine bir delil indirmediği ve
haklarında (hiç-bir) bilgileri olmayan şeylere tapıyorlar. Zulmedenler için
hiç-bir yardımcı yoktur.
72- Onlara karşı apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkâr edenlerin
yüzlerindeki ‘red ve inkârı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı
âyetlerimizi okuyanın üzerine çullanacaklar. De ki: ‘Size, bundan daha kötü
olanını haber vereyim mi?. Ateş... Allah, onu inkâr edenlere vâdetmiş
bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır’.
92- Muhammed
1- Onlar ki inkâr ettiler ve Allah’ın yolundan alıkoydular, (işte Allah da)
onların amellerini giderip-boşa
çıkarmıştır.
8- İnkâr edenler ise, yüzükoyun-düşüş,
onlara olsun; (Allah,) amellerini giderip-boşa
çıkarmıştır.
9- İşte böyle; çünkü onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin (kerih) gördüler,
bundan dolayı, O da, onların amellerini boşa çıkardı.
10- Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl
bir sona uğradıklarını görsünler. Allah, onları yerle bir etti. O kâfirler için
de bunun bir benzeri vardır.
16- Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman, ilim verilenlere
derler ki: ‘O biraz önce ne söyledi?’. İşte onlar; Allah, onların kâlplerini
mühürlemiştir ve onlar kendi hevâ(istek ve tutku)larına uymuşlardır.
93- Teğâbün
5- Bundan önce inkâr edenlerin haberi size gelmedi mi?. İşte onlar,
işlerinin vebâlini taddılar. Onlara acı bir azab vardır.
6- Bu, kendilerine apaçık belgelerle elçiler geldiği hâlde ‘bizi bir beşer
mi hidâyete ulaştıracak?’. demeleri ve bu yüzden inkâr edip saparak yüz
çevirmeleri nedeniyledir. Allah da (onlara karşı) müstağni olduğunu (hiç-bir
şeye ihtiyâcı olmadığını) gösterdi. Allah Ğani’dir, Hamid’dir.
7- İnkâr edenler kesin olarak diriltilmeyeceklerini öne sürdüler. De ki:
‘Hayır, Rabbime andolsun, muhakkak diriltileceksiniz; sonra mutlakâ
yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu da Allah’a göre oldukça kolaydır’.
94- Bakara
6- Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için
farketmez; inanmazlar.
7- Allah, onların kâlplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin
üzerinde perdeler vardır. Büyük azab onlar içindir.
13- Ve (yine) onlara: ‘İnsanların îman ettiği gibi siz de îman edin’
denildiğinde: ‘Düşük akıllıların îman ettiği gibi mi îman edelim?’. derler.
Bilin ki, gerçekten asıl kendileri düşük-akıllılardırlar;
ama bilmezler.
14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘Îman ettik’ derler.
Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle
berâberiz. Biz (onlarla sâdece) alay ediyoruz’.
15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve azgınlıkları içinde şaşkınca
dolaşmalarına (belli bir) süre tanır.
16- İşte bunlar, hidâyet yerine sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alış-verişleri
bir yarar sağlamamış; hidâyeti de bulmamışlardır.
27- Ki (bunlar) Allah’ın ahdîni, onu kesin olarak onayladıktan sonra
bozarlar, Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.
75- Siz (müslümanlar,) onların size inanacaklarını umuyor musunuz?. Oysa
onlardan bir bölümü, Allah’ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl
erdirdikten sonra, bile-bile değiştiriyorlardı.
76- Îman edenlerle karşılaştıklarında ‘Îman ettik’ derler; kendi başlarına
kaldıkları zaman ise, derler ki: ‘Allah’ın size açtık (açıkladık)larını,
Rabbiniz katında aleyhinizde bir delil getirsinler diye mi onlarla
konuşuyorsunuz?. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?’.
93- Hani sizden misâk almış ve Tûr’u üstünüze yükseltmiştik (ve): ‘Size
verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin’ (demiştik). Demişlerdi ki:
‘Dinledik ve isyân ettik’. İnkârları yüzünden buzağı (tutkusu) kâlplerine
sindirilmişti. De ki: ‘İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?’.
165- İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki,
onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. Îman edenlerin ise Allah’a olan
sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azâba uğrayacakları zaman, muhakkak
bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azâbın gerçekten
şiddetli olduğunu bir bilselerdi.
204- İnsanlardan öylesi vardır ki, dünyâ-hayâtına ilişkin sözleri senin
hoşuna gider ve kâlbindekine rağmen Allah’ı şâhid getirir; oysa o azılı bir
düşmandır.
205- O, iş başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise,
bozgunculuğu sevmez.
206- Ona: ‘Allah’tan kork’ denildiğinde, büyüklük gurûru onu günaha
sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.
95- Enfâl
55- Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz inkâr edenlerdir. Onlar
artık inanmazlar.
56- Bunlar, içlerinden antlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her
defâsında ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar.
73- İnkâr edenler birbirlerinin velîleridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize
yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk
(fesat) olur.
97- Nûr
47- Onlar derler ki: ‘Allah’a ve elçisine îman ettik ve itaat ettik’ sonra
bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar îman etmiş değildirler.
48- Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resûlüne çağrıldıkları zaman,
onlardan bir grup yüz çevirir.
49- Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.
50- Bunların kâlplerinde hastalık mı var?. Yoksa kuşkuya mı kapıldılar?.
Yoksa Allah’ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı
korkuyorlar?. Hayır, onlar zâlim kimselerdir.
98- Âl-i İmran
23- Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?. Aralarında
Allah’ın Kitabı hükmetsin diye çağrılıyorlar da, onlardan bir bölümü yüz
çeviriyor. Onlar, işte böyle arka dönenlerdir.
24- Bu, onların: ‘Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak’
demelerindendir. Onların bu iftirâları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya
düşürmüştür.
90- Doğrusu, îmanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını
arttıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabûl edilmez. İşte bunlar,
sapıkların ta kendileridir.
91- Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiç-birisinden, yeryüzü
dolusu altını olsa -bunu fidye olarak
verse de- kesin olarak kabûl
edilmez. Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur.
106- Bâzı yüzlerin ağaracağı, bâzı yüzlerin de kararacağı gün... Yüzleri
kapkara-kesilecek olanlara:
‘Îmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi?. Öyleyse inkâr etmenize karşılık
olarak azâbı tadın” (denilir).
176- Küfürde ‘büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a
hiç-bir şeyle zarar veremezler. Allah, onları âhirette pay sâhibi kılmamayı
ister. Onlar için büyük bir azab vardır.
177- Onlar, îmana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiç-bir
şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.
178- O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için
hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre
vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.
102- Haşr
2- Kitap Ehlinden inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur.
Onların çıkacaklarını siz sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini
Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah(ın azâbı) da, onlara hesâba
katmadıkları bir yönden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi
elleriyle ve mü’minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basîret
sâhipleri ibret alın.
3- Eğer Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine)
Dünyâ’da azablandırırdı. Âhirette ise onlar için ateş azâbı vardır.
4- Bu, onların Allah’a ve O’nun Resûlü’ne ‘başkaldırıp ayrılık
çıkarmaları’ dolayısıyladır. Kim Allah’a başkaldırıp-ayrılık çıkarırsa, muhakkak Allah, cezâsı (ikâbı) pek şiddetli
olandır.
106- Nîsâ
42- O gün, küfre sapıp da elçiye isyân edenler, yerle bir olmayı ‘severek-isteyecekler’. Oysa Allah’tan hiç-bir
sözü gizleyemezler.
48- Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında
kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir
günahla iftirâ etmiş olur.
116- Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında
kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette
o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
117- Onlar, O’nu bırakıp da (bir-takım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü
hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
136- Ey îman edenler, Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan
önce indirdiği kitaba îman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla
sapıtmıştır.
137- Gerçek şu, îman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine îman edip sonra
inkâra sapanlar sonra da inkârları artanlar… Allah onları bağışlayacak
değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.
150- Allah’ı ve elçilerini (tanımayıp) inkâr eden, Allah ile elçilerinin
arasını ayırmak isteyen, ‘Bâzısına inanırız, bâzısını tanımayız’ diyen ve bu ikisi
arasında bir yol tutturmak isteyenler.
151- İşte bunlar, gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere aşağılatıcı bir azab
hazırlamışızdır.
167- Şüphesiz, inkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar gerçekten uzak
bir sapıklıkla sapmışlardır.
168- Gerçek şu ki, inkâr edenler ve zulmedenler, Allah onları bağışlayacak
değildir, onları bir yola da iletecek değildir.
169- Ancak, onda ebedî kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da
Allah’a pek kolaydır.
108- Mâide
80- Onlardan çoğunun inkâra sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün.
Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara
gazablandı ve onlar azabda ebedî kalacaklardır.
81- Eğer Allah’a, peygambere ve ona indirilene îman etselerdi, onları
dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fâsık olanlardır.
109- Mümtehine
12- Ey Peygamber, mü’min kadınlar, Allah’a hiç-bir şeyi ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zînâ etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları
arasında bir iftirâ düzüp-uydurmamak
(gayri meşrû bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma’ruf (iyi, güzel ve
yararlı bir iş) konusunda isyân etmemek üzere, sana biat etmek amacıyla
geldikleri zaman, onların biatlarını kabûl et ve onlar için Allah’tan mağfiret
iste. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
113- Tahrîm
7- Ey inkâr edenler, bugün özür beyân etmeyin. Siz ancak yaptıklarınızla
cezâlandırılıyorsunuz.
114- Tevbe
8- Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı gâlip gelirlerse size karşı ne ‘akrabâlık
bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kâlbleri ise karşı
koyar. Onların çoğu fâsık kimselerdir.
9- Allah’ın âyetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O’nun
yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.
17- Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şâhidler iken,
Allah’ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar,
yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.
31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rablar (ilahlar)
edindiler ve Meryem-oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibâdet
etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların
şirk koştukları şeylerden yücedir.
32- Ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler
istemese de Allah, kendi nûrunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
33- Müşrikler istemese de O dîni (İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için
elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderen O’dur.
81- Allah’ın elçisine muhâlif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: ‘Bu sıcakta
(savaşa) çıkmayın’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha
şiddetlidir’. Bir kavrayıp-anlasalardı.
82- Öyleyse kazandıklarının cezâsı olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.
83- Bundan böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de,
(yine savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: ‘Kesin olarak benimle
hiç-bir zaman (savaşa) çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı
savaşamazsınız. Çünkü siz oturmayı ilk defâ hoş gördünüz; öyleyse geride
kalanlarla birlikte oturun’.
84- Onlardan ölen birinin namazını hiç-bir zaman kılma, mezarı başında
durma. Çünkü onlar, Allah’a ve elçisine (karşı) inkâra saptılar ve fâsık kimseler
olarak öldüler.
113- Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları
açıklandıktan sonra -yakınları dâhi
olsa- müşrikler için bağışlanma
dilemeleri peygambere ve îman edenlere yaraşmaz.
114- İbrâhim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir
söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu
açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrâhim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
Sadakallahülazim
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder