17 Eylül 2016 Cumartesi

Tefrika



“(O müşrikler ki) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).

Tefrika lûgatta: “Nifak. Ayrılık. Bozuşma. Bir gazete veyâ dergide parça-parça, bir önceki yazının devâmı olarak çıkan uzun yazı. Fırka-fırka olmak” anlamındadır.

Tefrika konusu dinler-târihinin de insanlık-târihinin de en önemli konusudur. Mevcut kötü durumların çoğunun sebebi hem geçmişte hem de günümüzde meydana çıkan tefrikanın sonucudur. Başta Asr-ı Saadet dönemi olmak üzere tüm olumlu yönetimler ve gidişatlar, ortaya çıkan tefrikalar nedeniyle son bulmuş ve kaos başlamıştır. Neredeyse her türlü şiddetin arkasında tefrika yatmaktadır. Kur’ân bu fitneyi defaatle vurgulamış ve çeşitli âyetleriyle insanları uyarmıştır. Ama ne yazık ki bu uyarılara kulak asmayan insanlar tefrikayı başlatmış ve sürdürmüşlerdir. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen sâlih kişiler de tefrikayla uğraşmak zorunda kalmışlardır. Şeytan en çok da bu tefrika konusunda insanları kandırmıştır-kandırmaktadır. Bütün ilâhi kitaplarda tefrikayı ber-tarâf etmek yada tefrikanın oluşmasını önlemek için vahiyler inmiştir. İlâhi kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bu konu şu âyetlerle dile getirilir:

“(O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).

“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).

“Onlar, işlerini kendi aralarında parça-parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi bize döneceklerdir” (Enbiyâ 93).

“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip bir-birinize düşmeyin, yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).

Avustralya’da “buldog karıncası” denen bir karınca, ikiye ayrıldığında baş ile kuyruk arasında bir savaş başlar. Baş, kuyruğu dişleri arasına alır, kuyruksa, başı sokarak kahramanca savunur; bu savaş yarım saat kadar sürer, sonunda ya ölürler yada başka karıncalar tarafından çekilip götürülürler. Tefrika da her zaman aynı sonucu verir.

En-âm 159 âyet, müslümanlara açıkça; “fırkalara ayrılanlarla muhâtap olmayın” diyor. Kur’ân; “eğer bir târikat-mezhep-cemaat-grup-hizipler, Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir din anlayışı ile bir kardeşlik kurmak için toplanmıyorlarsa, onlar tefrika çıkarmaktadırlar, bu nedenle onlara hiç-bir şekilde meyletmeyin” demeye getiriyor. Zâten bu adlar fırkalaşmanın isimlendirmeleridirler çoğunlukla. Aralarında İslâm ve kardeşlik amacıyla toplananlar çok azdır. Cemaatlerin değişik-değişik olması ve hepsinin farklı düşüncede olması ve hattâ birbirlerine düşman olmalarından dolayı cemaat, târikat ve hattâ mezhepler bile birer tefrika unsurlarıdırlar. Hayri Kırbaşoğlu: “Çeşitli dînî gruplar, günümüzde İslâm-birliğini güçlendirecekleri yerde tam aksi yönde işlev görüyorlar” der.

Siyâsi partiler de tefrikanın başlatıcısı ve sürdürücüsüdürler. Demokrasi zâten tefrikanın kaynağıdır. Demokrasinin eylem şekli olan oy verme, bir fırkalaşmadır. Daha ânında tefrikayı başlatır. Öyle ki kardeşi kardeşe düşman yapar. Desteklenen kişinin çirkin yüzünü gizler. O hâlde tefrika, “çirkinliğin gizlenmesi” görevini de yapar. Zîrâ hem târikat-cemaat-mezhepler, hem de partiler-hizipler hiç-bir zaman birbiriyle tam olarak anlaşamazlar ve bu nedenle de birbirlerine düşman olurlar. Nice çatışmalar ve ölümler bu tür tefrika nedeniyle meydana gelmiştir. Türkiye’de 12 Eylül darbesinde ölenler, tefrika nedeniyle ölmüştür. İnsanlar çeşitli sıkıntılara tefrika nedeniyle düşmüştür. O hâlde oy vermek tefrikaya sebep olması nedeniyle hem bir fitne, hem de Allah’tan başkalarına hüküm yetkisi verilmesi nedeniyle küfür ve şirktir. Seküler siyâsetin lîderleri kendilerine tâbi olanları çeşitli şekillerde hem aptallaştırırlar, hem de fırkalara bölerler. Bu şekilde bir politikaya başvurmalarının nedeni, halkın daha kolay yönetilmesi yada sömürülmesidir. Tüm İslâm-hak-hakîkat-adâlet düşmanları hep bu yola başvurmuşlardır-başvurmaktadırlar:

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı” (Kasas 4).

“Böylelikle (Firavun) kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).

İnkâr etmek de tefrika çıkarmak demektir. Fıtratla birebir uygun olan ilâhi sistemin yâni tevhidin inkârı, “evrensel sisteme çomak sokmak” demek olduğundan dolayı, daha ânında tefrikaya sebep olur:

“Hayır; o inkâr edenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler” (Sâd 2).

Kavimlerini şirkten kurtarmak ve korumak için uyarılar yapan peygamberleri dinlememek de tefrikaya sebep olur:

“Andolsun, biz Semud (kavmine) kardeşleri Sâlih’i: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edin’ diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirlerine düşman kesilmiş iki gruptur” (Neml 45).

Görünüşte “iyi” zannedilen bir şey de tefrikaya sebep olabilir. Bu tür nice tefrika örnekleri vardır ki bunlardan biri de “mescid-i dırar” denilen tâğutların kurdukları mescidlerdir:

“Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü’minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: ‘Biz iyilikten başka bir şey istemedik’ diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç-bir zaman durma. Daha ilk gününden takvâ temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever” (Tevbe 107-108).

Günümüzde de câmiler cemaatlerin-târikatların câmileri olarak ayrılmıştır ve hiç-biri diğerinin câmisinde namaz kılmamaktadır. Şiiler sünnî imamın arkasında, sünnîler de vehhâbi imamın arkasında namaz kılmamaktadırlar ve tefrikayı derinleştirmektedirler. Oysa bu kişilerin büyük çoğunluğu lâik devletin imamlarının arkasında namaz kılmaktadırlar. “Bunu neye göre yapıyorsunuz” diye sorunca da; Kur’ân ve Sünnet’ten bir delil getiremeyince, “çok özel” îlan ettikleri efendilerinin emriyle yaptıklarını söylüyorlar mecbûren. 

Çok ilginç ama, ilim bile tefrikaya sebep oluyor ve hattâ en çok da, müslümanlar da dâhil, “kitap verilenler” ilim nedeniyle tefrikaya düşüyorlar:

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve berâberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, îman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir” (Bakara 213).

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve hakka başkaldırma’ (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesâbı pek çabuk görendir” (Âl-i İmran 19).

“Andolsun, biz İsrâiloğullarını, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda kıyâmet günü hüküm verecektir” (Yûnus 93).

“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecâvüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mîrasçı olanlar ise, her-hâlde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler” (Şûrâ 14).

“Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecâvüz ve azgınlıktan’ (çekememezlikten) dolayı ihtilâfa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyde kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir” (Câsiye 17).

Osmanlı’da ve İslâm ümmetinde bir araya gelmiş olan tüm milletler tek bir kimliğin söylemi olarak sâdece “müslümanım” derken; o milletler teker-teker ayrıldı ve şimdi kendi içlerinde de parçalanarak yüzlerce kimliklere ayrıldılar/ayrılıyorlar. Kimlikler ayrılınca düşmanlıklar da çoğalıyor. Kendi aralarında savaşıyorlar ve ümmetin ayrılığını (tefrika) körüklüyorlar. Çünkü: “Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32). Artık zilletten kurtulmak mümkün değildir. Birilerinin maşası olmak kaçınılmazdır. Bu nedenle ey müslümanlar!: “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip bir-birinize düşmeyin, yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).

Halifeliğin kaldırılması batı’nın isteği ve zorlamasıyla olmuştur. “Çimento” işlevi gören halifelik kalkınca Osmanlı/Türk’ün müslüman-dünyâ ile ilişkileri kesilecek, İslâm-dünyâsı zayıflayacak ve sonunda da müslüman-coğrafyada bulunan yer-altı ve yer-üstü zenginlikleri bir baskı ile karşılaşılmadan batı tarafından kolaylıkla sömürülebilecektir ve de aynen böyle olmuştur. Fakat bu projenin tutması için milletleri tefrikaya düşürerek birbirine düşman etmek gerekiyordu ki bunu da çeşitli söylemler ile gerçekleştirdiler. Meselâ Türklere: “Araplar sizi arkadan vurdu/vuruyor” derlerken; Araplara da: “Bu Türkler de dinden çıktı ve sizi kendi hâlinizde savunmasız bıraktı” dediler. Bunu uzun zamandır sünni-şii düşmanlığı olarak da devâm ettiriyorlar. İslâm-dışı (seküler) öğretiler ve kültürle bu düşünceler ve düşmanlıklar çok kolay oluşturulabildi. İslâm-dünyâsının hâl-i pür melâlinin nedeni budur (birliğin bozulması). Gerisi hikâye. Mustafa İslamoğlu:

“Yoksulluk, cehâlet, tefrika… İnsanlığın üç temel meselesidir. Aslında hepsinin temelinde fırkalaşma vardır. Şirkin akideye verdiği zarârın aynısını tefrika vahdete vermiştir/veriyor. İslâm bizi kardeş yaptı, cemaatler-târikatlar bizi kardeşlikten ayırdı, fırkalaşmak bizi yabancılaştırdı” der.

Allah bizi Kur’ân’da sürekli olarak uyarıyor ve tefrikaya düşmekten sakındırarak birlik-berâberlik içinde olmamızı emrediyor:

“Ey îman edenler!. Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin. Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor” (Âl-i İmran 102-103).

“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyâmet günü büyük bir azap vardır” (Âl-i İmran 105).

“Siz gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah’a ve peygamberine itaât edin” (Enfâl 1).

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaât ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Tevbe 71).

“Allah’a ve Resûlüne itaât edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi-taktirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız” (Enfâl 46).

Peygamberimiz de bu konuda çok hassas davranmış ve bu konuya çok önem vermiştir. Bu noktada şunları söylemiştir:

“Hamd olsun o Allah’a ki bizi İslâm dîni ile aziz etti. Îman ile şereflendirdi. Bizi rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sâyesinde bir-araya getirdi. Kâlplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsân etti. Bizi birbirini seven kardeşler hâline getirdi. Ey Allah’ın kulları!. Bu nîmetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ ediniz”.

“Rûhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla îman etmiş olamazsınız”.

“Efendimiz bir-gün yere bir çizgi çizerek ‘bu Allah yoludur’ buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra, ‘bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur’ buyurdular ve: ‘İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın’ buyurur”.

“Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan”.

“Bir mü’min diğer bir mü’min için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır”.

“Arfece radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘Şerler ve fesadlar olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin işinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa-olsun kılıçla boynunu uçurun’. -Bir rivâyette: ‘...onu öldürün!’ denmiştir- (Müslim, İmâret 59, (1852); Ebu Davud, Sünnet 30, (4762); Nesâi, Tahrim 6, (7, 93)”.

“Haberiniz olsun!. Sizden önce Ehl-i kitap, yetmişiki millete (dîne) bölündüler. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmişikisi ateşte, sâdece biri cennettedir. …” (Bu hadisin sahih olup-olmadığını ehline bırakıyoruz H.G.).

15 Temmuz 2016’da Fetö’nün yaptığı darbe girişimi bir tefrikanın sonucudur. Bu grup, kendilerini müslümanlardan soyutladılar ve Allah bu soyutlanmanın yâni tefrikanın cezâsı olarak onları kâfirlerle-müşriklerle-münâfıklarla dost kıldı. Onları tâğutlara uşak yaptı. Kendi memleketlerine, vatandaşlarına ve dindaşlarına ihânet ettiler, onları öldürdüler. Tefrikanın nelere sebep olabileceği hem târihte hem de günümüzde bir-çok olayda görülmektedir.

Demek ki kurulmaya çalışılan bir yapı çok sağlam temellere oturmalı, yapı kurulduktan sonra da disiplin elden bırakılmamalı ve hak sistem sürekli güncellenmelidir. Böylece fitnecilere fırsat verilmemelidir. Aksi-hâlde çeşitli tefrikalar çıkacak ve insanlar yukarıda saydığımız çeşitli dertlere dûçar olacaklardır. Bu duruma düşüldükten sonra düzeni tekrar eski durumuna getirmek ya çok zor olur yada uzun bir zaman eski hak düzene dönülemez. Tefrikayı, kendimizden başlayarak; âile, eş-dost, çevre, devlet-millet süreciyle bitirip adâletli bir kardeşlik düzenine çevirmeliyiz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmalıyız. Çünkü tefrikanın ortaya çıkardığı durum, dikkatli bakılırsa çok olumsuz bir durumdur. Bu olumsuzluğu Kur’ân: “Fitne/baskı ve bozgunculuk, adam öldürmekten daha kötüdür” (Bakara 191) diyerek dile getirir.

Tefrikayı büyüten en önemli neden, mü’minlerin; “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhâmetlidirler” (Fetih 29) âyetini uygulamamaları ve hattâ tam tersini yapmalarıdır.

Tefrika girmeden bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Eylül 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder