“Bu Dünyâ hayâtı,
yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten
âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi” (Ankebût 64).
İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan ilmel-yakîn de olsa haberi olmayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Öyle ki, müslümanlar da dâhil, insanlar; “Dünyâ’da ne kadar rahat edersem, âhirette de o kadar rahat ederim” zannıyla yaşıyorlar. Zîrâ Dünyâ’daki görece mutlu-huzurlu durumunu bir “ödül” ve “cennetin ayak sesleri” olarak görmektedirler. Bu durum modern müslümanların İslâm’ı yanlış anlamalarına ve anlatmalarına neden oluyor. Böyle olunca da İslâm’a en büyük zarârı “Dünyâ’nın yuttuğu müslümanlar(!)” vermiş oluyor.
Modern insan ve artık
müslümanlar da, “Dünyâ’da rahat etme”ye kilitlendi. İyi de Dünyâ bir “imtihan
dünyâsı” değil miydi?. İmtihanın olduğu yerde rahatlık olur mu?.
İnsanların-müslümanların büyük çoğunluğu artık şunu deme noktasına geldi:
“Artık Dünyâ bildiğimiz mevcut durumda. Bu dünyâyı sorgusuz-suâlsiz ve
seve-isteye kabûl edelim ve modern dünyâyı ‘kazanımımız’ olarak görelim.
İslâm’ı da mevcut modern Dünyâ’ya göre yorumlayalım ve yaşayalım. Modern
dünyâya karşı çıkmanın bir anlamı yok”. Modern müslüman zannediyor ki, Allah
da, bu mevcut Dünyâ’yı hayâl ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ
etmelerini istiyordu insanlardan. Şimdi böyle bir Dünyâ oluştuğuna göre, Allah
bu durumdan çok memnun ve râzıdır(!).
Oysa mü’minler, Dünyâ’da,
“cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Fakat gelin görün ki,
müslümanlar imtihan dünyâsında değil de, sanki cennetteymiş gibi davranıyorlar.
Mü’minliğin özelliklerinden biri de, “Dünyâ’nın ona yetmememsi ve onu kesmemesi”dir.
Çünkü mü’min ancak cennet ile tatmin bulur. Biz Dünyâ’ya “cennetteymiş gibi
yaşamaya” değil, “cennette yaşamayı kazanmak için” geldik. O hâlde ey mü’min;
sen hem Allah’a ve Peygambere râm olmayı; hem de bu Dünyâ’da “gönlünce”
yaşayabilmeyi mi arzuluyorsun?.
Bir müslümanın Dünyâ
hayâtını âhirete tercih etmesi günah, ayıp ve suçtur. Bu suçun bir cezâsı
vardır ve bu suçun cezâsı bizzat o şeyin kendisidir. Yâni âhirete rağmen
Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır. Peki müslümanlar neden değiştiler ve
âhiret-merkezli yaşamak yerine Dünyâ’ya bağlandılar?. Buna neden olan şey
nedir?. Evet; bu bir îman zaafiyeti”dir. Îman zaafiyetinin en önemli
göstergesi, “Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur. İnsan, “Dünyâ’yı ıskalamamak uğruna
Dünyâ’yı yakabilecek” bir varlıktır. Modern insan, Dünyâ’daki “uzun yaşamı”,
cennetteki “ebedî yaşama tercih eder hâle geldi. Bu Dünyâ/âlem ile yetinen
insan, zavallı bir insandır.
Dünyâ’ya bağlılığın
derecesi, “âhirete îmân”ın zayıflığıyla alâkalıdır. Dünyâ’ya olan bağlılık ne
kadar artarsa, âhirete olan îman da o oranda azalır. Fakat şu da var ki, “Dünyâ’ya
tamah etmeme” düşüncesi aşırıya kaçınca ters teper. O hâlde Dünyâ’da, âhiret
inancı ve bilinciyle, Dünyâ’dan da ölçülü bir şekilde nasiplenerek yaşamak, en
doğru yaşama biçimidir.
Bu dünyâ, müslüman için
“imtihan dünyâsı”dır, “zevk ve sefâ sürme yeri” değil. Zevk ve sefâ cennete
olacak inşaallah. Müslümanlığı seçmek, Dünyâ’dan ziyâde cenneti seçmek
demektir. Zâten bu dünyâda “cennet-vâri bir yaşam isteği”nin karşılığı yoktur.
Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve bu imtihandan kurtuluş yoktur. Fakat
müslümanlara ne oluyor ki, dünyevileşerek imtihanı zorlaştırıyorlar ve hayâtı
çekilmez bir hâle getiriyorlar?.
Allah’ın bizden istediği ve
emrettiği şey, “gayba îman” ve Dünyâ’da, îmâna taâlluk eden aklın, vahiy-merkezli
kullanılarak Dünyâ’yı bu minvâlde inşâ etmemizdir.
Dünyâ’daki sorunların ana
nedeni, “ilâhi sistem” yerine, “beşerî sistemler”e uymaktır. Din ve devlet
işlerinin ayrılması (lâiklik), “dînin göz-ardı edilmesi ve Dünyâ’ya öncelik
verilmesi” projesidir. İslâm ise “âhiret-merkezli bir Dünyâ düzeni” ister.
Bunun için de İslâm’ı Dünyâ’ya hâkim kılmak şarttır. İslâm’ı hayâta hâkim kılma
amacı ve hedefi olmadığında, Dünyâ bir oyun ve oyalanma alanı olur. Modern müslümanların
İslâmî bir hareketi düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ
ile iyice tatmin olmalarından, yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir. Oysa
Dünyâ bir kötülük diyârı hâline gelmiştir. Kur’ân, böyle bir Dünyâ’yı
“dârüs-selam”=”barış yurdu”na çevirmek için vardır. Bu nedenle tüm mü’minlerin
şöyle bir hayâli olmalıdır: “Keşke tüm Dünyâ’yı bir “barış yurdu”na (Dâr-üs
Selam) çevirebilsem”. Tabî ki Dünyâ’ya meftûn ve râm olmuş olanların bunu
anlaması ve bu uğurda mücâdele etmesi mümkün değildir. Modern “günah dünyâsı”na
karşı içlerinde bir bulantı duymayanlar, Kur’ân’ı ve İslâm’ı henüz idrâk
edememişler demektir.
Mevcut
lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-emperyâl sisteme göre
işleyen Dünyâ’dan gönüllerince bir pay almak isteyenler, bu beşerî sistemlere koşulsuz-şartsız
uymak zorundadır. Bu sistemlere göre yaşamak zorundadır. Kim bu sisteme daha
iyi uyarsa, o kişi sistemden daha fazla yararlanır. Fakat bu, Dünyâ-merkezli
yaşayanlar ve Dünyâ’yı merkez alanlar için geçerlidir. Âhireti merkeze alanlar
ve Kur’ân-merkezli yaşayanlar için tek başına (yâni âhiretsiz) bu Dünyâ, ancak
bir oyun ve oyalanma alanıdır. Müslüman için Dünyâ, ancak âhireti de hesâba
katınca anlamlı olur. Mü’minler için Dünyâ, “imtihan Dünyâsı” olduğu için
anlamlıdır.
2. Dünyâ Savaşı’ndan sonraki
Dünyâ, “zokayı yutmuş” bir dünyâdır. Bu târih, Dünyâ’nın apaçık bir şekilde
merkeze alındığı târihtir. Üstelik nefis-merkezli bu anlayış ve yaşama tarzı
tüm Dünyâ’ya bu târihten sonra yayılmaya başlamıştır. Bundan ancak, bilinçli
mü’minler istisnâdır. Fakat ne yazık ki bu bilince sâhip mü’minlerden oluşmuş
örnek bir toplum ve “örnek bir devlet” yoktur. Zâten tâğutların sistemlerini
sürdürebilmelerinin ana-nedeni de, örnek bir müslüman toplumun ve örnek bir
İslâm Devleti’nin ve ümmetinin bulunmayışıdır.
İlâhi olandan kopmuş ve
beşerî olan yönelmiş olan Dünyâ, bir “mazlumlar yurdu” hâline gelmiştir.
Mazlûmiyetin nedeni, Dünyâ’nın hak ve hakîkate göre yönetilmemesi yâni Dünyâ’yı
merkeze almak yerine âhireti merkeze alarak düzenlenmemesi ve yönetilmemesidir.
Çünkü beşerî düzenlerde bütün Dünyâ eksiksiz
bir-araya gelip Allah’ın kânunlarına aykırı bir kânun ortaya koysa, o kânun
yine de küfürdür, şirktir. Dolayısı ile de zulüm üretir. Çünkü bu âlemde şirkin
ve küfrün olumlu anlamda bir karşılığı yoktur. Zîrâ şirk, Allah’ın aslâ
affetmeyeceği bir günah ve zulümdür. Küfür ve şirkin zulüm doğurmama ihtimâli
yoktur. İlâhi kânunlar yerine beşerî kânunları din yapanlar müşrik, kâfir,
fâsık, zâlim ve câhiliyedir. (Mâide Sûresi). Câhiller idrâk edemese ve
fâsık, zâlim, kâfir, müşrik, münâfık ve şerefsizler kabûl etmese de, Dünyâ
ancak vahyin hükümleriyle düzene kavuşabilir. Bunun için de ilk önce,
müslümanların “mü’minleşmeleri” gerekir ki bu, Dünyâ’yı merkeze almaktan
vazgeçip, âhiret bilinci ve inancıyla yaşamakla başlatılabilir. Oysa
müslümanlar tam aksine, Dünyâ’yı dibine kadar merkez almış durumdadırlar:
“İşte bunlar, âhireti
verip Dünyâ hayâtını satın alanlardır; bundan dolayı azabları hafifletilmez ve
kendilerine yardım edilmez” (Bakara
86).
“Onlar, Dünyâ hayâtını
âhirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler
(veyâ onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler” (İbrâhim 3).
Mü’minler ise tam-aksine,
Dünyâ’dan âhiret için vazgeçenlerdir. Bu nedenle Allah onlara şu müjdeyi verir:
“Hiç şüphesiz Allah,
mü’minlerden -karşılığında onlara mutlakâ cenneti vermek üzere- canlarını ve
mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve
öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan
bir vaâddir. Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösterecek olan kimdir?. Şu hâlde
yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş
ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).
Ölümün kesin olduğu aldatıcı
bir Dünyâ’da, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı istemek mü’minlere yakışmaz. Onlar
bu Dünyâ’dan, Allah’ın istediği ve emrettiği gibi yaşayıp, Allah rızâsını ve
cenneti hak etmiş olarak göçmek isterler:
“Her nefis ölümü
tadıcıdır. Kıyâmet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten
uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir.
Dünyâ hayâtı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir” (Âl-i İmran 185).
Dünyâ’yı merkez alanlar,
Dünyâ hayâtına meftûn ve râm oldukları, onun nîmetleriyle kendinden
geçmişçesine keyif içinde yaşadıkları için, Dünyâ’yı ebedî bir yurt zannetmekte
ve imtihanı ve ölümü unutmaktadırlar:
“Bilin ki, Dünyâ hayâtı
ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi
aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur.
Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna
gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve
bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir
şey değildir” (Hadîd 20).
Dünyâ’dan ferâgat etmeden
cennet hak edilemez. Peygamberlerin içinde göbeğini kaşıya-kaşıya yaşayan bir
peygamber örneği yoktur. Dünyâ’dan kısmadan, İslâm’ı-müslümanlığı
yükseltemezsiniz. Dünyevî sınırsız hazlar, dinden verilen tâvizlere bağlıdır.
Dünyâ’yı merkeze alarak dinden ne kadar tâviz verirseniz, Dünyâ’dan da o kadar
haz alırsınız. Fakat Dünyâ’da haz içinde yaşayanların cennetten nasibi yoktur:
“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Âhiret-merkezli
yaşamayanlar, “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Âhiretteki “büyük gelecek” ve
“ağır hesap” için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için
bunalımdan bunalıma girmek zorunda kalırlar. Dünyâ’nın geçici bir imtihan
alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan mü’minlerin
ise “kaybedeceği” dünyevî bir şey yoktur.
“Dünyâ hayâtı yalnızca
bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için âhiret
yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (En-âm 32).
Modernite, “Dünyâ-merkezli”
kozmolojiyi değiştirerek, “Güneş-merkezli” olarak kabûl etmiştir. Dünyâ’nın
dışında yâni uzayda Dünyâ’yı “merkez” olmaktan çıkarmış fakat yeryüzünde Dünyâ’yı
tam da merkeze almıştır. Hattâ Dünyâ’nın merkezde olmadığı bir düşünceye ve
anlayışa îtibâr etmemektedir. Bu nedenle de aslında “Dünyâ’yı merkeze almak”tan
vazgeçmemiş olmaktadır. Oysa merkeze alınması gereken şey, Allah’tır. Allah,
âhiret, Kitap ve Peygamber-merkezlilik ancak; insanı en doğruya, hakka ve
hakîkate ulaştırabilir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder