“Hani
Rabbin, Âdem-oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi
nefislerine karşı şâhidler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti
de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şâhid olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyâmet günü:
‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir” (A’raf 172).
Rabb: “Sâhib, mâlik, besleyen, yetiştiren, sürekli
terbiye eden” anlamlarındadır.
Rabb ismiyle Allah’ın şu özelikleri açığa çıkar: O,
her-şeyin sâhibidir, her-şeyin mülkiyetini elinde tutar. Besleyen, yediren-içiren-giydiren
O’dur. İnsana en iyi şekilde yetişme potansiyeli veren ve yetiştiren O’dur. O
terbiye (rabb) edendir. Terbiye edenlerin içinde en hayırlısıdır. O, “âlemlerin
Rabbi”dir.
“Yaratan
Rabbinin adıyla oku!” (Alâk 1).
Okumayı Rabbin adına yapmak gerekir. Okuma Rabbin
adına olmadığında mutlakâ şirk doğurur. Zîrâ okuma Rabb adına olmadığında
şeytan-tağut adına yapılacak ve ortaya bir “farklılık” çıkacaktır. Bu farklılık
“şirkin farkı”dır.
Müşrikler Allah’ı “ilah” olarak kabûl ediyorlardı,
fakat “Rabb” olarak kabûl etmiyorlardı. Yâni yerleri-gökleri yaratanın Allah olduğunu
kabûl ediyorlardı fakat dünyâ-içinde terbiye-eğitim-düzenleme yapma anlamında
Rabbi kabûl etmiyorlardı. Zîrâ bu Rabbliği putların üzerinden kendileri
yapmaktaydılar. O hâlde müşrikler, Rabbliği ellerinde tutan kişilerdir ve zâten
müşriklik, Rabblikle ilgilidir ve yeryüzünde Rabbliği Allah’a vermeyip, kendi
tekeline almak demektir. Rabbliği Allah’a vermemektir şirk. Bu durum ilk
insandan bêri böyle başlamış, hâlen de bu şekilde devâm etmektedir. Tüm şirkler-müşrikler
Allah’ı kabûl edip de Rabbi kabûl etmediklerinden dolayı gizli şirktirler-müşriktirler.
Yada şirkin gizlisi olmaz. Şirk açıkça şirktir.
Modern zamanlarda da bu durum aynen devâm etmektedir.
“Allah’a inandım” demekle şirkten kurtulduğunu sananlar, Allah’ın Rabblik
yapmasına izin vermemektedirler. Çünkü Rabbliği bizzat kendileri
yapmaktadırlar. Allah’ı ise -hâşâ- “tabiat olaylarından ve göklerden sorumlu
tanrı” olarak îlân etmişlerdir. Allah Dünyâ’da insanlar arasında eğitimi,
yeme-içme-giyinme, düşünme-konuşma, iş-eyleyiş ve hepsinden önemlisi de
kânun-kural koyma anlamında Rabb olarak hüküm sürememektedir.
Allah’ın Rabliği, lâiklik denen melânetle önleniyor
ve lâiklik, “Allah ile Rabb arasını ayırmak” anlamına geliyor. Rabbi vicdanlara
hapsetmek istiyorlar ama orada da, Rabbin, tasavvurları-zihinleri-kâlpleri inşâ
etmesine bir şekilde izin verilmiyor. Böyleleri aslında hem toplumdan
korktukları için hem de dîni kullandıkları için onu tam anlamıyla dışlamıyorlar.
Yoksa aslında Rabbin sâdece vicdanlarda olmasına bile katlanamıyorlar.
Rabbliğin en genel anlamda blôke edilmesi, hüküm
konusundadır. Allah hükümlerini Rabb ismiyle insanlar arasında yaygınlaştırıp
hâkim kılmak isterken, insanlar hüküm koyma yetkisini şeytâni bir ideoloji olan
demokrasiye vererek Rabbe şirk koşuyorlar. İslâm, “Allah’ın iktidârına boyun
eğmek demek” iken; demokrasi, “insanın iktidârına boyun eğmek” demektir ki ikisi
arasındaki fark, Allah ile kul arasındaki fark kadardır.
Rabbin tanımını Hz. Mûsâ Kur’ân’da çok net yapıyor:
“Ey Mûsâ!,
sizin Rabbiniz kimdir?. Rabbimiz, her canlıyı yaratan ve onlara doğru yolu
gösterendir” (Tâhâ 50).
Mâlik bin Nebi:
“Sorunun, kendi halkını köleleştirmek isteyen azgın bir tiranın rûh-hâlini
ne kadar güzel yansıttığını görüyoruz. Esâsında bu soruyla Hz. Mûsâ’dan kendi
rabblik ve ilahlığını îtirâf etmesini bekliyordu. Ne var ki aldığı cevap onu
çileden çıkardı. Zîrâ karşısındaki insan, Firavun’un asılsız iddiâlarını
reddediyordu” der.
Her zamânın müşriklerinin ve müstekbirlerinin
refleksidir bu. Müşrikler, yaratmaya gelince “tamam eyvallah” diyorlar. Çünkü
kendileri yaratamıyorlar. Fakat doğru yolu göstermeye gelince, kendilerinin
yada kendi seçtiklerinden başkasının dediğini kabûl etmiyorlar. “Yeryüzünde
Rabliği ancak biz yaparız” demeye getiriyorlar.
Lâisizm ilahlığın parçalanmasıdır. Allah’a, bir tek “göklerin
Rabliği” yaptırılmak istenmektedir. Aslında Allah’ın Rabliğini tekeline alan demokrasiye
oy vererek destek olan halk, hiç-bir zaman belini doğrultamamıştır ve bundan
sonra da doğrultamayacaktır. Doğrultması da mümkün değildir. Çünkü bu sistemle
yâni Rabbliğin Allah’tan başkasına verilmesiyle insanın mutlu-huzurlu olması ve
mazlûmiyetten kurtulması söz-konusu değildir. Artık sermâye-sâhiplerinin
insâfına kalmaktadırlar ve şeytanın uşağı olan bu tâğutlar hiç-bir zaman halkı
düşünmezler. Zîrâ onlar mevcut durumlarını; halkı düşünmedikleri, acımadıkları
ve halka düşman oldukları için sağlamışlardır. Seküler demokrasi veya lâisizm
insana önce haklar ve sosyâl güvenceler sunar gibi yapsa da onu iki tehlikeyle
baş-başa bırakır: İnsan ya belli çıkar-gruplarının, dev sermâye topluluklarının
komplôlarına kurbân olup köleleşir, yada diğer insanları sınıfsal bir
diktatörlüğün baskısı altında ezer. Bunu yapar; çünkü kendi benliğindeki
köleleşme ve köleleştirme temâyüllerini ortadan kaldıramamıştır.
Rabbliği Allah’a vermeyip de kendi uhdesinde
bırakanlar, şeytanın etkisiyle kendilerini çok büyük görüp müstekbir olurlar.
Halk da bunları olduğundan çok daha fazla güçlü zannederek onların her dediğini
kabûl edip yaparak ve onları ululamaya yâni tapınmaya başlarlar. Hâlbuki
zihni-kâlbi vahiyle inşâ olmuş akıl-sâhipleri için onların ne kadar zavallı
olduğu çok kolay açığa çıkarılır:
“Allah,
kendisine mülk verdi diye Rabbi konusunda İbrâhim’le tartışmaya gireni görmedin
mi?. Hani İbrâhim: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür’ demişti; o da: ‘Ben de
öldürür ve diriltirim’ demişti. (O zaman) İbrâhim: ‘Şüphe yok, Allah Güneş’i
doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir’ deyince, o inkârcı böylece
afallayıp kalmıştı. Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez” (Bakara 258).
Mustafa İslamoğlu:
“Rabbül âlemin, “âlemlerin öğretmeni”
demektir. Günde 40 defâ bunu tekrarlarız. Kur’ân’ın ilk sözü Rabb, son
sözü İnsan’dır. Mekke’liler Allah’a “ilah” diyebiliyorlardı ama “Rabb”
diyemiyorlardı, çünkü rubûbiyet sorunu vardı. Hayâtın düzenlenmesi için Rabb
gerekiyordu fakat müşrikler buna karşı geliyorlardı. Çünkü Rabb; bozuk, sömürücü
düzenlerini yıkıyordu. Dîni hayâta karıştırmıyorlardı, yâni Mekke müşrikleri
lâik idiler. Allah Peygamberimizi lâikliği yıkmak için gönderdi. Eğer hayâti
kavramlarınızı Allah inşâ ederse Rabbiniz Allah olur. Müşrikler Vahdâniyeti,
lâikler Rabbâniyeti inkâr ederler. Biri zâtıyla, biri sıfatıyla ortak koşar”
der.
Mü’min, başkalarının değil, “Rabbinin kriterlerine
göre hareket eden”dir.
Allah “göğün Rabbi” olduğu gibi “yerin de Rabbi”dir.
Gökleri muhteşem bir âhenkle düzenlediği gibi yeri de düzenlemesi gerekir.
Fakat insanlar buna izin vermek istemiyor. Hâlbuki kendileri düzeni
sağlayamadıkları için, yeryüzünde de göklerdeki düzen gibi bir düzen-nizam
oluşmuyor. Yeryüzünü düzenleyemeyen insanların gökleri de düzenlemek istediğini
bir düşünsenize!; herhâlde çok kısa bir sürede gökler yıkılır giderdi ve “son
saat” hemen gelirdi. Zîrâ “Allah’ın mahremine” girilmiş olurdu. Zâten daha
şimdiden, uydular yüzünden uzayda bir çöplük oluşmuş durumdadır.
Göğün düzeni zâten mecbûren Allah’a veriliyor, onda
sorun yok. Tevhid; yerin düzeninin de göğün düzeni gibi olmasıdır. Yerin
düzeninin de göğün düzeni gibi Allah’a bırakılmasıdır. Yerin düzeninin Allah’a
verilmesi, bu düzenin Rabbliğini Allah’ın yapmasıyla olur. Çünkü Allah’tan
başka ilah olmadığı gibi; Allah’tan başka Rabb de yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder