29 Nisan 2019 Pazartesi

Dünyâ’yı Merkeze Almak




“Bu Dünyâ hayâtı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi” (Ankebût 64).

          İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan ilmel-yakîn de olsa haberi olmayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Öyle ki, müslümanlar da dâhil, insanlar; “Dünyâ’da ne kadar rahat edersem, âhirette de o kadar rahat ederim” zannıyla yaşıyorlar. Zîrâ Dünyâ’daki görece mutlu-huzurlu durumunu bir “ödül” ve “cennetin ayak sesleri” olarak görmektedirler. Bu durum modern müslümanların İslâm’ı yanlış anlamalarına ve anlatmalarına neden oluyor. Böyle olunca da İslâm’a en büyük zarârı “Dünyâ’nın yuttuğu müslümanlar(!)” vermiş oluyor.  

Modern insan ve artık müslümanlar da, “Dünyâ’da rahat etme”ye kilitlendi. İyi de Dünyâ bir “imtihan dünyâsı” değil miydi?. İmtihanın olduğu yerde rahatlık olur mu?. İnsanların-müslümanların büyük çoğunluğu artık şunu deme noktasına geldi: “Artık Dünyâ bildiğimiz mevcut durumda. Bu dünyâyı sorgusuz-suâlsiz ve seve-isteye kabûl edelim ve modern dünyâyı ‘kazanımımız’ olarak görelim. İslâm’ı da mevcut modern Dünyâ’ya göre yorumlayalım ve yaşayalım. Modern dünyâya karşı çıkmanın bir anlamı yok”. Modern müslüman zannediyor ki, Allah da, bu mevcut Dünyâ’yı hayâl ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu insanlardan. Şimdi böyle bir Dünyâ oluştuğuna göre, Allah bu durumdan çok memnun ve râzıdır(!). 

Oysa mü’minler, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Fakat gelin görün ki, müslümanlar imtihan dünyâsında değil de, sanki cennetteymiş gibi davranıyorlar. Mü’minliğin özelliklerinden biri de, “Dünyâ’nın ona yetmememsi ve onu kesmemesi”dir. Çünkü mü’min ancak cennet ile tatmin bulur. Biz Dünyâ’ya “cennetteymiş gibi yaşamaya” değil, “cennette yaşamayı kazanmak için” geldik. O hâlde ey mü’min; sen hem Allah’a ve Peygambere râm olmayı; hem de bu Dünyâ’da “gönlünce” yaşayabilmeyi mi arzuluyorsun?.

Bir müslümanın Dünyâ hayâtını âhirete tercih etmesi günah, ayıp ve suçtur. Bu suçun bir cezâsı vardır ve bu suçun cezâsı bizzat o şeyin kendisidir. Yâni âhirete rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır. Peki müslümanlar neden değiştiler ve âhiret-merkezli yaşamak yerine Dünyâ’ya bağlandılar?. Buna neden olan şey nedir?. Evet; bu bir îman zaafiyeti”dir. Îman zaafiyetinin en önemli göstergesi, “Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur. İnsan, “Dünyâ’yı ıskalamamak uğruna Dünyâ’yı yakabilecek” bir varlıktır. Modern insan, Dünyâ’daki “uzun yaşamı”, cennetteki “ebedî yaşama tercih eder hâle geldi. Bu Dünyâ/âlem ile yetinen insan, zavallı bir insandır.

Dünyâ’ya bağlılığın derecesi, “âhirete îmân”ın zayıflığıyla alâkalıdır. Dünyâ’ya olan bağlılık ne kadar artarsa, âhirete olan îman da o oranda azalır. Fakat şu da var ki, “Dünyâ’ya tamah etmeme” düşüncesi aşırıya kaçınca ters teper. O hâlde Dünyâ’da, âhiret inancı ve bilinciyle, Dünyâ’dan da ölçülü bir şekilde nasiplenerek yaşamak, en doğru yaşama biçimidir.

Bu dünyâ, müslüman için “imtihan dünyâsı”dır, “zevk ve sefâ sürme yeri” değil. Zevk ve sefâ cennete olacak inşaallah. Müslümanlığı seçmek, Dünyâ’dan ziyâde cenneti seçmek demektir. Zâten bu dünyâda “cennet-vâri bir yaşam isteği”nin karşılığı yoktur. Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve bu imtihandan kurtuluş yoktur. Fakat müslümanlara ne oluyor ki, dünyevileşerek imtihanı zorlaştırıyorlar ve hayâtı çekilmez bir hâle getiriyorlar?.

Allah’ın bizden istediği ve emrettiği şey, “gayba îman” ve Dünyâ’da, îmâna taâlluk eden aklın, vahiy-merkezli kullanılarak Dünyâ’yı bu minvâlde inşâ etmemizdir.

Dünyâ’daki sorunların ana nedeni, “ilâhi sistem” yerine, “beşerî sistemler”e uymaktır. Din ve devlet işlerinin ayrılması (lâiklik), “dînin göz-ardı edilmesi ve Dünyâ’ya öncelik verilmesi” projesidir. İslâm ise “âhiret-merkezli bir Dünyâ düzeni” ister. Bunun için de İslâm’ı Dünyâ’ya hâkim kılmak şarttır. İslâm’ı hayâta hâkim kılma amacı ve hedefi olmadığında, Dünyâ bir oyun ve oyalanma alanı olur. Modern müslümanların İslâmî bir hareketi düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ ile iyice tatmin olmalarından, yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir. Oysa Dünyâ bir kötülük diyârı hâline gelmiştir. Kur’ân, böyle bir Dünyâ’yı “dârüs-selam”=”barış yurdu”na çevirmek için vardır. Bu nedenle tüm mü’minlerin şöyle bir hayâli olmalıdır: “Keşke tüm Dünyâ’yı bir “barış yurdu”na (Dâr-üs Selam) çevirebilsem”. Tabî ki Dünyâ’ya meftûn ve râm olmuş olanların bunu anlaması ve bu uğurda mücâdele etmesi mümkün değildir. Modern “günah dünyâsı”na karşı içlerinde bir bulantı duymayanlar, Kur’ân’ı ve İslâm’ı henüz idrâk edememişler demektir.

Mevcut lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-emperyâl sisteme göre işleyen Dünyâ’dan gönüllerince bir pay almak isteyenler, bu beşerî sistemlere koşulsuz-şartsız uymak zorundadır. Bu sistemlere göre yaşamak zorundadır. Kim bu sisteme daha iyi uyarsa, o kişi sistemden daha fazla yararlanır. Fakat bu, Dünyâ-merkezli yaşayanlar ve Dünyâ’yı merkez alanlar için geçerlidir. Âhireti merkeze alanlar ve Kur’ân-merkezli yaşayanlar için tek başına (yâni âhiretsiz) bu Dünyâ, ancak bir oyun ve oyalanma alanıdır. Müslüman için Dünyâ, ancak âhireti de hesâba katınca anlamlı olur. Mü’minler için Dünyâ, “imtihan Dünyâsı” olduğu için anlamlıdır.   

2. Dünyâ Savaşı’ndan sonraki Dünyâ, “zokayı yutmuş” bir dünyâdır. Bu târih, Dünyâ’nın apaçık bir şekilde merkeze alındığı târihtir. Üstelik nefis-merkezli bu anlayış ve yaşama tarzı tüm Dünyâ’ya bu târihten sonra yayılmaya başlamıştır. Bundan ancak, bilinçli mü’minler istisnâdır. Fakat ne yazık ki bu bilince sâhip mü’minlerden oluşmuş örnek bir toplum ve “örnek bir devlet” yoktur. Zâten tâğutların sistemlerini sürdürebilmelerinin ana-nedeni de, örnek bir müslüman toplumun ve örnek bir İslâm Devleti’nin ve ümmetinin bulunmayışıdır.

İlâhi olandan kopmuş ve beşerî olan yönelmiş olan Dünyâ, bir “mazlumlar yurdu” hâline gelmiştir. Mazlûmiyetin nedeni, Dünyâ’nın hak ve hakîkate göre yönetilmemesi yâni Dünyâ’yı merkeze almak yerine âhireti merkeze alarak düzenlenmemesi ve yönetilmemesidir. Çünkü beşerî düzenlerde bütün Dünyâ eksiksiz bir-araya gelip Allah’ın kânunlarına aykırı bir kânun ortaya koysa, o kânun yine de küfürdür, şirktir. Dolayısı ile de zulüm üretir. Çünkü bu âlemde şirkin ve küfrün olumlu anlamda bir karşılığı yoktur. Zîrâ şirk, Allah’ın aslâ affetmeyeceği bir günah ve zulümdür. Küfür ve şirkin zulüm doğurmama ihtimâli yoktur. İlâhi kânunlar yerine beşerî kânunları din yapanlar müşrik, kâfir, fâsık, zâlim ve câhiliyedir. (Mâide Sûresi). Câhiller idrâk edemese ve fâsık, zâlim, kâfir, müşrik, münâfık ve şerefsizler kabûl etmese de, Dünyâ ancak vahyin hükümleriyle düzene kavuşabilir. Bunun için de ilk önce, müslümanların “mü’minleşmeleri” gerekir ki bu, Dünyâ’yı merkeze almaktan vazgeçip, âhiret bilinci ve inancıyla yaşamakla başlatılabilir. Oysa müslümanlar tam aksine, Dünyâ’yı dibine kadar merkez almış durumdadırlar:

“İşte bunlar, âhireti verip Dünyâ hayâtını satın alanlardır; bundan dolayı azabları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez” (Bakara 86).

“Onlar, Dünyâ hayâtını âhirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veyâ onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler” (İbrâhim 3).

Mü’minler ise tam-aksine, Dünyâ’dan âhiret için vazgeçenlerdir. Bu nedenle Allah onlara şu müjdeyi verir:

“Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlakâ cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaâddir. Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösterecek olan kimdir?. Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).

Ölümün kesin olduğu aldatıcı bir Dünyâ’da, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı istemek mü’minlere yakışmaz. Onlar bu Dünyâ’dan, Allah’ın istediği ve emrettiği gibi yaşayıp, Allah rızâsını ve cenneti hak etmiş olarak göçmek isterler:

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyâmet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünyâ hayâtı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir” (Âl-i İmran 185).

Dünyâ’yı merkez alanlar, Dünyâ hayâtına meftûn ve râm oldukları, onun nîmetleriyle kendinden geçmişçesine keyif içinde yaşadıkları için, Dünyâ’yı ebedî bir yurt zannetmekte ve imtihanı ve ölümü unutmaktadırlar: 

“Bilin ki, Dünyâ hayâtı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

Dünyâ’dan ferâgat etmeden cennet hak edilemez. Peygamberlerin içinde göbeğini kaşıya-kaşıya yaşayan bir peygamber örneği yoktur. Dünyâ’dan kısmadan, İslâm’ı-müslümanlığı yükseltemezsiniz. Dünyevî sınırsız hazlar, dinden verilen tâvizlere bağlıdır. Dünyâ’yı merkeze alarak dinden ne kadar tâviz verirseniz, Dünyâ’dan da o kadar haz alırsınız. Fakat Dünyâ’da haz içinde yaşayanların cennetten nasibi yoktur:

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

Âhiret-merkezli yaşamayanlar, “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Âhiretteki “büyük gelecek” ve “ağır hesap” için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için bunalımdan bunalıma girmek zorunda kalırlar. Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan mü’minlerin ise “kaybedeceği” dünyevî bir şey yoktur.

“Dünyâ hayâtı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için âhiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (En-âm 32).

Modernite, “Dünyâ-merkezli” kozmolojiyi değiştirerek, “Güneş-merkezli” olarak kabûl etmiştir. Dünyâ’nın dışında yâni uzayda Dünyâ’yı “merkez” olmaktan çıkarmış fakat yeryüzünde Dünyâ’yı tam da merkeze almıştır. Hattâ Dünyâ’nın merkezde olmadığı bir düşünceye ve anlayışa îtibâr etmemektedir. Bu nedenle de aslında “Dünyâ’yı merkeze almak”tan vazgeçmemiş olmaktadır. Oysa merkeze alınması gereken şey, Allah’tır. Allah, âhiret, Kitap ve Peygamber-merkezlilik ancak; insanı en doğruya, hakka ve hakîkate ulaştırabilir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder