“(O müşrikler ki) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış
ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp
sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
Tefrika lûgatta: “Nifak. Ayrılık.
Bozuşma. Bir gazete veyâ dergide parça-parça, bir önceki yazının devâmı olarak
çıkan uzun yazı. Fırka-fırka olmak” anlamındadır.
Tefrika konusu
dinler-târihinin de insanlık-târihinin de en önemli konusudur. Mevcut kötü
durumların çoğunun sebebi hem geçmişte hem de günümüzde meydana çıkan
tefrikanın sonucudur. Başta Asr-ı Saadet dönemi olmak üzere tüm olumlu yönetimler
ve gidişatlar, ortaya çıkan tefrikalar nedeniyle son bulmuş ve kaos
başlamıştır. Neredeyse her türlü şiddetin arkasında tefrika yatmaktadır. Kur’ân
bu fitneyi defaatle vurgulamış ve çeşitli âyetleriyle insanları uyarmıştır. Ama
ne yazık ki bu uyarılara kulak asmayan insanlar tefrikayı başlatmış ve
sürdürmüşlerdir. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen sâlih kişiler de tefrikayla
uğraşmak zorunda kalmışlardır. Şeytan en çok da bu tefrika konusunda insanları
kandırmıştır-kandırmaktadır. Bütün ilâhi kitaplarda tefrikayı ber-tarâf etmek
yada tefrikanın oluşmasını önlemek için vahiyler inmiştir. İlâhi kitabımız Kur’ân-ı
Kerim’de bu konu şu âyetlerle dile getirilir:
“(O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış
ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp
sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri
de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır.
Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).
“Onlar, işlerini kendi aralarında parça-parça
dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi bize döneceklerdir” (Enbiyâ 93).
“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip
bir-birinize düşmeyin, yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin.
Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).
Avustralya’da “buldog karıncası” denen bir karınca,
ikiye ayrıldığında baş ile kuyruk arasında bir savaş başlar. Baş, kuyruğu
dişleri arasına alır, kuyruksa, başı sokarak kahramanca savunur; bu savaş yarım
saat kadar sürer, sonunda ya ölürler yada başka karıncalar tarafından çekilip
götürülürler. Tefrika da her zaman aynı sonucu verir.
En-âm 159 âyet, müslümanlara
açıkça; “fırkalara ayrılanlarla muhâtap olmayın” diyor. Kur’ân; “eğer bir
târikat-mezhep-cemaat-grup-hizipler, Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir din anlayışı
ile bir kardeşlik kurmak için toplanmıyorlarsa, onlar tefrika çıkarmaktadırlar,
bu nedenle onlara hiç-bir şekilde meyletmeyin” demeye getiriyor. Zâten bu adlar
fırkalaşmanın isimlendirmeleridirler çoğunlukla. Aralarında İslâm ve kardeşlik
amacıyla toplananlar çok azdır. Cemaatlerin değişik-değişik olması ve hepsinin
farklı düşüncede olması ve hattâ birbirlerine düşman olmalarından dolayı
cemaat, târikat ve hattâ mezhepler bile birer tefrika unsurlarıdırlar. Hayri Kırbaşoğlu:
“Çeşitli dînî gruplar, günümüzde İslâm-birliğini
güçlendirecekleri yerde tam aksi yönde işlev görüyorlar” der.
Siyâsi partiler de tefrikanın
başlatıcısı ve sürdürücüsüdürler. Demokrasi zâten tefrikanın kaynağıdır.
Demokrasinin eylem şekli olan oy verme, bir fırkalaşmadır. Daha ânında
tefrikayı başlatır. Öyle ki kardeşi kardeşe düşman yapar. Desteklenen kişinin
çirkin yüzünü gizler. O hâlde tefrika, “çirkinliğin gizlenmesi” görevini de
yapar. Zîrâ hem târikat-cemaat-mezhepler, hem de partiler-hizipler hiç-bir
zaman birbiriyle tam olarak anlaşamazlar ve bu nedenle de birbirlerine düşman
olurlar. Nice çatışmalar ve ölümler bu tür tefrika nedeniyle meydana gelmiştir.
Türkiye’de 12 Eylül darbesinde ölenler, tefrika nedeniyle ölmüştür. İnsanlar
çeşitli sıkıntılara tefrika nedeniyle düşmüştür. O hâlde oy vermek tefrikaya
sebep olması nedeniyle hem bir fitne, hem de Allah’tan başkalarına hüküm
yetkisi verilmesi nedeniyle küfür ve şirktir. Seküler siyâsetin lîderleri
kendilerine tâbi olanları çeşitli şekillerde hem aptallaştırırlar, hem de
fırkalara bölerler. Bu şekilde bir politikaya başvurmalarının nedeni, halkın
daha kolay yönetilmesi yada sömürülmesidir. Tüm İslâm-hak-hakîkat-adâlet
düşmanları hep bu yola başvurmuşlardır-başvurmaktadırlar:
“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da)
büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir
bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri
bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı” (Kasas 4).
“Böylelikle (Firavun) kendi kavmini küçümsedi, onlar
da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).
İnkâr etmek de tefrika
çıkarmak demektir. Fıtratla birebir uygun olan ilâhi sistemin yâni tevhidin
inkârı, “evrensel sisteme çomak sokmak” demek olduğundan dolayı, daha ânında
tefrikaya sebep olur:
“Hayır; o inkâr edenler (boş) bir gurur ve bir
parçalanma içindedirler” (Sâd 2).
Kavimlerini şirkten
kurtarmak ve korumak için uyarılar yapan peygamberleri dinlememek de tefrikaya
sebep olur:
“Andolsun, biz Semud (kavmine) kardeşleri Sâlih’i: ‘Yalnızca
Allah’a kulluk edin’ diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar
birbirlerine düşman kesilmiş iki gruptur” (Neml 45).
Görünüşte “iyi” zannedilen bir
şey de tefrikaya sebep olabilir. Bu tür nice tefrika örnekleri vardır ki
bunlardan biri de “mescid-i dırar” denilen tâğutların kurdukları mescidlerdir:
“Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü’minlerin
arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için
mescid edinenler ve: ‘Biz iyilikten başka bir şey istemedik’ diye yemin edenler
(var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. Sen
bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç-bir zaman durma. Daha ilk gününden takvâ
temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana
daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları
sever” (Tevbe 107-108).
Günümüzde de câmiler
cemaatlerin-târikatların câmileri olarak ayrılmıştır ve hiç-biri diğerinin
câmisinde namaz kılmamaktadır. Şiiler sünnî imamın arkasında, sünnîler de vehhâbi
imamın arkasında namaz kılmamaktadırlar ve tefrikayı derinleştirmektedirler. Oysa
bu kişilerin büyük çoğunluğu lâik devletin imamlarının arkasında namaz
kılmaktadırlar. “Bunu neye göre yapıyorsunuz” diye sorunca da; Kur’ân ve Sünnet’ten
bir delil getiremeyince, “çok özel” îlan ettikleri efendilerinin emriyle
yaptıklarını söylüyorlar mecbûren.
Çok ilginç ama, ilim bile
tefrikaya sebep oluyor ve hattâ en çok da, müslümanlar da dâhil, “kitap
verilenler” ilim nedeniyle tefrikaya düşüyorlar:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve
uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve berâberlerinde, insanların
anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak
kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra,
birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa
düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, îman
edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah,
kimi dilerse onu doğruya yöneltir” (Bakara
213).
“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır. Kitap
verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve
hakka başkaldırma’ (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini
inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesâbı pek çabuk görendir” (Âl-i İmran 19).
“Andolsun, biz İsrâiloğullarını, hoşlarına gidecek
güzel bir yerde yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik. Kendilerine
ilim gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında
anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda kıyâmet günü hüküm verecektir” (Yûnus 93).
“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca
aralarındaki ‘tecâvüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer
Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından
Kitaba mîrasçı olanlar ise, her-hâlde ona karşı kuşku verici bir tereddüt
içindedirler” (Şûrâ 14).
“Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat
onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecâvüz
ve azgınlıktan’ (çekememezlikten) dolayı ihtilâfa düştüler. Şüphesiz
Rabbin, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyde kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir” (Câsiye 17).
Osmanlı’da ve İslâm
ümmetinde bir araya gelmiş olan tüm milletler tek bir kimliğin söylemi olarak
sâdece “müslümanım” derken; o milletler teker-teker ayrıldı ve şimdi kendi
içlerinde de parçalanarak yüzlerce kimliklere ayrıldılar/ayrılıyorlar.
Kimlikler ayrılınca düşmanlıklar da çoğalıyor. Kendi aralarında savaşıyorlar ve
ümmetin ayrılığını (tefrika) körüklüyorlar. Çünkü: “Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça
olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm
32). Artık zilletten kurtulmak mümkün değildir. Birilerinin maşası olmak
kaçınılmazdır. Bu nedenle ey müslümanlar!: “Allah’a
ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip bir-birinize düşmeyin, yoksa çözülüp
yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle
berâberdir” (Enfâl 46).
Halifeliğin kaldırılması
batı’nın isteği ve zorlamasıyla olmuştur. “Çimento” işlevi gören halifelik
kalkınca Osmanlı/Türk’ün müslüman-dünyâ ile ilişkileri kesilecek, İslâm-dünyâsı
zayıflayacak ve sonunda da müslüman-coğrafyada bulunan yer-altı ve yer-üstü
zenginlikleri bir baskı ile karşılaşılmadan batı tarafından kolaylıkla
sömürülebilecektir ve de aynen böyle olmuştur. Fakat bu projenin tutması için
milletleri tefrikaya düşürerek birbirine düşman etmek gerekiyordu ki bunu da
çeşitli söylemler ile gerçekleştirdiler. Meselâ Türklere: “Araplar sizi arkadan
vurdu/vuruyor” derlerken; Araplara da: “Bu Türkler de dinden çıktı ve sizi
kendi hâlinizde savunmasız bıraktı” dediler. Bunu uzun zamandır sünni-şii
düşmanlığı olarak da devâm ettiriyorlar. İslâm-dışı (seküler) öğretiler ve
kültürle bu düşünceler ve düşmanlıklar çok kolay oluşturulabildi.
İslâm-dünyâsının hâl-i pür melâlinin nedeni budur (birliğin bozulması). Gerisi
hikâye. Mustafa İslamoğlu:
“Yoksulluk, cehâlet, tefrika… İnsanlığın
üç temel meselesidir. Aslında hepsinin temelinde fırkalaşma vardır. Şirkin
akideye verdiği zarârın aynısını tefrika vahdete vermiştir/veriyor. İslâm bizi
kardeş yaptı, cemaatler-târikatlar bizi kardeşlikten ayırdı, fırkalaşmak bizi
yabancılaştırdı” der.
Allah bizi Kur’ân’da sürekli
olarak uyarıyor ve tefrikaya düşmekten sakındırarak birlik-berâberlik içinde
olmamızı emrediyor:
“Ey îman edenler!. Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa
öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.
Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın
size olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah
gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Siz
bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte
Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor” (Âl-i İmran 102-103).
“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra,
parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyâmet günü büyük bir
azap vardır” (Âl-i İmran 105).
“Siz gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun,
aranızı düzeltin, Allah’a ve peygamberine itaât edin” (Enfâl 1).
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin
velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten
men ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve
Peygamber’ine itaât ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki
Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Tevbe 71).
“Allah’a ve Resûlüne itaât edin. Birbirinizle
çekişmeyin, aksi-taktirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden
kaçırırsınız” (Enfâl 46).
Peygamberimiz de bu konuda
çok hassas davranmış ve bu konuya çok önem vermiştir. Bu noktada şunları
söylemiştir:
“Hamd olsun
o Allah’a ki bizi İslâm dîni ile aziz etti. Îman ile şereflendirdi. Bizi
rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sâyesinde
bir-araya getirdi. Kâlplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı
muzaffer kıldı. Memleketler ihsân etti. Bizi birbirini seven kardeşler hâline
getirdi. Ey Allah’ın kulları!. Bu nîmetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ
ediniz”.
“Rûhum
kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla îman etmiş olamazsınız”.
“Efendimiz bir-gün yere bir
çizgi çizerek ‘bu Allah yoludur’ buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna
başka çizgiler çizdikten sonra, ‘bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde
insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur’ buyurdular ve: ‘İşte bu benim
dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın
yolundan ayırmasın’ buyurur”.
“Devlet
ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan”.
“Bir mü’min
diğer bir mü’min için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet
alır”.
“Arfece radıyallahu anh
anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘Şerler ve fesadlar
olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin işinde tefrika çıkarmak isterse, kim
olursa-olsun kılıçla boynunu uçurun’. -Bir rivâyette: ‘...onu öldürün!’
denmiştir- (Müslim, İmâret 59, (1852); Ebu Davud, Sünnet 30, (4762); Nesâi,
Tahrim 6, (7, 93)”.
“Haberiniz olsun!. Sizden
önce Ehl-i kitap, yetmişiki millete (dîne) bölündüler. Bu ümmet ise yetmişüç
fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmişikisi ateşte, sâdece biri cennettedir. …” (Bu hadisin sahih olup-olmadığını ehline bırakıyoruz
H.G.).
15 Temmuz 2016’da Fetö’nün
yaptığı darbe girişimi bir tefrikanın sonucudur. Bu grup, kendilerini
müslümanlardan soyutladılar ve Allah bu soyutlanmanın yâni tefrikanın cezâsı
olarak onları kâfirlerle-müşriklerle-münâfıklarla dost kıldı. Onları tâğutlara
uşak yaptı. Kendi memleketlerine, vatandaşlarına ve dindaşlarına ihânet
ettiler, onları öldürdüler. Tefrikanın nelere sebep olabileceği hem târihte hem
de günümüzde bir-çok olayda görülmektedir.
Demek ki kurulmaya çalışılan
bir yapı çok sağlam temellere oturmalı, yapı kurulduktan sonra da disiplin
elden bırakılmamalı ve hak sistem sürekli güncellenmelidir. Böylece fitnecilere
fırsat verilmemelidir. Aksi-hâlde çeşitli tefrikalar çıkacak ve insanlar
yukarıda saydığımız çeşitli dertlere dûçar olacaklardır. Bu duruma düşüldükten
sonra düzeni tekrar eski durumuna getirmek ya çok zor olur yada uzun bir zaman
eski hak düzene dönülemez. Tefrikayı, kendimizden başlayarak; âile, eş-dost,
çevre, devlet-millet süreciyle bitirip adâletli bir kardeşlik düzenine
çevirmeliyiz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmalıyız. Çünkü tefrikanın ortaya
çıkardığı durum, dikkatli bakılırsa çok olumsuz bir durumdur. Bu olumsuzluğu
Kur’ân: “Fitne/baskı ve bozgunculuk,
adam öldürmekten daha kötüdür” (Bakara 191) diyerek dile getirir.
Tefrikayı büyüten en önemli neden,
mü’minlerin; “Muhammed, Allah’ın
elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında
merhâmetlidirler” (Fetih 29) âyetini
uygulamamaları ve hattâ tam tersini yapmalarıdır.
Tefrika girmeden bir millete
düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu
top sindiremez.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder